Referandum adı altında büyük bir aldanma, büyük bir aldatma yaşanıyor!
Evetçilerde hayırcılarda yaratmakta oldukları sürülerden “nasıl bir Anayasa?” Sorusunu'' gizleyerek aldatan bir süreci dayatmaktadırlar.
Bir başka noktada hukuksal değeri çarpıtılan, Gülenin, Erdoğan’ın ölüleri bile sunduğu, ölülere bile sundukları maddeler söz konusu…
Boykot kararından sonra ise Kürt hareketine ve onun önderine ciddi bir saldırı var. Liberal çevrelerin ''Öcalan Genelkurmayı değil AKP'yi eleştiriyor'' kampanyasından tutalım anlık bilgi ağının gazetelere servis edilerek Kürt gerillasını karalayan kampanyalara kadar çeşitli entrikalarla gerçekler tersyüz edilmeye çalışılıyor.
DTK'nin son kararlaşmasıyla birlikte Kürtler aslında boykot kararının alternatif haklı gerekçesini sundular.
Dayatılanın tersine ''nasıl bir anayasa?'' sorusunun karambole getirmeye çalışan bir yerde elbette ki referandumu boykot etmenin haklı anayasasını ortaya koymak gerekir.
-Biz referanduma katılmıyoruz çünkü bizim arzu ettiğimiz anayasanın 1.2.3. maddeleri şunlardır...
-Biz referanduma katılmıyoruz çünkü arzuladığımız anayasanın 42. ve 66 maddeleri şunlardır.
Kısacası tüm alternatiflerin olduğu bir anayasa özerklik şölenleri içerisinde coşkuyla sunulmalıdır. Dünya'nın her yerinde referandumlar mevcut olanın tanımı yeni olanın anlamı üzerinde kitlesel algılamalar oluştururken bu referandumda ''evet-hayır'' ittifakları mevcut anayasayı adeta yüceltiyor. Boykot belki de bu gerçeğin alternatifidir. Yedeklerine düşmemesi için mutlaka bir anayasası olamalı!
Esas olan herkes için (Kürt hareketi ve boykot platformu hariç) mevcut haliyle anayasaya ''Evet'' mantığıdır. Hatta hayırcıların kampanyaları ve estirilen hava evet sonucuna doğru evrilmektedir.
*Geçici 15. Maddenin Kal(n)dırılması!
15. madde 12 Eylülden sonra darbecilerin yaptıkları eylemleri yasal dokunmazlık getirilen bir zırh, bir nevi soruşturma affıdır. Bu yasaya göre devletin çıkarı için darbe yapıldığı için darbenin eylemleri suç değildir. İlgili yasada "2356 sayılı yasa ile kurulmuş olan milli güvenlik konseyi, işlemlerinden, eylemlerinden dolayı yargılanamaz." ibaresi geçmektedir.
Kürt Hareketi'nin en çok suçlandığı bu yasanın kaldırılmasına 'evet' denmemesidir. Oysa dünyanın her yerinde hukuk uygulamaları apaçık ortadayken Kürt Hareketinden bu ölü eşeği satın alması beklenmektedir. Ondandır ki hukukçular ve uzmanlardan çok bu ölü eşeğin sırtına binen daha doğrusu binmek adına sırtlayan insanlar konuşmayı, açıklama yapmayı tercih etmektedir.
Yinede basında çok azda olsa tartışılan iki temel çelişki vardır; birincisi zaman aşımı olan bir eylemin (12 Eylülün) tekrar yargıya taşırılmayacağıdır, ikincisi ise bu yasanın zaten çıkışı itibariyle 12 Eylülcülerin affı niteliğindedir.
Siyasal İslam'ında dün oy verdiği bu yasa diğer 12 Eylül yasaları olduğu gibi %93lük ''evet'' oyu almıştır.
-Halka gitmesi açısından bu maddenin kaldırılmasıyla çıkarılması arasında bir fark olmamaktadır.
-Geçici maddeler yürürlükte oldukları süre içerisinde kanun hükmündedirler.
-Yeni çıkan bir kanun ya da bir kanundaki düzenleme eğer işlenen suçtan sonra çıkarılmışsa, lehindeyse suçlu için değerlendirilir eğer aleyhindeyse suçlu mükellef değildir.
Ne var ki; darbecilerin yargılama ihtimalinin nerdeyse hiç olmadığı bir yerde bu yasanın yürürlükte olmasının ya da olmamasının her hangi bir anlamı kalmamıştır. Kaldı ki Kürtler için Kenan Evren’e en sert cezalar verilse bile çağdaş Evrenlerin olmadığı bir sürece karşılık gelmeyecek hiç bir sürecin anlamı da olmayacaktır.
Bay 'evet çilerin' ve bay 'hayırcıların' bu gün Kürtlere reva gördükleri Kenan Evren’in reva gördüklerinin 85 yıl gerisindeler. Evren bile daha iki yıl öncesinde bir gazeteye verdiği mülalakatta ''bırakın siyasal olarak, normal yaşamda dahi Ankara’dan çok merkeziyetçi bir sistemle yürütülüyoruz. Örneğin evimin karşısındaki trafoyu onarmak için Ankara’ya işlem yapmak zorunda kalıyorum. Türkiye'ye uygun model bir tür eyaletler sistemidir.'' demişti.
Bizim için söyledikleri yaptıklarını temize çıkarmaz ama bir darbe komutanın bile böyle düşündüğü bir yerde her şeyden önce darbe ihtimali kalmamıştır. Gelinen aşamada AKP'nin kuruluşu küresel ve iç güçlerin Türkiye'ye yaptıkları son darbe olmuştur.
Muhtemelen AKP 12 Eylülden sonra bir kaç generale ''seçim şovu'' davası açabilir. Ama bu aşamada Yargının da Kürtlere karşı operasyonel süreçlere dâhil edildiği anlaşılmıştır. Bu, bazen siyasal katliamlarla Kürtlerin üzerlerine gidilerek, bazen de suni krizler içerisine girerek Türkiye’de güçler çatışması olduğu süsünü vermektedir.
Söylemde, sözde terör örgütü olduğu dile getirilen bazı örgüt isimlerinin devletin resmi kurumlarınca hiç bir terör damgasını almamışlardır. Hatta bırakalım terör damgasını, aranan generallerin devletin zirvesinde cirit atmaları AKP'nin darbelerden, darbecilerden ne kadar 'uzak' olduğunun bir kanıtı.
AKP bültenlerinin (Taraf vb basının) 'Heronları' nedense YAŞ toplantılarına illegal giren generalleri görüntüleyememektedir. Yine Amanosları temizlenmesi için komutan Beşir Atalay’ın hedefe yönlendirdiği generallerin kimliği bize 12 Eylül'ün yıldönümünü yeterince aydınlatmaktadır.
Sandığa gidenler güya 30 yıllık bir oyunu boşa çıkaracaklarına dair heveslendirilmektedirler oysa Kürtler sandığa gitmeyerek bu oyunun 85 yıllık olduğunu ispatlayacaklardır. Dolayısıyla 85 yıllık bir kazığın evet ya da hayır sonucu da esasında Kürtleri ilgilendirmemelidir. Bırakalım yakın dönemle hesaplaşmayı AKP'nin Kürdistan’da 17 bin faili meçhul cinayetlerine her gün yenilerini eklediği ve giderek bunun özel ordusunu kurmaya çalıştığı bu günlerde bir hesaplaşmaktan bahsetmek ahmaklıktır.
Ozan Erdem
Boykot kararından sonra ise Kürt hareketine ve onun önderine ciddi bir saldırı var. Liberal çevrelerin ''Öcalan Genelkurmayı değil AKP'yi eleştiriyor'' kampanyasından tutalım anlık bilgi ağının gazetelere servis edilerek Kürt gerillasını karalayan kampanyalara kadar çeşitli entrikalarla gerçekler tersyüz edilmeye çalışılıyor.
DTK'nin son kararlaşmasıyla birlikte Kürtler aslında boykot kararının alternatif haklı gerekçesini sundular.
Dayatılanın tersine ''nasıl bir anayasa?'' sorusunun karambole getirmeye çalışan bir yerde elbette ki referandumu boykot etmenin haklı anayasasını ortaya koymak gerekir.
-Biz referanduma katılmıyoruz çünkü bizim arzu ettiğimiz anayasanın 1.2.3. maddeleri şunlardır...
-Biz referanduma katılmıyoruz çünkü arzuladığımız anayasanın 42. ve 66 maddeleri şunlardır.
Kısacası tüm alternatiflerin olduğu bir anayasa özerklik şölenleri içerisinde coşkuyla sunulmalıdır. Dünya'nın her yerinde referandumlar mevcut olanın tanımı yeni olanın anlamı üzerinde kitlesel algılamalar oluştururken bu referandumda ''evet-hayır'' ittifakları mevcut anayasayı adeta yüceltiyor. Boykot belki de bu gerçeğin alternatifidir. Yedeklerine düşmemesi için mutlaka bir anayasası olamalı!
Esas olan herkes için (Kürt hareketi ve boykot platformu hariç) mevcut haliyle anayasaya ''Evet'' mantığıdır. Hatta hayırcıların kampanyaları ve estirilen hava evet sonucuna doğru evrilmektedir.
*Geçici 15. Maddenin Kal(n)dırılması!
15. madde 12 Eylülden sonra darbecilerin yaptıkları eylemleri yasal dokunmazlık getirilen bir zırh, bir nevi soruşturma affıdır. Bu yasaya göre devletin çıkarı için darbe yapıldığı için darbenin eylemleri suç değildir. İlgili yasada "2356 sayılı yasa ile kurulmuş olan milli güvenlik konseyi, işlemlerinden, eylemlerinden dolayı yargılanamaz." ibaresi geçmektedir.
Kürt Hareketi'nin en çok suçlandığı bu yasanın kaldırılmasına 'evet' denmemesidir. Oysa dünyanın her yerinde hukuk uygulamaları apaçık ortadayken Kürt Hareketinden bu ölü eşeği satın alması beklenmektedir. Ondandır ki hukukçular ve uzmanlardan çok bu ölü eşeğin sırtına binen daha doğrusu binmek adına sırtlayan insanlar konuşmayı, açıklama yapmayı tercih etmektedir.
Yinede basında çok azda olsa tartışılan iki temel çelişki vardır; birincisi zaman aşımı olan bir eylemin (12 Eylülün) tekrar yargıya taşırılmayacağıdır, ikincisi ise bu yasanın zaten çıkışı itibariyle 12 Eylülcülerin affı niteliğindedir.
Siyasal İslam'ında dün oy verdiği bu yasa diğer 12 Eylül yasaları olduğu gibi %93lük ''evet'' oyu almıştır.
-Halka gitmesi açısından bu maddenin kaldırılmasıyla çıkarılması arasında bir fark olmamaktadır.
-Geçici maddeler yürürlükte oldukları süre içerisinde kanun hükmündedirler.
-Yeni çıkan bir kanun ya da bir kanundaki düzenleme eğer işlenen suçtan sonra çıkarılmışsa, lehindeyse suçlu için değerlendirilir eğer aleyhindeyse suçlu mükellef değildir.
Ne var ki; darbecilerin yargılama ihtimalinin nerdeyse hiç olmadığı bir yerde bu yasanın yürürlükte olmasının ya da olmamasının her hangi bir anlamı kalmamıştır. Kaldı ki Kürtler için Kenan Evren’e en sert cezalar verilse bile çağdaş Evrenlerin olmadığı bir sürece karşılık gelmeyecek hiç bir sürecin anlamı da olmayacaktır.
Bay 'evet çilerin' ve bay 'hayırcıların' bu gün Kürtlere reva gördükleri Kenan Evren’in reva gördüklerinin 85 yıl gerisindeler. Evren bile daha iki yıl öncesinde bir gazeteye verdiği mülalakatta ''bırakın siyasal olarak, normal yaşamda dahi Ankara’dan çok merkeziyetçi bir sistemle yürütülüyoruz. Örneğin evimin karşısındaki trafoyu onarmak için Ankara’ya işlem yapmak zorunda kalıyorum. Türkiye'ye uygun model bir tür eyaletler sistemidir.'' demişti.
Bizim için söyledikleri yaptıklarını temize çıkarmaz ama bir darbe komutanın bile böyle düşündüğü bir yerde her şeyden önce darbe ihtimali kalmamıştır. Gelinen aşamada AKP'nin kuruluşu küresel ve iç güçlerin Türkiye'ye yaptıkları son darbe olmuştur.
Muhtemelen AKP 12 Eylülden sonra bir kaç generale ''seçim şovu'' davası açabilir. Ama bu aşamada Yargının da Kürtlere karşı operasyonel süreçlere dâhil edildiği anlaşılmıştır. Bu, bazen siyasal katliamlarla Kürtlerin üzerlerine gidilerek, bazen de suni krizler içerisine girerek Türkiye’de güçler çatışması olduğu süsünü vermektedir.
Söylemde, sözde terör örgütü olduğu dile getirilen bazı örgüt isimlerinin devletin resmi kurumlarınca hiç bir terör damgasını almamışlardır. Hatta bırakalım terör damgasını, aranan generallerin devletin zirvesinde cirit atmaları AKP'nin darbelerden, darbecilerden ne kadar 'uzak' olduğunun bir kanıtı.
AKP bültenlerinin (Taraf vb basının) 'Heronları' nedense YAŞ toplantılarına illegal giren generalleri görüntüleyememektedir. Yine Amanosları temizlenmesi için komutan Beşir Atalay’ın hedefe yönlendirdiği generallerin kimliği bize 12 Eylül'ün yıldönümünü yeterince aydınlatmaktadır.
Sandığa gidenler güya 30 yıllık bir oyunu boşa çıkaracaklarına dair heveslendirilmektedirler oysa Kürtler sandığa gitmeyerek bu oyunun 85 yıllık olduğunu ispatlayacaklardır. Dolayısıyla 85 yıllık bir kazığın evet ya da hayır sonucu da esasında Kürtleri ilgilendirmemelidir. Bırakalım yakın dönemle hesaplaşmayı AKP'nin Kürdistan’da 17 bin faili meçhul cinayetlerine her gün yenilerini eklediği ve giderek bunun özel ordusunu kurmaya çalıştığı bu günlerde bir hesaplaşmaktan bahsetmek ahmaklıktır.
Ozan Erdem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder