10 Ekim 2010 Pazar

İşkence Kurumsallaşmış Faşist Devletin, Yok Etme ve Sindirme Politikasıdır

        Hep sonradan gelmesin aklımız başımıza. Fırtınanın aramızdan çekip aldığı en kalenderlerimiz, en çatal yürek ve ilim bakışlı yürek parelerimiz gittikten ve her şey yerle yeksan olduktan sonra, sonranın sonrasında kesif bir hazan iklimiyle sarmalanıp keşkelerle örtülü bir yaşam kurmamak için, an’ın zembereğine asılmalıyız. 

      Henüz vakit varken gelmeli aklımız başımıza. Alı al moru mor kır çiçekleri arasında oynayan çocuklarımızın bedenleri parçalanıp tanınmaz hale gelmeden… Karanlık çöküp, kanlı emellerini bir örümcek gibi ören haramiler, yeri göğü titretebilecek kudrete sahip baldırı çıplakların uyku halinden yararlanıp hunharca Ape Musa’yı aramızdan alıp bizi ışıksız bırakmadan… “Onyedi yaşındaki gençleri katil/tetikçi yapan bu köhne karanlık”, delikli pabuçlardan daha fazlasını bize bırakan Hrant Dink’i soğuk namlularla kana boğmadan… Kürt ve demokrat olmaktan başka suçu olmayan üniversite öğrencisi Aydın Erdem sokak ortasında infaz edilmeden… aklımız başımıza gelmeliydi. 
       Vaktinde korku mağarasına çekilip vicdanımızı “mutluluk” avuntularıyla, aklımızıda yalanlarla kandırmasaydık ve dur diyebilseydik, sabahın üçünde palas pandıras gelen o kanı kokan Eylül gününe, tarih sayfaları yazmayacaktı ulucanlar katliamını… Tamtamlar eşliğinde gelen titanlar soyunun önünde geçit vermez bir kale olsaydık, dönemin adalet bakanı Sami Türk’le aynı varlık katagorisinde olmaktan hicap duymaz ve 19 aralık gecesiyle sürek avına çıkan ölümün pençesine yüz yirmi iki candaşımızı, özgecanımızı ve yaşamın cansularını vermezdik… Hınca hınç sokaklarda, “insanlık Onuru İşkenceyi Yenecek” diye diye gür seslerle haykırsaydık Engin Ceber aramızda olacaktı ve sokaklar direniş ıslığını çalacektı.Miadı doldu mu? Vakit doldu mu? Çok mu geciktik? Hayır, geciktik ama çok değil. Tarihin apak sayfaları, yeni aşk ve özgürlük hikayelerinin kitlesel kahramanlıklarını yazmakla dolacak. Şimdi, vakit o vakitdir, dem o demdir. Ateşi körüklemeli, gemileri yakmalı ve okyanusun derin sularına kulaç atmanın demidir: Kalanlara kalkan, geleceğe ışık olup hep beraber, yeni bir hayatta, yeni bir dünyada yaşamanın yollarına düşmenin zamanıdır. 
        Ve şimdi, dur demeliyiz olup bitene… Bir süredir, Edirne F tipi Hapishanesinde ölüm yokluyor devrimci tutsakları. Ölüm işkencelerde, enseye indirilen sert bir darbeyle mi; başımıza ardı arkası kesilmeyen tekmelerle mi; bayılana ya da takatsiz kalana dek sürdürülen işkencelerle mi gelecek; muamma. Ama çok uzak değil ölüm. Günlerle haftalar arasına sıkışan en berbat ve zalim bir anında, zulme karşı direnmenin kıyasıya savaşında gizlidir. Cümle alem, yedi düvel biliyor ve pratikle tescillidir ki, devrimci tutsaklar diz kırmaktansa zulmün önüde, tıpkı ateş bakışlı Che gibi “ölüm, hoşgeldi, sefa geldi” diyebilecek cürete sahiplerdir.Buradan açık açık ilan edelim, Edirne F Tipi Hapishanesinde (ve tabiki diğer hapishanelerde de) işkence(ler)den dolayı bir tutsak yaşamını yitirirse, bunun baş sorumlusu; demokrasi, insan hakları, hukuk üstünlüğü… vb gibi kurumsallaşmış faşist bir düzende/rejimde pek de geçer akçe etmeyen kavramları dilinden düşürmeyen Başbakan Erdoğan; onlarca-yüzlerce işkence davasına rağmen aymazlıkla “işkenceye sıfır tolerans” diyen Adelet Bakanı Sadullah Ergin, Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, sayısız suç duyurumuzu hiçbir inceleme yapmadan “soruşturma açılmasına gerek görülmemiştir” diyerek red eden Cumhuriyet Başsavcıları, işkencecileri koruyan Edirne Valiliği ve işkencelere sessiz kalarak onaylayan Edirne F Tipi Hapishanesi idaresi olacaktır.Bir süredir, Edirne F Tipi Hapishanesi’nde, hastane, savcılık ve mahkeme sevklerinde, künyesi insanlık suçuyla dolu ve tescilli bir faşist olan üst çavuş A. Barış Akzeybek tarafından devrimci tutsaklara işkenceler yapılmaktadır. Bu tescilli faşist üst çavuşun işkence icraatlarını aşağıya dökelim:

         24.05.2010 tarihinde, tedavi amaçlı hastaneye götürülen arkadaşımız Mehdi Boz, sırf Kürt milliyetinden ve devrimci tutsak olmasından dolayı, hastane nezaretinde ve ring aracında elleri arkadan kelepçeyle bağlandıktan sonra faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek tarafından işkenceye maruz kalmıştır. 


        29.06.2010 tarihinde, ifadesinin alınması amacıyla savcılığa götürülen Mehdi Boz arkadaşımız, ring aracında, bilekleri arkadan kelepçelendikten sonra, malum faşist üst çavuş ve bu üst çavuşun yönlendirdiği adli tutsaklar tarafından yoğun bir işkenceye maruz kalmıştır. 


26.05.2010 tarihinde, yine duruşma nedeniyle, İstanbul-Beşiktaş ACM’ye götürülen arkadaşımız Canip Tarhan ve Sezgin Zengin, ring aracından indirilirken slogan atmalarından sonra saldırıya uğramış, saldırılar geri dönüşte de ring aracında da devam etmiştir.  

11.06.2010 tarihinde, duruşma nedeniyle, İstanbul-Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesine götürülen arkadaşımız M. Ali Polat, ring aracından inerken slogan attığından, ring aracıyla ACM’nin arasındaki mesafede, basının önünde saldırıya maruz kalmış, nezarette, “ben, doğu’da görev yaptım, çok kelle götürdüm” diyerek faşist karekterini ifşa eden üst çavuş A Barış Akzeybek tarafından tehdit edilmiş; arkadışımız duruşmada uğradığı saldırıyı anlattığında, heyetin, avukatların ve duruşmaya gelen izleyicilerin gözleri önünde arkadaşımıza fütursuzca saldırmış, işkenceler mahkeme koridorlarında artırılarak devam etmiş ve geri dönüşte ring aracında dört saat boyunca “ben, doğuda görev yaptım, çok kelle kopardım” diyerek faşist karekterini yansıtan üst çavuş A. Barış Akzeybek ve askerler tarafından arkadaşımız işkencelere maruz kalmıştır.

      26.08.2010 tarihinde, duruşma için İstanbul-Beşiktaş ACM’ye götürülen arkadaşlarımız, duruşma bitipte hapishaneye geri getirilmek üzere ring aracına bindirilirken, arkadaşımız Öner Aşık, dışarıda bekleyen ailesine; “kendinize iyi bakın biz iyiyiz” diye sesleniyor. Bunun üzerine yine malum faşist üst çavuş tarafından saldırıya uğruyor, parmağı ring aracının kapısına sıkışıyor ve kolları arkadan kelepçelenen arkadışımız yolculuk byunca saldırıya uğruyor.

 
       Öner Aşık’la birlikte duruşmaya götürülen; Muhittin Çeter, Metin Arslan, ve Deniz Yaşar isimli arkadaşlarımızda, işkenceye karşı çıktıkları için malum faşist üstçavuş tarafından yönlendirilen askerlerce tartaklanıyor.        

16.09.2010 tarihinde, tedavi amaçlı Edirne Devlet Hastanesi’ne götürülmek üzere, hücrelerinden alınıp tüm aramalardan geçirilen Murat Özdağlı, Tekin Beyhan, Ahmet Türk ve M. Ali Polat isimli arkadaşlarımıza, asker araması da yapıldıktan sonra, insanlık suçuyla sicili kabarık faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek, şimdiye kadar bu hapishanelerde rastlamadığımız, 12 Eylül Cuntasının arama yöntemiyle arkadaşlarımızın ağızlarının içini aramaya yeltenmiş. Onur kırmaya dönük bu uygulamayı kabul etmeyen arkadaşlarımız hücrelerine geri gönderilerek tedavi hakları gasp edilmiştir.           

Bütün bu saldırı / işkencelere maruz kalan arkadaşlarımızın bedenlerinde oluşan tahribatlar ve yaralar, Edirne Devlet Hastanesi’nin ve Edirne F Tipi Hapishanesi revir kayıtlarında mevcuttur.Varlığını, “iç ve dış mihraklar” üzerine kurup ezilenleri bu manipülatif söylemlerle sisteme yedekleyerek koruyan türk devleti, söz konusu, bu coğrafyanın entellektüelleri, aydınları, demokratları, devrimcileri ve sosyalistleri oldu mu, peşin ön kabullerle ve delil aramaksızın, göstermelik yargılamalarla onlarca yıl ceza veriliyor. Oysa faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek’in gerçekleştirdiği işkenceler, ayan beyan ortada olmasına, işkenceler sonucu arkadaşlarımızın bedenlerinde oluşan tahribatların ve yaraların raporları ve tanıkları mevcutken, verdiğimiz suç duyurularına, infaz hakimliği, Cumhuriyet Baş savcıları ve Edirne Valiliği ağız birliği yapmışcasına “soruşturmaya gerek yok” kararı veriliyor.Bu işkence vakalarının delilleri ve tanıkları olmasına rağmen, devlet ve yargı mercileri, faşist üst çavuş A. Barış Akzeybek hakkında verdiğimiz suç duyurularına, “soruşturma izni verilmemesine” karar verilip red ediliyorsa; işkencenin bir devlet politkası olarak yürütüldüğünü ve işkencecilerin devlet tarafından korunduğunu söylemek abartı olmayacaktır.Edirne F Tipi Hapishanesinde (ve diğer hapishanelerde) işkenceler sonucu ölümlerin ciddi ve yaralanmaların oluşmaması için, aklımız sonradan başımıza gelmeden ve henüz vakit varken, duyarlı aydın ve kurumlarımızın, insanlık suçu işkenceye karşı olan herkesin, hapishanelerde yaşanan işkencelere duyarlı olmaya çağırıyoruz.


Erdal Süsem/F Tipi Hapishanesi EDİRNE 

Hiç yorum yok: