Tayyip
Erdoğan’ın başında bulunduğu AKP hükümeti tüm yedeklerini cepheye
sürmesine rağmen, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü tasfiye
savaşında bir türlü zafer ilan edemiyor. Yaptığı tüm hamleler birer
birer çöküyor. AKP Kürtlere karşı zafer kazanmak için, yaptığı her
başarısız hamleden sonra tekrardan başa dönüyor.
Ancak ilk baştaki enerjisini, gücünü, savaş kabiliyetini ve yedeklerini biraz daha kaybederek işe koyuluyor. AKP rejimi Kürtler karşısında sonuç alamayınca kendisini zaman içinde sıkışmış hissediyor. Bundan dolayı daha çok saldırgan ve hırçın oluyor. Faşist karakteri her gün biraz daha açığa çıkıyor. Aslına rücü ediyor.
Bunun için Erdoğan kabinesinin en ‘demokrat’ ve en gözü yaşlı bakanı Bülent Arınç, 1930’lı yılların Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt çizgisinde olduğunu ‘Kürtçe medeni bir dil değildir’ diyerek ilan ediyor.
TC’NİN 20. YÜZYIL PARADİGMASI SAHNEDE
Ve bu nedenle en son AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, tam da TC’nin 20. yüzyıl paradigmasına uygun olarak, kamuoyunun hiçte yabancısı olmadığı bir ‘iç ve dış düşman’ tanımı yapıyor.
‘Türkiye'de kaos, korku, kriz yaratmak isteyenler’ arasında ABD’li ünlü yazar Paul Auster, Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel, PKK lideri Abdullah Öcalan, İsrail eski devlet başkanı Schimon Peres, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve BDP eş başkanı Selehattin Demirtaş’ın isimlerini zikrediyor.
Tabi Gedikli’nin bu açıklamaları rejimin nasıl bir paranoya içinde olduğunun da somut bir göstergesidir. Türk devletinin 20. yüzyılda bir pranga gibi boynunda taşıdığı ‘bölünme ve parçalanma’ paranoyası, AKP rejimiyle tekrardan diriltildi. Kısacası Ergenekon’u tasfiye ettiği söylenen AKP, kendisi Ergenekonlaştı. AKP tanıdığımız, bildiğimiz ırkçı-militarist tipik bir devlet partisi haline geldi.
Daha da ötesi AKP hiçbir sorunu çözmedi, çözmek istemedi. Tehlikeli bir şekilde her konuda ‘çözüm fikrini’ bir tüccar gibi pazarladı. Çözüme en yakın duran sorunları dahi çözümsüz bıraktı. Bu nedenle, rejimin Kürdistan Özgürlük Hareketi‘ne karşı yaptığı hamleler sonuç alıcı olamadı. Çözülen, tükenen, eriyen Kürt hareketi değil, rejimin kendisi oldu. AKP, Kürdistan’da hızla klasik sömürgeci-ırkçı bir parti haline geldi. O, Kürdistan’da bir yaban otuna dönüştü.
Kürtlerle AKP arasındaki köprüler birer birer yıkılmaya, çökmeye başladı. Son kalan köprünün bir ayağını başbakan yardımcısı Arınç, Kürtçeyi alenen aşağılamasıyla yıktı. Diğer ayağını ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ‘alternatif’ olarak düşünülen ‘tek kişilik örgüt liderlerinin’( Kemal Burkay) açıktan ‘Türk tezlerine’ angaje olmaları ve hızla itirafçı olmaları çökertti.
AKP’NİN SON AKILSIZ HAMLELERİ
Bu nedenle sadece ‘içerdeki’ gelişmeler değil, Ortadoğu’daki gelişmeler de Kürtler ve Ankara arasında sil baştan eşit ve karşılıklı güvene dayalı, herkesin hak ve hukukunun gözetildiği, güvence altına alındığı yeni bir ilişkiyi, yeni bir konsensüsü zorunlu kılıyor.
Ancak AKP rejimi sadece ‘içte’ değil, bütün bir bölgeyi içine alabilecek şekilde yeni bir Kürt-Türk savaşının fitilini ateşlemek üzere akılsız hamlelere hazırlanıyor. Daha doğrusu yarım bıraktığı hamleleri tamamlamak istiyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrittin devam ettirilmesi ve bu tehlikeli işe yasal kılıf bulma girişimi bu hamlenin ilk ayağını, Kürtler arası çelişki ve çatışma çıkarmak, Federal Kürdistan Yönetimi ile PKK’yi karşı karşıya getirmek, mümkünse kardeş kanı dökmek bu hamlenin ikinci ayağını oluşturuyor.
Hükümet kalıcı bir barış ve çözüm için terk ettiği müzakere masasına geri döneceğine, sorunun çözümü için söz ve karar sahibi muhatapları devre dışı bırakmak için, daha tehlikeli bir yol izliyor. Öcalan üzerinde ağır bir tecrit uygulayarak bükemediği, eğemediği eli sıkacağına, Kürtlerin uzattığı çözüm ve barış elini son bir hamleyle koparmak istiyor. Yıllar önce çöken, sahiplerini tüketen ve sıfır başarı şansı olan ‘Öcalan’sız çözüm’ modelini bir kez daha denemek istiyor.
Ankara rejimi diğer taraftan PKK’’yi izole edebilecek, onsuz bir ‘çözümün’ kapılarını aralayacak askeri-siyasi ve diplomatik dümenler çeviriyor. Hewler üzerinde baskıyı artırarak toplanacak olası bir Kürdistan Ulusal Kongresi’nin bileşenleri ve sonuçlarıyla kendi lehinde olmasını istiyor. PKK’nin olmadığı ve onun mahkum edildiği bir konferans için çalışıyor.
Bilindiği gibi Kürt siyasetinin sömürgeci rejimin Kürdistan’daki ‘son partisi’ AKP’ye karşı ezici üstünlük sağladığı 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi de Kürdistan Ulusal Konferansı’na ilişkin bir hayli iddia gündeme gelmişti. Tıpkı bugün olduğu gibi kongrenin ne zaman toplanacağı, gündeminin ne olacağı, hatta alacağı kararlar yazılıp-çizilmiş, mesele Ankara rejimi tarafından tatlıya bağlanacağı belirtilmişti.
Ama olmadı. Ankara’nın Kürdistan siyasetinde ‘alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete’ numarası tutmadı.
Halbuki tıpkı bugün olduğu gibi, Erdoğan’ın konuşma metinlerinin yazarı ‘Yasin Doğan’ kod adlı elaman başta olmak üzere ‘derin’ analiz yapanlar toz pembe bir tablo çizmişlerdi. Onlara göre PKK bitti, bitecekti. Hatta bu bitişin ilanını ise toplanacak Kürdistan Ulusal Kongresi yapacaktı.
Hesap şöyle yapılmıştı;
Ancak ilk baştaki enerjisini, gücünü, savaş kabiliyetini ve yedeklerini biraz daha kaybederek işe koyuluyor. AKP rejimi Kürtler karşısında sonuç alamayınca kendisini zaman içinde sıkışmış hissediyor. Bundan dolayı daha çok saldırgan ve hırçın oluyor. Faşist karakteri her gün biraz daha açığa çıkıyor. Aslına rücü ediyor.
Bunun için Erdoğan kabinesinin en ‘demokrat’ ve en gözü yaşlı bakanı Bülent Arınç, 1930’lı yılların Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt çizgisinde olduğunu ‘Kürtçe medeni bir dil değildir’ diyerek ilan ediyor.
TC’NİN 20. YÜZYIL PARADİGMASI SAHNEDE
Ve bu nedenle en son AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, tam da TC’nin 20. yüzyıl paradigmasına uygun olarak, kamuoyunun hiçte yabancısı olmadığı bir ‘iç ve dış düşman’ tanımı yapıyor.
‘Türkiye'de kaos, korku, kriz yaratmak isteyenler’ arasında ABD’li ünlü yazar Paul Auster, Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel, PKK lideri Abdullah Öcalan, İsrail eski devlet başkanı Schimon Peres, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve BDP eş başkanı Selehattin Demirtaş’ın isimlerini zikrediyor.
Tabi Gedikli’nin bu açıklamaları rejimin nasıl bir paranoya içinde olduğunun da somut bir göstergesidir. Türk devletinin 20. yüzyılda bir pranga gibi boynunda taşıdığı ‘bölünme ve parçalanma’ paranoyası, AKP rejimiyle tekrardan diriltildi. Kısacası Ergenekon’u tasfiye ettiği söylenen AKP, kendisi Ergenekonlaştı. AKP tanıdığımız, bildiğimiz ırkçı-militarist tipik bir devlet partisi haline geldi.
Daha da ötesi AKP hiçbir sorunu çözmedi, çözmek istemedi. Tehlikeli bir şekilde her konuda ‘çözüm fikrini’ bir tüccar gibi pazarladı. Çözüme en yakın duran sorunları dahi çözümsüz bıraktı. Bu nedenle, rejimin Kürdistan Özgürlük Hareketi‘ne karşı yaptığı hamleler sonuç alıcı olamadı. Çözülen, tükenen, eriyen Kürt hareketi değil, rejimin kendisi oldu. AKP, Kürdistan’da hızla klasik sömürgeci-ırkçı bir parti haline geldi. O, Kürdistan’da bir yaban otuna dönüştü.
Kürtlerle AKP arasındaki köprüler birer birer yıkılmaya, çökmeye başladı. Son kalan köprünün bir ayağını başbakan yardımcısı Arınç, Kürtçeyi alenen aşağılamasıyla yıktı. Diğer ayağını ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ‘alternatif’ olarak düşünülen ‘tek kişilik örgüt liderlerinin’( Kemal Burkay) açıktan ‘Türk tezlerine’ angaje olmaları ve hızla itirafçı olmaları çökertti.
AKP’NİN SON AKILSIZ HAMLELERİ
Bu nedenle sadece ‘içerdeki’ gelişmeler değil, Ortadoğu’daki gelişmeler de Kürtler ve Ankara arasında sil baştan eşit ve karşılıklı güvene dayalı, herkesin hak ve hukukunun gözetildiği, güvence altına alındığı yeni bir ilişkiyi, yeni bir konsensüsü zorunlu kılıyor.
Ancak AKP rejimi sadece ‘içte’ değil, bütün bir bölgeyi içine alabilecek şekilde yeni bir Kürt-Türk savaşının fitilini ateşlemek üzere akılsız hamlelere hazırlanıyor. Daha doğrusu yarım bıraktığı hamleleri tamamlamak istiyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrittin devam ettirilmesi ve bu tehlikeli işe yasal kılıf bulma girişimi bu hamlenin ilk ayağını, Kürtler arası çelişki ve çatışma çıkarmak, Federal Kürdistan Yönetimi ile PKK’yi karşı karşıya getirmek, mümkünse kardeş kanı dökmek bu hamlenin ikinci ayağını oluşturuyor.
Hükümet kalıcı bir barış ve çözüm için terk ettiği müzakere masasına geri döneceğine, sorunun çözümü için söz ve karar sahibi muhatapları devre dışı bırakmak için, daha tehlikeli bir yol izliyor. Öcalan üzerinde ağır bir tecrit uygulayarak bükemediği, eğemediği eli sıkacağına, Kürtlerin uzattığı çözüm ve barış elini son bir hamleyle koparmak istiyor. Yıllar önce çöken, sahiplerini tüketen ve sıfır başarı şansı olan ‘Öcalan’sız çözüm’ modelini bir kez daha denemek istiyor.
Ankara rejimi diğer taraftan PKK’’yi izole edebilecek, onsuz bir ‘çözümün’ kapılarını aralayacak askeri-siyasi ve diplomatik dümenler çeviriyor. Hewler üzerinde baskıyı artırarak toplanacak olası bir Kürdistan Ulusal Kongresi’nin bileşenleri ve sonuçlarıyla kendi lehinde olmasını istiyor. PKK’nin olmadığı ve onun mahkum edildiği bir konferans için çalışıyor.
Bilindiği gibi Kürt siyasetinin sömürgeci rejimin Kürdistan’daki ‘son partisi’ AKP’ye karşı ezici üstünlük sağladığı 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi de Kürdistan Ulusal Konferansı’na ilişkin bir hayli iddia gündeme gelmişti. Tıpkı bugün olduğu gibi kongrenin ne zaman toplanacağı, gündeminin ne olacağı, hatta alacağı kararlar yazılıp-çizilmiş, mesele Ankara rejimi tarafından tatlıya bağlanacağı belirtilmişti.
Ama olmadı. Ankara’nın Kürdistan siyasetinde ‘alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete’ numarası tutmadı.
Halbuki tıpkı bugün olduğu gibi, Erdoğan’ın konuşma metinlerinin yazarı ‘Yasin Doğan’ kod adlı elaman başta olmak üzere ‘derin’ analiz yapanlar toz pembe bir tablo çizmişlerdi. Onlara göre PKK bitti, bitecekti. Hatta bu bitişin ilanını ise toplanacak Kürdistan Ulusal Kongresi yapacaktı.
Hesap şöyle yapılmıştı;
Bir: DTP seçimde ağır bir yenilgi alacaktı.
İki: AKP
rejiminin şimdi daha çok ‘camdan bir karakol’ olduğu anlaşılan TRT6 gibi
beş kuruş etmez sözde ‘açılımlarıyla’ Kürtler Özgürlük hareketini terk
edecek ve PKK kitlesel gücünü kaybedecekti.
Üç: TC ile Federal
Kürdistan bölgesi arasında ‘köprüyü geçene kadar’ iyi ilişkiler
geliştirilecek. PKK kuşatmaya alınacak ve yalnızlığa itilecekti.
Dört:
Ankara’nın teslimiyet politikasının sonuç vermesi için uluslararası
baskılar artırılacaktı.
AKP’NİN DERİN AKLI SINIFTA KALDI
Ancak süreç AKP’nin ‘derin aklı’ için tam bir fiyasko ile sonuçlandı. DTP seçimlerden başarı ile çıktı. Gücünü ikiye katladı. Bu sömürgeci Ankara rejiminin tasfiye politikası açısından ağır bir yenilgiydi.
Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması için ‘öncülük’ eden, hatta gündemini, ve toplanmamış bir konferansın kararlarını ‘yayımlayan’ Türkiye, bu seçim yenilgisinden sonra bir anda konferansı unutuverdi. Sanki böyle bir konu hiç konuşulmamış gibi davrandı. Daha da ötesi bu koşullarda bir Kürdistan Kongresi’nin toplanmasına karşı olduğunu, engelleyeceğini Federal Kürdistan yönetimine bildirdi. Toplanmasını el altından engelledi.
Çünkü Ankara rejiminin derdi başkaydı. Toplanacak olan konferans ‘PKK’siz olmalıydı ve her halükarda PKK’nin tavsiyesini amaçlamalıydı. Şimdi Ankara üç yıl önce çöken bu projeyi tekrardan diriltme çabası içinde. Ama mümkün değil.
PKK’nin içinde olmadığı bir Kürdistan Kongresi ne toplana bilir, ne de AKP rejiminin ‘önerilerine’ uygun kararlar alabilir. Çünkü Kürtler arası ilişkiler geçmiş birkaç yılın aksine, daha stratejik hedeflere oturdu. Suriye’deki gelişmeler, Irak’ın parçalanmasının gündemde oluşu, Federal Kürdistan’ın bağımsızlığın eşiğine gelmesi ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bunca ağır saldırı ve tasfiye politikalarına karşı akıl almaz müthiş direnişi ve özerklik ilanı bu stratejik ilişkilerin yeni parametrelerini oluşturuyor.
AKP’nin iki ayaklı bu son hamlesi de kaçınılmaz bir çöküş yaşayacaktır. Erdoğan’ın ‘derin aklı' hem Öcalan’ın rolünü, PKK’nin gücünü ve onu var eden nesnel koşulları, hem de bütün Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin her gün biraz daha iç içe geçen ortak stratejik çıkarlarını ve ilişkilerini yanlış okuyor. Hesaplarını ve hamlelerini bu yanlış okuma üzerine kuruyor. Ve AKP aptallığın en büyük kanıtı olan şeyi, yani aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktadır.
ANF NEWS AGENCY
AKP’NİN DERİN AKLI SINIFTA KALDI
Ancak süreç AKP’nin ‘derin aklı’ için tam bir fiyasko ile sonuçlandı. DTP seçimlerden başarı ile çıktı. Gücünü ikiye katladı. Bu sömürgeci Ankara rejiminin tasfiye politikası açısından ağır bir yenilgiydi.
Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması için ‘öncülük’ eden, hatta gündemini, ve toplanmamış bir konferansın kararlarını ‘yayımlayan’ Türkiye, bu seçim yenilgisinden sonra bir anda konferansı unutuverdi. Sanki böyle bir konu hiç konuşulmamış gibi davrandı. Daha da ötesi bu koşullarda bir Kürdistan Kongresi’nin toplanmasına karşı olduğunu, engelleyeceğini Federal Kürdistan yönetimine bildirdi. Toplanmasını el altından engelledi.
Çünkü Ankara rejiminin derdi başkaydı. Toplanacak olan konferans ‘PKK’siz olmalıydı ve her halükarda PKK’nin tavsiyesini amaçlamalıydı. Şimdi Ankara üç yıl önce çöken bu projeyi tekrardan diriltme çabası içinde. Ama mümkün değil.
PKK’nin içinde olmadığı bir Kürdistan Kongresi ne toplana bilir, ne de AKP rejiminin ‘önerilerine’ uygun kararlar alabilir. Çünkü Kürtler arası ilişkiler geçmiş birkaç yılın aksine, daha stratejik hedeflere oturdu. Suriye’deki gelişmeler, Irak’ın parçalanmasının gündemde oluşu, Federal Kürdistan’ın bağımsızlığın eşiğine gelmesi ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bunca ağır saldırı ve tasfiye politikalarına karşı akıl almaz müthiş direnişi ve özerklik ilanı bu stratejik ilişkilerin yeni parametrelerini oluşturuyor.
AKP’nin iki ayaklı bu son hamlesi de kaçınılmaz bir çöküş yaşayacaktır. Erdoğan’ın ‘derin aklı' hem Öcalan’ın rolünü, PKK’nin gücünü ve onu var eden nesnel koşulları, hem de bütün Kürdistan parçalarındaki Kürtlerin her gün biraz daha iç içe geçen ortak stratejik çıkarlarını ve ilişkilerini yanlış okuyor. Hesaplarını ve hamlelerini bu yanlış okuma üzerine kuruyor. Ve AKP aptallığın en büyük kanıtı olan şeyi, yani aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktadır.
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder