Zalime karşı savaşmayan mazluma, köle denir.
Türkiye’de barışçıl yollardan çözüme ulaşmanın
yollarının kapatılmış olması, barış için Devrimci Halk Savaşı’nı
zorunlu kılmıştır. Halkla birlikte ve bizzat onu söz, karar ve yetki
sahibi kılarak KCK’yi örgütlerken, varolan ve çıkabilecek engelleri
aşmak için de sert direnişler göstermek inşa sürecinin önemli bir
özelliğidir.
Devrimci Halk Savaşı’na (DHS) ilişkin açıklama ve bilgileri incelediğimizde hiç kimsenin bu savaşın etkisi dışında kalamayacağını, bundan sonra Roboski’deki gibi halk ağlarken başka yerde yılbaşının öyle rahat kutlanamayacağını söylemek mümkün. Özgürlük mücadelesi yeni bir sürece girerken sadece Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu değil, buralarda egemenlik savaşı veren epmeryalist güçleri de yeni bir süreç beklemektedir. Bu yeni süreçte dipten gelen dalga olarak bu savaşın etkisini artık herkes bizzat yaşayarak hissedeceğe benzemektedir. Bu nedenle DHS’nı yakından incelemek süreci anlamak açısından da önemli olmaktadır.
Özgürlük Hareketi’nin dökümanları ve yetkililerinin açıklamalarından hareketle Devrimci Halk Savaşı, halkın ekonomik, siyasi, diplomatik, öz savunma ve diğer alanlarda kendi sistemini inşa etmesi ve savunmasının adıdır. İnkar, ihanet, imha ve sömürgeci güçlerin siyasi mücadelenin- barışçıl mücadelenin ve uzlaşmanın yollarını kapatması sonucu, Kürt halkının ve onun öncüsünün başvurmak zorunda bırakıldığı meşru savunmanın bir yoludur. Keyfi bir tercih değildir.
Meşru savunma zorunlu bir seçenek
Özgürlük Hareketi incelendiğinde temel bir çaba olan barışçıl-diyalog yoluyla Kürt sorununu çözme çabasının öncelikle tercih edildiği görülür. TC’nin tarihsel ve güncel olarak yaklaşımının ise asimilasyondan, oyalamaktan, Türkleştirmekten, sindirmekten ve savaştan yana tercih yaptığını ve bunu devletin değişmeyen temel politikası olduğunu görürüz. Özellikle AKP iktidarında bu durum çok daha net olarak açığa çıkmış bulunmaktadır. İmralı süreciyle yoğunlaşan diyalog çabalarına devlet tarafından nasıl samimiyetsiz yaklaşıldığı, iyi niyetlerin nasıl kötüye kullanıldığı, anlaşmayla varılan protoklün ve verdiği sözlerin nasıl çiğnediği, asla barış yanlısı olunmadığı ve zalimliği daha da netleşmiştir.
Özgürlük Hareketi incelendiğinde temel bir çaba olan barışçıl-diyalog yoluyla Kürt sorununu çözme çabasının öncelikle tercih edildiği görülür. TC’nin tarihsel ve güncel olarak yaklaşımının ise asimilasyondan, oyalamaktan, Türkleştirmekten, sindirmekten ve savaştan yana tercih yaptığını ve bunu devletin değişmeyen temel politikası olduğunu görürüz. Özellikle AKP iktidarında bu durum çok daha net olarak açığa çıkmış bulunmaktadır. İmralı süreciyle yoğunlaşan diyalog çabalarına devlet tarafından nasıl samimiyetsiz yaklaşıldığı, iyi niyetlerin nasıl kötüye kullanıldığı, anlaşmayla varılan protoklün ve verdiği sözlerin nasıl çiğnediği, asla barış yanlısı olunmadığı ve zalimliği daha da netleşmiştir.
İşte bu tarihsel kin ve düşmanlık, zalimin kendi saltanatını ve sömürgeciliğini sürdürebilmek için her yalana başvuran bu sınıfsal yaklaşımı nedeniyle DHS denen halkın özgücü ve buna dayalı meşru savunma savaşını-devrimci direnişi zorunlu bir seçenek olarak gündeme getirmiştir. Süreci yakından takip eden ve tarafların yaklaşımlarını samimi tarafsız bir gözle izleyen herkesin bunu görmemesi mümkün değildir. Aksini dillendirenlerin ise rant peşinde olduğu ve iktidardan beslendiği açıktır.
Açığa çıkan bir gerçeklik olarak belirtmek gerekir ki, belki birazcık insanlıkları kalmışsa ordan tutarak barış için çabalamak ve diyalog yoluyla sorunu çözmeye çalışmak da karşılıksız kalmış ama bir kazanım olarak, devletin imha ve inkarcı, yalancı, adaletsiz, katliamcı ve vicdansız yüzü de teşhir edilmiştir. Elbetteki dört taraftan acımasız bir saldırı altında olan Kürtlerin kendi varlığını ve yaşam hakkını korumak için kendini savunması ve özgürlüğünü kazanma kavgası da bir hak olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten dostları az ama hilelikte uzmanlaşmış düşmanları çok olan bir halkın başka çaresi de yoktur.
Özgürlük Hareketi, DHS kararını verirken bazı temel sorular sormuştu: “Savaşacaksak biz bu savaşla hangi sorunları çözeceğiz? Hangi görevleri yerine getireceğiz? Yaptığımız savaş neye hizmet edecek? Neyi yaratacak? Neyi yıkacak? Neyi kuracak?” Bu temel soruların cevabını da netleştirerek, bu savaş tarzının ideolojik ve siyasal amaçlarına hizmet eden doğru bir savaş tarzı olduğunu vurgulamıştı. Buna bağlı olarak da şu vurguyu yapmıştı: “Eğer siyasi çözüm devletle müzakereyle gerçekleşseydi, buna uygun bir hukuk sistemi ortaya çıkarılsaydı, bazı kararlar alınsaydı, daha sonra da belirlenen çözümün detaylarına inilecek ve KCK sisteminin diğer alanlarını bu siyasi kararlara, çözüme dayalı olarak örgütlemek gündeme gelecekti... Ekonomi, eğitim, sağlık, sosyal alan, spor, kültür, dil, diplomasi ve öz savunma örgütlenecek, Kürt sorunu bu temelde bir çözüm yoluna girmiş olacak ve halkın demokratik örgütlülüğü de sağlanacaktı. Fakat bu süreci tıkayan taraf TC oldu. Siyasi çözüme ilişkin görüşmeleri sabote etti. Görüşme halindeyken bile saldırılarını sürdürdü ve tüm bu görüşmelerin bir oyalama olduğu netleşti.”
Uzlaşma ve siyaset zemini essastır
İşte KCK sistemini tüm boyutlarıyla örgütlemek ona dayanarak ondan sağlanan ve onunla yürütülen mücadeleyle Kürt sorununun siyasi çözümünü sağlamak için DHS’nın zorunlu bir çare ve kaçınılmaz bir temel hedef olarak gündemleşmesi böyle gündemleşiyor. Özgürlük Hareketi’nin belgelerinde bu duruma ilişkin şu tespitlerin yapıldığını görmekteyiz:
“...uygulamak istediğimiz, hayata geçirmek istediğimiz program, devlet artı demokrasi programıdır. Bu da demokrasiyle devletin bir yerde uzlaşmasını ifade eder. Eğer en sonunda, biri diğerini yok etme noktasına gelmemişse, öyle bir düzeye gelene kadar ikili durum varsa, uzlaşma koşulları, zemini de vardır demektir. O nedenle her zaman bu güçler arasında bir uzlaşma, diyalog gündeme gelebilir. 1 Haziran 2010’da Yürütme Konseyi’nin yapmış olduğu açıklamada bu net olarak vardı. Biz DHS temelinde kendi inisiyatifimizle, irademizle, kendi gücümüzle direnerek KCK sistemini örgütleyeceğiz, hayata geçireceğiz ve Kürt sorununu kendimiz çözeceğiz. Kürtler açısından çözdük, siyasi sistem açısından da çözeceğiz diyoruz.”
Barış mücedelesi DHS’nı zorunlu kılmıştır
Görüldüğü gibi Özgürlük Hareketi hiç bir zaman uzlaşma ve siyaset zeminini reddetmemektedir. Kendisini savaş ve mücadele gücü olarak tanımlarken önderliği de barış, diyalog ve uzlaşma gücü olarak tanımlamaktadır. Yine burada önemle vurgulanması gereken diğer bir husus ise, Özgürlük Hareketi’nin bu yaklaşımında, ideolojik, askeri ve siyasi çalışmalarını uzlaşma zemini ortaya çıkartmak için değil, devleti geriletip Demokratik Konfederalizmi kendi öz gücüyle örgütlemek için mücadeleyi esas aldığını görmekteyiz. Ancak devlet barışçıl çözüm arayışına ciddi ve samimi olarak yaklaşırsa, KCK sistemini kabul edip, Kürt halkının iradesini, varlığını ve örgütlülüğünü tanırsa demokratik siyasi çözüme açık olunduğu da açıkça belirtilmektedir. Fakat Özgürlük Hareketi açıklama ve yazılarıyla özel olarak böyle bir beklentileri olmadığını da vurgulamakta ve öz gücüyle kendi sistemini inşa etme mücadelesine yoğunlaşacağını vurgulamaktadır.
Yani Özgürlük Hareketi DHS’nı siyasi çözüm uğruna başvurulan bir savaş olarak değil, “Demokratik Konfederalizm’in bütün boyutlarını örgütlemek, geliştirmek için yürütülen bir mücadele” olarak ele almaktadır. Halkla birlikte ve bizzat onu söz, karar ve yetki sahibi kılarak KCK’yi örgütlerken, varolan ve çıkabilecek engelleri aşmak için de sert direnişler göstermek ve savaşmak bu inşa sürecinin de önemli bir özelliği olarak öne çıkmaktadır. Siyaset yoluyla önü açılamayan KCK’nin inşasını Devrimci Halk Savaşı (DHS) yoluyla gerçekleştirmek gibi zorunlu bir seçenek söz konusudur. Yoksa DHS’na halk savaşının önceden planlanmış bir aşaması olarak bakmak yaşanan süreçle uygunluk arz etmemektedir. Yani barışçıl yollardan çözüme ulaşmanın yollarının kapatılmış olması, barış için Devrimci Halk Savaşı’nı zorunlu kılmıştır. İşte özgürlük Hareketi’nin siyasi programındaki önceliklerini değiştirmesi böyle gündeme geliyor. Bu hareketin yetkili kurumları temsilcileri aracılığyla bu durumu defalarca kamuoyuyla paylaşmış olduğundan, kimin savaş yanlısı kimin barış yanlısı olduğunu da doğru tespit etmek gerekmektedir.
Anlaşılmaktadır ki DHS, halkın zararına olan kurum ve anlayışları yıkma ve yerine halkın iradesini ve özgürlüğünü temsil eden kurum ve anlayışları bizzat halkla birlikte inşa etme görevini icra edecektir. Yani çözümsüzlük gücünü tasfiye ederken, kendisini de bir çözüm gücü olarak sistemleştirecektir. Bunu gerek ideolojik-teorik tespitlerinde gerekse de pratiğinde görmek mümkündür. Bunun örgütsel, siyasal ve toplumsal tarifi ise şöyle yapılmaktadır:
“Mevcut sömürgeci ve soykırımcı özel savaş sistemini yıkıp, onun yerine KCK sistemini kuracak, bizzat inşa edecek, sosyal, siyasal, diplomatik, ekonomik, öz savunma ve değişik alanları örgütleyecek. A.Öcalan bunları yedi boyut olarak belirledi ve yedi temel amaç olarak özgürlük mücadelesinin önüne bir görev olarak koydu. Özgürlük Hareketi de bunu siyasi programı ve temel hedefleri olarak ilan etti. Bunlar aynı zaman da KCK sisteminin de esasları olmaktadır. DHS bütün bunları adım adım, parça parça inşa edecek, bu alanlardaki sömürgeci-inkarcı-soykırımcı ve asimilasyoncu olanı da yıkarak onun yerine demokratik olanı kuracaktır.”
Devlete rağmen demokrasiyi savunmak
Peki bu neden savaş yoluyla yapılmaktadır sorusu da şöyle cevaplanmaktadır: “Çünkü gerici olan ve toplumsal alanı dolduran güçler var, dolayısıyla bunların yıkılması gerekiyor. Bunu da ancak savaş yıkar. Yerine inşa ettiğin her şeyi savunman...güvenliğini sağlaman lazım. Güvenliğini sağlayabildiğin, koruyabildiğin kadarını inşa edeceksin. Savunabilir, koruyabilirsen onu yaşatabilirsin. İşte DHS böyle bir mücadele oluyor.” Bu açıklamalardan da anlaşılmaktadır ki, güçlü olunan yerde sömürgeci gücün mevcut eğitimini, ekonomisini ve diğer egemenlik alanlarını durdurarak, kendi eğitim, spor, sağlık, ekonomi ve diğer görevleri gücün oranında inşa etmek ve korumak bu savaşın özünü oluşturmaktadır.
Elbetteki buna bağlı olarak politika, hukuk, yargı sistemini, kendi diplomatik alanını, dil ve kültür alanını ve KCK sistemini saldırılara karşı her alanda koruyan öz savunma boyutunu örgütlemekte bu temel de ele alınmaktadır. Demek oluyor ki DHS, var olanı savunmak ve daha fazlasını yapmak için onurlu ve adaletli bir barış sağlanıncaya kadar sürecek olan bir mücadele anlamına gelmektedir. “O zamana kadar bazı yerlerde devlet, bazı yerlerde Özgürlük Hareketi etkili olacaktır. Yani karşılıklı ve iç içe ikili bir yönetim ve sistem duruşu ortaya çıkacaktır. Bütün alanlarda demokratik toplumla devletçi sistem arasında çatışmalı bir durum yaşanacaktır.”
O halde DHS, halkın çıkarlarını esas alan ilkelerde tavizsiz ama çözümde de esnek olarak, diplomatik, ekonomik, sosyal-kültürel, hukuksal, siyasi ve öz savunma alanlarında sürecek olan topyekün bir savaşın da adı olmaktadır. Devleti tümden reddeden ve yıkan değil de iç içe bütün boyutlarda, ne kadar etkinlik kurulabiliyorsa o kadarını kurabilen, onu büyütme mücadelesi veren bir tarzı esas alan devrimci yolun adı oluyor. Bu, siysi çözümsüzlüğü-uzlaşmayı reddeden sömürgeci devletçi sistemle Demokratik Konfederalizm-demokratik toplum arasındaki bir savaştır. Bu demokrasiyi reddeden devlete karşı, devlete rağmen demokrasinin kendisini var etme talebinin, bu uzun ve zorlu kavganın bir geçiş aşamasıdır. Bu ise, sürekli faşizm varoldukça sürekli mücadelenin de varolacağı anlamına gelmektedir.
Anlaşılmaktadır ki, devletin KCK’yi daraltma, sınırlandırma, etkisiz kılma ve tasfiye etme saldırılarının zıddı olarak da, devleti sınırlandırma, daraltma, etkisiz kılma, zayıflatma ve nihai olarak Kürdistan’dan tasfiye ederek kendi özgür yaşamının sistemini kurmak, temel bir çatışma ve çelişki olmaktadır. Ta ki devletsiz demokrasi inşa edilinceye kadar.
Şehir ve kır mücadelesinin birlikteliği
Bu bağlamda Devrimci Halk Savaşı’nın görevleri salt askeri boyutlu olmadığı, ne şehirlerde Sovyetik genel ayaklanma, ne de sadece dağa dayalı, dağda yoğunlaşan bir savaş olmayacağı, kır ve şehire dayalı, birlikte, dengeli ve ortak yürütülen birleşik devrimci bir savaş tarzı olacağı anlaşılmaktadır. Burada vurgulanan dağ, Kürt halkının stratejik duruşunun, yenilmezliğinin savunma gücünü ifade ederken, şehir savaşı ise, hedefleri etkisiz kılarak kendi sistemini kurmanın sağlam ayağı olmasıdır. Ayrıca DHS, şehir ve kır gerillasının ortak mücadelesinin halkın serhildanıyla içiçeliğinin de adı olmaktadır. Tarzda ve taktikte kazanmayı hedefleyen bu mücadelenin sırtını dayadığı güç ise, ideolojik-stratejik ve felsefik güçtür. Bu nedenle DHS’nın ayakları havada olmayan ve taktik olarak ele alınmayan bir zihniyet, bir ideolojik-felsefik ve bir politik savaş tarzı ve de devlet dışı tüm toplum kesimlerinin öz yönetim sistemini ve konfederal örgütlülüğünü inşa etme-koruma ve geliştirmenin adı olduğu anlaşılmaktadır.
Ahlaki politik toplumun yani demokratik ulusun yaşamsallaştırılması mücadelesi yeni bir aşama olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgürlüğün bu onurlu kavgası, yerelden, komünlerden, kooperatiflere uzanan bir demokratik toplum örgütlenmesinin, Demokratik Ulus Kongresi’nin yaratılması mücadelesinin yolunda ilerlerken, Kürdistan’dan Ortadoğu’ya ve dünyaya yayılan bir özgürlük yolu olacağının verilerini de ideolojik temelinde taşımaktadır.
Bu uzun yürüyüşü devrimcilik, sosyalist ve komünistlik adını taşıdığı halde gör(e)meyen veya uzak durmayı güvenlik sebebi sayanlar ve bunu binbir türlü bahanelerle gizlemeye çalışanlar elbetteki tarihin gözünden de kaçmamaktadır.
HÜSNÜ ÇAVUŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder