17 Eylül 2010 Cuma

Onlarin Sayesinde-2


Kayıpsın diyorlar...

Gazeteci ve dağıtımcı arkadaşlarımız hep arkadan yaklaşan katillerin kalleşçe saldırılarıyla öldürüldü. Ancak en az bunlar kadar kalleşçe olan bir başka yöntem ise, kaybetmeydi. Aslında kaçıranlar, gözaltına alıp, 'bizde yok' diyenler malum kişilerdi. Tarih onları asla unutmayacak ve affetmeyecek.

İster trafik kazasında ölsün, isterse bombalanarak öldürülmüş olsun, görevlerinin başında yaşamını yitirdikleri için onları şehit olarak görüyor; onların kahramanca yükselttiği bayraklarını yere düşürmemeye söz veriyoruz.

Bugün dev bir Kürt medyası varsa, bunu büyük ölçüde onların sayesinde başardık. Yani yaşamı pahasına gazetecilik yapan ve bizlere örnek olan arkadaşlarımız olmasa, biz buralarda olamazdık


FERHAT TEPE

Ferhat Tepe - Özgür Gündem
Bitlis - 28 Temmuz 1993

Ferhat Tepe, Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiriydi. Bitlis şehir merkezinde bulunan evinden 28 Temmuz 1993 günü çıkarken sivil giyimli ve telsizli kişiler tarafından kaçırıldı. Kaçırılmadan kısa bir süre sonra Tepe'nin babasının evine telefon eden bir kişi, Ferhat Tepe'yi, Türk İntikam Tugayı (TİT) adına kaçırdıklarını ve Tepe'nin bırakılması için, dönemin DEP Bitlis İl Başkanı olan babası İshak Tepe'nin partisinden istifa etmesini, 1 milyar lira para getirmesini ve örgütün kaçırdığı dört Fransız turistin serbest bırakılması gerektiğini söyledi.

İshak Tepe, kendisine telefon eden kişiye ait sesin, dönemin Tatvan Tugay Komutanı Korkmaz Tağma'nın sesine benzediğini belirterek bu isim üzerinde dururken, Tuğgeneral Tağma'nın Bölge halkına yönelik uygulamalarına dikkat çekiyordu. İshak Tepe'nin telefondaki sesin Korkmaz Tağma'nın sesine benzediği iddiası boşuna değildi. Zira İshak Tepe, bu olaydan bir süre önce, siyasetçiler ile kentin ileri gelenlerinin çağrıldıkları bir toplantıda Korkmaz Tağma ile tartışmıştı ve tehdit edilmişti.

Nitekim, 18 yaşındaki genç muhabir Ferhat Tepe, 8 Ağustos 1993 tarihinde Elazığ'da, Hazar Gölü'nün Sivrice kıyısında bir balıkçı tarafından ölü olarak bulundu. Ancak gerekli duyuru yapılmadığı için cesetten kimsenin haberi olmadı ve Ferhat Tepe'nin cenazesi, kimsesiz olduğu öne sürülerek ve basından kaçırılarak Elazığ Belediyesi tarafından, Elazığ Asri Mezarlığı'na gömüldü.

Bir süre sonra, ailesinin ve gazetenin olaydan haberi olunca, ceset buradan çıkarılarak teşhis edildi, büyük bir araç konvoyu eşliğinde Bitlis'e götürüldü ve Ferhat Tepe, doğum yeri Bitlis'te binlerce kişinin katıldığı bir törenle toprağa verildi. Ferhat Tepe'nin cesedine yapılan otopsi sonucunda, yoğun işkence yapıldığı, vücudunda sigara söndürüldüğü ve boğazı telle sıkılarak boğulduğu anlaşılmıştı.

Kayıp olduğu süre içinde Ferhat Tepe'yi gördüklerini söyleyen tam 14 tanık çıktı. Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde aynı günlerde gözaltına alınan HEP Bismil İlçe Başkanı Mümtaz Çerçel'in de aralarında bulunduğu 14 tanık, Tepe'yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığı'nda gördüklerini söylüyorlardı. Ferhat Tepe cinayetini aydınlatmak isteyen avukat Epözdemir, Ferhat Tepe'nin kaçırılmasından üç ay sonra 25 Kasım 1993 günü katledildi.


ERSİN YILDIZ

Ersin Yıldız - Özgür Ülke
İstanbul - 3 Aralık 1994

Gazetenin merkezi ve iki bürosu 3 Aralık 1994 günü sabaha karşı aynı anda bombalandı. Merkez büroda Ersin Yıldız öldü, 23 kişi de yaralandı. İstanbul ve Ankara'da bulunan diğer iki büroda o saatlerde kimse olmadığı için sadece maddi zarar meydana geldi. Gazete bürolarımızın bombalanması emrinin dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından verildiği ortaya çıktı. Çiller, yasalarla yayını engellenemeyen gazetemizin bertaraf edilmesini istemişti.

Özgür Ülke'nin bürolarına yönelik saldırılarla ilgili, İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin 31.01.2000 ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 16.03.2000 tarihli kararlarında devletin sorumluluğu vurgulanırken, gerek bu olaya gerekse 1990 ile 2000 yılları arasında meydana gelen olaylara ilişkin yargısal süreçte hiçbir ilerleme sağlanamadı. TBMM'nin 12.11.1996 tarihli kararıyla kurulan 'Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları ile Susurluk'ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlatılması Komisyonu'nun raporunda birçok kez Özgür Ülke gazetesi ile benzer yayın politikası izleyen muhalif basına ve gazetecilere yönelik saldırılara değinildi; ancak çoğu ölüm ve sakatlanmalarla sonuçlanan yüzü aşkın olay 'faili meçhul' kaldı.


NAZIM BABAOĞLU

Nazım Babaoğlu - Özgür Gündem
Siverek - 12 Mart 1994

1974 Siverek doğumlu Nazım Babaoğlu, Urfa Ticaret Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Gündem gazetesinde çalışmaya başladı. Gazetede çalışırken bir ara İstanbul'da bulunan gazetenin merkezinde kaldı. Orada gazetecilikle ilgili pratik çalışmalara katıldı. Sonra tekrar muhabir olarak Urfa'ya geri döndü. Nazım artık gazetenin muhabiri idi. Görevi gereği haber peşinde koşuyordu. Şehir merkezi, ilçe ve köylere gidiyordu nerde bir haber varsa Nazım ordaydı.

Bir gün gazetenin Urfa bürosuna bir telefon geldi. Acil olarak önemli bir haber için bir muhabirin gelmesi isteniyordu. Telefon eden gazetenin Siverek'te irtibatta olduğu Murat Yoğunlu idi. Bu tanıdığın telefonu üzerine Nazım, 12 Mart 1994 günü Siverek'e gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ertesi gün gazetenin temsilcilerinden Bayram Balcı Nazım'ın babası İbrahim Babaoğlu ile birlikte Valiliğe gidip, dönemin Valisi Ziyaettin Akbulut'a durumu bildirdiler. Ardından Siverek'e gittiler. Emniyet amirliğine, kaymakamlığa ve savcılığa yaptıkları müracaatta, yetkililer söz birliği yapmışçasına hep aynı sözleri telaffuz ettiler: Bizde değil, haberimiz yok...

Oysa gazeteye ve aileye tanıklar bizzat gelerek Nazım'ı Siverek'te nerede ve nasıl gördüklerini izah ediyorlardı. Bu tanıkların verdiği bilgi dahilinde toplanan delillerle suç duyurusunda bulunuluyor; ancak savcılar bir türlü harekete geçmiyorlardı. Sonradan öğrenildi ki verilen suç duyurusu için verilen dilekçeler de savcılıkta kayıp edilmiş, kayıtlara geçilmemişti. Nazım'ın kaybedilmesi, birbirini tamamlayan zincirin halkası gibiydi. Her kurum kendine verilen rolü başarıyla oynuyorlardı. Bu konuda çok tecrübeleri olduğu belliydi.

12 Mart 1994'te kaybolan Nazım Babaoğlu'nun cesedi şimdiye kadar bulunamadı. Dönem, Başbakan Tansu Çiller'in 'Ya bitecek, ya bitecek!' dediği dönemdi ve Urfa'da Vali Teyfik Ziyaettin Akbulut (günümüzde AKP Tekirdağ Milletvekili ve İçişleri Komisyonu Başkanı), Urfa Emniyet Müdürü Mehmet Cebe, Salih Tuzcu ve Urfa Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Fidanboy'un sorumlu olduğu dönemde Urfa'da 300'un üzerinde siyasal cinayetler işlendi.


SAFYETTİN TEPE

Safyettin Tepe - Yeni Politika
Bitlis - 29 Ağustos 1995


Safyettin Tepe, Yeni Politika gazetesinin Batman muhabiriydi.

Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiriyken gözaltına alınıp kaybedilen amcaoğlu Ferhat Tepe ile ilgili araştırma yapıyordu.

1995 yılı Ağustos ayında Batman'da gazete bürosundan gözaltına alınarak Bitlis'e götürüldü. Birkaç gün sonra da Bitlis Emniyet Müdürlüğü'nde 'intihar etti' denilerek cesedi ailesine teslim edildi. Yapılan otopside, kendisine işkence yapıldığı ortaya çıktı. Safyettin öldürüldüğünde, 27 yaşındaydı.



VOLKAN ERYİĞİT

Volkan Eryiğit - DİHA
Adana - 19 Mart 2004

Volkan Eryiğit, 2 Şubat 1976 günü Van'ın Edremit ilçesinde dünyaya geldi. Ancak babasının memur oluşu yüzünden birçok ayrı yerde yaşamak zorunda kaldı. Bu yüzden ilkokulu Adana'da, ortaokulu Artvin'de, liseyi ise Zonguldak'ta okudu. Açıköğretim Fakültesi Turizm-Otelcilik bölümünden mezun olduktan sonra, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne bağlı Ahlat Meslek Yüksekokulu'nda Bilgisayar Programcılığı bölümünü bitirdi.

Üniversite bittikten sonra çalışmak için İstanbul'a gitti. Daha sonra Adana'ya dönen Volkan, 1998 yılında HADEP Gençlik Kolları'nda çalışmaya başladı. Buradaki çalışması, 2002 yılına kadar sürdü. Ardından Dicle Haber Ajansı'nda muhabir olarak çalışmaya başlayan Volkan Eryiğit ve Evrensel gazetesi muhabiri Hasan İşler, Demokratik Güç Birliği'nin seçim konvoyunu, SHP'ye ait bir seçim otobüsü üstünde izlerken, 19 Mart 2004 günü, Adana'da geçirdikleri kazada öldüler.

Sabancı Merkez Camii'nde düzenlenen cenaze törenine, ölen gazetecilerin aileri ve yakınlarının yanı sıra DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan, Dicle Haber Ajansı çalışanları ile çok sayıda yurttaş katıldı. Konuşmaların ardından, Volkan Eryiğit'in cenazesi ise Küçükoba Mezarlığı'nda toprağa verildi.


NESRİN TEKE

Nesrin Teke - Özgür Halk
Diyarbakır - 9 Temmuz 2000


Diyarbakır'da 1981 yılında doğan Nesrin Teke, Özgür Halk dergisinin Diyarbakır büro temsilcisiydi.

'Güneşimizi Karartamazsınız' eyleminde 9 Temmuz 2000 günü yaşamını yitirdi. Annesinin gözü önünde kendisini yakan Nesrin, annesine 'Eylemimin anlamını daha sonra anlayacaksın!' demişti.

Tedavi için götürüldüğü Adana Ortadoğu Hastanesi'nde ölen Nesrin'in cenazesi Diyarbakır'a getirildi. Nesrin'in anısına sadık kalan annesi Nezahat Teke, 'Barış Anneleri İnisiyatifi'nde savaşın sona ermesi için çalışıyor.



METİN ALATAŞ

Metin Alataş - Azadiya Welat
Adana - 4 Nisan 2010


Metin Alataş, Mardin'in Dargeçit ilçesinde 1976 yılında doğdu. Ailesi 1980'li yıllarda ekonomik nedenlerle Adana'ya göç eden Metin, 1990'lı yıllarda katıldığı gençlik çalışmalarında iki kez tutuklandı ve yaklaşık 3.5 yıl cezaevinde kaldı. İki yıl kadar Özgür Halk dergisinde çalışan Metin, daha sonra geçtiği Azadiya Welat gazetesinde on yıldır çalışıyordu.

3 Nisan 2010 günü dağıtım yaptığı mahalleden saat 14:00 civarında ayrıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Metin Alataş, 4 Nisan günü Hadırlı Mahallesi'nde bir portakal bahçesinde ağaca asılı halde bulundu. Alataş'ı bulan bahçe sahibinin polise haber verdiği, polisin de Azadiya Welat gazetesinin Bölge baskısının yapıldığı Aslan Matbaası'na haber verdiği belirtildi. Matbaa yetkililerinin de gazetenin bürosunu araması üzerine olaydan haberdar olan gazete çalışanları ile Alataş'ın ailesi ve çok sayıda kişi, adli tıbbın önüne gitti.

Metin Alataş'ın cenazesi 6 Nisan günü binlerce kişinin katıldığı törenle defnedildi. Cenaze töreninde konuşan Azadiya Welat temsilcisi Ali Kalik, Alataş'ın ölümünün sıradan bir ölüm olmadığını söyledi. Törende konuşan BDP İl Başkanı Zeki Karataş, Alataş'ı tehdit edenlerin ölümünden sorumlu olduğunu belirterek, 'Bu barbarlıktır, halk bu barbarlığa cevap verecektir. Halk olarak, kendimizi korumalıyız' dedi. Cenaze Adana Adli Tıp morgundan alındıktan sonra konvoyla Dağlıoğlu Demokrasi Kültür Evi'ne getirildi. Güzergahta bulunan esnaflar da kepenk kapatarak, yürüyüşe katıldı. Küçükoba Mezarlığı'na doğru yola çıkan cenaze aracına binlerce kişi yürüyüşle eşlik etti. Alataş'ın tabutuna yol boyunca karanfiller atılırken, yürüyüşte Azadiya Welat gazetesi, Musa Anter ve haber izlerken geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitiren Volkan Eryiğit'in fotoğrafları da taşındı.

İKİ HUSUS HAKKINDA

Aysel Malkaç kocaya kaçmış

Bunca özverili, bunca kahramanca tarihimiz içinde canımızı sıkan iki hususa da değinmek ve bunu da tarihe not düşmekte yarar var. Böylesi iki şeye de muhatap olduk maalesef.

Özgür Gündem gazetesinde çalışırken, 7 Ağustos 1993'te gittiği haberden bir daha dönmeyen ve bir daha izine rastlanamayan gazeteci Aysel Malkaç, 2004 yılı Haziran ayında Almanya'da ortaya çıktı. Uğruna açlık grevleri bile yapılan Malkaç, 'Dünyada gözaltında kaybedilen ilk kadın gazeteci' diye tanımlanıyordu. Ancak Malkaç'ın Yunanistan'a gittiği, bir süre burada yaşadıktan sonra Rızgari örgütünden biriyle evlenerek, siyasi mülteci olarak Almanya'ya yerleştiğini öğrendiğimizde başta insan hakları yetkilileri olmak üzere hepimiz şoke olduk. İkinci evliliğini yaptığı belirlenen Malkaç'ın Alman iç istihbarat örgütü tarafından sıkı bir şekilde korunduğu da öne sürüldü.

Aysel Malkaç, İnsan Hakları Derneği'nin 'kayıp listesi'nde yer alan ilk kadın gazeteciydi ve adı kayıplara karşı mücadelede önemli bir yer tutuyordu. Nitekim İHD İstanbul Şubesi Başkanı Eren Keskin, 3 Haziran 2004'te Aysel Malkaç hakkında yaptığı açıklamada şöyle diyordu: '10 yıldır bizler insan hakları savunucuları olarak Aysel Malkaç için suç duyurularında bulunduk, açlık grevleri yaptık, sokaklarda oturduk, yürüdük, dayak yedik, gözaltına alındık. Oysa bugün Aysel Malkaç'ın yaşadığı iddia ediliyor. Öncelikle insan hakları savunucuları olarak kayıp olarak bildiğimiz bir insanın yaşıyor olması ne olursa olsun sevindiricidir. Ancak eğer Aysel Malkaç yaşıyorsa haksızlık yapmıştır. Öncelikle gazeteci arkadaşları ve daha yüzlerce kayıp insanımızın anılarına haksızlık etmiştir.'

Mecit Akgün'ü kim öldürdü?

Öldürülen gazeteciler listesinde bulunan Mecit Akgün için kimileri Yeni Ülke muhabiri diyor. Oysa gazetenin genel yayın yönetmeni olarak benim böyle görevlendirmem söz konusu olmadığı gibi, imzalı herhangi bir haberi de bulunmuyor gazetelerimizde. Nusaybin'in Çölova köyü yakınlarında, 2 Haziran 1992 günü bir direğe asılı olarak bulunan Mecit Akgün'ün ağzında paralar, üstünde 'Muhbirliğin sonu budur' diye özetlenebilecek bir bildiri bulunduğu söyleniyor. Bildirideki imza ise PKK'dir. Ancak bu konuda, Bekaa'dan yapılan herhangi bir açıklamayı da duymadık.

Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nun kamuoyuna açıklanmayan 12 sayfalık bölümünün 75-77-78. sayfalarındaki kimi ifadeler ise şöyledir: 'Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen devlet, Behçet Cantürk'le baş edememiştir. Yasal yollar yetmemiş, neticede Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havava uçurulmuş, Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışmasına girilmemiştir: Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Sistem nasıl çalışmalı, sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır? 'Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz' itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Hafız Akdemir... Yahya Orhan... Mecit Akgün... Burhan Karadeniz... (o zaman ölmemişti) Halit Güngen... İzzet Keser... Cengiz Altun... Çetin Ababay... Bunların tamamı OHAL Bölgesi'nde falili meçhul cinayetler sonucu ölmüşlerdir.'
DEVAM EDECEK

Hüseyin AYKOL

Hiç yorum yok: