5 Şubat 2012 Pazar

Fransa, Ermeni Meselesi ve Burası

Ragıp Duran


Aynı konu Paris ve Ankara’da çok farklı bir şekilde algılanıyor/değerlendiriliyor. İki tarafın kriterleri, gelenekleri, yaklaşımları nadiren örtüşüyor. Fransa’da kim neyi neden savunuyor? Bundan sonra neler olabilir?

‘Güzel ve yalnız ülkemizde’ yerli malı gazeteleri okuyup televizyonları izleyince, insan bir tuhaf oluyor. Çünkü bu milli takım medyasında okuduğumuz haber, bilgi ve yorumlar, ecnebi (gayrı milli demek istemiyorum ayıp olur) matbuatta ya hiç yer almıyor ya da çok farklı zaviyeden değerlendiriliyor. İşin bir başka garip tarafı da, bizim kamuoyumuzda çok konuşulan, hakikatmiş gibi sunulan bir çok bilgi, bir süre sonra, uygulamada, fos çıkıyor. Bunu da yine sağolsun ecnebi matbuattan öğreniyoruz. Mesela Senato’daki tartışmalar sürerken, Türk TV’leri sürekli olarak ‘Değişiklik önergesi verilirse yasa tasarısı gündemden düşer’ diye alt yazı geçti. Böyle bir şey olmadı. Tartışma sonrası yapılan 3 oylama için de, bizim medya hala umut besliyordu. Halbuki sonuç olarak yasa büyük bir oy farkıyla Senato’dan geçti. Paris’deki Büyükelçilik yetkilileri, oraya giden resmi ya da gayrı-resmi heyetler, yaptıkları görüşmelerde, hatta hazırlık çalışmalarında bu büyük oy farkını sezememişlerdi anlaşılan.

Türkiye’de gerek gazeteciler gerek üst düzey siyasiler, mesela bu Ermeni konusunda Fransa’da nelerin olup bittiğini herhalde izliyorlar değil mi? Paris’de Seine nehri kenarında Ankara Sokağı üzerinde koskocaman bir Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği var, orada çalışan insanların görevi zaten Fransa’da olup biteni Ankara’ya aktarmak/bildirmek. Paris’te eskiden beri Türk medyasının muhabirleri de hep var, onlar da herhalde gelişmeleri izleyip aktarıyor.

Bugünkü iletişim teknolojisi çağında orada olup biteni öğrenmek için ille de Büyükelçiliğe ya da orada çalışan muhabire de ihtiyaç yok artık. Dil biliyorsanız, girersiniz İnternet’e bir çok olayı naklen bazılarını da bilahare izleyerek, okuyarak öğrenirsiniz. Tabi neyi nasıl okuduğunuz da ayrıca pek mühimdir…

Ben bir Fransız gazetesinin Türkiye muhabiri olduğum için, görevim gereği Fransa’da olup biteni zaten izliyorum. Fransa’da Türkiye konusunda bir gelişme olursa onları da daha yakından ve ayrıntılı olarak izlemek durumundayım. Mesela son olarak Senato’da Soykırım İnkar Yasası tartışılırken İnternet’ten Senato TV’ye girip bütün tartışmaları naklen izleyebildim (Yasanın tam başlığı ‘Irkçılığa Karşı Mücadele ve Yasa Tarafından Tanınmış Soykırımların Varlığına İtirazın Bastırılmasına ilişkin Yasa’). O günden bu yana da, Fransa’daki meslekdaşlarla, eşle dostla ve buradaki Fransız meslekdaş ya da diplomatlarla bu Ermeni konusundan başka bir şey konuşmuyoruz. Başlıklar halinde aktarmaya çalışacağım:

TARTIŞMA KONUSU SOYKIRIM DEĞİL, SOYKIRIMIN İNKARININ CEZALANDIRILMASI

Türk kamuoyuna, medyasına ve devletine bakarsanız, Fransa’daki tartışmanın, ''1915 Olaylarının Soykırım olup olmadığı üzerine bir tartışma'' olduğunu sanırsınız. Oysa ki Fransa’da gerek Ulusal Meclis’te gerekse Senato’da son olarak yapılan tartışma, 14 satırlık bir yasa tasarısı üzerine ve bu yasa tasarısı esas olarak Ceza Hukuku ile ilgili. Yasa metninde ne Ermeni ne de Türk sözcüğü geçiyor. Soykırımın inkarı ya da açık bir şekilde küçümsenmesi yaptırıma bağlanıyor. Fransa Parlamentosu (Ulusal Meclis ve Senato), şimdiye kadar 30 civarında Parlamento’nun yapmış olduğu gibi, 1915’i Soykırım olarak çoktan niteledi/tanıdı. Son yasa ilk yasanın devamı nitelediğinde. Yasa yazım tekniğinde, genel hukuk ilkelerine uygun olarak, yasanın ilk bölümünde bir konu, bir edim yasaklanır, ikinci bölümünde de bu yasağın çiğnenmesi sözkonusu olduğunda öngörülen yaptırım belirtilir. Bu son yasa aslında ilk çıkan yasanın ikinci bölümü.

‘TARİHÇİLERE BIRAKALIM’ TEZİ GEÇERSİZ 

Türk resmi görüşü, uzun yıllar boyunca, Soykırım tezini topyekün inkara dayalı idi. Son yıllarda sivil toplumun girişimleri (Akademik seminerler, yayınlar, Hrant’ın girişimleri, cenazesi, Özür Diliyorum Kampanyası, 24 Nisan Anmaları vs…) ve AKP iktidarının ilk yıllarındaki farklı resmi ideolojisi sayesinde (Erivan’la protokoller), Ermeni Soykırımı tabusu tamamen kırılmasa da olumlu bir şekilde sulanmaya başladı. Örneğin ‘Sözde Soykırım’ deyişi eskisi kadar kullanılmaz olmaya başladı. Yeni tez ‘Arşivleri açalım, ortak tarih komisyonu kuralım, tarihçiler karar versin’ şeklinde özetlenebilir. Bu konuda bazı girişimler de oldu ama sonuçsuz kaldı. Türk devleti (Ve Saz Arkadaşları Türk medyası ve Türk kamuoyunun önemli bir kesimi) son olarak Fransız Ulusal Meclisi ve Senatosu’nun 1915 olaylarını Soykırım olarak niteleme girişimleri karşısında ‘Siyasal kurumlar/makamlar tarihi yargılayamaz’ tezini ön plana çıkardı. Bugün hala bu tez, bu savunma gündemde. Oysa ki Fransız Hükümetinin Parlamento ile İlişkilerden Sorumlu Bakanı Patrick Ollier, Senato’daki tartışmalar sırasında, İnkara Yaptırım Yasasının savunucusu kimliği ile bu konuya değinirken mealen şöyle konuştu: ‘’Bu konuyu tarihçilere bırakalım deniyor. Neden ? Tarih, siyaset dışı, siyaset üstü bir konu mu ki? Tarihçilerden kastedilen kimler? Bugün Ermeni sorunu ile ilgilenen tarihçilerin yüzde 90’u 1915’i zaten Soykırım olarak nitelendiriyor. Evet ‘Soykırım değildir’ diyen tarihçiler de var. Biz o zaman hangi tarihçilerin kararına bakacağız? Bu ve diğer konularda hükümet, Meclis ve Senato gibi siyasi karar organları var. Bu kararı siz senatörler vereceksiniz, tarihçiler değil. Tarihçiler, ancak sizin karar verebilmeniz için gerekli bilgi, belge, fikir ve yorumları sunabilirler. Kararı tarihçi veremez. Siz vereceksiniz’’. Bu yaklaşım, başta Fransız siyasetçiler olmak üzere geniş bir kesim tarafından da doğru olarak değerlendiriliyor. Çünkü hem tarih çok siyasi bir alan, hem de siyasi karar mercii, yetkisini başka bir meslek erbabına ya da makama devretmez, devredemez. Siyasilerin de, özellikle iktidarın da, tarihin siyasi yorumunu görmezden gelmesi, bu alandaki sorumluluklarını başkalarına devretmeleri sözkonusu değil. Çünkü mesela herhangi bir ülkede, sağlık gibi teknik özellikleri olan bir konuda da, kararı doktorlar vermez. Bir devletin sağlık politikalarını o devletin hükümeti, Meclisi kararlaştırır. Burada tayin edici olan, siyasi makamın saptadığı politikanın, yani aldığı kararın gerçeklerle, kamu çıkarıyla uyuşup uyuşmaması.

BU YASA SARKOZY’NİN SEÇİM MANEVRASI MI? 

Türk tarafı, yasanın esas olarak Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin yeniden seçilmesiyle ilgili olduğunu sanıyor. Çünkü, Mayıs ayında Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimi var ve yaklaşık 500 bin nufuslu Fransa Ermeni cemaatinin oylarını ve sempatisini kazanmak için Sarkozy böyle bir girişimde bulunuyor. Bu saptama da birkaç açıdan yanlış. Sarkozy’nin Mayıs ayında iki turlu seçimdeki muhtemelen en önemli rakibi Sosyalist Parti’nin adayı François Hollande’ın Ermeni meselesinde, Soykırım ve Soykırımı İnkara Yaptırım konularında farklı bir tutumu yok. O da Soykırım diyor, o da inkara yaptırım istiyor. Üstelik Fransa’da yaşayan Ermeniler, ki 1915’den beri bu ülkede yaşıyor, Ermeni kimliklerine rağmen esas olarak kendilerini Fransız yurttaşı olarak görüyor ve algılıyor, dolayısıyla da oy kullanırken adayların sadece Ermeni meselesindeki tutumlarına göre değil, kendi şahsi ideolojik tercihlerine göre oy kullanıyorlar. Hele her iki önemli adayın da Ermeni meselesinde benzer görüşler savunması, Ermeni kökenli seçmenlerin oy kullanırken kendi şahsi ideolojik tercihlerini daha çok ön plana çıkarması doğal.

Sarkozy’nin partisi son olarak Senato seçimlerinde yenilip çoğunluğu Sosyalistlere kaptırınca, evet, Sarkozy, Ermeni oylarından medet ummaya başladı, çünkü Ermeni lobisi de Senato’nun yeni çoğunluk liderleriyle yaptığı görüşmede bu yasanın geçmesini talep etti. Sosyalistler de bu talebi kabul etti.

Gerek Ulusal Meclis’te gerekse Senato’da son yasa ile ilgili tartışmalara ve oylama sonuçlarına baktığımızda, ortaya bir başka gerçek çıkıyor. Bu konudaki ayrışma iktidar/muhalefet, yani Sarkozy ve Sosyalist Parti temelinde gerçekleşmedi. Her iki partiden de yasayı destekleyenler ve yasaya muhalefet eden milletvekili ve senatörler var. Hele son olarak yasayı Anayasa Konseyine gönderen parlamenterler listesine baktığımızda Sarkozy’nin UMP’sinden daha fazla isim görüyoruz. Dolayısıyla bu girişim Sarkozy’nin ya da Sarkozy Fransa’sının bir girişimi değil. Türk devlet aklının pek kavrayamadığı bir ilke meselesi var burada. Fransa toplumunun ve siyasetçilerinin Soykırım gibi bir İnsanlık Suçu konu olduğunda gösterdikleri siyasi tarihi ve hukuki duyarlığı bilmek ve kavramak gerek. 2. Dünya Savaşına ve özellikle de Musevi Soykırımına tanık olan insanların bir kısmı bugün hala hayatta.

Türkiye’deki ‘uzmanların’ pek anlayamadıkları bir mesele de, bizde ‘Grup kararı’, ‘Parti disiplini’ gibi deyimlerle ifade edilen lider sultasının Fransa’da pek geçerli olmadığı. Özellikle de bu Soykırımı İnkara Yaptırım Yasasında. Sarkozy çok istese de, çok bastırsa da, iktidar partisinin milletvekilleri de senatörleri de Elysee Sarayından gelen direktif ya da ricaya topyekün evet demediler. Keza, Hollande da yasanın çıkmasından yana tutum almış olmasına rağmen, bazı Sosyalist vekil ve senatörler yasa aleyhinde oy kullandı.
ANAYASA KONSEYİ NELER YAPABİLİR? 

Yasanın Anayasa Konseyine gönderilmesi nedense Türk resmi çevrelerinde büyük bir sevinç yarattı. Halbuki ortada henüz bir karar yok.

Fransız Anayasa Konseyinin İnternet sitesine göre, 60 milletvekili ve 60 senatörün imzası üzerine yasa, Anayasa’ya aykırılık denetimi için, Anayasa Konseyine 31 Ocak 2012 tarihinde 2012-647 DC kayıt numarası ile kaydedildi. Fransa’da Ulusal Meclis’te toplam 577 milletvekili, Senato da toplam 348 senatör görev yapıyor. Konsey’in, hükümetin acil (En geç 8 gün içinde) karar istemesi dışındaki durumlarda, bu başvuruya en geç 1 ay içinde yanıt vermesi gerekiyor. Hükümet acil karar talep etmedi.

Önce, 1958’deki 5. Cumhuriyetin yeni bir kurumu olan Anayasa Mahkemesine bakalım. 9 kişiden oluşuyor. Bu 9 üyeyi Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Senato Başkanı atıyor. Tüzüğe göre hukuk ve siyaset alanlarında uzmanlığı/yetkinliği bilinen her Fransız yurttaşı, Anayasa Konseyi üyesi olarak atanabilir. Her üyenin görev süresi 9 yıl. Her üç yılda bir Konsey’in üçte bir üyesi yenileniyor. Üyeler sadece bir kez seçilebiliyor. Ayrıca eski Cumhurbaşkanları, isterlerse ve emekli iken sürdürdükleri uğraş Konsey üyeliği ile çelişmiyorsa Konsey üyesi olarak görev yapabiliyor. Fransa’da halen hayatta olan iki eski Cumhurbaşkanı var: Valery Giscard d’Estaing ve Jacques Chirac. Chirac şimdiye kadar hiçbir Konsey toplantısına katılmadı. Dolayısıyla yasa hakkında sonuç olarak 10 kişi karar verecek. Bu 10 kişinin hepsi de sağcı Cumhurbaşkanları (Chirac ve Sarkozy) yine sağcı Meclis ve Senato Başkanları tarafından atanmış üyeler. Üyelerin CV’lerine baktığımızda azınlık Chirac, çoğunluk Sarkozy yanlısı görülüyor. Şimdiki üyelerin sadece ikisi kadın. Hepsi üst düzey hukuk ve/veya Siyasal Bilgiler tahsili yapmış, yargı ya da idarede üst düzeyde görevlerde bulunmuş kişiler. Konsey kararı hukuki olduğu kadar kaçınılmaz olarak siyasi içerik ve yön de taşıyacak. Konsey bu konuyu tam da Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının ilk döneminde inceleyeceği için, Sarkozy karşıtı Chiracçıların tutumu önemli. Tüzük gereği Konsey tartışmaları ve oylama gizli olarak yapılıyor.

Şimdi bu Konsey olası 3 karar alabilir:

- Yasa Anayasa’ya aykırı değildir. Derhal yürürlüğe girebilir.

- Yasa Anayasa’ya tamamen aykırıdır. Meclis ve Senato taslağı gözden geçirip Anayasa’ya uygun hale getirmelidir. Bu durumda yasa Meclis’e gönderilir.

- Yasa, Anayasa’ya kısmen aykırıdır. Yürürlüğe girmeden önce gerekli rötuşlar yapılır.

Konsey’in alacağı kararın zamanlama ile de ilgisi var. 31 Ocak’ta gelen yasa hakkında Konsey en geç Şubat sonu/Mart başına kadar karar alması gerekiyor. Söz konusu karar Anayasa’ya aykırılık nedeniyle iptal olursa, yasanın yeniden Meclis ve Senato’da görüşülmesi bu yasama döneminde pek mümkün görünmüyor. Çünkü Fransa’da Meclis ve Parlamento, Cumhurbaşkanlığı seçiminden 3 ay önce çalışmalarını sonlandırmak zorunda. Bu takvime göre en geç Mart ortasında Parlamentonun iki kanadı kapanacak.

Sarkozy’nin son olarak ‘Konsey yasayı iptal ederse yeni kanun çıkarırım’ şeklinde özetlenebilecek tehdidi, Parlamenterleri rahatsız etti, çünkü Sarkozy’nin bu açıklaması, yürütmenin yasamaya müdahalesi olarak değerlendirildi.

Fransa’da Cumhurbaşkanı’nın, bazı özel ve acil yasaları hızla geçirebilmek için, Parlamento’nun iki kanadını toplantıya çağırma yetkisi var. Ancak sadece bu yasa için, Sarkozy’nin böyle bir girişim yapması şimdilik ihtimal dışı görünüyor.

Konsey’in verebileceği karar konusunda tartışmalar var:

Konsey’in ‘Yasa Anayasa’ya aykırı değildir’ diyeceğini savunan görüşün taraftarları şöyle düşünüyor:

- Konsey hukuki açıdan, gerek basın özgürlüğü gerekse ‘Soykırım’ı tarihçilere bırakalım’ teziyle hiç ilgilenmeyecek. Çünkü yasa metninde, katliam, soykırım gibi insanlık suçlarının savunulmasının basın, düşünce, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği açıkça belirtiliyor. Çünkü yasa metninde uluslararası bir mahkeme tarafından hükme bağlanmış Soykırımların yanı sıra ayrıca ‘Fransız kanunlarının kabul ettiği soykırım’ ibaresi geçiyor.

- Konsey bu yasayı iptal edemez. Çünkü bu yasayı iptal ederse Yahudi Soykırımını inkar edenleri cezalandıran Gayssot yasasını da iptal etmek zorunda kalabilir.
Konseyin, ‘Yasa Fransız Anayasasına tamamen veya kısmen aykırıdır’ diyeceğini öngörenlerin görüşleri ise şöyle:

- Bu yasa, Soykırım gerçeği devletçe yasa yoluyla kabul edilmiş olsa da, tarihçilerin, bilim insanlarının özgürce araştırma yapmasına ve vardıkları sonuçları yayınlamasına engel teşkil eder. Devletin gerçeğini tek gerçek olarak gördüğü gibi buna karşı çıkanı da cezalandırmak doğru değildir.

- Bu yasaya gerek yok, çünkü gerek Gayssot yasası gerekse Ceza kanunundaki diğer hükümler, zaten Ermeni Soykırımı ve benzeri insanlık suçlarını inkar eden ve yok sayanları cezalandırıyor. Le Pen olsun Türk yanlısı tarihçi Gilles Veinstein olsun vakti zamanında, bu yasa çıkmadan önce de, mahkemelerce yargılandı ve ceza yedi.

Konsey’den ne karar çıkarsa çıksın, Konsey’in ‘ Fransa Cumhuriyeti, 1915’de Osmanlı İmparatorluğunda meydana gelen Ermenilere yönelik harekatı Soykırım olarak niteler ve tanır ’ ibaresini içeren yasanın iptali söz konusu görünmüyor. Bu konuda Anayasa Konseyine zaten açık ve doğrudan bir başvuru yok. Ancak Konsey, son yasa ile bu yasa arasındaki rabıta üzerinde değerlendirme yapmaya yetkili.

ORADA VE BURADA HER ŞEY ÇOK FARKLI 

Türk devleti (Ve onun ayrılmaz, bölünmez bütünü olan Türk milleti) ve medyası, belki de daha doğru bir deyişle Türk milli medyası sabah akşam Sarkozy ve Ermeni Soykırımını İnkar Yasası ile yatıp kalkarken, Fransa’da sadece Türkler ve Türkiye ile ilgili kesimler bu konuyu, üstelik bizden çok farklı bir şekilde izleyip tartışıyor.

Fransa’da aslında hiçbir siyasi ‘1915 Soykırım değildir’ demiyor. ‘Ermeni meselesi bir Türkiye-Fransa meselesi değil, Türklerin kendi iç meselesidir. Türkiye’nin daha doğrusu Osmanlı’nın geçmişindeki bir olayın, 1923’den beri Türk devlet ve dolayısıyla millet muhaleyesinde, geçmişle özgürce yüzleşemeyen, doğru bir muhasebe ve eleştirisini yapamayan zihniyetin yarattığı bir meseledir’ diyenler var. ‘Hayır, bugün Fransa’da Türkiye’nin on misli Ermeni yaşıyor, bu nedenle Ermeni meselesi Fransa’nın da bir meselesidir. Ayrıca Türkiye ile Ermenistan arasında da bir meseledir’ diyen de var. Bazı Fransız siyasiler ve diplomatlar, Fransa’yı Türkiye ile Ermenistan arasındaki Soykırım ihtilafında doğal bir arabulucu, çözüm önerici köprü konumunda görüyor. Onların bir kısmı yasaya karşı çünkü, ‘Bu yasa, gerek Türkiye’de sivil toplumun başlattığı ve AKP’nin de ilk başta kapalı ve gizli bir şekilde hiç olmazsa karşı çıkmadığı tarihle yüzleşme sürecine de, Ankara ile Erivan arasındaki buzların çözülmesine de hizmet etmiyor’ diyor. Mesela Istanbul doğumlu Yeşiller Partisi senatörü Esther Benbassa.

Genel resme bakıldığında, burası hala Soykırım engeli/tabusuna takılmış durumda iken orada Soykırım İnkarının yaptırıma bağlanmasının olası yarar ve zararları tartışılıyor. Türkiye dolayısıyla Fransa’daki tartışmayı aslında birkaç basamak geriden kavramaya çalışıyor.

Fransa’da evet mesela Dışişleri Bakanı Juppe ya da Tarım Bakanı Le Maire gibi önemli şahsiyetler yasaya açıkça karşı olduklarını ilan ettiler. Son Bakanlar Kurulu toplantısında Sarkozy, isim vermeden bu iki bakanı hafifçe azarladı.

Türkiye ile ilişkilere önem veren Fransız siyasiler ve diplomatların iki şikayeti var: ‘Bu tartışma sanki sadece Türk-Fransız ekonomik ve ticari ilişkilerine zarar verecekmiş gibi gösteriliyor. Oysa ki iki ülke arasındaki siyasi ve kültürel ilişkiler bile şimdiden zarar görmeye başladı. Sorun sırf para meselesi değil ki…’

Paris ile Ankara arasındaki ihtilaf yanlış ve olumsuz bir şekilde şahsileştirilip sanki bir Erdoğan-Sarkozy çelişkisine dönüştürülmek isteniyor. ‘Koskoca Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı’nın kalkıp böylesine önemli bir siyasi meselede işin içine Sarkozy’nin babasını, dedesini katması hiç hoş olmadı. Hiçbir medeni ülkede, hiçbir demokratik ülkede böyle yapılmaz ‘.

Gerçekten de Başbakanın Kasımpaşa damarı tutunca baba ve dede Sarkozy’ye laf yetiştirmesi , Paul Auster’le polemiğe girmesi belki yandaş medyada ve milliyetçi kesimlerde böbürlenmeyi sağlar ama Edirne ya da Hakkari’yi geçince, bu tutumlar büyük antipati yaratıyor.

Ben, iki tarafı izleyip anlamaya çalışırken ve gerek Türkçe gerek Fransızca haber yazarken, çok somut bir şekilde bir ikilemi çözmek durumundayım. Ankara’nın devletlü ve Türk toplumunun milli/milliyetçi muhayalesi/yaklaşımı, hem Avrupa’nın genel olarak Soykırım konusundaki hassasiyetini ya bilmiyor ya anlamıyor, ya da ikisi birden, hem de iç politika ile dış politika arasındaki tanım ve alan farkını gözetemiyor. Fransa devlet ve medyası da, bunun karşılığında, tıpkı KKTC meselesinde olduğu gibi, Ankara’nın dogmatik tutumunun, ısrarının altında yatan gerekçeleri bilmiyor, anlamıyor dolayısıyla da kabul etmiyor. Zaten bu dogmaları anlamak mümkün olsa bile Fransa gibi bir devlet tarafından kabul edilmesi imkansız.

Bugün 30 civarında Parlamento, 1915’i Soykırım olarak kabul etti. Ermeni diasporası ve Erivan, 2015’de yani Soykırım’ın 100. yıldönümü için daha yaygın, güçlü ve etkili kampanyalar hazırlıyor. Mesela düne kadar ABD’deki İsrail lobisinin de desteğiyle 24 Nisan’larda Soykırım sözcüğünü telaffuz etmeyen Washington, Ankara/Tel-Aviv ilişkilerinin bozulmasının ardından aynı tutumu izleyecek mi? İsrailli bakanlar, Türkiye ile ilişkilerin bozulmasının ardından Kürt meselesinin yanı sıra Ermeni meselesini gündeme getirme tehdidinde bulunmadılar mı?

Fransa’nın Soykırım konusundaki tutumu, AB’nin en büyük ikinci ülkesi olarak diğer AB ülkelerini ne derece etkiler?

Sıfır Sorun (Yoksa Sıfır Çözüm mü?) uzmanı Dışişleri Bakanı bu konuda ne düşünür acaba?

Ankara KKTC deneyiminden ne dersler çıkardı? (Çıkardıysa).

Kendi iç sorununu 87 yıldır çözemeyen bir devlet, söz konusu sorunu tabi ki kendi perspektif ve çıkarları doğrultusunda şu veya bu şekilde çözmeye çalışan ikinci ve üçüncü taraflara karşı kendisini ne zamana kadar nasıl savunabilecek?

Fransa’da çıkan son yasa kesinleşirse, Soykırım mağdurlarına ve mağdur temsilcilerine, açılacak mahkemelerde taraf olma hakkını da tanıyor. Yarın öbürgün Fransa’dan bir Ermeni Derneği, bir şekilde, Strasbourg, Luxembourg ya da Lahey’deki uluslararası mahkemelerden birine başvurup, 1915’in Soykırım olarak tescil edilmesini talep ederse, Ankara’nın kendi tezlerini yeteri kadar savunabilecek siyasi, ideolojik, hukuki gücü var mı? Bu görev yoksa Doğu Perinçek ve Talat Paşa Komitesine mi verilir?

Son seçimde yüzde 50 oranında oy almak herhalde çok büyük bir başarıdır. Ne var ki ülke içinden alınan meşruiyet belgesi, tek başına iyi ve akıllı bir diplomasi için yeterli değil.

SORUN NEDİR? ÇÖZÜM NASIL OLABİLİR? 

Ermeni meselesi, Soykırım, kırım, katliam tehcir… adına ne denirse densin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, hükümeti, muhalefeti, sivil toplumu, akademiası, aydını, medyası, Ermenisi, Kürdü, Hıristiyanı, Süryanisi ile hep birlikte çözebileceği ve çözmesi gereken bir sorun. Hrant’ın öldürülmesini izleyen dönemde, yüzbinlerin katıldığı cenaze yürüyüşü, Özür Dilerim kampanyası, Osmanlı Ermenileri konusundaki akademik çalışmalar, Ankara-Erivan yakınlaşması, 24 Nisanların Türkiye’de de anılması sorunun çözümü için olumlu adımlardı. Ne var ki bu gidişat sırasıyla, Ogün Samast’ın jandarma ve polisle Türk bayraklı posteri, Hrant davasında hem yargının hem yürütmenin esas suçluları gizlemesi, Ankara-Erivan yakınlaşmasında Bakü engeline direnemeyiş ve son olarak Fransa’daki yasama girişimlerine karşı milliyetçi tepkiler, olası olumlu gidişatın önüne set çekti.

Dış baskılar bu toplumda hep boomerang etkisi yapıyor. Bu etkiyi önlemenin biricik yolu da sorunu içeride, bu toplumun demokratik çıkarları doğrultusunda çözmek olmalı. Paris’te binlerce Türkü otobüslerle meydana toplayıp ‘Soykırım yalandır’ demekle bir yere varılamadığı görüldü. Kibirdir yorulup yollarda kalan…
Mustafa Muğlalı’nın adını kışlalardan kaldıran anlayış, yüzlerce Talat Paşa caddesine hala dokunmuyorsa, Dersim katliamı konusunda yarım ağızla özür dileyip Uludere katliamını gerçekleştirenleri destekliyorsa siyasi iradenin samimiyeti sorgulanır.

Son olarak Fransa’da Ermeni meselesinin ele alınış şekli, bu olayın Batı ve Türk medyasındaki yansımaları, önümüzdeki dönemde de Ankara’nın başının daha çok ağrıyacağının işaretleri.

PS: Konuya ilgi duyanlar Fransız Ulusal Meclisi, Senatosu ve Anayasa Konseyinin aşağıda belirtilen linklerinden yasa metni, Parlamenter tartışmalar ve Anayasa Konseyi hakkındaki ayrıntılara ulaşabilir:

- http://www.conseil-constitutionnel.fr/conseil-constitutionnel/francais/actualites/2012/saisine-2012-647-dc-%5bcontestation-des-genocides%5d.104651.html

- http://www.assemblee-nationale.fr/13/dossiers/lutte_racisme_genocide_armenien.asp

- http://www.senat.fr/leg/tas11-052.html

* Kaynak: http://apoletlimedya.blogspot.com

Hiç yorum yok: