Cahit Mervan
Cin şişeden çıkalı çok oldu. Ama halen o cinin şişede olduğunu düşünenler var. Veya halen şişeden çıkan cini yakalayıp onu tekrardan eski yerine hapsedebileceklerini düşünenler var. Şu an Türk sisteminde ağırlıklı olarak bu görüş egemen.
Türk devleti, Kürtlere bir takım kırıntı düzeyinde hak vererek, onları eski ilişki içinde tutabileceğini düşünüyor. Hesaplarını buna göre yapıyor. Bu nedenle Kürt ve Kürdistan sorununa köklü ve kalıcı çözüm yerine eski sistemin restorasyonunu sağlamaya çalışıyor. Kürdistan’daki son sömürgeci parti olan AKP’nin tümden çöküp gitmemesi için çabalıyor.
TÜRK SİSTEMİ IRKÇIDIR
Bugün itibariyle Türk egemenlerinin temel stratejisi çözüm ve barış değil. Böyle düşünmek için ortada ciddi, elle tutulabilecek hiçbir neden söz konusu değildir. Ankara rejiminin son birkaç yılda ortaya attığı bütün ‘çözüm projeleri’, ‘açılım’ ve benzeri girişimler, harcadığı çaba ve enerji, yaptığı hamleler sorunu çözmeye değil, Kürtlerin kolektif hak taleplerini sıfırlamaya, bu mümkün olmuyorsa onu olduğunca minimalize etmeye yöneliktir.
Örneğin Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulabileceği ‘fikri’ böylesine bir stratejinin sonucu olarak ortaya atılmaktadır. Sadece Kürtler için değil, kendi toprakları üzerinde bin yıllardır kök salmış bir halkın dilinin yasaklanması ve onun için ‘seçmeli’ şıkkının tanınması ağır bir hakarettir. Irkçılıktır. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın haklı olarak ‘Kürtçenin ne gibi bir eksiği var ki, seçmeli bir ders olsun?’ diye sorması bundan dolayıdır.
Elbette ki sorun Kürtçenin ‘bir eksikliğinden’ değil Türk rejiminin Kürtlere bakışından kaynaklanıyor.
Aslında bugün hükümetteki AKP’nin, onun destekçisi ve onunla iktidarı paylaşan Fethullah Gülen’in ‘Hizmet Hareketi’nin, ordunun, polisin, Türk yargısının, devlet içinde halen bir güç olan Kemalistlerin, sözde liberallerin, hatta yer yer kendine sol diyen bazılarının Kürt ve Kürdistan sorununa bakışlarında temelde, hatta taktik yaklaşımlarında dahi nitel bir fark ve ayrılık yoktur.
Kaldı ki dünyadaki son yüz yıldaki değişim, dönüşüm ve alt-üst oluşlar, insanlığın her şeye rağmen ileriye doğru kat ettiği mesafe göz önüne alınırsa Türk egemen sisteminin durduğu yer aslında 1930’lı yılların nam-ı değer ırkçısı Mahmut Esat Bozkurt’un durduğu yerden pek farklı değildir.
Hatta o dönemde ırkçılığın, bir halkı inkar ve ret etmenin, sömürgeciliğin bir ‘mantığı’, bir ‘izahatı’ vardı. Bugün ise hiçbir gerekçe bir halkın dilini ‘seçmeli’ olarak okutulabileceğine zemin oluşturamaz. Hiçbir gerekçe bir halkın, bir ulusun kendi geleceğini belirleme hakkının önüne engel, gerekçe ve argüman olarak sunulamaz.
Bütün bu güçler Kürtleri bir ulus olarak görmemekteler. Kabul etmedikleri bir ulusun kolektif haklarının olmadığını ileri sürmekteler. Bundan dolayı Kürtlerin özgürlük arayışlarını zaman ve mekana göre, koşullara göre ortadan kaldırmak, sıfırlamak için çaba ve gayret içindeler.
Bu çaba sadece açık ırkçı-muhafazakar, Kemalist-devletçi ekipte değil, kendisine ‘sol’, ‘liberal’ gibi etiketler takan, ama Türk ırkçılığından bağını bir türlü koparamamış, onun esiri haline gelmiş ‘sınıf’ta da kendisini gösteriyor.
SÖMÜRGECİLİĞİ SAVUNMAK AKÇAM’A KALDI
Bunun en son örneği Taner Akçam oldu. Akçam ve onun gibiler maşallahları var her konuda ahkam kesiyorlar, ama söz konusu Kürtler olunca, Kürtlerin siyasi liderleri, hakları-hukukları olunca işi demagojiye vurup, Kürtleri aşağılıyorlar ve meseleyi bireysel haklar sınırına çekebiliyorlar.
Daha da ötesi Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkı konusunda ‘felaket senaryoları’ üretebiliyorlar. Veya malum karargahlarda üretilen senaryoları isimlerinin önlerine ekledikleri etiketlerle topluma yedirmeye çalışıyorlar.
Halbuki pek ala Taner Akçam da iyi bilir ki -eğer bilmiyorsa bir uzman gibi, arkaya yaslanıp ahkam kesmemesi gerekiyor- Kürt sorunu tarihsel arka planı olan, sosyal, politik ve tabi ki teritorial bir sorundur. Esas olarak ta Kürt ve Kürdistan’ın kendi geleciğini belirleme sorunudur. Gasp edilmiş elinden alınmış-her uslusun hakkı olan-hakkın Kürtlerin kendisine teslim edilme sorunudur.
Bu hakkı nasıl kullanacağı, hangi lideri kendisine ‘önder seçeceği’, hangi partiyi özgür Kürdistan’da iktidara getireceği, nasıl bir rejim ve ekonomik ilişkiler içinde olacağı, o halkın kendisinin belirleyeceği bir sorundur. Zaten temel problem de her halk ve ulus için var olan, var olması gereken hakkın, Kürtlerden gasp edilmiş olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerin son 200 yıllık özgürlük arayışlarının temelinde bu vardır.
Şimdi Türk sömürgeci sistemi eskinin yeni biçimde devam etmesini sağlamak için, kaybettiği bir savaşı kazanmanın arzu ve iştahı içindedir. Bunun için kaba ret ve inkar yerine, yeni argümanlarla saha inmeye çalışmaktadır.
Örneğin geçmişte kabaca söylenen, ‘Kürtler ayrılırlarsa aç kalırlar’, ‘birbirlerini yerler, öldürürler’, ‘kendilerini yönetecek medeni bir toplum değiller’ gibi gerekçeler tarihte kalmıştır. Bu argümanların bu gün beş paralık değeri kalmıştır.
PKK KÜRDİSTAN’I YÖNETİRSE SİZE NE?
Bunun yerine ikame edilmek istenen argümanlar, en son Taner Akçam’ın dillendirdiği ‘PKK yöneteceği bir idari birim istiyor’ türünden akla ziyan demagojilerdir. Evet, bu bir demagojidir. Çünkü bu iddianın temel hedefi Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını hiçleştirmektir.
Farz edelim ki PKK ‘kendisinin yöneteceği idari bir birim’ için kavga veriyor. Peki milyonlarca Kürt, Türk sömürgeci sistemi altında köle olarak yaşamak zorunda mıdır? Bu toprakların en eski halkının payına düşen sadece bireysel haklar ve ana dillerinin ‘seçmeli ders olarak okutulması’ mıdır? Aslında Kürtleri kölelik ilişkileri içinde tutmak isteyen, Kürtlerin kolektif haklarını tanımayan bu ceberut Türk rejiminden hicap duyacaklarına, onu restore etmeye çalışmaları, onlar adına da Türk aydın sınıfı adına da üzüntü verici.
Öte yandan eğer Kürt halkı özgür ve demokratik bir Kürdistan’da PKK’ye ülkeyi yönetme hakkı verirse, bundan size ne? Neşe Düzel ve Taner Akçam’a ne oluyor? Memleket, Kürtler ve Kürdistan sizden mi soruluyor? Oldu olacak Kürtlerin ne yiyeceğine de siz karar verin.
SOYKIRIM TEHDİDİ SÖKMEZ
Akçam ve diğerleri Kürtlerin özerklik, federasyon, hatta bağımsızlık gibi kendi geleceğini, belirleme hakkına karşı çıkarken ileri sürdükleri diğer bir argüman ise Kürtleri soykırım tehditti ile terbiye etmeyi amaçlıyor.
Akçam’ın ‘Otonomi çerçevesinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısacası Kürt özerk bölgesinin kurulması, çatışma getirir’ demesini aslında Kürtlere karşı açıktan soykırım tehdittin den başka bir şey değildir. Kürtlere söylenmek istene şudur; ayağınız denk alın.
Ama artık kimsenin ayağını denk alacağı ne sabrı kaldı ne de zamanı. Cin şişeden çıkalı çok oldu.
ANF NEWS AGENCY
Cin şişeden çıkalı çok oldu. Ama halen o cinin şişede olduğunu düşünenler var. Veya halen şişeden çıkan cini yakalayıp onu tekrardan eski yerine hapsedebileceklerini düşünenler var. Şu an Türk sisteminde ağırlıklı olarak bu görüş egemen.
Türk devleti, Kürtlere bir takım kırıntı düzeyinde hak vererek, onları eski ilişki içinde tutabileceğini düşünüyor. Hesaplarını buna göre yapıyor. Bu nedenle Kürt ve Kürdistan sorununa köklü ve kalıcı çözüm yerine eski sistemin restorasyonunu sağlamaya çalışıyor. Kürdistan’daki son sömürgeci parti olan AKP’nin tümden çöküp gitmemesi için çabalıyor.
TÜRK SİSTEMİ IRKÇIDIR
Bugün itibariyle Türk egemenlerinin temel stratejisi çözüm ve barış değil. Böyle düşünmek için ortada ciddi, elle tutulabilecek hiçbir neden söz konusu değildir. Ankara rejiminin son birkaç yılda ortaya attığı bütün ‘çözüm projeleri’, ‘açılım’ ve benzeri girişimler, harcadığı çaba ve enerji, yaptığı hamleler sorunu çözmeye değil, Kürtlerin kolektif hak taleplerini sıfırlamaya, bu mümkün olmuyorsa onu olduğunca minimalize etmeye yöneliktir.
Örneğin Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulabileceği ‘fikri’ böylesine bir stratejinin sonucu olarak ortaya atılmaktadır. Sadece Kürtler için değil, kendi toprakları üzerinde bin yıllardır kök salmış bir halkın dilinin yasaklanması ve onun için ‘seçmeli’ şıkkının tanınması ağır bir hakarettir. Irkçılıktır. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın haklı olarak ‘Kürtçenin ne gibi bir eksiği var ki, seçmeli bir ders olsun?’ diye sorması bundan dolayıdır.
Elbette ki sorun Kürtçenin ‘bir eksikliğinden’ değil Türk rejiminin Kürtlere bakışından kaynaklanıyor.
Aslında bugün hükümetteki AKP’nin, onun destekçisi ve onunla iktidarı paylaşan Fethullah Gülen’in ‘Hizmet Hareketi’nin, ordunun, polisin, Türk yargısının, devlet içinde halen bir güç olan Kemalistlerin, sözde liberallerin, hatta yer yer kendine sol diyen bazılarının Kürt ve Kürdistan sorununa bakışlarında temelde, hatta taktik yaklaşımlarında dahi nitel bir fark ve ayrılık yoktur.
Kaldı ki dünyadaki son yüz yıldaki değişim, dönüşüm ve alt-üst oluşlar, insanlığın her şeye rağmen ileriye doğru kat ettiği mesafe göz önüne alınırsa Türk egemen sisteminin durduğu yer aslında 1930’lı yılların nam-ı değer ırkçısı Mahmut Esat Bozkurt’un durduğu yerden pek farklı değildir.
Hatta o dönemde ırkçılığın, bir halkı inkar ve ret etmenin, sömürgeciliğin bir ‘mantığı’, bir ‘izahatı’ vardı. Bugün ise hiçbir gerekçe bir halkın dilini ‘seçmeli’ olarak okutulabileceğine zemin oluşturamaz. Hiçbir gerekçe bir halkın, bir ulusun kendi geleceğini belirleme hakkının önüne engel, gerekçe ve argüman olarak sunulamaz.
Bütün bu güçler Kürtleri bir ulus olarak görmemekteler. Kabul etmedikleri bir ulusun kolektif haklarının olmadığını ileri sürmekteler. Bundan dolayı Kürtlerin özgürlük arayışlarını zaman ve mekana göre, koşullara göre ortadan kaldırmak, sıfırlamak için çaba ve gayret içindeler.
Bu çaba sadece açık ırkçı-muhafazakar, Kemalist-devletçi ekipte değil, kendisine ‘sol’, ‘liberal’ gibi etiketler takan, ama Türk ırkçılığından bağını bir türlü koparamamış, onun esiri haline gelmiş ‘sınıf’ta da kendisini gösteriyor.
SÖMÜRGECİLİĞİ SAVUNMAK AKÇAM’A KALDI
Bunun en son örneği Taner Akçam oldu. Akçam ve onun gibiler maşallahları var her konuda ahkam kesiyorlar, ama söz konusu Kürtler olunca, Kürtlerin siyasi liderleri, hakları-hukukları olunca işi demagojiye vurup, Kürtleri aşağılıyorlar ve meseleyi bireysel haklar sınırına çekebiliyorlar.
Daha da ötesi Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkı konusunda ‘felaket senaryoları’ üretebiliyorlar. Veya malum karargahlarda üretilen senaryoları isimlerinin önlerine ekledikleri etiketlerle topluma yedirmeye çalışıyorlar.
Halbuki pek ala Taner Akçam da iyi bilir ki -eğer bilmiyorsa bir uzman gibi, arkaya yaslanıp ahkam kesmemesi gerekiyor- Kürt sorunu tarihsel arka planı olan, sosyal, politik ve tabi ki teritorial bir sorundur. Esas olarak ta Kürt ve Kürdistan’ın kendi geleciğini belirleme sorunudur. Gasp edilmiş elinden alınmış-her uslusun hakkı olan-hakkın Kürtlerin kendisine teslim edilme sorunudur.
Bu hakkı nasıl kullanacağı, hangi lideri kendisine ‘önder seçeceği’, hangi partiyi özgür Kürdistan’da iktidara getireceği, nasıl bir rejim ve ekonomik ilişkiler içinde olacağı, o halkın kendisinin belirleyeceği bir sorundur. Zaten temel problem de her halk ve ulus için var olan, var olması gereken hakkın, Kürtlerden gasp edilmiş olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerin son 200 yıllık özgürlük arayışlarının temelinde bu vardır.
Şimdi Türk sömürgeci sistemi eskinin yeni biçimde devam etmesini sağlamak için, kaybettiği bir savaşı kazanmanın arzu ve iştahı içindedir. Bunun için kaba ret ve inkar yerine, yeni argümanlarla saha inmeye çalışmaktadır.
Örneğin geçmişte kabaca söylenen, ‘Kürtler ayrılırlarsa aç kalırlar’, ‘birbirlerini yerler, öldürürler’, ‘kendilerini yönetecek medeni bir toplum değiller’ gibi gerekçeler tarihte kalmıştır. Bu argümanların bu gün beş paralık değeri kalmıştır.
PKK KÜRDİSTAN’I YÖNETİRSE SİZE NE?
Bunun yerine ikame edilmek istenen argümanlar, en son Taner Akçam’ın dillendirdiği ‘PKK yöneteceği bir idari birim istiyor’ türünden akla ziyan demagojilerdir. Evet, bu bir demagojidir. Çünkü bu iddianın temel hedefi Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını hiçleştirmektir.
Farz edelim ki PKK ‘kendisinin yöneteceği idari bir birim’ için kavga veriyor. Peki milyonlarca Kürt, Türk sömürgeci sistemi altında köle olarak yaşamak zorunda mıdır? Bu toprakların en eski halkının payına düşen sadece bireysel haklar ve ana dillerinin ‘seçmeli ders olarak okutulması’ mıdır? Aslında Kürtleri kölelik ilişkileri içinde tutmak isteyen, Kürtlerin kolektif haklarını tanımayan bu ceberut Türk rejiminden hicap duyacaklarına, onu restore etmeye çalışmaları, onlar adına da Türk aydın sınıfı adına da üzüntü verici.
Öte yandan eğer Kürt halkı özgür ve demokratik bir Kürdistan’da PKK’ye ülkeyi yönetme hakkı verirse, bundan size ne? Neşe Düzel ve Taner Akçam’a ne oluyor? Memleket, Kürtler ve Kürdistan sizden mi soruluyor? Oldu olacak Kürtlerin ne yiyeceğine de siz karar verin.
SOYKIRIM TEHDİDİ SÖKMEZ
Akçam ve diğerleri Kürtlerin özerklik, federasyon, hatta bağımsızlık gibi kendi geleceğini, belirleme hakkına karşı çıkarken ileri sürdükleri diğer bir argüman ise Kürtleri soykırım tehditti ile terbiye etmeyi amaçlıyor.
Akçam’ın ‘Otonomi çerçevesinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısacası Kürt özerk bölgesinin kurulması, çatışma getirir’ demesini aslında Kürtlere karşı açıktan soykırım tehdittin den başka bir şey değildir. Kürtlere söylenmek istene şudur; ayağınız denk alın.
Ama artık kimsenin ayağını denk alacağı ne sabrı kaldı ne de zamanı. Cin şişeden çıkalı çok oldu.
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder