Dersimli Murat Özçelik'in hikayesi, lise son sınıf öğrencisiyken Ankara'da katıldığı bir eylemde gözaltına alınmasıyla başlıyor. TMK mağduru çocuklar gibi, o da yaşından büyük cezalara çarptırılıp, çeşitli işkencelere maruz kalarak 8 yılını hapishanede geçiriyor. 17 yaşında hapishanede tanık oldukları, ömrü boyunca taşıyacağı izler bırakıyor genç adamın omuzlarına ve elbette yüreğine... Tarihte yer alan utanç sayfalarından biridir Ulucanlar Cezaevi'nde yaşanan katliam... Bu katliamdan yaralı olarak kurtulan Murat Özçelik, 10 arkadaşının acısını yüreğine gömerek tahliye oluyor. Eğitimini Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde tamamlayarak mezuniyet projesi olarak 'Ölücanlar'ı yapmaya karar veriyor ancak koşullar gereği yapamıyor. Ulucanlar Cezaevi kapatılıp halka açıldıktan sonra orada gönüllü rehberlik yaparak, herkese anlatıyor yaşanan vahşeti... İşte 'Ölücanlar' bu anlatımlarda kendiliğinden şekillenmeye başlıyor. Murat Özçelik, bu belgeselle, yaşananları anımsatarak 'bir daha yaşanmasınlar 'diyor.
'Ölücanlar' belgeselini çekerken neler yaşadın?
Açıklamaya gücüm yetecek mi bilmiyorum. Çünkü sinema adına üretilen her çalışmadan sonra ne acıdır ki zorluklardan ve bütçe eksikliğinden bahsediliyor. Bu bir kısmıyla doğru belki ama büyük bir kesimin ise bunu ticarete dönüştürdüğünü düşünüyorum. Ben bu kesimin çoğu ile ortaklaşmak istemem. Bu yüzden aynı cümleleri kurmak istemiyorum ama kasetleri temin edecek maddi altyapıyı bile sağlayamadık biz. Tabii ki tek zorluk bunlar olmadı. Ulucanlar'da çekim yaparken, demokrat bir kurum olduğunu iddia eden mimarlar odasının saldırısına uğradık. Çekim yapmamıza izin vermediler, dövmeye kalkacak kadar ileri gittiler. Daha sonra Ulucanlar'da çekim yapabilmek için bir buçuk sene beklemek zorunda kaldım. Çok önem verdiğim bazı çekimleri ise teknik yetersizliklerden yapamadım. Aslında beni yaralayan bunun gibi benzer başka çirkin saldırılar da oldu diyebilirim. Hem de belgeselin galasının yapıldığı dönemlerde. Kurum ahlakına sahip olamayanlar, üzerindeki 'devrimci' elbiseyi kaldırdığında anlamlı bir cümle kuramayacak olanlar, sanatı ve yapılan belgeseli algılama gücü taşıyamayacak olanlar beni tarikatvari başka platformlara çekme çabası içindeler. Ne acıdır ki tüm bunlar bana değil, aslında bir yerde bu belgeselin ruhuna ve içeriğine dönük saldırılardır. Sanırım bu belgesel süreci içinde beni en çok yaralayan bunlar oldu. Bunlara bir de bu ülkede kendini güvende hissetmeme psikolojisi eklenince tabii benim için oldukça zor bir süreç oldu.
'Ölücanlar' belgeseli senin öykün üzerinden şekilleniyor...?
Ölücanlar, benim kendi öykümdür. Esas olarak Ulucanlar Cezaevi'ni, genel olarak bir dönemin ceza infaz mantığını ve bunun sonucu olarak yaşanan ölümleri ve işkenceleri anlatmaya çalıştım. Daha özel olarak ise 1999'da yapılan operasyonda yaşamını yitiren ve işkence gören arkadaşlarımın öyküsüdür. Belgeselde kapatılan Ulucanlar Cezaevi'nde annemle kendi yaşanmışlıklarımıza doğru bir yolculuk yapıyoruz. Bir olayı, bir durumu, bir gerçeği anlatmaktan öte, annemle ortaklaşan öykümüz üzerinden bir süreci anlatmaya çalıştım.
'Ölücanlar'ı annene adadın ve galasını da kendi köyünde yaptın. Nasıl bir duygu yaşadın?
İçerdeki sürecim annem için de oldukça ağır ve yıpratıcı oldu. Saldırılar yaşadı, gözaltına alındı, açlık grevlerinde bulundu. Hep yanımda oldu. Belgeseli ona atfederken, onun yaşadığı acıların küçük bir karşılığı olmasını istedim. Bugüne kadar ona hiçbir şey veremedim, bu belgesel dışında. Fakat bir hediye mi oldu, ona acılarını yeniden yaşatmak mı oldu bilemiyorum. Çünkü hem Ulucanlar'daki çekimlerde, hem de filmin galasında, o sarsıcı süreçleri yeniden yaşadı. Galasını köyde yapmak isteyişimin nedeni bu filmi anneme adamış olmam ve belki de en önce onun izlemesini istememdendi. Doğduğum köyde filmin galasını yapmanın da benim için ayrı ve duygulandırıcı bir anlamı oldu tabi.
Annen belgeseli izlediğinde ne hissetti, sana neler söyledi?
Annem için kötü oldu. Özellikle yakınında oturmak istemedim galada. Film boyunca hıçkırıkları kulağıma geliyordu. Sonuçta orda hayatını kaybedenlerin önemli bir kısmını tanıyordu. Her görüşe geldiğinde sohbet ettiği insanlardı. Bunun etkisi de vardı. Sonrasında filmle ilgili hiç konuşmadık.
Gala gösteriminde konuşmanı yaparken neler hissettin?
Bazı şeyleri konuşamıyorsunuz. Sözcüklere döküldüğü zaman anlamını, derinliğini yitirecek şeyler bunlar. Bazen her şeyin en iyisini yapmaya çalışırsınız ama karşınızda her zaman kötü anlamda örgütlenmiş bir güç bulursunuz. Bu kimi zaman devletin kendisi oluyor. Kimi zaman solcu olduğunu iddia eden kesimler oluyor. Kimi zaman en yakınındakiler oluyor. Sanırım her şeyi bu eksende yaşadım. Kendimi ifade edeceğim bir şeyler üretmek için bu çarkın bir parçası olmayı istemedim. Sinema sektörünün yarattığı ahlakın ya da Beyoğlu'nda, Kızılay'da barlarda toplumu aydınlatanların içinde olmak istemedim. Sinema, büyüsü olan bir sanattır, güzeldir ama arkasında yarattığı, bıraktığı kültür aynı güzellikte değildir. Ben bu kirli arka plandan beslenip çok güzel bir film yapmak istemedim. Sinema benim için her zaman mütevazi bir uğraş olarak kalacaktır.
Çocuk yaşta hapishaneyle tanıştın. TMK mağduru çocukların yaşadıklarına baktığında ne hissediyorsun, yaşlarından büyük cezalar alan bugünkü çocuklar ve senin o dönemin...?
Zaman geçtikçe bir şeylerin değiştiğine inanmak istiyorsunuz ama aslında temel mantık değişmiyor. Bizim yaşadıklarımızdan çok farklı değil tabii ki. Benim yargılandığım dosyada yaşı 18'den küçük 4 arkadaş vardı. Hepsi lisede okuyordu ve hiçbir şiddet eylemine karışmamışlardı. Bir arkadaş 14 yaşındaydı. Süreci ağır bir şekilde yaşadı ve yaşadıklarını belgeselde anlatıyor. Benim gözaltına alınmamın üzerinden 16 yıl geçti ama aynı şeyler bugün devam ediyor. Öldürme, yok etme, inkar etme temel politik yaklaşım olduğu sürece devam edecektir.
Barışa inanıyor musun, Bölge ile ilgili, Bölge gençleriyle ilgili ne düşünüyorsun?
Barış Kürt halkının çok onurlu bir talebi. Farklı kimliklere, farklı dillere, farklı inançlara saygı duyabilme anlayışının köklü olarak oluşması gerekir. Bu birilerinin birilerine isteğe göre lütufta bulunabileceği bir alan değil çünkü. Ben nesnelliğe fazlasıyla inanan biriyim. Toplumun aşağıdan ve nesnel dönüşümü üzerinden başarılabilecek bir mesele olarak görüyorum barışı. Kürtler bu dönüşümü yaşadılar ve önemli şeyler başardılar. Bunu sadece mücadele olarak söylemiyorum. Kendi dillerini, kültürlerini, sanatını baskı altında geliştirdiler. Ve daha da önemlisi kabul ettirdiler. Barışı da bu sürecin bir devamı olarak algılamak lazım. Kültürü, sanatı geliştirmek bazen yüzyıllık bir fiili savaştan daha etkilidir. Ben Kürt gençleri açısından işin bu noktasının şu aşamada daha önemli olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü sanat toplumu değiştirmek, toplumsal önyargıları kırmak açısından önemli bir araçtır. Ben 'Ölücanlar' belgeselini izleyen insanlarda çok somut olarak gözlemledim bunu. Farklı kesimlerden insanlar izledi ve çok ortak tepkiler aldım. Sanat doğru ve samimi kullanıldığı zaman bence toplumsal barışa da büyük bir katkı sağlayacaktır. Sonbahar filminin; bir 'solcu'nun öyküsünü anlatmak isteseniz duymak bile istemeyecek insanlar üzerinde çok önemli etkiler yarattığına tanık oldum mesela. Kürt gençleri artık bunun gibi birçok araca sahip. Bir Kürt olarak böyle bir faaliyetin içinde olmaya çalışıyorum zaten. Biz birçok arkadaşla beraber, Kürt illerinden Ankara'ya göç etmiş ve sokaklarda kağıt toplayarak geçimlerini sağlayan gençlere, çocuklara bir gecekonduda sanat dersleri veriyoruz. Ben ve yönetmen Medet Dilek sinema dersleri veriyoruz. Onlarla beraber 'ÇÖP' isimli bir kısa film çektik.
Teşekkür ediyoruz...
Not: (Erdoğan Zamur'a katkılarından dolayı teşekkür ediyorum... Nesrin Aksu)
Nesrin AKSU
nesaksu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder