Sabah
gazetesinde bir haber: Uludere’de bombalanan kafilenin içinde altı
PKK’li varmış. Bunlar da öldürülmüş. Ama cesetleri köylülerden önce
gelen PKK’liler Haftanin kampına kaçırmışlar...!!!
Bu haberi yazan kişi, o kafileden sağ kurtulanlar olduğunu unutmuş. Can havliyle bu haberi uydurmuş... Neden acaba? Neden bu kadar büyük bir ahlaksızlık yapmış? Neden böyle sağını solunu göremez hale gelmiş? Neden aklı başından gitmiş? Neden imamesini, feleğini şaşırmış? Neden böyle şallak mallak olmuş? Neden bu kadar...
Yeter! Yanıt verelim: Çünkü Selahattin Demirtaş’ın sorusu hedefi tam merkezinden vurmuş. BDP Eşbaşkanı kendinden emin bir şekilde sordu: “Konuş Başbakan, vurun emrini verdin mi, vermedin mi? Kafilede sivillerin yanı sıra PKK’liler de var diyenlere, Her ne pahasına olursa olsun vurun dedin mi demedin mi?”
Başbakan suskun. Ama o suskunluğun altında Hükümetin suçüstü yakalanmış olmasının telaşı var.
İşte Sabah’ın kirli haberi bu telaşı yansıtıyor.
Psikolojik savaş aygıtı, “Başbakan’ın ne pahasına olursa olsun vurun emrine” aceleyle, panik içinde, sersem sepet gerekçe uydurmaya çalışmış: “Kaçakçı kafilesinde 6 PKK’li vardı, Başbakan o nedenle ‘vurun’ emri verdi...”!!!
Psikolojik savaş aygıtı güçlü. Zayıf “kaleleri” fethediyor. Zayıf “zihinleri” ifsat ediyor.
Taraf Gazetesine “sızan” “akademisyen polis” Emre Uslu, tehlikeli bir oyuna bu gazetedeki herkesi, gönüllü olanı da, gönülsüz olanı da ortak ediyor. Dün Taraf’taki yazısında bu kişi, devletin “sivillere dönük” kitlesel “caydırıcı terörüne” ve “suikastlere” ortam hazırlayan laflar etti. Güya PKK yeni bir “bomba düzeneği” bulmuşmuş da, bununla Hakkari’de olduğu gibi halkı havaya uçuracakmış da, bu “düzenek” öyle bir düzenekmiş de, PKK’nin bombayı patlattığını hiç kimse anlayamayacakmış da...
Başka... Tutuklanan Belediye Başkanlarının yerine getirilenleri PKK tasfiye etmek istiyormuş da, PKK ve Ergenekon Ahmet Türk’le, Osman Baydemirí müştereken öldürmeyi planlamış da, amaçları bunu Hükümetin üzerine atmakmış da, o nedenle şimdi bu Belediye Başkanlarını ve söz konusu benzer BDP’li siyasetçileri “çok iyi korumak”( ya da ustalıkla öldürüp PKK'nin üzerine atmak olarak okunabilir b.n) gerekiyormuş da...
Bunlar tipik “psikolojik savaş” laflarıdır. Ve bu kirli ve kanlı salyalar, Taraf Gazetesinin bir yazarının kaleminden ortalığa saçılıyor. Ve bu gazete, bu lafların sahiplerine sayfalarını açıyor... Psikolojik savaş aygıtının elemanı, bu gazeteyi “bozguncu yayın yapan bir uydu”, bu gazetede yazan dürüst insanları da, kirli propagandanın Kürt toplumuna aktarılmasını sağlayan birer “iletken” olarak kullanıyor.
Bu gazete neden bu kirli işe araç oluyor?
Çünkü onun başındaki Ahmet Altan Kürt özgürlük hareketini “iki halkın düşmanı” olarak görüyor ve bütün “ilkesel aydın ahlakı iddialarının” tersine, Kürt özgürlük hareketine karşı her türlü psikolojik savaş unsuruna gazetesinde yer açıyor. Yalnız açmakla kalsa iyi. Kendisi de bizzat bu kirli işe bulaşıyor. O da dünkü yazısında psikolojik savaşın en büyük silahını bir kere daha ateşledi: Öcalan’la PKK’yi karşı karşıya koyma zehirli mermisini mekanizmaya sürdü, tetiğe bastı. Güya Öcalan “örgüt onu dinlemediği için” kardeşiyle konuşmayı reddetmişmiş... Konuşmuyormuş çünkü, örgütün başlattığı savaşa karşıymışmış... Başlatmadığı savaşı da sona erdirip, başarısızlığı omuzlamak istemiyormuşmuş...
İnsanda biraz utanma olmalıdır... PKK önderi altı aydır bu nedenle mi “susmuş”. Yani altı aydır Öcalan kendi kendisini mi tecrit etmiş ? “Örgüt beni dinlemiyor, konuşup da örgütün başarısızlığının sorumluluğunu neden yükleneyim” diye düşündüğü için mi altı aydır susuyormuş...
Evet, insanda utanma olur. Taraf gazetesinin AKP’ye yönelik “sert” eleştirilerinin ve Uludere katliamıyla ilgili “hassasiyeti”nin ne anlama geldiğini anlamak için bu yazıyı okumak yeter de artar bile... Sen Öcalan üstündeki tecriti altı ay boyunca yarım ağız olsun suçlamayacaksın, bu işlenen suçu şimdi “kanuni” hale getiren yeni tecrit yasasına karşı kalem oynatmayacaksın ve şimdi dönüp “örgüt savaşçı önder barışçı” provokasyonunu “tahmin” adı altında tezgahlayacaksın.
Nasıl oluyor bu iş? “Öcalan barışçı, örgüt savaşçı” ve Hükümet “barışçı Öcalan’ı” altı aydır susturuyor ve yeni yasayla bir altı ay daha susturmaya hazırlanıyor... Ahmet Altan ne yapıyor? Altı aylık tecritten tek söz etmiyor, ama utanmadan “devlet ‘konuşabilirsin’ dediği bir dönemde Apo ‘hayır konuşmayacağım’ dedi, çünkü örgüt onu dinlemiyor ve başarısızlığı ona yüklemek istiyor...” diye bir “tahmin”de bulunuyor.
Onbinlerin öldüğü, Diyarbakır Jitem merkezinden kafataslarının fışkırdığı bir ülkede, hiç kimsenin “tahmin” adı altında kumar oynama hakkı yoktur.
Öcalan’ın “barışı gerçekleştirecek tek kişi” olduğuna milyonlar inanıyor. Onun örgütü “Öcalan'a özgürlük” diye her yerde tüm Kürdistan parçalarında, Avrupa’da, Rusya’da, Kanada’da, Amerika’da kitleleri ayağa kaldırıyor. Görünüşe göre Ahmet Altan da Öcalan’ın barışçılığına inanıyor... O halde neden Öcalan'a özgürlük diye haykırmıyor. “Tahmin” üzerine “örgüte” savaş açacağına, o örgütle birlikte “Öcalan’a özgürlük” diye bağırsana...
Kaynak: Özgür Gündem
Bu haberi yazan kişi, o kafileden sağ kurtulanlar olduğunu unutmuş. Can havliyle bu haberi uydurmuş... Neden acaba? Neden bu kadar büyük bir ahlaksızlık yapmış? Neden böyle sağını solunu göremez hale gelmiş? Neden aklı başından gitmiş? Neden imamesini, feleğini şaşırmış? Neden böyle şallak mallak olmuş? Neden bu kadar...
Yeter! Yanıt verelim: Çünkü Selahattin Demirtaş’ın sorusu hedefi tam merkezinden vurmuş. BDP Eşbaşkanı kendinden emin bir şekilde sordu: “Konuş Başbakan, vurun emrini verdin mi, vermedin mi? Kafilede sivillerin yanı sıra PKK’liler de var diyenlere, Her ne pahasına olursa olsun vurun dedin mi demedin mi?”
Başbakan suskun. Ama o suskunluğun altında Hükümetin suçüstü yakalanmış olmasının telaşı var.
İşte Sabah’ın kirli haberi bu telaşı yansıtıyor.
Psikolojik savaş aygıtı, “Başbakan’ın ne pahasına olursa olsun vurun emrine” aceleyle, panik içinde, sersem sepet gerekçe uydurmaya çalışmış: “Kaçakçı kafilesinde 6 PKK’li vardı, Başbakan o nedenle ‘vurun’ emri verdi...”!!!
Psikolojik savaş aygıtı güçlü. Zayıf “kaleleri” fethediyor. Zayıf “zihinleri” ifsat ediyor.
Taraf Gazetesine “sızan” “akademisyen polis” Emre Uslu, tehlikeli bir oyuna bu gazetedeki herkesi, gönüllü olanı da, gönülsüz olanı da ortak ediyor. Dün Taraf’taki yazısında bu kişi, devletin “sivillere dönük” kitlesel “caydırıcı terörüne” ve “suikastlere” ortam hazırlayan laflar etti. Güya PKK yeni bir “bomba düzeneği” bulmuşmuş da, bununla Hakkari’de olduğu gibi halkı havaya uçuracakmış da, bu “düzenek” öyle bir düzenekmiş de, PKK’nin bombayı patlattığını hiç kimse anlayamayacakmış da...
Başka... Tutuklanan Belediye Başkanlarının yerine getirilenleri PKK tasfiye etmek istiyormuş da, PKK ve Ergenekon Ahmet Türk’le, Osman Baydemirí müştereken öldürmeyi planlamış da, amaçları bunu Hükümetin üzerine atmakmış da, o nedenle şimdi bu Belediye Başkanlarını ve söz konusu benzer BDP’li siyasetçileri “çok iyi korumak”( ya da ustalıkla öldürüp PKK'nin üzerine atmak olarak okunabilir b.n) gerekiyormuş da...
Bunlar tipik “psikolojik savaş” laflarıdır. Ve bu kirli ve kanlı salyalar, Taraf Gazetesinin bir yazarının kaleminden ortalığa saçılıyor. Ve bu gazete, bu lafların sahiplerine sayfalarını açıyor... Psikolojik savaş aygıtının elemanı, bu gazeteyi “bozguncu yayın yapan bir uydu”, bu gazetede yazan dürüst insanları da, kirli propagandanın Kürt toplumuna aktarılmasını sağlayan birer “iletken” olarak kullanıyor.
Bu gazete neden bu kirli işe araç oluyor?
Çünkü onun başındaki Ahmet Altan Kürt özgürlük hareketini “iki halkın düşmanı” olarak görüyor ve bütün “ilkesel aydın ahlakı iddialarının” tersine, Kürt özgürlük hareketine karşı her türlü psikolojik savaş unsuruna gazetesinde yer açıyor. Yalnız açmakla kalsa iyi. Kendisi de bizzat bu kirli işe bulaşıyor. O da dünkü yazısında psikolojik savaşın en büyük silahını bir kere daha ateşledi: Öcalan’la PKK’yi karşı karşıya koyma zehirli mermisini mekanizmaya sürdü, tetiğe bastı. Güya Öcalan “örgüt onu dinlemediği için” kardeşiyle konuşmayı reddetmişmiş... Konuşmuyormuş çünkü, örgütün başlattığı savaşa karşıymışmış... Başlatmadığı savaşı da sona erdirip, başarısızlığı omuzlamak istemiyormuşmuş...
İnsanda biraz utanma olmalıdır... PKK önderi altı aydır bu nedenle mi “susmuş”. Yani altı aydır Öcalan kendi kendisini mi tecrit etmiş ? “Örgüt beni dinlemiyor, konuşup da örgütün başarısızlığının sorumluluğunu neden yükleneyim” diye düşündüğü için mi altı aydır susuyormuş...
Evet, insanda utanma olur. Taraf gazetesinin AKP’ye yönelik “sert” eleştirilerinin ve Uludere katliamıyla ilgili “hassasiyeti”nin ne anlama geldiğini anlamak için bu yazıyı okumak yeter de artar bile... Sen Öcalan üstündeki tecriti altı ay boyunca yarım ağız olsun suçlamayacaksın, bu işlenen suçu şimdi “kanuni” hale getiren yeni tecrit yasasına karşı kalem oynatmayacaksın ve şimdi dönüp “örgüt savaşçı önder barışçı” provokasyonunu “tahmin” adı altında tezgahlayacaksın.
Nasıl oluyor bu iş? “Öcalan barışçı, örgüt savaşçı” ve Hükümet “barışçı Öcalan’ı” altı aydır susturuyor ve yeni yasayla bir altı ay daha susturmaya hazırlanıyor... Ahmet Altan ne yapıyor? Altı aylık tecritten tek söz etmiyor, ama utanmadan “devlet ‘konuşabilirsin’ dediği bir dönemde Apo ‘hayır konuşmayacağım’ dedi, çünkü örgüt onu dinlemiyor ve başarısızlığı ona yüklemek istiyor...” diye bir “tahmin”de bulunuyor.
Onbinlerin öldüğü, Diyarbakır Jitem merkezinden kafataslarının fışkırdığı bir ülkede, hiç kimsenin “tahmin” adı altında kumar oynama hakkı yoktur.
Öcalan’ın “barışı gerçekleştirecek tek kişi” olduğuna milyonlar inanıyor. Onun örgütü “Öcalan'a özgürlük” diye her yerde tüm Kürdistan parçalarında, Avrupa’da, Rusya’da, Kanada’da, Amerika’da kitleleri ayağa kaldırıyor. Görünüşe göre Ahmet Altan da Öcalan’ın barışçılığına inanıyor... O halde neden Öcalan'a özgürlük diye haykırmıyor. “Tahmin” üzerine “örgüte” savaş açacağına, o örgütle birlikte “Öcalan’a özgürlük” diye bağırsana...
Kaynak: Özgür Gündem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder