KCK operasyonu kapsamında cezaevinde tutuklu bulunan Hatip Dicle’nin geçen yıl kaleme aldığı Demokratik Özerklik Projesi ile ilgili hazırladığı yazıdır.
MERKEZDEN YÖNETİM VE YERİNDEN YÖNETİM
Açıktır ki hiçbir toplum homojen değildir. Değişik kimliklerin birleşiminden oluşmuştur. Böylesi bir topluma tek bir ulusal kimlik, değer ve normları temelinde bir yaşam dayatılamaz, dayatılmamalıdır. Sosyal, siyasal yaşam tek renge mahkûm edilemez, edilmemelidir.
Bilindiği gibi, YÖNETİM olayı toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir gereği olarak şekillenen sosyal ve siyasal bir kavramdır. Toplumsal yeniden üretimin devamı için gereken tüm ilişki, denetim, planlama ve işleyişi içeren YÖNETİM kavramı; özünde bir yön verme ve düzenleme işidir. Geniş anlamda yönetim olgusu, merkezi şekliyle devlet erkinde somutlaşır. Tarihten günümüze her devlet oluşumu, biçimi ne olursa olsun bir yürütme kurulu işlevini görmüştür. Değişen toplumsal koşullara göre birçok değişim geçiren yönetim olgusu, günümüzde de bu değişimini sürdürmektedir. Ne var ki özünde siyasal bir içerik taşıyan yönetim olgusunun tarihsel gelişimi, genel olarak merkezileşme yönünde olmuştur.
Başlangıçtan günümüze kendi öz çıkarlarını düşünsel olarak en iyi sistematize eden, onu politik çizgiye dönüştürüp, örgütlü zor gücüne kavuşturan, yönetimin de sahibi olmuştur. Egemenlerin tarih içinde bunu en iyi yapanlar olduğu biliniyor. Bu nedenle toplumsal yaşamın idare edilmesi, düzenlenmesi ve yeniden üretilmesi, adeta egemenlerin doğuştan gelen hakkı gibi algılanmıştır. Daha da kötüsü, bu durum günümüzde de bilinçaltına hükmedecek derecede etkisini sürdürmektedir. Kendi öz çıkarlarını sağlam bir düşünsel zemine, politik çizgiye, örgüt ve eylem gücüne kavuşturamayan; kavuşturduğunda ise sürekli kılamayan ya da yozlaşıp zıddına dönüşmesini engelleyemeyen, ulusal, sınıfsal veya cinsel anlamda ezilenler, tarih boyunca yönetim nesnesi olmanın ötesine geçememişlerdir.
Bu tarihsel temel üzerinde şekillenen ve günümüzde de geçerli olan yönetim biçim ve anlayışları, her toplumun yapısı, çelişkileri ve özgünlüklerine göre değişiklikler içerse de, temelde iki başlık altında toplanabilecek niteliktedir: Tüm yönetim gücünün tek bir merkezde toplandığı ve yürütüldüğü 'Merkezden Yönetim' sistemi bunun birincisi olmaktadır. Diğeri ise yönetim erkinin çeşitli merkezler arasında paylaşılması ve ayrı kurumlarca yürütülmesini sağlayan 'Yerinden Yönetim' sistemidir.
Bir ülkenin tek bir yasama organı ve tek bir yargı sisteminin bulunması ve yasaların her yerde tek biçimde uygulanması durumunda siyasal bir 'Merkezden Yönetim' söz konusudur. Bu tekçi, üniter bir sistemdir. Öte yandan, yine bir ülkenin ayrı bölgelerinde yasalar ve yargı uygulaması bakımından farklılık varsa, o ülkede siyasal anlamda bir 'Yerinden Yönetim', başka bir ifadeyle 'Özerk Yönetim' ya da Federal Sistem yürürlüktedir.
KİTLELERİN ÖZ YÖNETİM GÜCÜ
Bilindiği gibi, feodal dönemde derebeylikler ve beylikler, nispi anlamda bir ÖZERK yönetim gücü olmuşlardır. Bunların ÖZERK konumu, belli yönleriyle yerel yönetim örgütlenmelerine benzemektedir. Çünkü merkezle olan ilişkileri oldukça sınırlıdır ve özünde merkezi otoriteye asker ve vergi vererek kendisini korumaya, himaye altına almaya dayanan bir sistemdi. Ne var ki demokratik değildi ve halk tebaa durumundaydı.
Günümüzdeki demokratik, özerk yerel yönetim kavramının doğuşu ise halk kitlelerinin iktidarı paylaşma mücadelelerinin ürünüdür. Zaten yerel yönetimlere meşruiyet kazandıran, onu tercih edilen yönetim tarzı olarak gündemleştiren de, temeldeki bu özelliğidir. Bu nedenle demokratik, özerk yerel veya bölgesel yönetimler, kitlelerin öz yönetim gücünü açığa çıkarabildikleri, demokrasinin beşiği ve okulu olabildikleri ölçüde gerçek tanımlarına ulaşırlar. Bu yönetimlerin dünyadaki uygulamalarından çıkan olumlu sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
* Yönetime yabancılaşmayı ortadan kaldırır, halkın siyasi iradesini geliştirir.
* Bürokratik, hantal, masraflı, anti-demokratik işleyişin aşılmasını sağlar.
* Dengeli gelir ve kaynak kullanımına yol açarak, daha verimli bir hizmete olanak sunar.
* Etnik, kültürel, dini çok renkliliğin korunup geliştirilmesine imkân verir.
* Militarist, ırkçı, baskıcı merkezi yapıların ortaya çıkmasını engeller.
Bu olumlu sonuçlarından dolayı, günümüzde tüm dünyada ağırlıklı olarak uygulanan yönetim modeli, yerel yönetimle bağdaştırılmış merkezi yönetim modelleridir. Her ülkenin kendi koşullarına göre bu iki sistemin değişik ölçülerde sentezlenmesinden oluşan yönetim modelleri mevcuttur. Dünyadaki eğilim, bu sentezlemede demokratik, özerk yerel veya bölgesel yönetimlerin ağırlığının giderek artırılması yönündedir. Türkiye gibi katı üniter devlet yapıları ise hızla çözülmeye devam etmektedirler.
Açıktır ki hiçbir toplum homojen değildir. Değişik kimliklerin birleşiminden oluşmuştur. Böylesi bir topluma tek bir ulusal kimlik, değer ve normları temelinde bir yaşam dayatılamaz, dayatılmamalıdır. Sosyal, siyasal yaşam tek renge mahkûm edilemez, edilmemelidir. Nihayet farklılıkları reddeden, yok sayan, imha ve asimilasyona tabi tutan yönetimlerin tümü de katı üniter devletler olmaktadır. Bu zihniyetleriyle, bırakalım farklı kimlik ve kültürleri eritmeyi ve daha üst bir senteze ulaştırmayı, tam tersine toplumsal çelişki ve çatışmaları körükleyici bir işlev görmektedir. Bu ve daha birçok nedenden dolayı, katı üniter devlet yapısı, günümüzde çağın gerisinde kalan ve miadını doldurmuş bir yönetim modeli durumundadır.
MERKEZ VE ÇEVRE DENKLEMİ
Bilindiği gibi akademik çevreler, günümüzdeki mevcut devletleri ve siyasal örgütlenmeleri; Üniter devlet, federal devlet, konfederasyon ve üniter devlet ile federal devletten izler taşıyan ama özünde üniter devlet biçimine yakın duran Bölgesel Devlet şeklinde sınıflandırmaktadırlar. Hatta birçok akademisyen, özellikleri nedeniyle Bölgesel Devletleri de üniter devlet kapsamında incelemektedirler. Bütün bu devlet biçimleri esas olarak merkez ile çevre bağlamında değerlendirilmelidir. Federal devlet, değişik merkezlerin kendileri dışında ve belirli bir anlamda kendilerinin de tabi olduğu bir merkez oluşturmaları yönündeki ortak iradenin ürünüdür. ABD, Almanya, Kanada, Hindistan ve Rusya'da olduğu gibi... Oysa üniter veya Bölgesel devletlerde önce merkez vardır. Bu nedenle hukuk planında ilk olan tek anayasanın varlığıdır. Bu anayasa bütün ülke için geçerlidir ve bütün ülkede kurulan iktidarların temel çerçevesini gösterir. Türkiye'de tekil devlet diye de anılır ve 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü' formülü ile tanımlanır. Bölgeselleşme ya da ÖZERK BÖLGELER ise, merkezi yönetimin altında ama illerin üstünde yeni bir idari-siyasal birimin yönetim aygıtına monte edilmesidir. Başka bir anlatımla yerelin merkez karşısında yeniden düzenlenmesidir.
ÖZERKLİK VE KİMİ ÖRNEKLERİ
ÖZERKLİK, esas olarak Arapça Muhtariyet, Yunanca Otonomi kavramlarının Türkçesi'dir ve kendi kendini idare etme durumunu anlatır. Üniter devletlerde geçerli Özerklik ilkesi ile Federasyonlarda geçerli Özerklik ilkesi arasında temel bir fark vardır: Üniter devletlerde, egemen merkez kendi altındaki birimleri özerkleştirir; Federasyonlarda ise egemen siyasi otoriteler özerkliklerini koruyarak bütünleşirler. Esas olarak günümüzde ÖZERKLİK kavramı, üniter devletin ulus altı bir bölgeye, kendi organlarıyla kendi işlerini yönetme yetkisini tanımasıdır.
Genel çizgileriyle öğreti, idari bölgelere sahip Portekiz ve Fransa gibi, Siyasi Bölgelere sahip İtalya ve İspanya'yı da Üniter Devlet içinde görme eğilimindedir. Kimileri Bölgesel Devlet adını vererek İtalya ve İspanya modelini yine de Üniter devlet kapsamında incelemektedirler. Kimileri ise bu devletleri üniter devlet içinde Yerinden Yönetimin üst bir aşamada gerçekleşmesi biçiminde değerlendirmektedir. Hem İtalya, hem de İspanya'da siyasal merkeziyetçilik, Siyasal Yerinden Yönetim ilkesiyle yumuşatılmıştır. Danimarka, Fransa, Finlandiya ve Portekiz'de siyasal bölgeselleşme istisnaidir; Fransa'da idari bölgeselleşme yaygındır; İtalya ve İspanya'da ise siyasal bölgeselleşme... Birleşik Krallıkta daha zayıf bir Siyasal Özerklik vardır. İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler özerkliğe sahip olan bölgelerdir. Ülkede yasama organı tektir. Ama geleneksel hukuktan doğan yarı-idari, yarı-siyasi özerklik söz konusudur. İspanya Anayasa Mahkemesi, İspanya'yı 'Özerklikler Devleti' olarak tanımlamaktadır. İtalya'da ise 'Bölgesel Devlet' tanımı geçerlidir.
OSMANLI’DA AYRICALIKLI EYALETLER
Osmanlı döneminde Kürdistan adı verilen coğrafyada bazı sancaklarda yurtluk-ocaklık ve hükümet adı altında ÖZERK yönetim biçimleri vardır. Bu birimlerin merkeze bağlılığı daha gevşekti. Yıllık vergi ve savaş zamanında asker göndermenin dışında içişlerinde tamamen ÖZERK idiler.
Bölgesel Devletlerin günümüz dışındaki tarihsel örnekleri, çokuluslu imparatorluklardaki ÖZERK memleket yönetimleridir. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ayrıcalıklı Eyaletlerle, Bölgesel Devletlerin statüleri önemli benzerlikler gösterirler. Bu nedenle Osmanlı'nın bu yapısına genel hatlarıyla da olsa bir göz atmak gerekir. Esas olarak Osmanlı bir üniter devlet değildi. Ayrıcalıklı Eyaletler adı verilen ve yasama yetkileri de olan 'Siyasal Bölgeler' ile dinsel temelde kurulu 'Millet' örgütlenmeleri vardı. Hatta 1876 Anayasası ile Ayrıcalıklı Eyaletler anayasal bir statüye kavuşmuşlardır. Bu eyaletler, idari yerinden yönetim birimleri olmaktan çok, siyasal yerinden yönetim birimlerine yakındırlar. Çoğunun kendi güvenlik güçleri vardır.
1906 tarihli resmi yıllığa göre; bunlardan Mısır ve Sisam, idari muhtariyet olarak adlandırılan bir statüye sahiptir. Kimileri ise siyasal yerinden yönetime yakındır: Girit, Cebeli Lübnan, Tunus, Doğu Rumeli Vilayeti gibi... Bulgaristan ise adeta ayrı bir devlet gibidir. Örneğin Osmanlı döneminde Kürdistan adı verilen coğrafyada bazı sancaklarda yurtluk-ocaklık ve hükümet adı altında ÖZERK yönetim biçimleri vardır. Bu birimlerin merkeze bağlılığı daha gevşekti. Yıllık vergi ve savaş zamanında asker göndermenin dışında içişlerinde tamamen ÖZERK idiler. Ama bunlar federe devletlere benzemez. Zira bu ÖZERK statüyü onlara Osmanlı Devleti bahşetmiştir.
İmparatorluktaki 'Millet Sistemi' adı verilen dinsel topluluk örgütlenmesinin kökeni ise İslam hukukuna dayanmaktadır. Geçmişteki anlamında 'Rum' sözcüğü bir etniğin adı değil, Ortodoks kilisesine bağlı değişik etnik grupları ifade eder. Bunlar kendilerini yönetirler, Osmanlı'ya cizye adlı vergiyi öderler. Sınırlı hukuki ve idari özerklikleri vardır. Daha sonra Musevi ve Ermeni milletleri de oluşturulmuştur. Bütün bu tespitlerden sonra Osmanlı Devleti'nin üniter bir devlet biçimine sahip olmadığı, Bölgesel Devlete benzediği söylenebilir. Ne var ki Osmanlı dinamikleri, bu yapıyı modern bir çokulusluluk modeline taşıyamamış, federal bir oluşumu gerçekleştirememiştir. Örnek olarak 1908 - 2. Meşrutiyet dönemi partilerinden Hürriyet ve İtilaf Fırkası Programı, Osmanlı'nın bu tarihsel özelliklerinden esinlenerek, siyasal yerinden yönetime yakın yönleriyle ilginç bir belgedir. Ayrıca programında yerel dillere tamamen serbestlik tanımaktadır. Diğer parti İttihat ve Terakki Cemiyeti ise katı merkeziyetçi bir eğilimi benimsemiştir ki, bu zihniyet daha sonra Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası'nın da ruhunu oluşturmuştur.
MERKEZDEN YÖNETİM VE YERİNDEN YÖNETİM
Açıktır ki hiçbir toplum homojen değildir. Değişik kimliklerin birleşiminden oluşmuştur. Böylesi bir topluma tek bir ulusal kimlik, değer ve normları temelinde bir yaşam dayatılamaz, dayatılmamalıdır. Sosyal, siyasal yaşam tek renge mahkûm edilemez, edilmemelidir.
Bilindiği gibi, YÖNETİM olayı toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir gereği olarak şekillenen sosyal ve siyasal bir kavramdır. Toplumsal yeniden üretimin devamı için gereken tüm ilişki, denetim, planlama ve işleyişi içeren YÖNETİM kavramı; özünde bir yön verme ve düzenleme işidir. Geniş anlamda yönetim olgusu, merkezi şekliyle devlet erkinde somutlaşır. Tarihten günümüze her devlet oluşumu, biçimi ne olursa olsun bir yürütme kurulu işlevini görmüştür. Değişen toplumsal koşullara göre birçok değişim geçiren yönetim olgusu, günümüzde de bu değişimini sürdürmektedir. Ne var ki özünde siyasal bir içerik taşıyan yönetim olgusunun tarihsel gelişimi, genel olarak merkezileşme yönünde olmuştur.
Başlangıçtan günümüze kendi öz çıkarlarını düşünsel olarak en iyi sistematize eden, onu politik çizgiye dönüştürüp, örgütlü zor gücüne kavuşturan, yönetimin de sahibi olmuştur. Egemenlerin tarih içinde bunu en iyi yapanlar olduğu biliniyor. Bu nedenle toplumsal yaşamın idare edilmesi, düzenlenmesi ve yeniden üretilmesi, adeta egemenlerin doğuştan gelen hakkı gibi algılanmıştır. Daha da kötüsü, bu durum günümüzde de bilinçaltına hükmedecek derecede etkisini sürdürmektedir. Kendi öz çıkarlarını sağlam bir düşünsel zemine, politik çizgiye, örgüt ve eylem gücüne kavuşturamayan; kavuşturduğunda ise sürekli kılamayan ya da yozlaşıp zıddına dönüşmesini engelleyemeyen, ulusal, sınıfsal veya cinsel anlamda ezilenler, tarih boyunca yönetim nesnesi olmanın ötesine geçememişlerdir.
Bu tarihsel temel üzerinde şekillenen ve günümüzde de geçerli olan yönetim biçim ve anlayışları, her toplumun yapısı, çelişkileri ve özgünlüklerine göre değişiklikler içerse de, temelde iki başlık altında toplanabilecek niteliktedir: Tüm yönetim gücünün tek bir merkezde toplandığı ve yürütüldüğü 'Merkezden Yönetim' sistemi bunun birincisi olmaktadır. Diğeri ise yönetim erkinin çeşitli merkezler arasında paylaşılması ve ayrı kurumlarca yürütülmesini sağlayan 'Yerinden Yönetim' sistemidir.
Bir ülkenin tek bir yasama organı ve tek bir yargı sisteminin bulunması ve yasaların her yerde tek biçimde uygulanması durumunda siyasal bir 'Merkezden Yönetim' söz konusudur. Bu tekçi, üniter bir sistemdir. Öte yandan, yine bir ülkenin ayrı bölgelerinde yasalar ve yargı uygulaması bakımından farklılık varsa, o ülkede siyasal anlamda bir 'Yerinden Yönetim', başka bir ifadeyle 'Özerk Yönetim' ya da Federal Sistem yürürlüktedir.
KİTLELERİN ÖZ YÖNETİM GÜCÜ
Bilindiği gibi, feodal dönemde derebeylikler ve beylikler, nispi anlamda bir ÖZERK yönetim gücü olmuşlardır. Bunların ÖZERK konumu, belli yönleriyle yerel yönetim örgütlenmelerine benzemektedir. Çünkü merkezle olan ilişkileri oldukça sınırlıdır ve özünde merkezi otoriteye asker ve vergi vererek kendisini korumaya, himaye altına almaya dayanan bir sistemdi. Ne var ki demokratik değildi ve halk tebaa durumundaydı.
Günümüzdeki demokratik, özerk yerel yönetim kavramının doğuşu ise halk kitlelerinin iktidarı paylaşma mücadelelerinin ürünüdür. Zaten yerel yönetimlere meşruiyet kazandıran, onu tercih edilen yönetim tarzı olarak gündemleştiren de, temeldeki bu özelliğidir. Bu nedenle demokratik, özerk yerel veya bölgesel yönetimler, kitlelerin öz yönetim gücünü açığa çıkarabildikleri, demokrasinin beşiği ve okulu olabildikleri ölçüde gerçek tanımlarına ulaşırlar. Bu yönetimlerin dünyadaki uygulamalarından çıkan olumlu sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
* Yönetime yabancılaşmayı ortadan kaldırır, halkın siyasi iradesini geliştirir.
* Bürokratik, hantal, masraflı, anti-demokratik işleyişin aşılmasını sağlar.
* Dengeli gelir ve kaynak kullanımına yol açarak, daha verimli bir hizmete olanak sunar.
* Etnik, kültürel, dini çok renkliliğin korunup geliştirilmesine imkân verir.
* Militarist, ırkçı, baskıcı merkezi yapıların ortaya çıkmasını engeller.
Bu olumlu sonuçlarından dolayı, günümüzde tüm dünyada ağırlıklı olarak uygulanan yönetim modeli, yerel yönetimle bağdaştırılmış merkezi yönetim modelleridir. Her ülkenin kendi koşullarına göre bu iki sistemin değişik ölçülerde sentezlenmesinden oluşan yönetim modelleri mevcuttur. Dünyadaki eğilim, bu sentezlemede demokratik, özerk yerel veya bölgesel yönetimlerin ağırlığının giderek artırılması yönündedir. Türkiye gibi katı üniter devlet yapıları ise hızla çözülmeye devam etmektedirler.
Açıktır ki hiçbir toplum homojen değildir. Değişik kimliklerin birleşiminden oluşmuştur. Böylesi bir topluma tek bir ulusal kimlik, değer ve normları temelinde bir yaşam dayatılamaz, dayatılmamalıdır. Sosyal, siyasal yaşam tek renge mahkûm edilemez, edilmemelidir. Nihayet farklılıkları reddeden, yok sayan, imha ve asimilasyona tabi tutan yönetimlerin tümü de katı üniter devletler olmaktadır. Bu zihniyetleriyle, bırakalım farklı kimlik ve kültürleri eritmeyi ve daha üst bir senteze ulaştırmayı, tam tersine toplumsal çelişki ve çatışmaları körükleyici bir işlev görmektedir. Bu ve daha birçok nedenden dolayı, katı üniter devlet yapısı, günümüzde çağın gerisinde kalan ve miadını doldurmuş bir yönetim modeli durumundadır.
MERKEZ VE ÇEVRE DENKLEMİ
Bilindiği gibi akademik çevreler, günümüzdeki mevcut devletleri ve siyasal örgütlenmeleri; Üniter devlet, federal devlet, konfederasyon ve üniter devlet ile federal devletten izler taşıyan ama özünde üniter devlet biçimine yakın duran Bölgesel Devlet şeklinde sınıflandırmaktadırlar. Hatta birçok akademisyen, özellikleri nedeniyle Bölgesel Devletleri de üniter devlet kapsamında incelemektedirler. Bütün bu devlet biçimleri esas olarak merkez ile çevre bağlamında değerlendirilmelidir. Federal devlet, değişik merkezlerin kendileri dışında ve belirli bir anlamda kendilerinin de tabi olduğu bir merkez oluşturmaları yönündeki ortak iradenin ürünüdür. ABD, Almanya, Kanada, Hindistan ve Rusya'da olduğu gibi... Oysa üniter veya Bölgesel devletlerde önce merkez vardır. Bu nedenle hukuk planında ilk olan tek anayasanın varlığıdır. Bu anayasa bütün ülke için geçerlidir ve bütün ülkede kurulan iktidarların temel çerçevesini gösterir. Türkiye'de tekil devlet diye de anılır ve 'devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü' formülü ile tanımlanır. Bölgeselleşme ya da ÖZERK BÖLGELER ise, merkezi yönetimin altında ama illerin üstünde yeni bir idari-siyasal birimin yönetim aygıtına monte edilmesidir. Başka bir anlatımla yerelin merkez karşısında yeniden düzenlenmesidir.
ÖZERKLİK VE KİMİ ÖRNEKLERİ
ÖZERKLİK, esas olarak Arapça Muhtariyet, Yunanca Otonomi kavramlarının Türkçesi'dir ve kendi kendini idare etme durumunu anlatır. Üniter devletlerde geçerli Özerklik ilkesi ile Federasyonlarda geçerli Özerklik ilkesi arasında temel bir fark vardır: Üniter devletlerde, egemen merkez kendi altındaki birimleri özerkleştirir; Federasyonlarda ise egemen siyasi otoriteler özerkliklerini koruyarak bütünleşirler. Esas olarak günümüzde ÖZERKLİK kavramı, üniter devletin ulus altı bir bölgeye, kendi organlarıyla kendi işlerini yönetme yetkisini tanımasıdır.
Genel çizgileriyle öğreti, idari bölgelere sahip Portekiz ve Fransa gibi, Siyasi Bölgelere sahip İtalya ve İspanya'yı da Üniter Devlet içinde görme eğilimindedir. Kimileri Bölgesel Devlet adını vererek İtalya ve İspanya modelini yine de Üniter devlet kapsamında incelemektedirler. Kimileri ise bu devletleri üniter devlet içinde Yerinden Yönetimin üst bir aşamada gerçekleşmesi biçiminde değerlendirmektedir. Hem İtalya, hem de İspanya'da siyasal merkeziyetçilik, Siyasal Yerinden Yönetim ilkesiyle yumuşatılmıştır. Danimarka, Fransa, Finlandiya ve Portekiz'de siyasal bölgeselleşme istisnaidir; Fransa'da idari bölgeselleşme yaygındır; İtalya ve İspanya'da ise siyasal bölgeselleşme... Birleşik Krallıkta daha zayıf bir Siyasal Özerklik vardır. İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler özerkliğe sahip olan bölgelerdir. Ülkede yasama organı tektir. Ama geleneksel hukuktan doğan yarı-idari, yarı-siyasi özerklik söz konusudur. İspanya Anayasa Mahkemesi, İspanya'yı 'Özerklikler Devleti' olarak tanımlamaktadır. İtalya'da ise 'Bölgesel Devlet' tanımı geçerlidir.
OSMANLI’DA AYRICALIKLI EYALETLER
Osmanlı döneminde Kürdistan adı verilen coğrafyada bazı sancaklarda yurtluk-ocaklık ve hükümet adı altında ÖZERK yönetim biçimleri vardır. Bu birimlerin merkeze bağlılığı daha gevşekti. Yıllık vergi ve savaş zamanında asker göndermenin dışında içişlerinde tamamen ÖZERK idiler.
Bölgesel Devletlerin günümüz dışındaki tarihsel örnekleri, çokuluslu imparatorluklardaki ÖZERK memleket yönetimleridir. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ayrıcalıklı Eyaletlerle, Bölgesel Devletlerin statüleri önemli benzerlikler gösterirler. Bu nedenle Osmanlı'nın bu yapısına genel hatlarıyla da olsa bir göz atmak gerekir. Esas olarak Osmanlı bir üniter devlet değildi. Ayrıcalıklı Eyaletler adı verilen ve yasama yetkileri de olan 'Siyasal Bölgeler' ile dinsel temelde kurulu 'Millet' örgütlenmeleri vardı. Hatta 1876 Anayasası ile Ayrıcalıklı Eyaletler anayasal bir statüye kavuşmuşlardır. Bu eyaletler, idari yerinden yönetim birimleri olmaktan çok, siyasal yerinden yönetim birimlerine yakındırlar. Çoğunun kendi güvenlik güçleri vardır.
1906 tarihli resmi yıllığa göre; bunlardan Mısır ve Sisam, idari muhtariyet olarak adlandırılan bir statüye sahiptir. Kimileri ise siyasal yerinden yönetime yakındır: Girit, Cebeli Lübnan, Tunus, Doğu Rumeli Vilayeti gibi... Bulgaristan ise adeta ayrı bir devlet gibidir. Örneğin Osmanlı döneminde Kürdistan adı verilen coğrafyada bazı sancaklarda yurtluk-ocaklık ve hükümet adı altında ÖZERK yönetim biçimleri vardır. Bu birimlerin merkeze bağlılığı daha gevşekti. Yıllık vergi ve savaş zamanında asker göndermenin dışında içişlerinde tamamen ÖZERK idiler. Ama bunlar federe devletlere benzemez. Zira bu ÖZERK statüyü onlara Osmanlı Devleti bahşetmiştir.
İmparatorluktaki 'Millet Sistemi' adı verilen dinsel topluluk örgütlenmesinin kökeni ise İslam hukukuna dayanmaktadır. Geçmişteki anlamında 'Rum' sözcüğü bir etniğin adı değil, Ortodoks kilisesine bağlı değişik etnik grupları ifade eder. Bunlar kendilerini yönetirler, Osmanlı'ya cizye adlı vergiyi öderler. Sınırlı hukuki ve idari özerklikleri vardır. Daha sonra Musevi ve Ermeni milletleri de oluşturulmuştur. Bütün bu tespitlerden sonra Osmanlı Devleti'nin üniter bir devlet biçimine sahip olmadığı, Bölgesel Devlete benzediği söylenebilir. Ne var ki Osmanlı dinamikleri, bu yapıyı modern bir çokulusluluk modeline taşıyamamış, federal bir oluşumu gerçekleştirememiştir. Örnek olarak 1908 - 2. Meşrutiyet dönemi partilerinden Hürriyet ve İtilaf Fırkası Programı, Osmanlı'nın bu tarihsel özelliklerinden esinlenerek, siyasal yerinden yönetime yakın yönleriyle ilginç bir belgedir. Ayrıca programında yerel dillere tamamen serbestlik tanımaktadır. Diğer parti İttihat ve Terakki Cemiyeti ise katı merkeziyetçi bir eğilimi benimsemiştir ki, bu zihniyet daha sonra Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası'nın da ruhunu oluşturmuştur.
Hatip Dicle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder