25 Temmuz 2010 Pazar

Parçalanmış Cenazelerden Bir Portre: Özgür Dağhan

Baba Dağhan; “Bir cenaze çıkardılar. Anlatması zor... İnanılmaz bir manzarayla karşılaştım. Çocuğuma yapılanlara rağmen tanıdım onu. Gösterdikleri fotoğraflarda bir tahribat yoktu, sonradan yakıp parçalamışlardı.” 


Sıkılan her kurşunun bir acıya, her acının trajediye dönüştüğü çatışmaların ardından toprağa düşen genç bedenlerin yarattığı bir trajedi var ki, gitgide ailelerinin yüreğinde ızdıraba dönüşüyor. Zira çocuklarını çatışmalarda yitiren anneler, sadece çocuklarının ölüm haberleriyle değil, saçlarını, yüzlerini ve ellerini okşadıkları evlatlarının parçalanmış yüzleri, kesilen elleri, parmakları, çıkarılan gözleri gibi bir “vahşet” tablosu ile karşı karşıya kalıyor. Gümüşhane’de yaşamını yitiren HPG’li Özgür Dağhan’ın (Sipan Aras) ailesi bunlardan sadece biri.

30 yıldır bölgede süren ve onbinlerce genç bedenin toprağa düşmesine neden olan çatışmaların yarattığı trajedi sürerken, son dönemde yaşanan gelişmeler, sorunun farklı mecralara doğru götürüldüğünü gösteriyor. Geçtiğimiz yıl Şirnex’ın Cûdî Dağı bölgesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren HPG’lilerin cenazeleri, askerler tarafından yerlerde sürüklenip tekme atılırken; 7 Eylül 1992 tarihinde Ardahan’a bağlı Mêrdînîk (Göle) ilçesinde panzerlerin arkasına bağlanıp şehir içinde sürüklenen, daha sonra elektrik ve telefon direklerine asılarak güneş önünde kurutulmaya bırakılan HPG’lilerin cenazelerini getirdi akıllara. Sadece bunlar değil! Batman’ın Qûbîn (Beşiri) ilçesi Girîkê Hecî Faris (Tepecik) Köyü yakınlarında 25 Ağustos 2005 tarihinde çıkan çatışmada yaralı olarak ele geçirilen, ardından katledildiği belgelenen, daha sonra da 6 HPG’li ile birlikte cenazesi yakılan HPG’li Abbas Emani’ye yapılan işkenceler de hafızalardan silinmedi. Bunlar sadece kamuoyuna yansıyanlar...

Parçalanmış cenazeler ve yüreği paramparça anneler


Henüz 30 yıl önce yaşanan ve “vahşet” olarak tanımlanan uygulamalar hafızalardan silinmemişken, son günlerde HPG’lilerin cenazelerine yönelik uygulamalar, çatışmalı sürecin geldiği boyutu ortaya koymaya yetti. Geçtiğimiz ay Amed’in Farqîn (Silvan) İlçesi’nde yaşamını yitiren 5 HPG’linin cenazelerine yapılan işkence, Sêrt’in Perwarî İlçesi’nde yaşamını yitiren 10 HPG’linin yakılmış ve işkence edilmiş cenazeleri, Colemerg (Hakkari)’in Şemzînan İlçesi’nde yaşamını yitiren 11 HPG’linin kesilen başları, parmakları ve yakılmış bedenleri, son yüzyıla damgasını vuran uygulamalar arasında yer aldı.

Gümüşhane kırsalında yaşamını yitiren ve yine infaz şüphelerinin görüldüğü 5 HPG’linin cenazesi, yaşanan vahşetin Türk illerindeki yansıması oldu. Yıllardır evlat hasretiyle yanıp tutuşurken çocuklarının ölüm haberini alan anneler, sadece ölüm haberiyle değil, günlerce çatışma alanlarında, morglarda bekletilen cenazelerinin verilmemesi ile bir kez daha yıkılıyor. Çocuklarını yitiren annelerin, yüzünü ve saçlarını okşayarak büyüttükleri evlatlarının parçalanmış cenazeleriyle karşılaşmaları, bu acıyı travmaya dönüştürüyor. Gümüşhane’de yaşamını yitiren Özgür Dağhan’ın ailesi sadece bunlardan biri.

‘Zorlukları yenme azmi küçüklükte vardı’ 


Uzun süre çocuk sahibi olamayan Amedli Dağhan ailesi, 1983 yılında bir oğula kavuştu; adını Özgür koydu. İlk çocukları olması nedeniyle Özgür’e düşkündüler. Baba Mehmet Dağhan kelimelere sığdıramadığı oğlunu şöyle anlatıyor: “Özgür’ün, gerçekten çok mütevazi bir kişiliği vardı. Öğrenim süresi boyunca arkadaşları tarafından çok sevilen biriydi. Daha ortaokul yıllarında devrimcilere sempatisi vardı.” O yıllarda Özgür’ün kuzeni Ferhat Amed’in PKK saflarına katıldığını belirten baba Dağhan, Özgür’ün, kuzeninden çok etkilendiğini belirterek şöyle devam etti: “O esnada Ferhat Amed Dersîm’de bölge komutanıydı. Kendisi o yıllarda şahadete ulaştı. Cenazesini bile alamadık. Özgür, üzüntüsünü dışa vurmayan bir kişiliğe sahipti. Hep gülerdi. Hangi zorluklarla karşılaşsa bile, bunu yenebileceği inancını hep taşırdı.”

Oğlunu bazen ağlayarak, bazen de hayal ederek tebessümle anlatmaya devam ediyor: “Özgür, Dicle Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nü kazanmıştı. Bu yıllarda da özellikle Kürt tarihi üzerine çok kitap okuyordu. Şeyh Said’ten tut, Seyit Rıza’ya, Mahmud Berzencî’ye kadar okurdu. PKK lideri Öcalan’ın kitaplarını çok okurdu. Karşılaştırmalar yapardı. Zaman zaman beni karşısına alır, eğitmeye çalışırdı.“

Özgür’üm mezun olduktan sonra Siirt’e giderek bir süre bir müteahhidin yanında çalıştığını ve burada da çalışmalardan kopmadığını belirten Dağhan, bir yıldan fazla kendisinden haber alamadığını, daha sonra onun PKK’ye katıldığını öğrendiğini söyledi.

‘Şehit düşerken de düşmana güler yüzünü göstermiştir benim oğlum’


Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’nde kavgalı iki aileyi barıştırmak için Silvan’a gitmek üzereyken oğlunun yaşamını yitirdiği haberini alan Dağhan, Özgür’ün yaşamını yitirdikten sonra cenazesine işkence yapıldığını şöyle anlattı: “Eşim benden daha dirençliydi. Ben de kendime ağlamayacağıma dair söz vermiştim. ‘Üzüntümü belli etmeyeceğim’ dedim. İlk olarak Adli Tıpa gittik. Savcı bana bir fotoğraf gösterdi. Saçları taranmış, yanağından ve alnından yara aldığı belli. Kan izleri var ama, hafif gülümsüyor. Hep güler yüzlüydü benim oğlum; şehit düşerken de düşmana güler yüzünü göstermiştir eminim. Daha öncesinden şahadete ulaşmış iki kişinin cenazesi oradaydı. Onlara uygulanan vahşet de benim oğluma uygulanan vahşetin aynısıydı. Bunların benim oğlum olmadığını söyleyince savcıya, altta bir yeri işaret ederek ‘çıkarın’ talimatı verdi. Bir cenaze çıkardılar. Anlatması zor... İnanılmaz bir manzarayla karşılaştım. Çocuğuma yapılanlara rağmen tanıdım onu. Göğsünde bir ben vardı, ama asitle mi ne, kimyasal bir maddeyle yakılmıştı. Onu kol ve bacaklarından tanıyabildim. Vücudunu komple tahrip etmişlerdi. Gösterdikleri fotoğraflarda bir tahribat söz konusu değildi. Yanık izleri yoktu. Sonradan yakıp parçalamışlardı.”

‘Terörist cenazesinden neyi bekliyorsun’


Gördüğü manzara karşısında şok geçiren, ama her şeye rağmen Özgür’e söz verdiği için ağlamadığını belirten baba Dağhan, bu kez savcının hakaretlerine maruz kalır. Dağhan, “Yetmiş yaşlarındaki savcı provokatör biriydi. Söylemleri insani değildi. Ona Özgür’e yapılan bu insanlık dışı uygulamayı sordum. Bana, “terörist cenazesinden neyi bekliyorsun?” dedi. Otopsi yapılması için beklerken sivil polisler; “sizi linç edecekler, buradan kurtulamazsınız’ dedi. Bizi Trabzon’un 20 km. dışına çıkardılar. Otopsi raporunu istirham ettim. Mümkün olmadığını söyledi. ‘Fotoğrafların, en azından fotokopisini alabilir miyim’ , dosyada olduğunu biliyorum’ dedim. ‘Hayır’ dedi. Bir insan bir insana nasıl böyle bir şey yapabilir, akıl fikir erdiremiyorum. Oğluma bu vahşeti uygulayan benim elime geçse bile, benim ona bir vahşet uygulamam söz konusu olamaz. Ciğerimin parçasını, en değerli varlığımı elimden almıştır, ama ben o insana bu vahşeti uygulayamam. Onları kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum.”

‘Özgür’ün vasiyeti için...’


Ve Dağhan’ın annesi Gülistan Dağhan... Özgür’ün ölüm haberini aldıktan sonra ölüm orucuna giren, ancak Özgür’ün “Ben ölürsem sakın arkamdan ağlamayın, üzülmeyin. Böyle yaparak düşmanı sevindirmeyin. Güçlü durun” vasiyeti ve yakınlarının yoğun ısrarı üzerine ölüm orucunu bırakan bir anne. Öyle bir anne ki oğlunun vasiyetine sadık kalarak acısını yüreğine gömen ve oğlunun cenazesini alırken bile ağlamayıp ayakta duran bir anne. Son kez oğlunun cansız bedenini görmesine bile izin verilmeyen anne Dağhan’ın yaşadıkları, insanın kanını donduruyor. Son kez oğluna sarılamayan anne Dağhan’ın tek tesellisi, Özgür’ün mezarı... Ve her mezara gidişinde bu teselli ağıta, ağıtlar gözyaşı ve büyük bir acıya dönüşüyor.

‘Hiçbir anne gitmesini istemez ancak karar O’nundu’ 


“Özgür, benim için çok farklı bir çocuktu” diyen anne Dağhan, konuşmakta zorlansa da şöyle anlatıyor oğlunu: “Bana çok düşkün bir çocuktu. 12 yaşındayken düştü, kolu kırıldı. Doktora götürdük, kol eğri tuttu. Tekrar kırdılar, hiç ağlamadı. Çok cesurdu. Allah herkese öyle bir çocuk nasip etsin. Derslerinde de çok başarılıydı. Çoğu zaman eve geç gelir, sabahları erken kalkardı. Herhalde kendini bu şartlara alıştırıyordu. Günün birinde yüzü gözü kan içinde eve geldi. Şok geçirdim. Bana kızdı, ‘niye o kadar abartıyorsun? Bazı arkadaşların kolu bacağı kopuyor!’ dedi. Çok güzel Kürtçe şarkı söylerdi. 2-3 gün ortalıkta gözükmedi. Duyduk ki kırsala gitmiş. Hiçbir anne baba gitmesini istemez, ama onun kararıydı. 21 yaşına kadar büyütmüştüm onu.”

‘Bu vahşeti hiçbir zaman unutmayacağım’


Son kez de olsa oğlunun cenazesini göremeyen anne Dağhan, duydukları karşısında tam bir travma geçirdi. Canından çok sevdiği Özgür’ünün cenazesi parçalanmış, kafası yanıcı madde ile yakılmıştı. Yapılanlar karşısında ölüm orucuna giren Anne Dağhan anlatmaya devam ediyor: “Savaştır; biliyordum bir gün bu kötü haberi alacağımı ama, böyle bir vahşeti kim, kime karşı yapabilir? Erdoğan, ‘açılım’ dedi. ‘Annelerin gözyaşları’ dedi ama hiç lafının arkasında durmadı. İnşallah bir daha anneler ağlamaz. İnşallah benimki son olur. Artık yeter! Bu kan dursun, bir çözüm olsun! Artık analar ağlamasın! Ölüm orucunda bana destek olanlara da, şehit cenazelerini sahiplenenlere de çok teşekkür ederim.”

 SERTAÇ KAYAR / FATİH ERDEMİR

Hiç yorum yok: