Burkay’ın Öcalan ile görüşmesi Bekaa’daki basın açıklamasından sonra da devam ediyor. 30 Ağustos 1993’te bu görüşmelerden biri gerçekleşiyor. Kürt Halk Önderi Öcalan bu görüşmede yine birlik üzerinde duruyor. Değerlendirmeleri yapıcı ve olumludur. Aynı şekilde Kemal Burkay da birlik konusunda olumlu bir yaklaşım sergiliyor. Hatta ortak bir cephenin kurulması konusunda pratikte ciddi bir mesafe kat edilmiş gibi konuşmakta bir sakınca görmüyor. Görüşmede şu sözlerine tanıklık ediyoruz:
“Kürt hareketinin diğer bir avantajı da cephenin oluşmasıdır. Bu büyük önem taşıyor ve onları ürkütüyor. Biraz da bunun için acele ediyorlar. “Daha bu cephe kurulmadan, toparlanmadan acaba PKK’yi ezebilir miyiz?” diye hesap yapıyorlar. Dolayısıyla cephenin bir an önce sonuçlanması, iç ve dış kamuoyunda sesini biraz duyurması önemlidir. Çünkü onun ayrı bir anlamı var. Cephe bir birliği yansıtıyor. PKK’nin tek başına gücü ne olursa olsun o cephenin ayrı bir anlamı var, değeri var. Sembolik de düşünülebilir, ama özel bir anlamı olacaktır. Bu oluştuğu zaman yurtdışında bir ses getirebilir. Türk devletinin “Kürt Hareketi terörizmdir” şeklindeki propagandalarını bozabilir.”
Burkay bu konuşmasında Türk devletinin Kürtlerin birliğinden büyük ürküntü duyduğunu açıkça ortaya koyuyor. Demek ki özgürlük için anlamı büyük olan Kürt birliği sömürgeciler için bir kâbustur ve Burkay da o zaman bunu teyit ediyor. Sömürgecilerin henüz cephe kurulmadan PKK’yi ezmek istediklerini belirtirken başka bir gerçeği dile getiriyor. Yani PKK ezilirse Kürt sorununun çözümünü hayal etmenin bile mümkün olamayacağını biliyor. Nitekim konuşmasının bir yerinde, “Türkiye askeri planda başarırsa artık durdurulamaz” diyebiliyor. Aynı Burkay PKK’nin ‘terörist örgüt’ olduğu tezinin “Kürt Hareketi terörizmdir” teziyle örtüştüğünü de dolaylı da olsa kabul ediyor. Bu tür propagandaların bozulması gerektiğine işaret ediyor ve Kürt birliğinin bunda etkili bir rol oynayacağını belirtiyor. Ardından birlik konusundaki değerlendirmelerine şöyle devam ediyor:
“Türkiye Kürdistan’ında Kürt Hareketi’nin birliği hem yurtdışında ister istemez bir ses yaratacak, hem de yurt içinde giderek muhatap kazanacaktır. Bu birlik barış yönündeki eğilimi güçlendirebilir. Bu arada DEP rolünü oynayabilir. Bunda bir sakınca yok. O arkadaşların size rağmen, bize rağmen değişik kombinezonlara gireceklerini sanmıyorum. Ama bazı yaklaşımları farklı olabilir; belki istediğimiz gibi olmayabilir, ama o arkadaşların bir rolü olacak. Demokratik alanda bir ses olsunlar. O alanı da boş bırakmamak gerekir. Nitekim hükümet kapatmak, susturmak için her türlü baskı yapıyor.”
Bu görüşmede ağırlıklı olarak cephe üzerinde duruluyor ve pratikleşmesi konusunda ortak bir kararlılık oluşuyor. Burkay o zaman cephe yönetiminde Kürt örgütlerinin nasıl temsil edilecekleri konusundaki görüşlerini de dile getiriyor ve önerilerde bulunuyor: “Bizim önerimiz şuydu: Eğer siz de uygun görüyorsanız, altı-dört ya da iki-bir veya dört-üç, iki-bir olabilir. Sizden fazla olacak. Ama bu PKK’nin hakkıdır. Eşitlik olursa büyük örgütlere haksızlık olur. Ama PKK en güçlü örgüt. PKK’den altı olur, ondan sonra biz dördü temsil edebiliriz. Diğerleri iki olabilir. Ben şu kanıdayım: Biz Kürt’üz ve daha sorumluca çalışabiliriz” diyor. Burada “PKK derin devlet yapılanmasıdır, böyle bir örgütle birlik olmaz” gibi bir tutumun izi bile görülmüyor.
Doğrudur, Kemal Burkay PKK’ye ‘terörist’ damgasını vurmakta herkesten önce davrandı. ‘Devrimcilik mi, Terörizm mi? PKK Üzerine’ adlı küfürnamesini yayınladığı tarih 1980’lerin başıydı. Burkay burada yine PKK’nin MİT ile bağlantısından söz ediyor, bu partinin önder kadrosu Kemal Pir’in MİT ajanı olduğunu iddia ediyordu. Kemal Pir herkesin en çok tanıdığı ve halkın devrimciliğin timsali saydığı bir insandı. Henüz hayattayken bile kendisine bir efsane kahramanı gibi bakanlar çoktu. Burkay da bu gerçeği iyi biliyordu ve bu yüzden Önder Öcalan’dan sonra en çok Kemal Pir’e saldırdı. Kemal 1980’de esir düştü ve adı o eşsiz Amed Zindan Direnişiyle özdeşleşen ölümsüz kahramanlardan biri oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucunda şahadete ulaştı. Dersim’de “Üzerine pislik atılması altının değerini düşürmez” derlerdi. Öyle de oldu; Burkay’ın sıçrattığı pislikler Kemal Pir’i kirletemedi. Buna karşılık Kemal’in şahadeti Burkay’ın bir pislik imalat merkezi gibi çalıştığını namuslu herkese gösterdi.
Burkay’ın adı PKK militanlığıyla özdeşleşen Kemal Pir’e ve kendisine yönelik iğrenç saldırılarına rağmen, Önder Öcalan bu kişinin başında bulunduğu hareketle diyalog ve birlik arayışından vazgeçmedi. Oldukça esnek bir politik yaklaşımı esas aldı. Çünkü Kürtlerin birliği Kürt halkının özgürlüğü için son derece önemliydi. Burkay da bu yaklaşım karşısında daha fazla direnmedi ve geçici de olsa birlik çalışmalarında yer aldı. PKK’ye ve Önderliğine ilişkin bilinen görüşlerine rağmen böyle davrandı. Hannah Arendt yıllar öncesinden Burkay gibi adamların bu tutumuna netlik kazandırıyor, “Yalan sadece siyasetçinin ya da demagogun değil, devlet adamlığı zanaatının da her zaman için gerekli ve haklı bir gereci olarak kabul edilmiştir” diyordu. Üst toplum siyasetinin özü buydu. Kemal Burkay da bu siyasetin gereklerine uymuştu. Çamur atmak da yalan söylemenin bir biçimiydi. Ama dün dündü, bugün de bugün. ‘Zamanın ruhu’ Burkay’ın PKK limanına yaklaşmasını gerektiriyordu ve o da buna uymuştu.
Burkay’da olmayan omurgadır ve bu da kendisini müptezel bir tip yapmıştır. 1993’te PKK ile ortak bir cephede buluşmak isteyen bu müptezel, şimdi PKK’nin tasfiye edilmesi için yanıp tutuşuyor. Tasfiye harekâtını AKP iktidarı yürüttüğü için Burkay da bir sıra neferi olarak bu faşist iktidarın emrine girmiştir. Hepimiz dehşet ve ibretle izliyoruz: AKP polisinin siyasi soykırım operasyonlarına ara verdiği tek bir gün bile yoktur. Kürdistan tarihinde hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde binlerce demokratik siyasetçi zindanlara doldurulmuştur. Türk ordusu en son tekniğe başvurarak halkın en yiğit oğulları ve kızlarını katlediyor. Yine Roboskî’de görüldüğü gibi korkunç katliamlar gerçekleştiriyor. Sürekli PKK’ye saldıran Burkay AKP’nin bu insanlık dışı uygulamalarına yönelik tek bir açıklamada bile bulunmamış, Roboskî katliamını bazı AKP’liler gibi ağız ucuyla bir iki şey söyleme dışında kınamamıştır bile. Bu tipik bir sıra neferinin duruşudur: Yeşil Türkçü faşizmin emrine girmiş ve ‘tak’ denildiğinde ‘şak’ diye yerine getiren aşağılık bir uşağın duruşu! Ne yazık ki Kürt diyalektiği böyle işliyor. Özgürlük ve kölelik, yurtseverlik ve ihanet ikilemi hükmünü icra etmeyi sürdürüyor. Sömürgecilik Burkay örneğinde görüldüğü gibi kadim Kürt meşesini kesmede kullandığı baltanın sapını yine aynı ağaçtan devşiriyor.
Bu müptezelin görevlerinden ilki Kürt birliği için legal alanda oluşan elverişli zemini tahrip etmekti. Sınırlı da olsa bunu başarmış gibi görünüyor. Zira kendisinin resmen HAK-PAR’a katılması bu anlama geliyor. HAK-PAR’ın parti disiplinini dayatarak Burkay’ın küfürbaz ağzına fermuar çekmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Böylece HAK-PAR da Burkay’ın küfürlerini ve iftiralarını benimsemiş ve ortak olmuş olacaktır. Bir AKP projesi olan Burkay’ın HAK-PAR’ı da kendisine katması ve uşaklığını işbirlikçi bir parti projesi düzeyine çıkarması daha baskın seçenek gibi görünüyor. Kaldı ki, AKP’nin istediği de budur. Burada önemli olan bundan böyle HAK-PAR’ın alacağı tutumdur. Bundan böyle malûm müptezelin Özgürlük Hareketi’ne yönelik her hakareti bu partiyi de bağlayacak ve suça ortak edecektir. HAK-PAR için doğru olan, Burkay’ın 1993’te sergilediği nispeten olumlu duruşa dönmesini dayatmaktır. Bu aynı zamanda Kürt Hareketi’nin de hayrına olandır.
Kürt halkının Burkay’ın temsil ettiği ihanet ve uşaklık projesini yerle bir edeceğine asla kuşku yoktur. Herkesin bunu böyle bilmesi gerekir.
* Kaynak: Yeni Özgür Politika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder