25 Temmuz 2010 Pazar

Kürtler’in yol ayrımı ve Boykot


Bu satırları yazdığım sıralarda televizyondan BDP’nin haftalık gurup toplantısında eşbaşkan sayın Gülten Kışanak’ı dinliyordum. Onun boykota ilişkin  özet olabilecek cümlesini burada aynen aktarıyorum: ‘’...Halkımız, tüm Türkiye halkı bu referandumda sandığa gitmeyerek, ben 12 Eylül faşist anayasasını kabul etmiyorum; yeni anayasa istiyorum diyecek.’’ diyordu.  
Burada mevcut anayasanın niteliğini tekrar etmenin gereği yoktur ancak, şimdiye kadar yaşanan bütün acıların nedeni halen yürürlükte olan bu faşist anayasada saklıdır. Dolayısıyla, toptan çöpe atılmayı çoktan haketmiş böylesi bir anayasaya karşı Kürtler’in boykot kararı almaları yerinde bir eylemdir.
Bununla birlikte boykotun bizler açısından daha başka ne anlam taşıyacağını da sizlerle paylaşmak istiyorum:
Mevcut faşist anayasada bir kaç yasa değişikliğini referenduma götürmek isteyen AKP, demokrasi oyununu oynarken; öte taraftan da gözü kararmış bir şekilde savaşı tırmandırmaktadır. Her iki taraftan cenazelerin geldiği bir ortamda  referandumu gündeme oturtup bütün meseleyi bir kaç göstermelik değişikliğe oy verip vermeme üzerine odaklaştırmak siyasi ahlaktan yoksunluğun kanıtıdır. Dahası, anayasanın tümden değişmesini isteyen masum ve haklı talebin sahiplerine olmadık yalan, iftira ve çamur atmayı politik erdemden saymak da bir o kadar siyasal ahlakdan yosunluktur. Tüm bunları bir yana bırakalım; peki akıl, vicdan ve onur sahibi insanlar son günlerde tırmandırılan savaşta olup bitenleri görmüyorlar mı? Operasyon bahanesiyle yangın yerine çevrilen Kürt çoğrafyası; orada kavrulan canlıların et kokuları; Kürt çocuklarının cesetlerine yapılan insanlık dışı muameleler  ve örnekleri daha da çoğaltılacak zulüm biçimleri hiç mi etkilemiyor onları? Gerçekten merak ediyorum.
Tüm saydığım zulüm biçimlerine maruz kalan Kürtler’e refarandumun getirisi ne olabilir diye kendimle tartıştım, sonuçta ‘’sıfır’’ cevabı çıktı. Böylesi durumlarda; bir halk kendisine zulüm getiren sisteme evet diyecek kadar idrak yoksunu olabilir mi? Tabii ki olmamalı!
Yaşanmakta olan süreç önümüze iki seçenek koymaktadır:
Ya düşmanımızı iyi tanıyıp ona gerekli tavrı göstereceğiz; ya da gaflet uykusuna dalıp bir yüz yıl daha  köle kalmanın kontratını imzalayacağız. Bunun adı yol ayrımıdır ve hangi yola gidileceğine artık karar verme zamanı gelmiştir. Dolayısıyla önümüzde duran boykot seçeneği belirleyici bir rol oynayacak ve tıpkı başbakanın geçmişte bir vatandaşa , ‘Al da ananı git.’ demesine benzer şekilde Kürtler de bu devlete ‘Anayasanı al da git’,  ya da ’Düş yakamdam’ demeleri anlamına gelecektir. Ki; her onurlu Kürd’ün yapması gereken budur. Gaflet uykusuna yatan Kürtler’e de bir kaç söz edip yazımı bitiriyorum. Özellikle başbakanın  daha doğrusu  devletin  ’İyi Kürtler’’inedir sözlerim:
Batıda, en ufak yangında seferber olup devlet erkanına katılırken, aynı devletin bombalarıyla yakılan ormanlarınıza, orada kavrulan canlılara birazcık olsun sızlıyor mu yürekleriniz?
İslamın, tanrının yarattığı bütün canlılara ve özellikle de insana verdiği degerlerle övünen siz  ‘’İyi Kürt Müslümanları!’’, sevgili başbakanınızın da bilgisine sunulan resimlerde görüldüğü gibi Kürt gençlerinin ölü bedenlerine yapılan işkencelere yüreginizin gözleriyle bakmayı düşündünüz mü?
Yine müslüman geçinen sizlerin gözleri önünde yıkanmadan; cenaze namazı kılınmadan gömülen Kürt gençlerinin durumuna bakarak, bunun kitabınıza uygun olup olmadığını düşündünüz mü? Sanırım anlayana şimdilik bunlar yeterlidir.
Sıraladığım soruların cavabını vicdan muhasebesinden geçirerek verseydiniz, zaten bu gün yeriniz zalimim yanı değil; mazlum olan soydaşlarınızın yanı olurdu.Aslında bu boykot aynı zamanda onurlu Kürd’ün sizlere: ’Alın Tayyib’inizi bizden uzak durun.’ demesi anlamına da gelecektir.
Sonuç olarak; Tanrıyı bilemem ama, tarih sizleri asla afetmeyecektir. İnancım budur.

Hiç yorum yok: