Kürtler AKP’nin yapmaya çalıştığı Anayasa değişikliğini boykot ediyorlar. 12 Eylül referandumunda sandık başına gitmeyecekler, oy kullanmayacaklar. Kürt şehir ve kasabalarında BDP’nin gerçekleştirdiği dev mitingler bunu gösteriyor. Bir kez daha Kürt tutumunun net bir biçimde ortaya çıkacağı anlaşılıyor.
Elbette bu çok bilinçli ve kararlı bir tutum oluyor. Yanlış anlaşılmamalı, aslında Kürtler Anayasa değişikliğine karşı değiller. Tersine 12 Eylül Anayasasının tümden değişmesini ve yeni demokratik bir Anayasa hazırlanmasını istiyorlar. AKP’nin yapmaya çalıştığı değişiklikleri çok çok yetersiz buluyorlar. Yapılmaya çalışılan değişiklikler içinde kendilerini, demokratik ve özgür Kürt varlığını göremiyorlar. Anayasa değişikliği ile yapılmaya çalışılanın AKP iktidarını güçlendirmek ve sağlama almak olduğunu iyi anlıyorlar. Bu nedenle de AKP iktidarının payandası olmak istemiyorlar.
AKP’nin Anayasa değişikliği çalışmalarının bu nitelikte olduğunu ilk anda gördüler ve anladılar. Dolayısıyla da bu girişimi, 12 Eylül darbesini aşma ve yeni demokratik anayasa yaratma çalışmalarına dönük bir komplo olarak değerlendirdiler. Sandık başına gidip söz konusu değişikliklere “Evet” veya “Hayır” demenin her ikisinin de 12 Eylül faşist-askeri darbesini ve darbe anayasasını meşrulaştırmak olacağını görerek, ilk andan itibaren sandık başına gitmemekte, yani bilinçli ve aktif boykotta karar kıldılar. Şimdi bu boykot tutumu giderek yayılıyor. Referandum günü yaklaştıkça boykot tutumu hem Kürtler içinde yayılıyor, hem de her düşünceden tüm demokratik güçleri içine alıyor. Meydanlar boykot mitingleriyle dolup taşıyor. En son Şırnak’ta görüldüğü gibi çok sayıda şehirde boykotun yüzde 80’i bulacağı anlaşılıyor. Bu durum hem AKP iktidarını ziyadesiyle korku ve telaş içine sokuyor, hem de CHP-MHP gibi şoven-milliyetçi çevreleri fazlasıyla endişelendiriyor. 12 Eylül günü bir kez daha tarihin yazılacağı ortaya çıkıyor. Fakat bu kez özgürlük ve demokrasiden yana.
Kürtler 12 Eylül darbesi ve anayasası, bir bütün olarak gerici-faşist yönetimler karşısındaki tutumlarını böyle net ortaya koydukları gibi, 1 Haziran’dan bu yana geliştirdikleri aktif direnişle cesur, fedakar ve mücadeleci gerçeklerini de bir kez daha ortaya koymuş bulunuyorlar. Bu da son dönemin bir kez daha açığa çıkardığı ve kanıtladığı bir gerçek oluyor. Kürtlerin ve Kürt Özgürlük Hareketinin artık daha fazla direnemeyeceğini, bunun için gereken cesaret ve fedakarlığı gösteremeyeceğini sananlara, Kürt halkının ve Özgürlük Hareketinin gücü bir kez daha gösterilmiş bulunuyor.
Hiç kuşkusuz bu da son dönemin önemli bir tutumu ve kanıtlamasıdır. Tüm zorluklarına rağmen Kürt halkının aktif direnme gücü tüm dünyaya bir kez daha gösterilmiştir. Gerillanın geliştirdiği direniş ve bunu Kürt halkının sahiplenme düzeyi, günümüz Kürt gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Öyle ki, yönetimi ve toplumuyla Türkiye’nin, bu Kürt direnişi karşısında artık daha fazla dayanamayacağı açığa çıkmıştır. Tekçi faşist zihniyet ve şoven-milliyetçi politikalar temellerinden çatırdamaya başlamıştır. Kürt direnişi her türlü gericiliği kökünden sarsarak, Türkiye’ye özgür ve demokratik yaşamı daha güçlü dayatır hale gelmiştir.
Son olarak 13 Ağustos tarihiyle gündemleşen yeni bir Kürt tutumu daha var. 13 Ağustos günü yaptığı açıklamayla KCK yeni bir çatışmasızlık süreci başlatmış bulunuyor. Şimdi karşı-yandaş herkes bu tutumu tartışıyor. Bu tutumun neden ve nasıl gündeme geldiğini, herkese ne türlü görevler yüklediğini anlamaya çalışıyor. Kimine göre zamansızdır, dolayısıyla bir sonuç vermeyecektir. Kimine göre PKK süreci çok iyi okumuştur, dolayısıyla tarihi bir fırsat yaratmıştır. Kimine göre süreç kritiktir, dolayısıyla KCK’nin son tutumunu çok iyi değerlendirmek gerekir. Kimine göre PKK görevini yapmıştır, dolayısıyla şimdi sıra devlette ve AKP hükümetindedir. Kısaca herkes kendi anlayış ve çıkarına göre bu son Kürt tutumuna anlam vermeye çalışıyor. Ancak ortak tutum, KCK’nin 13 Ağustos-20 Eylül arasındaki çatışmasızlık kararının ciddiye alınmasıdır. Daha doğrusu herkesin gündemini bu çatışmasızlık tutumu etkilemektedir. Dolayısıyla yoğun olarak tartışılıyor, her türlü görüş ortaya konuluyor. Peki burdan olumlu bir sonuç ortaya çıkar mı? Elbette hepimiz çıkmasını istiyoruz. Bu tutumu geliştirenler olumlu sonuç ortaya çıksın diye böyle bir tutumun içine girmiş bulunuyorlar. Bunun koşulları kısmen var ki böyle bir tutum gündeme geliyor. Ancak bunun sadece PKK’nin tek yanlı çabasıyla gerçekleşmeyeceğini, durarak ve seyrederek olumlu sonucun alınamayacağını, bu tutumun herkese ciddi görev ve sorumluluklar yüklediğini, ancak herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesiyle olumlu sonucun yaratılabileceğini çoğunluk kabul ediyor.
Elbette bu, işin bir yanıdır. Diğer önemli yan, Kürtlerin bir kez daha barışçıl-demokratik çözümden yana tutum koymasıdır. Bu durum, Kürtlerin ve Özgürlük Hareketinin barışçıl-demokratik siyasi çözümde ne kadar istekli ve tutarlı olduklarını herkese göstermiştir. Bu da Kürt gerçeğini, bir kez daha ortaya koymuştur. Bu tutum, sorunların barışçıl-demokratik çözümü için PKK’nin sorumluluğunun gereğini yerine getirdiğini, olumlu sonuç alabilmek için görev ve sorumluluğun AKP hükümetiyle demokratik güçlerin omuzlarında olduğunu ortaya koymuştur. Son dönemde yaşanan bütün bu olaylar günümüz Kürt gerçeğini gözler önüne sermektedir. Kürtler Anayasa referandumunu boykot gibi büyük çoğunluğu içine alan bir politik tutum geliştirebilmektedir. 1 Haziran direniş atılımı gibi büyük hedefler içeren cesur ve fedakar bir mücadele tutumu içine girebilmektedir. 13 Ağustos eylemsizlik süreci gibi en zor bir kararı cesaretle ve bütünlük içinde alabilmektedir. Ortada ortak düşünen ve karar alan bir Kürt demokratik toplumunun varlığı tartışmasızdır. En sıkı örgütlenmiş devletlerin bile yapamadığını bu örgütlü toplum yapabilmektedir. Herkesin bu gerçeği artık görmesi ve kabul etmesi gerektiği açıktır.
Kürtler açısından ise, böyle örgütlü bir toplum düzeyine ulaşabilmek ve süreç yaratan tutumlar geliştirebilmek elbette önemlidir. Bu durum hem kendisine ve hem de komşu halklara ve demokratik insanlığa kazandırmaktadır. Ancak bunu yeterli görmek, duyarsızlığa ve rehavete kapılmak kesinlikle doğru değildir. Her şeyden önce, Kürt toplumunun kazandığı bu düzey kolay ve emeksiz olmamıştır, tersine onbinlerce şehit vererek ve her türlü acıyı göğüsleyen bir mücadele yürütülerek bunlar kazanılmıştır. Bu nedenle, mevcut gerçeği yaratan değerleri iyi ve doğru görmek ve bu değerlere saygılı olmayı bilmek gerekir.
Dahası, geliştirdiği tutumlarla Kürt halkı inisiyatifli hale gelmiştir, fakat bu kesin bir sonuç değildir. Tersine sadece bir avantaj ve yeni başlangıçtır. Hükümetin ve devletin ilk açıklamaları hiç de olumlu ve çözümleyici değildir. Dolayısıyla bu başlangıcın nasıl gelişeceği belli değildir. Demokratik bir çözümün önü açılabileceği gibi, daha sert çatışma süreçleri de gündeme gelebilir. Önder Abdullah Öcalan bu olasılıkların yarı yarıya olduğunu ifade etmiştir. O halde rehavete kapılmadan demokratik siyasi mücadeleyi geliştirmek ve her olasılığa göre de hazırlıklı olmak gerekir.
Elbette bu çok bilinçli ve kararlı bir tutum oluyor. Yanlış anlaşılmamalı, aslında Kürtler Anayasa değişikliğine karşı değiller. Tersine 12 Eylül Anayasasının tümden değişmesini ve yeni demokratik bir Anayasa hazırlanmasını istiyorlar. AKP’nin yapmaya çalıştığı değişiklikleri çok çok yetersiz buluyorlar. Yapılmaya çalışılan değişiklikler içinde kendilerini, demokratik ve özgür Kürt varlığını göremiyorlar. Anayasa değişikliği ile yapılmaya çalışılanın AKP iktidarını güçlendirmek ve sağlama almak olduğunu iyi anlıyorlar. Bu nedenle de AKP iktidarının payandası olmak istemiyorlar.
AKP’nin Anayasa değişikliği çalışmalarının bu nitelikte olduğunu ilk anda gördüler ve anladılar. Dolayısıyla da bu girişimi, 12 Eylül darbesini aşma ve yeni demokratik anayasa yaratma çalışmalarına dönük bir komplo olarak değerlendirdiler. Sandık başına gidip söz konusu değişikliklere “Evet” veya “Hayır” demenin her ikisinin de 12 Eylül faşist-askeri darbesini ve darbe anayasasını meşrulaştırmak olacağını görerek, ilk andan itibaren sandık başına gitmemekte, yani bilinçli ve aktif boykotta karar kıldılar. Şimdi bu boykot tutumu giderek yayılıyor. Referandum günü yaklaştıkça boykot tutumu hem Kürtler içinde yayılıyor, hem de her düşünceden tüm demokratik güçleri içine alıyor. Meydanlar boykot mitingleriyle dolup taşıyor. En son Şırnak’ta görüldüğü gibi çok sayıda şehirde boykotun yüzde 80’i bulacağı anlaşılıyor. Bu durum hem AKP iktidarını ziyadesiyle korku ve telaş içine sokuyor, hem de CHP-MHP gibi şoven-milliyetçi çevreleri fazlasıyla endişelendiriyor. 12 Eylül günü bir kez daha tarihin yazılacağı ortaya çıkıyor. Fakat bu kez özgürlük ve demokrasiden yana.
Kürtler 12 Eylül darbesi ve anayasası, bir bütün olarak gerici-faşist yönetimler karşısındaki tutumlarını böyle net ortaya koydukları gibi, 1 Haziran’dan bu yana geliştirdikleri aktif direnişle cesur, fedakar ve mücadeleci gerçeklerini de bir kez daha ortaya koymuş bulunuyorlar. Bu da son dönemin bir kez daha açığa çıkardığı ve kanıtladığı bir gerçek oluyor. Kürtlerin ve Kürt Özgürlük Hareketinin artık daha fazla direnemeyeceğini, bunun için gereken cesaret ve fedakarlığı gösteremeyeceğini sananlara, Kürt halkının ve Özgürlük Hareketinin gücü bir kez daha gösterilmiş bulunuyor.
Hiç kuşkusuz bu da son dönemin önemli bir tutumu ve kanıtlamasıdır. Tüm zorluklarına rağmen Kürt halkının aktif direnme gücü tüm dünyaya bir kez daha gösterilmiştir. Gerillanın geliştirdiği direniş ve bunu Kürt halkının sahiplenme düzeyi, günümüz Kürt gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Öyle ki, yönetimi ve toplumuyla Türkiye’nin, bu Kürt direnişi karşısında artık daha fazla dayanamayacağı açığa çıkmıştır. Tekçi faşist zihniyet ve şoven-milliyetçi politikalar temellerinden çatırdamaya başlamıştır. Kürt direnişi her türlü gericiliği kökünden sarsarak, Türkiye’ye özgür ve demokratik yaşamı daha güçlü dayatır hale gelmiştir.
Son olarak 13 Ağustos tarihiyle gündemleşen yeni bir Kürt tutumu daha var. 13 Ağustos günü yaptığı açıklamayla KCK yeni bir çatışmasızlık süreci başlatmış bulunuyor. Şimdi karşı-yandaş herkes bu tutumu tartışıyor. Bu tutumun neden ve nasıl gündeme geldiğini, herkese ne türlü görevler yüklediğini anlamaya çalışıyor. Kimine göre zamansızdır, dolayısıyla bir sonuç vermeyecektir. Kimine göre PKK süreci çok iyi okumuştur, dolayısıyla tarihi bir fırsat yaratmıştır. Kimine göre süreç kritiktir, dolayısıyla KCK’nin son tutumunu çok iyi değerlendirmek gerekir. Kimine göre PKK görevini yapmıştır, dolayısıyla şimdi sıra devlette ve AKP hükümetindedir. Kısaca herkes kendi anlayış ve çıkarına göre bu son Kürt tutumuna anlam vermeye çalışıyor. Ancak ortak tutum, KCK’nin 13 Ağustos-20 Eylül arasındaki çatışmasızlık kararının ciddiye alınmasıdır. Daha doğrusu herkesin gündemini bu çatışmasızlık tutumu etkilemektedir. Dolayısıyla yoğun olarak tartışılıyor, her türlü görüş ortaya konuluyor. Peki burdan olumlu bir sonuç ortaya çıkar mı? Elbette hepimiz çıkmasını istiyoruz. Bu tutumu geliştirenler olumlu sonuç ortaya çıksın diye böyle bir tutumun içine girmiş bulunuyorlar. Bunun koşulları kısmen var ki böyle bir tutum gündeme geliyor. Ancak bunun sadece PKK’nin tek yanlı çabasıyla gerçekleşmeyeceğini, durarak ve seyrederek olumlu sonucun alınamayacağını, bu tutumun herkese ciddi görev ve sorumluluklar yüklediğini, ancak herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesiyle olumlu sonucun yaratılabileceğini çoğunluk kabul ediyor.
Elbette bu, işin bir yanıdır. Diğer önemli yan, Kürtlerin bir kez daha barışçıl-demokratik çözümden yana tutum koymasıdır. Bu durum, Kürtlerin ve Özgürlük Hareketinin barışçıl-demokratik siyasi çözümde ne kadar istekli ve tutarlı olduklarını herkese göstermiştir. Bu da Kürt gerçeğini, bir kez daha ortaya koymuştur. Bu tutum, sorunların barışçıl-demokratik çözümü için PKK’nin sorumluluğunun gereğini yerine getirdiğini, olumlu sonuç alabilmek için görev ve sorumluluğun AKP hükümetiyle demokratik güçlerin omuzlarında olduğunu ortaya koymuştur. Son dönemde yaşanan bütün bu olaylar günümüz Kürt gerçeğini gözler önüne sermektedir. Kürtler Anayasa referandumunu boykot gibi büyük çoğunluğu içine alan bir politik tutum geliştirebilmektedir. 1 Haziran direniş atılımı gibi büyük hedefler içeren cesur ve fedakar bir mücadele tutumu içine girebilmektedir. 13 Ağustos eylemsizlik süreci gibi en zor bir kararı cesaretle ve bütünlük içinde alabilmektedir. Ortada ortak düşünen ve karar alan bir Kürt demokratik toplumunun varlığı tartışmasızdır. En sıkı örgütlenmiş devletlerin bile yapamadığını bu örgütlü toplum yapabilmektedir. Herkesin bu gerçeği artık görmesi ve kabul etmesi gerektiği açıktır.
Kürtler açısından ise, böyle örgütlü bir toplum düzeyine ulaşabilmek ve süreç yaratan tutumlar geliştirebilmek elbette önemlidir. Bu durum hem kendisine ve hem de komşu halklara ve demokratik insanlığa kazandırmaktadır. Ancak bunu yeterli görmek, duyarsızlığa ve rehavete kapılmak kesinlikle doğru değildir. Her şeyden önce, Kürt toplumunun kazandığı bu düzey kolay ve emeksiz olmamıştır, tersine onbinlerce şehit vererek ve her türlü acıyı göğüsleyen bir mücadele yürütülerek bunlar kazanılmıştır. Bu nedenle, mevcut gerçeği yaratan değerleri iyi ve doğru görmek ve bu değerlere saygılı olmayı bilmek gerekir.
Dahası, geliştirdiği tutumlarla Kürt halkı inisiyatifli hale gelmiştir, fakat bu kesin bir sonuç değildir. Tersine sadece bir avantaj ve yeni başlangıçtır. Hükümetin ve devletin ilk açıklamaları hiç de olumlu ve çözümleyici değildir. Dolayısıyla bu başlangıcın nasıl gelişeceği belli değildir. Demokratik bir çözümün önü açılabileceği gibi, daha sert çatışma süreçleri de gündeme gelebilir. Önder Abdullah Öcalan bu olasılıkların yarı yarıya olduğunu ifade etmiştir. O halde rehavete kapılmadan demokratik siyasi mücadeleyi geliştirmek ve her olasılığa göre de hazırlıklı olmak gerekir.
Selahattin ERDEM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder