Üç yıl önce yayına başlayan Taraf gazetesi TSK’dan en yoğun zulmü görmüş olan Kürt halkı tarafından ilk başlarda önemsenmişti. Ancak belli bir Kürt okuyucu kitlesine sahip olmasının akabinde yeni roller aldı ve Kürt hareketini hedef edindi. Referandumda BDP’nin ‘boykot’ kararına tahammül göstermeyen Taraf ‘’BDP'ye sayfalarında yer vermeme" kararı alarak kendini teşhir etmiş oldu.
Gazeteci ve medya eleştirmeni Ragıp Duran’a göre Kürt okuru kaybetmesiyle birlikte Taraf gazetesi hırçınlaştı. Gazetenin kendisine belge gönderenler tarafından çıkartıldığını söyleyen Duran, gazetenin künyesinde görünen yöneticilerce çıkarılmadığını belirtiyor. Duran’a göre gazeteyi çıkaran isim Ahmet Altan değil.
Taraf'ın ilk çıkış sürecinde belli bir Kürt okuyucu kitleye sahip olduğunu 'gözleriyle gördüğünü' anlatan Duran, şimdilerde ise bu tablonun kaybolduğu yönündeki gözlemlerini sunuyor. Duran’a göre ‘’Aslında Taraf'ın Kürt okurlarla ilgili denediği politikası bir AKP planıydı aynı zamanda. Hatta, çok karşı oldukları TSK'nin de bu biçimde planları mevcut’’diyor.
Gazetenin BDP'yi 'boykot' etme kararını ise Duran, 'beyaz Türk ideolojisi’yle açıklıyor. Duran, Taraf'la birlikte genel olarak Türk basınının da 'gazetecilik' yapamadığını ve bu hususun özellikle Kürtlere yönelik kullanılan haber dilinden de anlaşılabileceğini düşünüyor.
Taraf'ın 'gazeteciliğini', özellikle Kürtlere yönelik üstlendiği rolü ve BDP'ye yönelik ‘boykot’ tavrını gazeteci-yazar ve akademisyen Ragıp Duran ile konuştuk. Detaylı bir analiz sunan Duran'ın bize anlattıkları şöyle:
'TARAF'IN 'BOYKOT'U, İKTİDAR KÜSTAHLIĞIDIR'
"Taraf gazetesinin BDP için aldığı ‘boykot’ kararını doğru değerlendirmek için, ilkin tekniki ve mesleki olarak başlamak lazım. Şöyle ki; bir gazetenin genel yayın politikasını, Türkiye'deki uygulamada genel yayın yönetmenleri belirler. Bu yayın yönetmenlerinin çoğu zaman şahsi olarak hareket ettiklerini söylemek de mümkün.
Örneğin Ahmet Altan'ın söz konusu boykot kararıyla ilgili yazısında, 'yazı işleri kararıma karşı çıkmasına rağmen' şeklinde bir ibare vardı. Şimdi, belli ikna edici ve somut gerekçeler varsa, bir gazete belirli konularda kendi yayın politikasına uymadığı için belli yerlerden demeç almayabilir. Yani bu hakka sahiptir ama nasıl? Mesela ilk aklıma gelen, son 5-10 yıl içerisinde Fransa'da ırkçı Le Pen, Fransız Cumhuriyet Yasalarını da çiğneyerek ırkçılık propagandası yaptığı için, gazete ve televizyon yöneticileri bu adamı ekranlarına ve sayfalarına konuk yapmamışlardı. Buna rağmen, kamuoyunu bilgilendirmek adına bu kişiyle ilgili gelişmelere yer vermeyi sürdüreceklerini söylüyorlardı.
‘BEYAZ TÜRK İDEOLOJİSİ’
Taraf gazetesi eğer doğrudan BDP'ye yönelik bir tavır alıp engellemeler getiriyorsa, buna hiçbir hakları olmadığını bilmeliler. BDP'nin haber değeri taşıyan açıklamalarıyla okurlarınızı bilgilendirmek zorundasınız. Şuna da dikkat çekmeliyim; Ahmet Altan'ın açıklamasında beni en çok rahatsız eden şey, 'çocuk yaşındaki insanlardan azar işitmekten bıktım' ifadesiydi. Bu, beyaz Türk ideolojisinde, özellikle de sağcı ve büyük ölçüde liberal iktidara, dini cemaatlere sırtını dayamanın getirdiği iktidar küstahlığıdır. Bu beyaz Türk ideolojisi, Kürtleri güdülecek sürü, akılsız insanlar topluluğu ve onlara hükmetmeye çalışan, batıdan bildiğimiz oryantalist bir tutum şeklinde ortaya çıkıyor.
Gazetecilikte, fikri tartışmada yaşla başla ilgili konular gündeme gelemez. Üstelik Ahmet Altan'ın kastettiği Selahattin Demirtaş, sadece demokratik tepkisini kullanmış ve gazetenin bir hatasından ötürü, yayın yönetmeni olan Altan'ı eleştirmiştir, bu kadar. 'Çocuk yaşındaki insanlardan azar işitmekten bıktım' ifadesi tipik bir sağcı, liberal, oryantalist iktidar sahibinin söylemidir. Ayrıca Altan'ın karşısındaki bir çocuk değildir.
AKP ve yıllardır beyaz Türk dediğimiz, yani Türk egemen kesiminin liberal kısmı, eskiden de, Demokrat Parti veya Cumhuriyet kurulduğundan beri Kürt halkını kimi zaman oy deposu, kimi zaman kendi siyasetlerine taban oluşturacak bir kütle olarak gördüler. 'Kürtler cahildir, bir şey bilmezler, okuma yazma bilmezler' gibi iğrenç yaklaşımları Türk basınında çok okuduk. Faik Bulut bu konuyu çok irdelemişti. Bence bu konu hala son bulmuş değil. Başka biçimlerde kendisini gösteren bir yaklaşım bu.
Örneğin Taraf da bugün referandum ortamında, aslında AKP'nin sıkışmışlığına çare olarak Kürt seçmenleri de 'evet' oyuna çekmek için hamleler yaptı. Demirtaş'ın açıklamalarını çarpıtması da bunlara bir örnek.
‘HİÇBİR YAYIN YÖNETMENİ PATRONUNA HEDİYE İÇİN GAZETE HAZIRLAMAZ’
Taraf, BDP'nin açıklamalarına yer vermeyecekse, çok yanlış bir tutum içindedir. Fransa'daki örnekte, benzer tavrı sergileyen gazete gerekçesini açıklamıştı, ırkçılık söz konusuydu çünkü. Ancak tabii Demirtaş'ın ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi de yok. Zaten Taraf bırakın okuyucusunu, yazışlerini bile ikna edememiş bu kararıyla. Ayrıca Ahmet Altan BDP'yi boykot edeceklerini duyurduğu yazısında 'zaten iyi gazeteci değilim' demiş. Bunu açıklamasına gerek bile yoktu.
Gazetecilik açısından Taraf'la ilgili beni rahatsız eden bir başka şey de, şu: Taraf çıkarken bu gazetenin kurucusu, 'ben bu sıralar polisiye roman yazıyorum, katili bulana kadar gazetecilik yapacağım' şeklinde bir açıklama yapmıştı. Oysa gazetecilik, böyle, roman yazarken vakit geçirilmek için yapılacak bir iş değildir. Bu, hakaret gazeteciliğidir ve ayrıca aşağılamadır. Zaten çeşitli kesimlere yönelik Ahmet Altan çokça yapıyor bunu, şimdi de mesleğe yönelik yapmış oluyor. Yine aynı kişi, Taraf çıkacağı süreçte bir röportajında, 'çok iyi, şeker bir patronumuz var. Biz, patronumuza hediye olarak gazete hazırlıyoruz' demişti. Bu da sağcı, iktidar ve patron yanlısı bir bakış açısıdır. Hiçbir gazete bu amaçla hazırlanamaz. Gazetenin tanımı da niyeti de bellidir. Yıllardır dünya basın meselesini izlerim; hiçbir yayın yönetmeninin patronuna hediye için gazete hazırladığını görmedim!
'F TİPİ CEMAATLE İLGİLİ NEDEN HABER YAPMIYOR?'
Bu gazetenin görüldüğü gibi bir siyasi çizgide olması da keyfi bir şey değil. İlk başta, Taraf'ın ne yazık ki mali yanı şeffaf değil. Minimum matematik hatta aritmetikten anlayanlar 60 bin traj ilan eden, sayfalarını incelediğimizde alınan reklamları da hesaba katarsak, gazetenin, normal olarak dönmesi gerektiğin bilir. Oysa herkes biliyor ki Taraf, çalışanlarına emeklerinin karşılığını da vermiyor. Maaşlarını ödemiyor. Bir de bu gazetenin nerde basıldığı, internet sitesini hazırlayan kurumun başka nerelerde iş yaptığı da, internette yayımlanmıştı. Ben bu tür polisiye şeyleri çok ciddiye almıyorum ama siyasi olarak da bakarsak; 'Paşasının Başbakanı' hariç, bu gazetenin AKP'ye yönelik eleştirel bir tutum takındığını görmedim. Örneğin F tipi cemaatle ilgili hiçbir haber yayımlamamış olması, Taraf'ın bağımsız olmadığını şüphelerini de güçlendiriyor.
'BU GAZETE, BELGE GÖNDERENLER TARAFINDAN ÇIKARILIYOR'
Taraf'ın nerdeyse alametifarikası olan TSK'ye yönelik yayınlarıdır. Dağlıca operasyonu olsun, Heron olsun, haber ve bilgi düzeyinde TSK'nin antidemokratik, faşizan, Kürt ve genel olarak halk karşıtı, kendi yasalarını çiğneyen tutumlarını teşhir eden başarılı habercilik yaptılar. Ama ben burada da kuşkuluyum. Şu bakımdan kuşkuluyum; kısa zaman içerisinde gördük ki bunlar Taraf'taki esas olarak bir veya birden fazla muhabirin sağladığı habercilik başarısı değil. Zaten kendileri de sonradan itiraf etmek zorunda kaldılar. Birileri gazeteye bavulla bilgi gönderiyor, belge gönderiyor, bunlar da hızlı bir biçimde yayınlıyorlar.
Bir gazeteye olduğu gibi belge sızdırılması olumsuz bir şey değildir ama bakıldığı zaman bu bilgi ve belgelerin hep aynı kaynaktan ve hep aynı hedefe vuran olduğunu görüyoruz. O zaman ben bu gazetecilikten kuşkulanırım tabii. Çünkü Türkiye'de vurulacak tek yegane iktidar odağı askeri odak değildir. Siyasi odağı, iktisadi odakları eleştiriden muaf tutarsanız bu gazetecilik değildir; askeri odakla sorunu olanların sözcülüğüdür.
Teknik olarak da canımı sıkan bir şey var: Önemli bir istihbarat değil, ama şöyle ki bu bilgi sızdırıcılar bazen doğru olmayan bilgiler de sızdırıyorlar. Şöyle bir olay hatırlıyorum: Islak-kuru imza kahramanı Dursun Çiçek'in 10 Kasım günü Genelkurmay'da genelkurmay başkanı ve dört kuvvet komutanıyla yemek yediğine dair manşetten bir haber girmişti Taraf. Bu haber doğruysa vahim bir şeydi tabii. Bu kadar üst düzey yöneticilerin, hakkında soruşturma açılan albayla yemek yemelerinin siyasi bir anlamı olmalı. Genelkurmay bu haberi yalanladı, 'yok böyle bir şey' dedi. Taraf ise, 'yalanlıyorsunuz ama siz bekleyin, çıkacak' dedi. Haberi tekzip edilmiş gazetenin yapmaması gereken tek şey budur. Yanlış anlaşılmasın, ben bu konuyu biraz araştırdığım için somut örnek üzerinden gidiyorum. Böyle bir durumda haberiniz tekzip edildiği takdirde, elinizdeki bilgiyi, belgeyi yayınlarsınız ve haberinizin arkasında olduğunu gösterirsiniz. Dursun Çiçek'ten açıklama alırsınız mesela. 'Evet, öyle bir yemekteydik' şeklinde emeç alırsınız böylece de genelkurmaylığa yanıt vermiş olursunuz. Veya fotoğraf vs. yayımlarsınız. Ama bunları yapmak yerine, 'bekleyin göreceksiniz' diyor. Oysa 1 yıl geçti aradan. Gazetenin, hiçbir okuyucusunu bu kadar bekletme hakkı yoktur herhalde.
‘GAZETEYİ AHMET ALTAN ÇIKARTMIYOR’
Bu örneği şunun için verdim; Taraf'a bilgi ve belge sağlayan kaynağın herkes kim ve kimlerden oluştuğunu biliyor. Bu kaynağın Taraf'la bir bağımlılık işi içerisinde olduğu ortada. Benim bu konuda edindiğim bilgi şu; şimdi az çok orada gazetecilik refleksi olan arkadaşlarımız, kaynağa 'belgesi var mı' diye soruyorlar. Ama aldıkları yanıt, 'tamam siz yayımlayın, bir şey olursa biz göndereceğiz' oluyor. Bütün medyayı manipüle etmek isteyen güçler bu taktiği uygularlar. Ben buradan şu sonucu çıkarıyorum; Taraf'ı, Taraf'ın gözüken yöneticileri yönetmiyor, onlar çıkarmıyor bu gazeteyi. Bu gazeteyi, gazeteye bilgi ve belge sağlayan kaynak çıkarıyor, Ahmet Altan değil. Bu ise gazetecilik bağımsızlığına, editöryal bağımsızlık dediğimiz şeye aykırıdır.
Taraf gazetesi boykotu, AKP'nin anayasa değişikliğini desteklememenin sol vicdana sığmayacağını söylüyor. Sen bir kere solcu musun da sol adına konuşuyorsun yahu! Etyen Mahçupyan her gün sola küfrediyor bu gazetede. İşte Rasim Ozan Kütahyalı mıdır nedir, CHE'ye katil diyor ondan sonra kalkıp sol adına konuşuyorlar... Bunlar ahlak dışı şeyler. Herkes haddini bilmeli. Siz sol karşıtı, Kürt karşıtı yayın politikası izliyorsunuz sonra da Kürtler şöyle yapsın, sol vicdana sığar mı diye konuşuyorsunuz. Bence, Taraf gazetecilik vicdanına sığmayan bir anlayış içinde.
'TARAF'IN KÜRT POLİTİKASI, AKP VE TSK'NİN KÜRT POLİTİKASIDIR'
Yasemin Çongar'la gazete ilk çıktığında Diyarbakır'da ve daha başka bir iki yerdeki toplantılarda vs. birlikte olduk. Orada Kürt okur kitlesinin Taraf'tan ne kadar büyük bir beklenti içinde olduğunu gözlerimle gördüm açıkçası. Dolayısıyla, satış çizelgelerine baktığımızda gazetenin Kürt coğrafyasında prestiji vardı. Mutlaka gazetenin haberlerini tek tek inceleyip değerlendirmek doğru olacaktır ama ben sabah kalkar kalkmaz Taraf okuyan tiplerden olmadığım için tahlilim ayrıntılı olmayabilir.
Fakat genel kanım şu; Taraf, Kürt hareketiyle, Kürt dünyasıyla ilişkiler konusunda okurları bilgilendirmek yerine, yönlendirmeye yönelik bir politika içinde. Özellikle PKK'ye ilişkin haberlerinde bu görülebiliyor. Kürt okurlar da bunu zamanla gördü ve kendilerinin oyalanmasına izin vermediler. Taraf ise bunu anladığı anda içindeki gerici, sağcı, liberal, AKP yanlısı çizgisini daha da çekinmeksizin ortaya koymaya başladı. Aslında Taraf'ın Kürt okurlarla ilgili denediği politikası bir AKP planıydı aynı zamanda. Hatta, çok karşı oldukları TSK'nin de bu biçimde planları mevcut.
'KÜRTLERE 'EVET' DEDİRTMEK İÇİN MANEVRALAR YAPIYORLAR'
Türk basın tarihi siyasi ilişkiler ve temas noktasında çok iyi bir sicile sahip değil. Olumsuz anlamda kullanıyorum; resmen militan gibiler. Birçoğu AKP'nin aktivisti gibi, Taraf da bunlardan. Örneğin referandum açısından baktığımızda herkesin 'evet' demesini tahmin eden, bekleyen bir tutumları var ama kamuoyu araştırmaları bu beklentiyi yansıtmadığında ise, AKP'nin oy deposu olarak gördüğü Kürtleri 'evet'e ikna etmek için çeşitli manevralar yapıyorlar. BDP'nin açıklamalarını çarpıtmaları da bu anlamı taşıyabilir. Kürtleri bu yolla kandırabileceklerini sandılar.
Normalde gazetecilik, seçimlerde, referandumlarda hem teorik olarak hem de batı veya doğudaki olumlu örneklerinde görüldüğü üzere; yurttaşın tüm bilgi ve görüşlere sahip olarak, doğru karar vermesini sağlayacak şekilde yayın yapmaktır. Siz gazeteci olarak, köşe yazarı olarak mesela referandum için 'evet'i veya 'hayır'ı savunabilirsiniz, bu sizin ideolojik çizginizdir. Ama gazete, yayınlarında boykotçuları görmezden gelemez, bu gazetecilik olamaz. Gazetecilikte taraflıksız diye bir şey yoktur ama mevcut taraflara eşit uzaklıkta olmak vardır.
Fransa'da 5 yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor. Fransa yarı başkanlıkla yönetildiği için cumhurbaşkanının kim olacağı çok önemli. Burada seçimler iki türlü yapılır, 15 gün veya 1 hafta arayla. Seçim bittikten sonra gazete oturur bir bilanço çıkarır; adaylara sayfamızda ne kadar yer verdik diye. Bu bilançolara baktığınızda en fazla yüzde 51 ve yüzde 49 gibi farklar görebilirsiniz. Yani mesela bu gazetelerden biri ortasol bir görüşte olduğu halde sağcı aday yokmuş gibi davranamaz.
Türkiye'de ise bu bilançoları çıkarmaya çalışsak rezil bir durumla karşılaşırız. Bir tarafın yayınlarında tamamen TSK, diğer tarafınkinde de F tipi cemaatin propagandaları ağırlık basar. Bu, sonuç olarak Türkiye toplumunun fikri, entelektüel düzeyini de etkiliyor. Bizde böyle tartışmalar yerine daha çok Galatasaray-Fenerbahçe kapışması gibi bir tablo ortaya çıkıyor.
‘ACELE POSTA SERVİSİ ÖDÜLÜ’
Bir de özellikle gazetecilikte ödül alan kadar, ödül verenlere de bakmak gerekir. Türkiye'de çok fazla ödül dağıtılıyor. Benim en çok şaşırdığım, Taraf muhabirinin Sedat Semavi ödülünü almasıydı. Bumda bir yanlışlık olmalı. Bence ödül 'acele posta servisi ödülü' olabilir ama gazetecilik ödülü olamaz. Size oturduğunuz yerden, biri bavulla bilgi gönderiyor ve siz de yayınlayarak, ödül alıyorsunuz. Diğer ödül veren kuruluşlara baktığımızda zaten iktidar yanlıları olduğu için çok yadırgamamak gerekir ama Sedat Semavi ödüllerinde şaşırmıştım.
'TÜRK BASINI GAZETECİLİK DİLİNE AYKIRI DAVRANIYOR'
Medyanın bu tutumu haliyle toplumu da etkiliyor. Örneğin Türkiye'de Kürt meselesini çok bilmeden, BDP ne savunuyor bilmeden hareket ediliyor. 'Terörist başı, bebek katili' gibi kesinlikle gazetecilikte yeri olmayan bir dil kullanılıyor. İki tane gerçek var oysa; birisi hakiki gerçek dediğimiz, elle tutulur, koklanır sokaktaki ideolojik gerçektir. Bir de bu hakiki gerçeğin sosla sulandırılmış, tuz-biber-şeker eklenmiş medyatik gerçeği var. Sokaktaki hakiki hayatın medyaya, gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına ve radyo mikrofonlarına yansıyan bir medyatik gerçeği var.
Medya örneğin referandumu müthiş bir şey olarak öne sürüyor şu sıralar. 12 Eylül'den hesap sorulacağını iddia ediyor, Kenan Evren'e dokunmadan, işkencecilerden hesap sorulmadan... Mükemmel bir anayasa paketi hazırlandığını gösteriyor medyanın gerçeği. Oysa sokağa baktığımızda başka çok çeşit seslerin de olduğunu görüyoruz. Medyanın bu tutumlarının gerçekle örtüşmediğini, gerçeğe tekabül etmediğini görüyoruz. Yani siyasi iktidarlar sanal alanda iktidar sahibi olabiliyorlar."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder