Bir yanda siyaset sınıfı, diğer yanda iktidar, Emniyet, şu veya bu kurum
ile yakın iletişimi olan onca insanın bile daha henüz dişe değer bir
yorum yapamadığı bu olay, bizim gibi fanilerin kolayca çözeceği, hatta
iddialı yorumlar yapabileceği bir olay değil. Bana kalsa, ortalık bu
kadar toz duman iken üzerine yazı bile yazmak istemezdim, ama o da
olmaz, hem tüm Türkiye bu olayı konuşurken hiçbir şey söylememek
lüksümüz yok, hem yorum yapmamak türlü manaya çekilir. Yine de, ben bu
aşamada, sadece ortaya atılan tez ve yorumları değerlendirmeye
çalışacağım.
Birçokları, açıkça ortada olan, MİT-Emniyet çekişmesinin ardında cemaat ile iktidar çekişmesine işaret ediyor. Daha doğrusu birçokları ‘cemaat’i telaffuz edemeyip, ima veya tarif ediyor. Nitekim, uzun süredir böyle bir çekişme olduğu üzerine ‘kulaktan kulağa’ oynanıyordu. Hatta iktidara muhalefet edenlerin, böyle bir muhtemel çekişmeye ‘umut’ bağladıkları bile gözlenebiliyordu. Samimi olarak söylüyorum, ben bu spekülasyonları anlamlandırmakta öteden beri zorlanıyorum.
Güçlü bir iktidar partisi içinde kişiler de, farklı grup ve çevreler de birbiri ile güç mücadelesine girebilir, buraya kadar olanı tamam. Ancak, ben ‘cemaat’ denilen çevre ile iktidar partisi arasında kolay sınırlar çizileceğini hiç düşünmedim. Zira bu çevrelerin, değer dünyaları da siyaset anlayışları da, büyük ölçüde birbiri ile örtüşüyor. Aynı iktidar çerçevesi içinde yer alan, farklı grup ve çevrelerin aralarındaki ayrışma ancak çok önemli konularda ve çok ciddi ölçüde olmalı ki, bu ölçekte bir çatışma çıksın, ben bu ölçekte bir ayrışma izlenimi edinemiyorum.
Diğer taraftan, ‘cemaat’ denilen çevrenin şeffaf bir yapısı olmaması dolayısı ile fazlasıyla gizemli ve spekülasyona açık bir halde olması, kimden bahsettiğimizin tam da belli olmaması, konuyu tartışmamız önünde ciddi bir engel. Doğrudan ‘cemaat’i işaret eden yorumcuların bile, bu tabiri telaffuz edememesi, doğru dürüst bir tartışma yürütmeyi imkânsız kılıyor. Her taşın altında bu çevrenin parmağı olduğuna inananlar dışında kalanlar bir yana, neden herkes ‘cemaat’ denilince bu denli ketum davranır, bunu da anlamak mümkün değil. Bu bir tür korunma tavrı ise, bence tam tersine, bu tür tutumlar, ‘her taşın altında cemaat var’ mitini sadece güçlendirmeye yarıyor.
İkinci büyük tez, Kürt meselesinde ‘güvenlikçi’ ve ‘müzakereci’ anlayışlar arasında çatışma yaşandığı yönünde. Bu iddia da, meseleyi tüm boyutları ile anlamamıza yardımcı olmuyor, zira MİT’e sahip çıkan ve dolayısı ile ‘müzakereci’ anlayışı temsil ettiği iddia edilen iktidar çevreleri, hiç de müzakereci bir siyaset izliyor değiller. ‘Cemaat’e yakın olarak bilinen bazı gazetecilerin bir süredir, iktidarın Kürt siyasetine eleştiri yönelttikleri doğru ama bunlar güvenlikçi ve müzakereci çevrelerin, farklı anlayışlar olarak saflaştığına dair net işaretler olmaktan uzaklar. Bu değil, kurumlar arası çatışma deseniz, tam bir siyasi kriz yaratan olayın boyutları, bu çerçeveyi çoktan aşmış vaziyette.
Olayın arkasında İsrail’in (ve hatta başka uluslararası ellerin) Hakan Fidan’ı hedef alması olduğunu söylemek, hepsinden daha sorunlu. Çünkü bu iddia, İsrail’in (veya diğerlerinin) Türkiye’deki elinin çok geniş ve rahat olduğu imasına varır, bu türden bir imayı iddia sahipleri de sahiplenmek istemezler. Bu krizin Suriye’de artan gerilim ve müdahale olasılığı esnasında patlamasını, kuşkusuz, uluslararası siyaset ilişkilerini de dikkate alarak yorumlamak gerekir. Ancak bu da çok bilinmezli bir denklemi çözmeyi gerektiriyor, bunu yapmak mümkün olsa bile, şu anda imkânsız. Dahası, böyle bir değerlendirmenin, İsrail-Hakan Fidan gibi dar bir açının sınırları içinden yapılması fazlasıyla yanıltıcı olur.
Ve nihayet, bu denli büyük ölçekli bir kriz hakkında, bu ülkeyi yönetenler de dâhil olmak üzere herkesin kafasının bunca karışık olması olayın dar kapsamlı değil, çok boyutlu ve sıkıntılı bir sürecin işareti ve habercisi. İşin en kaygı verici yanı da bence burası.
Birçokları, açıkça ortada olan, MİT-Emniyet çekişmesinin ardında cemaat ile iktidar çekişmesine işaret ediyor. Daha doğrusu birçokları ‘cemaat’i telaffuz edemeyip, ima veya tarif ediyor. Nitekim, uzun süredir böyle bir çekişme olduğu üzerine ‘kulaktan kulağa’ oynanıyordu. Hatta iktidara muhalefet edenlerin, böyle bir muhtemel çekişmeye ‘umut’ bağladıkları bile gözlenebiliyordu. Samimi olarak söylüyorum, ben bu spekülasyonları anlamlandırmakta öteden beri zorlanıyorum.
Güçlü bir iktidar partisi içinde kişiler de, farklı grup ve çevreler de birbiri ile güç mücadelesine girebilir, buraya kadar olanı tamam. Ancak, ben ‘cemaat’ denilen çevre ile iktidar partisi arasında kolay sınırlar çizileceğini hiç düşünmedim. Zira bu çevrelerin, değer dünyaları da siyaset anlayışları da, büyük ölçüde birbiri ile örtüşüyor. Aynı iktidar çerçevesi içinde yer alan, farklı grup ve çevrelerin aralarındaki ayrışma ancak çok önemli konularda ve çok ciddi ölçüde olmalı ki, bu ölçekte bir çatışma çıksın, ben bu ölçekte bir ayrışma izlenimi edinemiyorum.
Diğer taraftan, ‘cemaat’ denilen çevrenin şeffaf bir yapısı olmaması dolayısı ile fazlasıyla gizemli ve spekülasyona açık bir halde olması, kimden bahsettiğimizin tam da belli olmaması, konuyu tartışmamız önünde ciddi bir engel. Doğrudan ‘cemaat’i işaret eden yorumcuların bile, bu tabiri telaffuz edememesi, doğru dürüst bir tartışma yürütmeyi imkânsız kılıyor. Her taşın altında bu çevrenin parmağı olduğuna inananlar dışında kalanlar bir yana, neden herkes ‘cemaat’ denilince bu denli ketum davranır, bunu da anlamak mümkün değil. Bu bir tür korunma tavrı ise, bence tam tersine, bu tür tutumlar, ‘her taşın altında cemaat var’ mitini sadece güçlendirmeye yarıyor.
İkinci büyük tez, Kürt meselesinde ‘güvenlikçi’ ve ‘müzakereci’ anlayışlar arasında çatışma yaşandığı yönünde. Bu iddia da, meseleyi tüm boyutları ile anlamamıza yardımcı olmuyor, zira MİT’e sahip çıkan ve dolayısı ile ‘müzakereci’ anlayışı temsil ettiği iddia edilen iktidar çevreleri, hiç de müzakereci bir siyaset izliyor değiller. ‘Cemaat’e yakın olarak bilinen bazı gazetecilerin bir süredir, iktidarın Kürt siyasetine eleştiri yönelttikleri doğru ama bunlar güvenlikçi ve müzakereci çevrelerin, farklı anlayışlar olarak saflaştığına dair net işaretler olmaktan uzaklar. Bu değil, kurumlar arası çatışma deseniz, tam bir siyasi kriz yaratan olayın boyutları, bu çerçeveyi çoktan aşmış vaziyette.
Olayın arkasında İsrail’in (ve hatta başka uluslararası ellerin) Hakan Fidan’ı hedef alması olduğunu söylemek, hepsinden daha sorunlu. Çünkü bu iddia, İsrail’in (veya diğerlerinin) Türkiye’deki elinin çok geniş ve rahat olduğu imasına varır, bu türden bir imayı iddia sahipleri de sahiplenmek istemezler. Bu krizin Suriye’de artan gerilim ve müdahale olasılığı esnasında patlamasını, kuşkusuz, uluslararası siyaset ilişkilerini de dikkate alarak yorumlamak gerekir. Ancak bu da çok bilinmezli bir denklemi çözmeyi gerektiriyor, bunu yapmak mümkün olsa bile, şu anda imkânsız. Dahası, böyle bir değerlendirmenin, İsrail-Hakan Fidan gibi dar bir açının sınırları içinden yapılması fazlasıyla yanıltıcı olur.
Ve nihayet, bu denli büyük ölçekli bir kriz hakkında, bu ülkeyi yönetenler de dâhil olmak üzere herkesin kafasının bunca karışık olması olayın dar kapsamlı değil, çok boyutlu ve sıkıntılı bir sürecin işareti ve habercisi. İşin en kaygı verici yanı da bence burası.
Nuray Mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder