Ahmet ALIŞ
AKP tıpkı diğer dönemlerde gördüğümüz gibi umutları tek
tek söndürmekle aslında iktidarı nasıl ele geçirdiğini ve Ortadoğu'ya
has devlet olma aklıyla nasıl hareket ettiğini tescilledi.
Türkiye'de devletin bir hep sabrı vardır! Sabrının sınırı
vardır! Muhtelif olaylar ve özellikle çeşitli dönemlerde farklı
muhalefet ve "şer odaklarına" karşı devlet aklı hep müsama göstermiştir,
bir noktaya kadar: "sözün bittiği,"iktidar ve devlet söylemi işin içine
girene kadar.
Devlet veya o mekanizmayı ellerine geçiren kesimler, söz gelimi II.
Meşrutiyet'te (1908-1918) İttihat Terakki, Tek-Parti döneminde
(1925-1945) Kemalist elit, 1950 ve 1960 arası Demokrat Parti,
1960-1980'lere kadar ordu, sonrasında liberal ve İslami kesimler ve son
on yılda AKP, muhalefetle savaşmayı hep iktidar güçlerinin ele
alınmasından sonraki (consolidation of power) aşamaya bırakmıştır.
Örneğin, 1919-1924 yılları arasında kim Mustafa Kemal Atatürk'e gelip hilafeti kaldıralım deseydi ilk karşı çıkan kesim Mustafa Kemal ve arkadaşları olurdu.
Neden mi, çünkü zamanlama meselesi, çünkü risk alma meselesi. Kim ki gelip Recep Tayyip Erdoğan
ve arkadaşlarına biz bu Kürt hareketini marjinalize edelim ve muhatap
almayalım deseydi 2002 yılında ilk karşı çıkacak olanlar yine o grup
olacaktı. Neden mi, çünkü zamanlama meselesi, çünkü güç toplama
meselesi.
Tıpkı savaş taktikleri gibi, zaten az olan kanı daha çok kaybetmemek
adına geri çekilip kendinize güveniniz şartlar da el verdiğinde tam
yerine gelir o zaman size neden olmasın diye umut bağlayanlardan
başlarsınız yemeye, yani şoreş zarokên xwe dixwe! (devrim kendi çocuğunu yer).
4 Mart 1925 tarihinde, Şeyh Sait ayaklanması sebep gösterilip, 1929
yılına kadar yürürlükte kalacak Takrir-i Sükûn Kanunu hükümetçe kabul
edilir. Bu kanunun çok ilginç bir yönü, hükümete istediği dernek, yayın
ve kurumları kapatma yetkisi vermesiydi.
Ali Fuat Cebesoy ve Eşref Edip'in anılarında belirttiği gibi, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, Istiklal, Sebilurresat, Aydınlık isimli beş büyük gazete iki gün sonra, 6 Mart 1925'te kapatılır. Ahmet Şükrü Esmer, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Ahmet Emin Yalman, Velid Ebuzziya, İsmail Mustak, Eşref Edip, Sadri Ethem ve Suphi Nuri gibi önemli gazeteciler tutuklanır ve Elaziz ile Diyarbekir'e Şark İstiklal Mahkemelerine gönderilir.
Bu gazetecilerin tek ortak yanı belki de Kemalist iktidara tam biat
etmemiş olmaları ve basın gibi önemli bir gücü ellerinde bulundurmaları.
O zamanın koşulları altında burnu sürtülen ve sonra serbest bırakılan
gazetecilere verilen mesaj çok açıktır: "Muktedir benim." O tarihten
sonra, zaten Mete Tuncay'ın idare devri dediği dönem başlar, 1945 yılına kadar hükümeti eleştirecek bir basına yer kalmaz.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son on yılda, doğrudan olmasa da
yerleşik milliyetçi elitin tersine, ''Kürt meselesini çözer'', ''daha çok
demokratik bir devlet mekanizması getirir'', ''kamusal alanı Türkiye'ye
benzetir'' diye değişik kesimlerden destek aldı.
Hatta siyasal literatürümüze "Yetmez Ama Evetçiler" diye bir kavram da koydu.
Fakat bütün bu kesimler, gazeteciler, liberal, demokrat ve de
sosyalist aydınlar ve en önemlisi de Kürtler bu umutlarını yitirmişler.
Bunu artık saklayan ve gizleyen de yok, AKP tıpkı diğer dönemlerde
gördüğümüz gibi umutları tek tek söndürmekle aslında iktidarı nasıl ele
geçirdiğini ve Ortadoğu'ya has devlet olma aklıyla nasıl hareket
ettiğini tescillemiştir.
Hikayenin vardığı noktayı hep bilmekle beraber, siyaset bahçesinden
dışarı çıkmamak adına bahsettiğimiz kesimler yanılmamış tam tersine her
zaman olduğu gibi yanıltılmışlardır.
KCK operasyonları adı altında rakamlar değişse de binlerce kişi gözaltına alındı. En son, aralarında İktidar ve Tarih: Türkiye'de "Resmi Tarih" Tezinin Oluşumu (1929-1937) isimli önemli çalışmanın yazarı ve demokratik çevrelerin yakından tanıdığı Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın da bulunduğu yeni tutuklanmalar işin vardığı boyutları gözler önüne sermektedir.
Tabii ki bu durum, diğer tutukluların meşru olarak tutuklandığı
anlamına gelmez, onların tutukluluğunu haklı göstermez. Suçluyu ve suçu
övmek meselesi değil yaptığımız ve bu baskı altına alınan,
tutuklananların hiçbirinin de bunu yaptığına inanmıyorum.
Burada mesele suçun ve suçlunun tanımının evrensel ve demokratik standartlarda olup olmaması.
Kürt meselesinin ve Kürtlerin mücadelesinin tanınıp tanınmamasıdır.
Mağdur olmuşluğun arkasına sığınan AKP'nin artık mağdur ettiği
gerçeğinin sadece belli gruplarca değil toplumun tüm kesimlerince
görülmesi gerektiğidir önemli olan.
Kürt meselesinde arpa boyu yol alınmadığı görülüyor, tam aksine
toplumun ve Kürtlerin bazı kesimlerinde hani belki bu sefer gerçek olur
diye umutlananların hayal kırıklığı gittikçe artmakta.
Belirsizlik ve muhatap bulamamak, işine geldiğinde devlet gibi işine
geldiğinde mağdur olmuş bir siyasal oluşum gibi hareket eden iktidar
sahiplerini anlamak acı ama bu topraklarda siyasetin nasıl yapıldığını
bir daha hatırlatmaktadır.
Sıfır sorun, sıfır muhalefet ve bunun adı toplumsal barış ya da Kürt
sorununun çözümüyse, o zaman daha çok şeyler göreceğiz gibi. Ama bunları
yaparken sevgili Turgut Uyar'ı 1970 yılından bir şiiriyle de yad edelim
yine:
Yokuş Yol'a
"güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar
Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar
sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar
bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar
Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar" (AA/HK)
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar
Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar
sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar
bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar
Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar" (AA/HK)
* Ahmet Aliş Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü, Modern Türkiye Tarihi bölümü doktora öğrencisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder