28 Temmuz 2012 Cumartesi

Suriye'den Sonra?

Nuray Bayındır
 
 
Suriye’de yaşanan son gelişmeler üzerine yapılan değerlendirmelerde Kürt ve Kürdistan gerçekliği analizlerinin akademik çerçevede sınırlı kalanları değil de hem böyle, hem de daha çok duygu ve emek yüklü olanları dikkatimi çekiyor. Uzun süren amansız mücadele sürecinde ekilenlerin böyle bir an’daki tarihsel kesitte hasada dönüşmesi ihtimali Kürt Özgürlük mücadelesine gönül verenleri tabii ki büyük bir heyecana sürükledi. Bu anlamda Özellikle Kürt arkadaşlarımın yazılarına yansıyan coşkuyu ben de paylaşıyorum. Son durumun Her parçada ve Diasporadaki Kürt halkı üzerinde büyük bir moral kaynağı oluşturdu ve her alanda coşkuyla karşılandı.

80’li yılların son kesitinden bu yana Kürt Halkının haklı mücadelesinin yanında saf tutmuş bir Türk Sosyalisti olarak bu son gelişmeler beni de fazlası ile ilgilendiriyor. İzninizle önce Suriye’nin konumu ve Orta-doğu’daki Halk gerçekliğinden başlayarak konuya giriş yapmak istiyorum.

Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak ve Türkiye ile komşu, 20 milyonu biraz geçen bir nüfusa sahip olan bu Ülke 1517 yılında Osmanlı hakimiyetine geçmiş ve 400 yıl sonra 1. Dünya Savaşı ertesinde Osmanlı’nın hakimiyetinden çıkmıştır. 1920-46 yılları arasında Fransızların işgalini yaşamış. 1946 yılındaki bağımsızlık ilanından sonra da Mısır devletiyle birlikte 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyetini kurmuşlar, üç yıl sonra da ayrılmışlardır. Suriye daha sonra İsrail ile sorun yaşamış. 5 Haziran 1967 yılında başlayan 6 gün savaşında İsrail kazandığı Golan tepelerini işgal etmiştir. Nüfusu çoğunluk Sünni Arap olmak üzere sırasıyla Kürt, Türk, Ermeni, Çerkez, Asuri ve Keldanilerden oluşmaktadır. Dini gruplar olarak: Sünni, Nusayri, Hıristiyan, Dürzi, Şii, Yahudi ve Ezidi gruplar yaşar. Başkenti Şam olan ülkedeki Kürt nüfusu yaklaşık 4 milyon kadardır.

1963’ten bu yana Baas Partisi’nin iktidarda olduğu ve Ortadoğu’nun tek Müslüman Laik ülkesi olarak bilinen Suriye’yi 1970 yılından 2000 yılına kadar Hafız Esat , ölümünden sonra da günümüze kadar oğlu Başer Esad yönetmiştir. Tek parti iktidarında laik olmasına rağmen siyasal özgürlükler açısından halkına karşı Türkiye’nin bile çok gerisinde otoriter bir konum sergileyen Esat iktidarı bu gün son günlerini yaşıyor.

Baas iktidarı son günlerini yaşarken Lozan’dan bu yana kendi yerleşim alanlarında mülteci gibi yaşayan Kürtlerin yerel yönetimleri tek tek ele geçiriyor olmaları tabii ki heyecan verici bir gelişme.

Asıl ilginç olanı ise Kürtlerin yaşadıkları köy ve kasabalardaki idari merkezlere hiçbir şekilde silaha başvurmadan el koymaları ve bayrak çekmeleri oldu. Aslında Ortadoğu’daki gelişmeleri gün be gün izleyen ve bu bölgede dönen emperyal oyunların farkında olanlar için hiç de beklenmeyen gelişmeler değildi bütün bunlar. Ama yine de insan uzun bir süredir Eyüp sabrıyla yürütülen bir sürecin böyle birden bire hiç de alışılmadık bir hızla kazanıma dönüşüyor oluşunu izlerken şaşırıyor elde olmadan. Kürtlerin örgütlü bütün güçlerinin (PYD, PKK, Federal Kürdistan yönetimi) birlikte davranarak Batıda fiilen Demokratik Özerkliğe adım atmaları, an’ın ruhunu çok iyi yakaladıklarını gösteriyor.

Suriye ordusuna karşı Adana’da oluşturulan bir gizli üst’te eğitilerek Türkiye’nin gönderdiği kontralarla yönetildiği iddia edilen muhaliflerin oluşturduğu ‘’Özgür Suriye Ordusu’’nun Kürtlerin bulunduğu alanlardan ziyade büyük merkezlerde Suriye ordusuna karşı savaşı sürdürmesi Kürtlerin işini kolaylaştırmışa benziyor.

Bazı yazarlarca bir ihtimal olarak iddia edilen bir diğer nokta ise; Türkiye’nin Askeri müdahale ihtimaline karşı Esad’ın giderayak Türkiye’ye kötü bir sürpriz yaparak Kürt Özerk Bölgesi oluşumuna göz yumması...

Avrupa ve dünya basınının Suriye’deki son gelişmeleri verirken birleştikleri ortak nokta “Kürtlerin Özerkliğe yürüdüğü’’ve Türkiye’nin ‘’Büyük Kürdistan korkusu’’ oldu.

Havada sanki içten içe bir provokasyon kokusu hissediliyor. Birileri sanki ortamı daha da germek istiyor. Bu güne kadar ki deneyimlerden edindiğimiz bilgilere göre; ne Amerika, ne de Batılı güçler bölgede ve özel olarak da Suriye’de istikrarlı ve bölge halklarının lehine bir gelişmeye izin vermeyecekleri doğrultusundadır. Emperyal güçler bölge üzerinde hesap yaparlarken çıkarlarını kararsız dengeler üzerine kurarlar. Çatışmalı ortamın sürekliliği işlerine gelir çünkü.
Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanlığını yapan Erdoğan, Türkiye sınırındaki Kürt hareketliliğinin birlikte hareketi karşısında kısa süren sessizliğini bozdu. Beklenen tavrını koydu. Türkiye kendi Kürtlerine reva gördüğünü Suriye’deki Kürtlerden esirgemeyecekti ne de olsa. Tabii ki Kürtlerin Suriye’de kendi hak ve özgürlüklerini kazanmaları, demokratik mevziler elde etmeleri, öz yönetimlerini oluşturmaları bu ülke ile 900 km’lik sınırı olan Türkiye’yi yakından ilgilendirecekti. En az nüfusu olduğu bir parçada özerkliğin kazanılması geri kalan Kürdistan parçalarını etkileyeceği gibi 20 milyondan fazla Kürt nüfusun yaşadığı Türkiye’yi de zora koşacağı açıktı. Nitekim Erdoğan Türkiye sınırındaki Kürt yerleşim alanlarında yaşanan gelişmeler karşısında alışılmış tepkisini koymakta gecikmedi.

‘’Bölgenin coğrafi yapısının Terör örgütlerinin yuvalanmasına uygun olmadığını’’ söyleyen Türk Dış İşleri Bakanı Davutoğlu da bu demeciyle Kürt özerk Bölgesi oluşumuna aba altından sopa gösterdi. Böylelikle Erdoğan’ın Suriye’nin demokratikleşmesi üzerindeki çığırtkanlığı sözkonusu Kürt halkı olunca tersine dönebildiği kolayca ortaya çıkmış oldu. Küresel güçlerin güdümünde hareket eden ve küresel aktörlerin halkların özgürlük arayışları karşısına piyasa ekonomisini diken anlayışlarıyla birebir uyuşan Erdoğan Hükümetinden başka türlü bir yanıt beklenemezdi. Ancak Erdoğan’ın ve şürekasının, bu konuda MHP’den bile geride tutum sergileyen CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bile bilmediği bir gerçek vardı. Kendileri burunlarından kıl koparmaz bir havada yanıbaşlarında olan bitenden bihaberken Rusya Kürt örgütlerinin demokratik bir muhtevada birleşik hareket etme çabalarından anında haberdar olmuş, daha iyi bilgi alabilmek için bir Kürt yetkiliyi ülkesine davet etmişti. Dolayısıyla Rusya gelişmelerin gidişatı hakkında önceden haberdardı. Recep Tayip kendi derin emperyal planlarıyla mesai tüketirken Bölgeyi iyi okuyamadığı için gelişmeleri her zamanki Kürt fobisiyle değerlendirmiştir.

Dış İsleri Bakanı Davutoğlunu Barzani’nin diğer Kürt örgütleri üzerinde inisiyatif kurarak demokratik özerklik girişiminin önünün tıkanması için ikna etmesi temelinde bölgeye göndermiş olması da tabii ki bir başka trajedi konusu olmuştur. Zira PYD tarafından Barzani’nin yeni oluşumda böyle bir inisiyatifinin olmadığı açıklanmıştır.

Türkiye’nin Suriye üzerindeki hesaplarının Kürt hareketlerince bozulmasına izin vermeyeceklerini gittikçe şiddeti artan bir tonla dillendirmesi, Türkiye tarafından Kürtlerin demokrasi, özgürlük ve eşitlik arzularının hiçe sayılarak orada bir tampon bölgenin oluşturulma çabalarına BDP’den yanıt gecikmedi. Erdoğan’ın PYD’yi hemen dışlayacağına Ankara’ya çağırıp konuşmasını önerdi. BDP sözcüsü Gülten Kışanak, ‘’Türkiye tampon bölge kurmak isterse, müdahale ederse doğal bir reflekstir , Kürtler birlikte hareket ederler’’dedi.

BDP’nin haklı tepkisi Türkiye’nin Birleşik Kürdistan fobisini ne derece yatıştırır orası tartışılır ancak şurası açık ki, Türkiye’de onyıllardır canbedeli sürdürülen özgürlük, eşitlik ve demokrasi savaşının dört parçada olduğu gibi bölge halkları üzerinde de büyük etki yarattığı da tartışmasızdır. Ortak Kürt Örgütlülüğünün çok yeni olduğu Suriye’de bile özgürlük kakışmasına en hazırlıklı ve bilinçli katılan Kürt halkı oldu. Bu yönleriyle bölge halklarına da öncülük yapmaktadırlar.

AKP’nin bütün rahatsızlığı Kürt halkının kendi ulusal bütünlüğünü savunması ve halkların eşitlik ve demokrasi temelindeki özgür birlikteliğinden yana tutum almasıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bir yıldır tecritte tutulması bile tek başına AKP’nin çözümden değil çatışmalı bir sürecin devamından medet umduğunu göstermektedir.

Suriye’de oluşturulan Yüksek Kürt Konseyi’nin alacağı kararlar merakla beklenirken bölgede yedi ayrı şehirde Halk Meclisleri, bir başka tanımlamayla Halk Savunma Birlikleri yönetimi ele geçirdiler. Temmuz ayının ortasında Barzani’nin sembolik başkanlığında oluşturulan Yüksek Kürt Konseyi’nin karşılıklı saygı temelinde oluşturulduğu ve bir örgütün diğeri üzerinde inisiyatifinin olmadığı, kararların ortak alındığı açıklandı.

Sünni ekseniyle oluşturulan Katar, Suudi Arabistan, Amerika ve Türkiye birliğinin bölgeyi yeniden dizayn etmedeki hesaplarının geri teptiği bir siyasal atmosfere tanık oluyoruz.

“ Suriye halkının özgür iradesine saygı duyacağız” diyen Türkiye’ye karşı Kürtler silah doğrultmuyor. Ama Türkiye sınıra askeri yığınak yapıyor. Tankını topunu ve ordusunu yığmış durumda. HaberTürk kanalına konuşan PYD Eşbaşkanı Salih Muhammed Müslim’in açıkladığı gibi Suriye Kürtleri Suriye’den kopma niyetinde değil. ‘’Bu Küresel anlamda da mümkün değil’’diyerek durumlarına açıklık getiren sözcü ‘’Suriye’de bir devrim oluyor. Bir halkın kendi kendisini koruması bir başkası için nasıl bir tehdit oluşturuyor bunu kendisine sormak lazım... Türk yöneticileri Kürt fobisinden kurtulmalıdır’’dedi.

Suriye’deki son gelişmeler üzerine PYD eşbaşkanının son açıklamaları, aynı şekilde BDP’nin de bölge ile ilgili açıklamalarının medyada yankı bulması ardından Türkiye’nin bu güne kadar sürdürdüğü savaş söylemini bir an önce terk etmesi gerekiyor.

Yanlış hesaplardan ne kadar erken dönerseniz o kadar karlı çıkarsınız. Yoksa Kendi ülkesinde Kürt sorununun çözümünü güvenlikçi politikalara kurban ederek başka baharlara erteleyen bir Türkiye , ‘’Laboratuarda’’ yaratılan Arap Baharından temelden farklı, uzun yıllardır sabırla, emekle gerçekleşen Kürt Baharı’nın bölgeyi saran ve sarsan gücü karşısında Suriye’den sonra sıra kimde sorusuna en yakın cevap olmaktan kurtulamayacak gibi görünüyor.


ANF

Hiç yorum yok: