Sovyetler Birliği’nin dağılması ve soğuk savaşın ortadan kalkmasıyla birlikte eski dünya dengelerinin yıkılması söz konusu olmuştu. Eski dengelerin yerine yeni dengelerin oluşması süreci, aynı zamanda yeni bir savaş dönemini ortaya çıkardı. Bu savaşın en yoğunlaşmış alanıysa Ortadoğu oldu. Hatta Ortadoğu’daki savaşın karakterine III. Dünya Savaşı da denildi. Eski dengelerin yerine yeni dengelerin tüm dünyada kurulma süreci Ortadoğu’nun merkezinde yer aldığı III. Dünya Savaşı denilebilecek bir savaşla şekillendiriliyor. Mevcut durumda bu savaşın sonuna doğru gidiyoruz. Artık geçiş süreci tamamlanıyor, yeni dengeler yavaş yavaş oluşmaya başlıyor. En azından Ortadoğu’da böyle bir sürece girildiğini biliyoruz. Kuşkusuz Ortadoğu dışında da, Asya’da da mücadele sürüyor. Hatta Asya’daki mücadelenin ileride daha da şiddetleneceği söylenebilir.
Ortadoğu’da yeni dengelerin kurulma sürecinin sonuna doğru gidilirken çatışmalar daha da şiddetlenmiş bulunuyor. Bizzat askeri müdahaleler gerçekleşiyor. NATO’nun Libya’ya müdahalesi bunun açık kanıtı. Yine Suriye’ye bir müdahale var. Suriye’ye belki bugün dış güçlerin doğrudan askeri güçleri girmemiştir, ama Suriye’deki savaşın içerideki güçlerle sınırlı kalmadığı, uluslararası bir düzey kazandığı açıktır. Hatta bir kısım güçlerin dışarıdan Suriye içine gelip savaştığı da kesinleşmiştir. Suriye’deki muhalifleri ABD destekliyor, Türkiye destekliyor. Arkasında Katar, Suudi Arabistan, Avrupa var. Suriye’deki rejimin değiştirilmek istendiği ve ABD’nin, Avrupa’nın çıkarları doğrultusunda yeni bir Suriye’nin kurulmak istendiği açıktır.
ABD, Irak merkezli gerçekleştiremediği yeni Ortadoğu düzenini, Mısır ve Suriye ekseni üzerinden gerçekleştirmek istiyor. Mısır’da belirli düzeyde sonuca ulaşmış bulunuyorlar. Suriye’de rejimi istedikleri biçimde değiştirebilirlerse, yeni Ortadoğu’nun çehresi şekillenecektir. Mısır’da rejim değişikliği belirli oranda gerçekleşmiştir, ama hala orada mücadele sürmektedir. ABD, İhvan-ı Müslim’e, siyasal islamcılara dayalı yeni bir Mısır’ın şekillenmesini istemektedir. Ancak yeni Mısır şekillenirken ilerde ABD’ye sorun çıkarmayacak bir karakterde olmasına dikkat etmektedir. Bu açıdan hala ordunun gücünü kullanarak İhvan-ı Müslim’i sınırlama ve tamamen sistem çıkarlarıyla uyumlu hale getirme çabası sürmektedir. Eğer Mısır’da istediği düzeni tümden kursaydı, Türkiye’deki gibi orduyu bir tarafa atabilirdi. Ama hala İhvan-ı Müslim merkezli siyasal sistemi tümden istediği noktaya getirmiş değildir.
Bu süreçte tabii ki Yemen’e de bir çekidüzen vermişlerdir. Yemen’de geçişi biraz daha yumuşak yapmışlardır. Yemen’deki iktidar doğrudan kendi kontrollerinde olduğu için orada radikal, sert bir dönüşüme karşı çıktılar. Bu yönlü bir politika içinde olanları da engellediler. Onlara fırsat vermediler. Ama Yemen’deki rejimin siyasal ve toplumsal meşruiyetinin güçlenmesi için de bir geçiş süreci uyguladılar. Şu anda bu süreç işlemektedir. Yeni Ortadoğu’nun karakterini önemli düzeyde belirleyecek olan Suriye’de ise hala savaş sürmektedir. Kuşkusuz ABD-Avrupa Suriye’nin kendi isteğidoğrultusunda şekillenmesini istemektedir. Ancak Suriye’ye Mısır’da olan durumdan biraz daha farklı yaklaşmaktadırlar. Suriye’deki siyasal rejimde sadece islamcıların değil, diğer güçlerin de yer almasını istemektedirler. Diğer ülkelerde siyasal islamcıların başat güç olmasına itirazları olmazken, Suriye’nin geniş yelpazede bir iktidar bloğuna kavuşması için çaba göstermektedirler. Suriye’deki savaşın uzamasının önemli bir nedeni de budur. Hala ABD ve Avrupa’nın istediği düzeyde bir iktidar bloğu ortaya çıkarılmadığı için ABD ve Avrupa daha şiddetli bir müdahaleye yönelmemiştir. Öte yandan Obama yönetimi seçimler öncesi daha sert bir tutuma girmek istememektedir. Suriye rejimi de bu durumu görerek elindeki imkanları kullanıp kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu da tabii savaşın önümüzdeki aylarda daha da şiddetleneceğini göstermektedir.
AKP Kürtlere uyguladığı politikayı Suriye’de de hakim kılmak istiyor
Mevcut durumda Suriye’yle ilgili politikada en aktif konumda bulunan ülke Türkiye’dir. Öyle ki, bir an önce dış müdahale yapılmasını istemektedir. Dış bir müdahale olursa kendi pozisyonunun daha da aktif hale geleceğini düşünmektedir. Türkiye, Irak’la da İran’la da sorunlu hale gelmiştir. Mevcut durumda ABD’nin atına binerek Suriye üzerinden Ortadoğu’da etkili olmayı hedeflemektedir. Eğer Suriye’de etkin olabilirse kendine göre Ortadoğu’nun bütün kapıları kendisine açılacaktır. Aksi durumda İran ve Irak’la da ilişkileri bozulmuş bir Türkiye, Ortadoğu’da çok sıkışmış bir pozisyonda olacaktır. Bu açıdan oluşacak yeni Suriye üzerinde etkinliğini artırmak istemektedir. Bunu bölge politikaları açısından kendisi için zorunlu görmektedir. Ancak Türkiye, “ Suriye’de bir an önce etkili olalım, güçlü olalım” derken, çok erken hareket etmiştir ya da ABD ve Batı’nın çok erkenden müdahale edeceğini düşünerek,Suriye’ye karşı sert tutum alanların en başında gelmiştir. Hesaplarını Suriye’ye erken müdahale edileceği ve rejimin kısa sürede düşeceği üzerine yapmıştır. Ancak mevcut durumda Türkiye’nin hesapları tutmamıştır. Bir yıldan fazladır çatışmalar sürmektedir. Bırakalım siyasi sonuçlarını, savaşın uzaması ekonomik olarak da Türkiye’yi çok zorluklar içine sokmuş bulunmaktadır. Öte yandan Suriye’deki rejimin geç yıkılması durumunda Kürtlerin boşluktan yararlanarak örgütleneceklerinden, kendilerini güç yaparak statü elde etmelerinden fazlasıyla korkmaktadır. Zaten Suriye’ye bu kadar aktif müdahale etmek istemesinin esas nedenlerinden en önemlisi de; Kürtlerin statü kazanmasının önüne geçmek istemesiydi. Ancak Türkiye’nin amiyane deyimle korktuğu başına gelmiştir. Suriye’de savaş şiddetlenince Suriye’deki Kürt demokratik hareketi çatışmaların Kürt topraklarına sıçramasını engellemek için başta Kobani, Afrin, Amudê ve Dêrîk olmak üzere alan hakimiyetini ve yönetimini kendi ellerine aldılar. Zaten uzun süredir Suriye’de kendi özyönetimlerini kurma çabalarını gösteriyorlardı, kendilerini örgütlüyorlardı. Kendilerini örgütleyerek, savaşın Batı Kürdistan topraklarına sıçramasını engellemeye çalışıyorlardı. Başından beri çatışmanın Kürt topraklarına yansımaması için büyük çaba gösterdiler. Topluma dayalı örgütlenmelere ve bu örgütlenmelere dayalı öz savunmalarını gerçekleştirerek çatışmaların Kürt topraklarına geçmesini önlediler. Bu konuda Kürtlerin Batı Kürdistan’da izlediği politika doğruydu. Erkenden Suriye devletiyle çatışma ya da rejime karşı mücadele eden güçlerle karşı karşıya gelme gibi pozisyonlardan kaçındılar. Çünkü Suriye’deki savaşın nereye evrileceği belli değildi. Kürtlerin bir savaş içine girmesi şoven milliyetçiliğin Kürtler üzerinde katliam yapmasıyla sonuçlanabilirdi. Suriye’de iki güç iktidar mücadelesi vermekteydi. Özellikle rejim karşıtı güçlerin demokratik karakterde olmaması, Kürtlerin haklarını tanıyacak zihniyette bulunmamaları, dış güçlerin, özellikle de Türkiye’nin etkisinde olmaları nedeniyle Suriye’de yaşanan savaş karşısında tarafsız kaldılar. Hem devletle erken bir çatışmaya girmemeleri hem de tarafsız kalmaları Kürtler açısından en doğru politikaydı. Böylece Suriye’deki savaşın acısının, ağır yükünün Kürdistan’a yansımasını engellemiş oldular. Kendi kendini yönetme Kürtlerin de hakkıdır, ancak Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesi, ne devlet tarafından ne de muhalifler tarafından Kürt sorununun demokratik çözümü için hiçbir olumlu yaklaşım gösterilmemesi karşısında Kürtler ne yapacakları konusunda bir arayışa girmişlerdir. Özellikle de Kahire toplantısında muhalif güçlerin Kürtlerin taleplerini reddetmeleri, Kürtlerin mevcut durumlarını gözden geçirmelerini beraberinde getirdi. Hem Kahire toplantısı hem de savaşın şiddetlenerek Kürdistan topraklarına kayması ihtimalinin ortaya çıkması karşısında kendi demokratik özyönetimlerini kurmaya yöneldiler. Böylece örgütlü güçle savaşın Kürdistan topraklarına yayılmasını engellemek için ciddi bir adım atmış oldular. Bu açıktan açığa hem devlete hem de muhalif güçlere, “savaşınızı bizim alanımıza taşırmayın. Kim savaşını bizim alanımıza taşırırsa, biz ona karşı tutum gösteririz” yaklaşımını da ifade ediyordu. Bugünkü süreçte devletle muhalif güçler çok şiddetli bir çatışma içinde olduklarından, Kürt siyasi güçlerinin bu politikası sonuç verdi ve bu yönüyle de şu anda Kürdistan’ın özgürlüğü ve siyasi statüsü fiili biçimde oluşmuş oldu. Bu durum bir yönüyle de devlet tarafından da, muhalifler tarafından da Kürtlerin bu fiili statüsünün kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Ancak yarın bu güçlerden herhangi birisi kendisini güçlendirip etkili kıldığında durum ne olur bunu şimdiden söylemek mümkün değildir. Çünkü mevcut durumda ne muhalif güçler ne de devlet Kürtlerin statüsünü kabul etmiştir. Devlet zaten şimdiye kadar izlediği politikayla böyle bir statüyü kabul etmeyen pozisyondaydı. Muhalifler de Kahire toplantısında böyle bir statüyü kabul etmeyeceklerini açıkça ortaya koymuşlardır. AKP hükümeti Türkiye’de kendine göre nasıl bir Kürt politikası yürütüyorsa, aynı şeyin Suriye’de de pratikleşmesini istemektedir. Yani Kürtlerin özyönetimini ve anadilde eğitimini kabul etmeyen bir politikayı Suriye’de de hakim kılmak istiyor. Yani Kürtler kendi dillerini evlerde ve sokaklarda konuşabilirler, müziklerini televizyon ve radyolarda çalabilirler, dinleyebilirler. Özcesi kültürel ve dil alanında kimi yumuşamalarla nasıl ki Türkiye’de siyasal egemenlik ve kültürel soykırım yeni koşullarda sürdürülmek isteniyorsa, Türkiye aynı modeli Suriye’de de yerleştirmek istemektedir. Bu açıdan böyle bir model Kürtlerin irade kazanmadığı ve özyönetime sahip olmadığı bir modeldir. Bu bakımdan da Kürtlerin irade kazanması ve kendi kendilerini yönetmelerine şiddetle karşıdır. Kürtlerin özyönetimini ilan etmesi karşısında Türk devletinin şiddetle karşı çıkmasının esas nedeni budur. Türkiye açısından ''Kürtlerin öz yönetimi olamaz, iradesi olamaz, kendi kendilerini yönetemezler.'' Eğer ''Kürtlere bir şey verilecekse bunu devlet yapar''. Kendisinin yaptığı gibi ''dil ve kültür alanında kimi yumuşamalar yapılır ve sorun böyle çözülür.'' Türk devletinin bu kadar şiddetli karşı çıkmasının nedeni, eğer kendi sınırları içindeki Kürtlerden nüfusu daha az bir sayıda olan Kürtler Suriye’de demokratik özerklilerini kazanırlarsa, kendi kendilerini yönettikleri ve anadilde eğitimi olan bir statü oluşursa bunun kendi Kürt politikasını çökerteceğini düşünüyor. Bu kadar şiddetle karşı çıkmasının başka bir nedeni yoktur. Kürtler bulundukları yerlerde demokratik hakları gereği kendi kendini yönetecekler. Bu artık evrensel demokratik kriterler arasında yerini almıştır. Arap olsun, Kürt olsun, günümüzde farklılıkların kendi özgünlüğünün özerkliğini yaşamaları, kendi kendilerini yönetmeleri bir demokrasi ilkesidir. Zaten çoğunluk çoğunluktur, devletin ya da bulunan toprakların yönetiminde ağırlıklı güçtür. Tabii ki Araplar genel yönetimin en büyük gücü olacaklardır, bütün Suriye’nin yönetimi içinde etkili olacaklardır. Kuşkusuz Kürtlerin de, Nusayrilerin de, Dürzilerin de, hıristiyanların da Suriye’nin genel yönetimi içinde belirli ağırlıkları olacaktır; ama genel yönetimde esas ağırlığın Araplarda olacağı açıktır. Bu normaldir, demokrasinin gereğidir. Ancak demokrasinin diğer bir gereği de azınlık toplulukların kendi bulundukları alanlarda kendi kendilerini yönetmesidir; kendi anadilleriyle eğitim yapması, kendi kültürlerini yaşamasıdır. Türkiye işte farklı toplulukların örgütlenmesi, irade olması, kendi kendini yönetmesi, kendi kimliğiyle, diliyle, kültürüyle yaşamasına karşıdır. Sadece ülke geneli için kim çoğunluksa onun dediği olur gibi yüz yıl öncesinin çoğunluğa dayalı yönetim anlayışını dayatmaktadır. Bu açıdan da Kürt halkının kendi kendini yönetmesine karşı sert bir tutum içine girmiştir. Türkiye bu çoğunlukçu, otoriter anlayışı nedeniyle “gerekirse müdahale edeceğim” demektedir. “Suriye’den bize karşı düşmanca saldırılar olursa, güneyimizde terör yapılanması oluşursa buna müdahale ederiz” denmektedir. Daha doğrusu düşündüğü bir müdahaleye böyle gerekçelerle meşruiyet yaratmaya çalışmaktadır. Batı Kürdistan’da kimsenin Türkiye’ye bir saldırıyapacağı yoktur. Kürtler aklını peynir ekmekle mi yemiş ki oradan Türkiye’ye yönelik saldırı yapacak? Öte yandan Batı Kürdistan’da PKK’nin örgütlenmesi yoktur. PKK gitmiş, oraya müdahale etmiş, kurtarmış, böyle bir durum da yoktur. Bizzat orada halk örgütlenmesi, halk meclislerinin kendi yönetimlerine el koyması vardır, kendi kendilerini yönetmesi vardır. Ama Türkiye bu gerçeği göreceğine, “güneyimde PKK’nin yerleşmesine müsaade etmem, PKK-PYD işbirliğiyle orada belirli oluşum yaratılmasına izin vermem, bu bize karşı düşmanca bir oluşumdur, bu nedenle de gereğini yaparız” yaklaşımıyla şovenist Kürt düşmanı zihniyetini ortaya koymuştur. Bu söylemler bundan başka bir şey ifade etmez. Kürtlerin birlik olması Türk devletini korkutmaktadır Öte yandan Batı Kürdistan’daki halkın oluşturduğu yönetim çeşitli Kürt örgütlerinin bir araya geldiği bir bileşimdir. On beş Kürt örgütü de oradaki yönetim içindedir. Halk meclisiyle ulusal meclis ortak bir Kürt Yüksek Konseyi kurmuşlardır. Batı Kürdistan’daki politikalar konusunda ortak hareket etme kararı almışlardır. AKP buna da şiddetle karşı çıkmıştır. Nitekim Tayyip Erdoğan, ''biz bunların birleşip bir üst Kürt konseyi kurmalarına karşıyız'', demektedir. Açıkça, ''bir Arap Ulusal Konseyi vardır, onun dışında başka konsey olamaz, Kürtler kendi oluşumlarını kuramaz'', demektedir. Halbuki şu anda muhaliflerin birlik içinde olmadığı her yerde yazılıp çizilmektedir. Hatta Arap muhalefetinin temel sorununun birlik olamaması olduğu vurgulanmaktadır. Hatta şu anda Suriye’de savaşanların birçoğunun birbiriyle ilişkisi bile yoktur. Kendi aralarında birlik sağlamamışlar, ama Suriye’ye karşı savaş yürütüyorlar. Muhalifler birlik olamazken Kürtlerin kendi aralarında birlik yaratması anlaşılıyor ki Türkiye’yi korkutmuştur. Bu nedenle açıkça Kürtlerin birliğinin oluşturduğu Kürt üst konseyine karşı çıkmaktadır. Bu açıkça AKP hükümetinin PYD’yi bile bahane ettiği, esas olarak Kürtlerin iradesine karşı çıktığını ortaya koymaktadır. Şimdi anlaşılıyor ki bu politikasını, bu düşmanlığını farklı göstererek Hewlêr’i kendi politikasının parçası yapmak istemektedir. Zaten Dışişleri Bakanlığı’nın Hewlêr konsolosluğuna gönderdiği belgede bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Şimdi de Davutoğlu’nu Hewlêr’e göndererek böyle bir yaklaşımı somutlaştırmak istemektedirler. Nitekim Erdoğan açıkça gelin bu yanlışı birlikte ortadan kaldıralım demektedir. Yani Kürtlerin Batı Kürdistan’daki kendi kendini yönetmesini ve birlik içinde hareket etmelerini Barzani üzerinde baskı yaparak Hewlêr eliyle dağıtmayı hedeflemektedir. Hewlêr’in ve Barzani’nin nasıl tutum takınacağını şimdiden söylemek mümkün değildir; ancak mevcut birliğin Barzani’nin de desteğini aldığı bilinmektedir. Bu birliğin yarattığı bir üst konsey vardır. Bu açıdan Barzani’nin Türkiye’nin isteğiyle doğrudan Batı Kürdistan’a müdahale etmesi zordur. Böyle bir şey yapması Batı Kürdistan Kürtlerini karşısına alması demek olur ki, bunun yapılmasının zor olduğu ve doğru olmadığı açıktır. Eğer Barzani Türkiye’nin baskıları karşısında geri adım atar, oradaki birliğe ve Kürtlerin kendi kendini yönetmesine olumsuz etkide bulunacak bir yaklaşım içine girerse bu kendisinin siyasi itibarına da büyük darbe vuracağı açıktır. Sayın Barzani de bilmektedir ki Kürtler çatışmaların kendi bölgelerine yansımaması için böyle bir müdahaleyi gerekli görmüşlerdir. Eğer bu bölgelerdeki yönetim Kürtlerin eline geçmeseydi Kürdistan baştan aşağı bir savaş haline gelecek ve bundan da en fazla zarar gören Kürtler olacaktı. Bu açıdan Kürtlerin bu adımı doğru olduğu gibi haklarıdır da. Suriye değişirken Kürtlerin özgürleşmesine kim yok diyebilir? Suriye demokratikleşsin denilecek, Suriye halkı özgürleşsin denilecek, ama Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkı, kendini örgütleme hakkı reddedilecek! Bu demokratik bir anlayış değildir. Türkiye’nin bu politikalarının kabul edilmesi mümkün değildir. Suriye’ye demokrasi gelecek, demokratikleşme olacaksa Kürtler tabii ki özyönetim hakkına kavuşacaklardır. Bunun başka türlü olmasını beklemek, Suriye özgürleşecek, Suriye değişecek, ama Kürtler eski statüyü yeni koşullarda kabul edecek demek anlamına gelir. Bunu Suriye Kürtlerine kabul ettirmek mümkün müdür? Örgütlü Kürt toplumuna kabul ettirmek mümkün müdür? Bunu ne PKK Batı Kürdistan Kürtlerine kabul ettirebilir ne de KDP ve Barzani. Bu açıdan Türkiye’nin Barzani üzerinde baskı kurarak sonuç alması zordur. Bu, açıktan açığa Türk devletinin başından beri yürüttüğü Güney Kürdistan üzerinden KDP ve PKK’yi birbirine düşürme politikasının bir devamı olur. Türkiye zaten şimdiye kadar başaramadığı bu “Bekoluğu” Güney Kürdistan üzerinden yapmayı düşünmektedir. Acaba Batı Kürdistan üzerinden bir çatışma, bir rekabet yaptırarak bu kavgayı yaratabilir miyim hesabı içindedir. Buna ne Kürt özgürlük hareketi gelir ne de KDP gelir. Kürt özgürlük hareketi de KDP de Türk devletinin Batı Kürdistan üzerinden kendilerini kavga ettirmesini kabul etmeyeceklerdir. Batı Kürdistan’daki sorunları oradaki Kürt halkının iradesi sorunu olarak göreceklerdir. Bu iradeye de herkesin saygı göstermesini isteyecek. Tabii ki bu iradeye saygı gösterilmeyip müdahale yapıldığında da tüm Kürtler ve siyasi güçler de Türk devletinin bu politikasına karşı çıkacaklardır. Doğru ve yapılması gerekenin bu olacağı açıktır. Suriye’de yaşayan Kürdistan halkı politik bir halktır. Belki bugüne kadar Suriye ile doğrudan herhangi bir savaşa ve büyük çatışma içine girmemiştir, ama Kürdistan’ın tüm parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesine destek vermiştir. Bütün parçalardaki halkın kendi ulusal varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma mücadelesine sadece destek vermek değil, bizzat içinde yer almışlardır. Birçok genci Kürdistan’ın diğer parçaları içinde yürütülen mücadele içinde şehit düşmüştür.
Özellikle de Kuzey Kürdistan’la sınır olmaları Kuzey Kürdistan’daki siyasal gelişmelerden daha çabuk etkilenmelerini beraberinde getirmiştir. Bu açıdan Kuzey Kürdistan’da 30-40 yıldır süren savaşın etkisinde politikleşen bir halk gerçekliği vardır. Öte yandan Kürt Halk Önderi de 20 yıl bu halkın yanında, bu halkla iç içe olmuştur. Ortadoğu ve Suriye’deki çalışmalarını yürütürken esas olarak da bu halka dayanmıştır. Bu halkın desteğiyle ve bu halkın sahiplenmesiyle bu çalışmaları yürütmüştür. Daha doğrusu bu halkı örgütleyerek kendi çalışmalarını Suriye’de sürdürmüştür. Batı Kürdistan halkı Kürt Halk Önderi’nin bu çalışmalarından fazlasıyla etkilenmiştir. Batı Kürdistan halkı bütün parçalardaki halktan daha politiktir. Sürekli diğer parçalardaki sorunlarla ilgilenmiştir. Güney halkı diğer parçalarla çok ilgilenmemiş olabilir, Kuzey halkı çok ilgilenmemiş olabilir, Doğu halkı çok ilgilenmemiş olabilir, bütün parçalar kendi sorunlarıyla bu kadar yoğunlaşırken, kendi sorunlarını esas alırken, Batı ise bütün parçalardaki halkın yürüttüğü Özgürlük mücadelesine karşı duyarlı olmuştur. Bu da onları çok politik ve çok duyarlı hale getirmiştir. Bu açıdan bütün parçalar için duyarlı hale gelen, bunun için büyük mücadele veren, bedeller ödeyen Batı Kürdistan halkının Suriye değişim sürecine girmişken, yeni Suriye’nin şekillenmesi süreci yaşanırken kendisini örgütlememesi, özgürleştirmemesi, demokratik Suriye içinde demokratik özyönetimlerine sahip bir halk haline gelmemesi düşünülemez. Bu açıdan Suriye’deki Kürt halkı bizzat on yılların yarattığı demokratik birikimin, duyarlılığın meyvelerini bugün topluyor. Kendisini örgütleyerek özyönetimine sahip çıkıyor. Bu konuda da çok önemli politik birikime ve bilince sahiptir. Diğer parçalardaki halktan daha fazla politik bir bilince sahiptir. Belki bizzat Batı Kürdistan ve Suriye içinde yürütülen bir savaşın içinde yer almamıştır; bu yönlü bir pratik içinde olmamıştır, ama diğer parçalardaki bütün pratiklerin içinde olmuş, oradaki tecrübeleri kazanmış bir toplumsal gerçeklik vardır.
Kürtlerin zihniyetinde milliyetçilik yoktur
Öte yandan Kürt Halk Önderi’nin de uzun yıllar orada çalışması bir örgüt kültürü, bir demokratik kültür, örgütlenmeye yatkınlık da ortaya çıkarmıştır. Bugün Suriye’deki Kürt halkının devlet ve muhaliflerden uzak, onların çatışmasını kendi bölgelerine yansıtmamaları ve kendi yönetimlerini kurmaları böyle bir politik bilinç ve tarihi tecrübeler sonucu gerçekleşmiş bir durumdur. Bu nedenle bir iki günde oluşmuş bir durum değildir. Bu açıdan Batı Kürdistan halkı yarattığı örgütlülüğüyle özyönetimini koruyacak güçtedir. Kimse ‘niye örgütlendiniz, niye kendi işlerinizi kendiniz yapıyorsunuz’ diyemez. Demokrasilerde zaten asıl olan budur. Asıl olan bir merkezi hükümetin her şeye el koyması, herkesin ona uyması değildir. Aksine demokrasinin geliştiği ülkelerde yereller kendini örgütleyerek, kendi işlerini kendi yapar hale gelerek gerçek demokrasinin gelişmesini sağlamaktadır. Eğer demokratik bir anlayış varsa, zihniyet varsa, Suriye’deki gelişmelerden bırakalım rahatsız olması, demokratik zihniyette olan herkes Suriye’deki Kürt halkının bu örgütlenmesi, kendi kendini yönetmesi, kendi işlerini kendi yürütür hale gelmesini desteklemesi ve alkışlaması gerekmektedir. Kürtler mevcut tutumlarıyla demokratik Suriye’nin özü ve mayası haline gelmişlerdir. Suriye’nin demokratikleşmesinin karakterini ortaya çıkarmışlardır. Eğer Suriye demokratikleşecekse, gerçekten özgürlükçü ve demokratik bir ülke olacaksa, Suriye’yi demokratikleştirme iddiasında bulunanlar Kürtlerin kendi bölgelerindeki demokrasi anlayışını, özyönetim anlayışını, esas olarak bu radikal demokrasi anlayışını, derinleşmiş demokrasi anlayışını kabul ederek Suriye’yi gerçek anlamda demokratikleştirebilirler. Kürtlerin zihniyetinde milliyetçilik yoktur. Arap, Nusayri, Asuri, Ermeni, Êzîdî, Türkmen farkı gözetmeksizin herkesin demokratik haklarına saygılı bir demokratik zihniyete sahiptir. Hatta Kürtler kendi bulundukları alanlarda kesinlikle farklı topluluklara pozitif ayırımcılık yaparlar; onların haklarını daha bir titizlikle korurlar. Onların haklarına en ufacık olumsuz bir yaklaşım içinde olmazlar. Kürtler bulundukları yerlerde hem Araplara hem de diğer azınlıklara kesinlikle demokratik yaklaşacaklardır. Bu yönüyle Kürtlerin kendi kendini yönetmesinin hiçbir halka ve topluluğa zararı yoktur. Aksine mevcut demokratik zihniyetleri ve yarattıkları demokratik kurumlaşmalarla hem halkların kardeşliğinin mayasını atmakta, buna örnek teşkil etmektedir, hem de demokratikleşecek Suriye’nin demokratik karakterini daha da derin kılacaktır. Bugün Kürt kadınının ayağa kalkması, örgütlü hale gelmesi Suriye’de demokratikleşmenin derinleşmesini sağlamayacak mıdır? Bugün Kürtlerin bulundukları alanlarda farklı kimliklere özgürlükçü demokratik yaklaşımı Suriye’deki demokrasinin derinleşmesini sağlamayacak mıdır? Bürokratik, merkezi iktidar anlayışına karşı toplulukların kendini örgütlemesi ve özyönetimine kavuşması anlayışı bütün Suriye’de gelişirse Suriye gerçek anlamda derinleşmiş bir demokrasiye kavuşmayacak mıdır? Bu gerçekler ortadayken kim kalkıp Kürtlerin Suriye’de kendi özyönetimlerini kurması, demokratik haklarını kullanması, kültürünü geliştirmesi, anadilde eğitimini yapmasını kendisi için tehlikeli görebilir? Kürtlerin kendi kendini yönetmelerini, demokratik haklarını tehlikeli görmek ancak olsa olsa Türk devletinin işi olabilir. Kürt inkarcılarının işi olabilir. Bu düzeyde bir psikolojik savaş yürütmek de, bu kadar hem suçlu hem güçlü olmak da gerçekten Türk devletine yakışan bir durumdur. Demek ki ellerinde güç olsa dünyaya böyle yaklaşacaklar. Hem suçlu hem güçlü olacaklar. Bu açıdan Türkiye her ne kadar Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine tepki gösterse de, Kürtler oradaki tutumlarıyla hem Araplar içinde hem de diğer halklar içinde meşruiyetlerini kazanacaklardır. Kendi demokratik özerkliklerinin kabul edilmesinin psikolojik, siyasal ve ideolojik ortamını yaratacaklardır. Biz inanıyoruz ki bundan sonra Suriye’de kim iktidara gelirse gelsin, eğer Suriye’nin demokratikleşmesini istiyorsa, gerçekten de demokratikleşmeden yanaysa bırakalım Kürtlerin özyönetimlerini kurmasına karşı olması, aksine Kürtlerin bu tutumunu kuracakları demokratik Suriye’nin zemini ve temeli yaparlar. Bu anlayışın bütün Suriye’de yayılmasına yardımcı olurlar. Demokratik zihniyette olanlar Kürt halkının Suriye’deki bu özgürlükçü demokratik tutumuna ancak böyle yaklaşırlar. AKP’nin saldırganlığı, mevcut tutumu Kuzey Kürdistan’da izlediği Kürt politikasıyla bağlantılıdır. Orada askeri operasyonlarla, siyasi operasyonlarla en küçük demokratik eyleme bile saldırarak Kürtlerin iradesini kırmaya çalışmaktadır. Örgütlü ve iradeli Kürt istemiyor. Düşündüğü yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemini ancak iradesi kırılmış Kürt’e kabul ettireceğini düşündüğünden bugün Kürt özgürlük hareketine karşı büyük bir saldırı yürütmektedir. Kürtlerin demokratik haklarını reddetmektedir. Kürtlerin özellikle kendi kendini yönetmesi ve anadilde eğitim konusunda çok katı bir tutum sergilemektedir. Kürtlerin kendi kendini yönetmesi, bu demokratik hakkını kabul etmesini, anadilde eğitim görmesini Türkiye’nin bölünmesi olarak görmektedir. Zaten söylemde niyetinin ne olduğu bellidir. Anadilde eğitim yaparsak iki ulus yaratılır; kopma olur, demektedir. Yani Kürtlerin kendi kimliğine kavuşması, anadilde eğitim görmesi, kendi kimliğiyle kendi yönetimini gerçekleştirmesini Türkiye’nin bölünmesi olarak değerlendirmektedir. “Bu, şimdiye kadar Türkleştirme konusunda attığımız adımları ortadan kaldırma anlamına gelmekte” demektedirler. Dolayısıyla da “siz Türkleşmelisiniz” dayatmasını sürdürmektedirler. “Artık tekrar Kürtleşmek, Kürt kimliğine sahip olmak, Kürt gibi düşünmek, Kürt gibi konuşmak, her yerde Kürtçe’nin hakim olması, bizim yaratmak istediğimiz anlayışa terstir, biz tek ulus yaratmak istiyorduk, siz şimdi tekrar Kürt olmak istiyorsunuz, kendi kimliğinizle, kültürünüzle kendinize ait olmak istiyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz” demektedirler. Yani Kürtlerin kültürel soykırımdan kurtulmasını, asimilasyondan kurtulmasını, Türk devleti karşısına iradeli hale gelmesini istemiyorlar. Türk devletinin 90 yıldır yürüttüğü politika üzerinde yarattığı olumsuz etkileri, yani kültürel soykırımcı etkileri, Kürt’ün kendisini inkar etmesi, asimile olmasını bir kazanım olarak görüyorlar. Bunu Kürtlerin asimilasyon ve kültürel soykırıma uğraması, kendi kimliğinden uzaklaşması, kendi gerçeğinden uzaklaşması olarak değil, Türk milletinin parçası olması konusunda bir gelişme olarak ele alıyorlar. Bu nedenle Kürtlerin kendi kendini yönetmesi ve anadilde eğitimine karşı çıkıyorlar. Şimdi bu politikaya sahip oldukları için Kürtler Batı Kürdistan’da kendi kendini yönetme ve anadilde eğitim hakkını kazanırlarsa yürüttükleri politikanın çökeceğini görüyorlar. Türk devletinin saldırganlığı tamamen Kuzey’de yürüttüğü Kürt politikası ve şu anda Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaşla bağlantılıdır. Siyasi soykırım operasyonlarıyla, askeri operasyonlarla Kürtlerin en demokratik eylemlerine saldırarak, çocuklarına zindanda zulüm yaparak, milletvekillerine kadar uzanan bir zulüm yaparak irade kırmak istiyor; bir irade kırma savaşı yürütüyor. Türk devletinin şu anda yürüttüğü savaş böyle bir savaştır. Kürtlerin Batı’da özgürlük kazanmasını bu savaşa vurulacak bir darbe ve yürüttüğü bu irade kırma ve ezme savaşının boşa çıkması anlamına geliyor. Bu nedenle bu kadar saldırgandır. Suriye yönelik saldırganlığını Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü saldırgan politikanın bir devamı olarak görmek gerekiyor. Suriye’deki Kürtlerinözgürlük kazanmasının kendisine doğrudan bir zarar vermesi nedeniyle bu kadar saldırgan davranmıyor. Şu anda Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü politikaya ters olduğu için şiddetle karşı çıkıyor. Yoksa Batı’da Kürtlerin özyönetimine kavuşmasını Türkiye’ye yönelik herhangi bir somut, fiili bir saldırı olarak kim değerlendirebilir? Açıkça orada gelişecek demokratik zihniyetin, Kürtlerin demokratik yönetiminin “kötü örnek” olacağını düşünüyor. Zaten bunu tartışıyorlar. Kürtler Suriye’de hak elde ederlerse, Güney’de zaten elde etmişler, o zaman bu Türkiye Kürtlerine de örnek olur korkusunu yaşıyorlar. “Batı Kürdistan’daki Kürtler haklarına kavuşursa biz Türkiye’deki Kürtleri eskisi gibi yönetemeyiz, eskisi gibi siyasal egemenlik ve kültürel soykırım altında tutamayız, bu nedenle oradaki gelişmeleri engellememiz gerekir” diyorlar. Bunu zaten açık söylüyorlar. AKP hükümeti tamamen otoriter bir zihniyete sahiptir Türkiye’nin Kürt sorunundaki politikaları o kadar haksız durumdadır ki, o kadar insanlığa, dünyadaki örneklere terstir ki, ister istemez niyetleri hemen iyot gibi açığa çıkıyor. Niyetlerini ne kadar saklasalar da mevcut politikalar niyetlerinin ne olduğunu en akılsız insana bile rahatlıkla gösteriyor. Bu açıdan Türk devlet yöneticileri kendilerini akıllı dünyayı aptal sanıyorlar. Ya da devekuşu gibi kafalarını kuma gömüyorlar. Kendi politikalarının dünyada da, Ortadoğu’da da ne anlama geldiğini herkes görüyor. Kürtler zaten çok iyi görüyorlar. Bunu herhalde KDP de görüyor, Barzani de görüyor. Türk devletinin bu politikasının Batı Kürdistan’la ilgisinden çok Kuzey Kürtlerine yönelik politikasıyla ilgili olduğunu, ondan dolayı böyle bir saldırganlık içinde olduğunu rahatlıkla görecektir. Çünkü Türk devletinin saldırganlığını, Türk devletinin dayatmalarını ve söylemlerini başka türlü izah etmek mümkün değildir. Türk devletinin ortaya koyduğu gerekçeler aslında herkesin gülebileceği gerekçelerdir. Bir çocuğu bile inandırmayacak gerekçelerdir. Esas gerekçenin kendi Kürtlerine uyguladığı politikalar olduğunu, kendi Kürtlerine baskıcı, soykırımcı, egemenlikçi politika uyguladığı için Suriye’deki Kürtlerin de kendi politikasının yüzünü açığa çıkaracak kazanımla elde etmesini istemiyor. Suriye Kürtleri mevcut konumunu parçalayıp demokratik ve özgürleşmek istediğinde de Türkiye kıyamet koparıyor. Bütün bağırmaların, çağırmaların tercümesi bu olmaktadır. 2003 yılından sonra benzer sözler duyulmuştur. Güney Kürdistan’daki oluşuma da büyük tepki gösterilmiştir. Ellerinden gelse onu da boğacaklardı. Ama ABD olduğu için, uluslararası koşullar izin vermediği için çok fazla ses çıkarmamışlar, sonuçta da ABD’nin 2007’ de dayatmasıyla kabul etmişlerdir. Daha doğrusu ABD “siz Güney Kürdistan’ı tanırsanız biz de size PKK konusunda şu şu destekleri veririz” demiştir. Türk devleti de bu çerçevede Güney Kürdistan’daki oluşumu tanımak zorunda kalmıştır. Yoksa Türk devletinin niyetine, yaklaşımına kalsaydı Güney Kürdistan’daki oluşumu zaten kabul etmez, doğar doğmaz boğardı. Türk devletinin Batı Kürdistan’daki gelişmeleri de kendiliğinden kabul etmesi zordur. Ancak Kürt halkının iradesi, örgütlülüğü, mücadelesi Türk devletine bu statüyü kabul ettirecektir. Yine Türk devletinin çok haksız politikaları karşısında dünya demokratik kamuoyunun tepkisi onlara bu statüyü kabul ettirecektir. Öyle Türkiye’nin söylediği gibi Arapların Kürtlerin tutumuna ciddi bir tepkisi yoktur, Suriyelilerin tepkisi yoktur. Aksine Türkiye ilişkide olduğu siyasal islamcı kesimleri kışkırtıp Kürtlerin üzerine sürmek istemektedir. Bu açıdan önümüzdeki dönemde Suriye Kürtlerinin bu kazandığı statünün kabul ettirilmesi açısından belirli bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Özellikle de Türk devleti gibi devletlerin, yine Türk devletinin kışkırttığı çevrelerin oyununu bozmak açısından hem Suriye içinde, Batı Kürdistan içinde Kürtlerin birlik olması gerekiyor, hem de Batı Kürdistan dışındaki Kürt halkının ve Kürt siyasi güçlerinin birlikte davranması gerekiyor. Yakın zamanda KDP ve KCK’nin Batı Kürdistan’daki birliğe destek vermeleri, oradaki birliği teşvik etmeleri önemli olmuştur. Eğer Kürtler Türk devletinin baskısı ya da çeşitli güçlerin baskısı karşısında yanlış politikalara düşmez, bu birlik politikasından taviz vermezlerse Kürtlerin birliği Türk devletinin bu saldırgan politikasını boşa çıkaracaktır. Türk devletinin Batı Kürdistan’ı işgal etmesi kolay değildir. Kaldı ki işgal etmesi açısından hiçbir gerekçe de yoktur. Eğer Kürtler birlikte davranırsa Türk devletinin yapacağı bir şey de yoktur. Türk devleti konuşmaktan başka bir şey yapamaz. Çünkü saldırmasının hiçbir gerekçesi yoktur. “Bana sınırdan saldırı gelirse ben de cevap veririm” söyleminin de hiçbir temeli yoktur. Böyle bir durumun olması da o sınır hattında mümkün değildir. Çünkü PKK’nin yürüttüğü savaşın nerelerde yoğunlaştığı bellidir. Bu açıdan Türk devletinin bu saldırganlığına karşı hem Batı Kürdistan halkının kendi içinde birlik olması gerekir hem de bütün parçalarda Kürtlerin batı Kürdistan’daki gelişmelere duyarlı olması, oraya yönelik olumsuz yaklaşımlara karşı tepkisini yükseltmesi gerekir. Kuşkusuz PKK ve KDP başta olmak üzere tüm siyasi örgütlerin Türk devletinin Batı Kürdistan üzerindeki şantaj, tehdit politikalarına karşı ortak tutum takınmaları gerekir. Batı Kürdistan’daki halkın iradesine ne başkalarının karışmasına izin vermelidirler ne de kendileri birileri istedi diye Batı Kürdistan halkının iradesine müdahale etmelidirler. Batı Kürdistan’daki halkın örgütlenmesi ve iradesinin hiç kimseye yönelik olumsuz yaklaşımları yoktur. Batı Kürdistan halkı tamamen kendi haklarını elde etmek ve çıkarlarını korumak için adım atmaktadırlar. AKP hükümeti tamamen otoriter bir zihniyete sahiptir. Her ne kadar zaman zaman kimi demokratik söylemlerden, özgürlüklerden söz etse de Kürt sorunu ve alevi sorunu gerçeğinde görüldüğü gibi kesinlikle antidemokratik karakterdedir. Kürtleri de, alevileri de, herkesi de kendine benzetmek istemektedir. Kendi çizdiği sınırlar kadar özgürlük tanımaktadır. Kendi çizdiği sınırlar kadar hak görmektedir. Yani kendine müslüman kendine demokrattır. Toplumların haklarını ve özgürlüklerini tanıyacak bir karaktere sahip değildir. AKP’nin bu karakterde olması biraz da onun tarihiyle bağlantılıdır. AKP, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmüş bir geleneğin devamcısı değildir. Hatta geçmişte biraz demokrasi mücadelesi veren gelenekten de kopmuştur. Erbakan’ın belirli yönleriyle sistemle karşıtlığı vardı. Sisteme karşı belirli düzeyde bir mücadele yürütmeye çalışıyordu. AKP o gelenekten de kopmuştur. Ondan koparak sistem içileşmiştir, sistemle bütünleşmiştir. Yani bırakalım sisteme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermeyi, aksine sisteme karşı duran gelenekten koparak, sistemin parçası haline gelerek iktidar olabilmiştir. İktidar olduktan sonra da “ Kürt özgürlük hareketini en iyi ben ezerim, Kürtleri en iyi ben oyalarım, demokrasi güçlerini en iyi ben aldatırım, muhalif güçleri en iyi ben sustururum” diyerek iktidarını bugünlere kadar getirmiştir. Taraftan devleti ve gerici güçleri, diğer taraftan da Kürtleri ve demokrasi güçlerini oyalayarak iktidarını bugünlere kadar taşımıştır. Karakterinde özgürlükçülük ve demokratlık yoktur, fırsatçılık vardır. İktidar için yürütülen bir mücadele vardır. Bu açıdan da Erdoğan hükümeti bugün Kürdistan’da olduğu gibi tamamen Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak isteyen bir hükümet haline gelmiştir. Şu anda Erdoğan hükümeti kesinlikle Kürt düşmanı bir hükümettir. Kürtleri yeniden siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemi içine sokmaya çalışmaktadır. Nitekim atıldığı söylenen adımlar da Kürt sorununun çözümünü değil, Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesi için kullanılan meşruiyet araçlarıdır. Tasfiyeyi bu meşruiyet araçlarına dayanarak geliştirmek istemektedir. Bugün sadece Kürtlere değil, herkese karşı düşmanca bir tutum içine girmiştir. Türkiye’nin onlarca yıllık yürüttüğü demokrasi mücadelesini kendine müslüman kendine demokrat bir hükümet anlayışıyla ileri demokrasiye getirdik diyerek tüketmeye çalışmaktadır. Bu yönüyle de halkın özgürlük ve demokrasi eğilimlerini de çok kötü kullanmıştır; kendi hizmetine sokmuştur. Öyle ki bugün Türkiye’deki demokrasi güçlerinin yeni anayasa istemini bile kendi iktidarını pekiştirecek bir yeni anayasa yapma çerçevesinde kullanmaya çalışmaktadır. Böyle antidemokratik, fırsatçı bir güçle karşı karşıyayız. AKP hükümeti sert kayaya çarpmıştır Ancak AKP hükümeti çeşitli kesimleri sustursa da, sıra Kürt özgürlük hareketi’ne gelince sert bir kayaya çarpmıştır. Kürt özgürlük hareketinin onlarca yıla dayanan tecrübesi ve birikimi AKP’nin tasfiye politikalarını boşa çıkarmıştır. AKP aslında bu bir yıl içinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye edeceğini sanıyordu. Çeşitli güçlere dayanarak Kürt işbirlikçiliğini de kullanarak Kürt özgürlük hareketini etkisizleştireceğini düşünüyordu, ama bugün açığa çıkmıştır ki, bırakalım Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmesini, aksine Kürt özgürlük hareketine karşı savaş içinde giderek tükenen bir AKP hükümeti gerçeği vardır. AKP hükümeti gelinen aşamada iktidarını Kürt karşıtlığına dayandırdığı için Kürt özgürlük hareketini bastırma politikası izlemektedir. Ama diğer taraftan da Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaş kendisini bitirmektedir. Bu karakterinden dolayı Türkiye’yi demokratikleştirme ve Kürt sorununu demokratik temelde çözme biçiminde bir çıkış yapacak, bir alternatif politika üretecek durumu yoktur. Çünkü kendini Kürt düşmanlığı üzerinden sistem içileştirmiştir; sistemle bütünleşmiştir. Kürt karşıtlığı üzerinden devletin yeni iktidar güçlerinden biri haline gelmiştir. Bu karakterinden dolayı demokrasi içinde Kürt sorununu çözmesi, alevi ya da başka sorunlarını çözmesi mümkün değildir. AKP ya Kürt özgürlük hareketini ezerek Kürtlerin siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altına alınmasına dayalı yeni bir Türkiye sistemi kuracaktır ve bu sistemin başat gücü haline gelecektir ya da Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaş başarılı olmadığı takdirde AKP hükümeti de etkisizleşecektir. Gelinen aşamada artık iki yoldan başka yol kalmamıştır. Ya Kürt özgürlük hareketi ezilecektir, otoriter sistemini pekiştirecektir ya da Türkiye demokratikleşecektir. AKP’nin demokratikleşme karakteri, zihniyeti de olmadığına göre, böyle bir politik eğilimi de bulunmadığına göre böyle bir durumda AKP’ye karşı başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere demokrasi güçlerinin mücadelesinin yükselmesi gerçekleşecek ve bu mücadele sonunda AKP etkisizleştirilerek Türkiye’nin demokratikleşmesinin önü sonuna kadar açılacaktır. Çünkü Türkiye’nin artık Kürt sorununu eskisi gibi yürütme, idare etme şansı kalmamıştır, ya iradesini kırıp ezecektir ya da demokratik siyasal yollardan bu sorunu çözecektir. Şu anda AKP şahsında Kürt özgürlük hareketini ve demokrasi güçlerini ezme güçleriyle demokrasi güçlerinin mücadelesi şiddetlenmiş bulunmaktadır. Her ne kadar AKP devletin olanaklarını kullansa da, güçlü gözükse de ancak Kürt halkı ve demokrasi güçleri karşısında başarıya ulaşma şansı yoktur. Şimdiye kadar iktidar olması ve bu mücadeleyi yürütmesi yüzündeki demokrasi ve özgürlük maskesi sayesindeydi. Demokrasi ve özgürlük maskesi düştüğü andan itibaren bundan önce tasfiye olan eski partiler müzesine gitmesi kaçınılmaz hale gelecektir. AKP’nin artık demokrasi güçlerinde de Kürtlerde de beklenti yaratma şansı kalmamıştır. Kuşkusuz kimi işbirlikçiler eliyle, basın eliyle, yine kimi hala yanında duran liberaller eliyle beklenti yaratıp demokrasi güçlerini ve Kürt toplumunu oyalayarak iktidarını pekiştirip sürdürmeyi hedeflese de demokrasi güçleri ve Kürt özgürlük hareketinin bu konularda tutumu netleşmiştir. Artık beklenti ve oyalama yapmaya fırsat vermeyecektir. Çünkü AKP şimdiye kadar kendisine verilen şansı doğru kullanamamıştır. Kendisine fırsat verilmiştir, ama bu şansı Kürt sorununu çözüp Türkiye’yi demokratikleştirmek için değil de ezme, tasfiye etme doğrultusunda kullanmıştır. Bu açıdan AKP Kürt sorununda çok ciddi adım atmadığı takdirde demokratik tutum ve projesini ortaya koymadığı takdirde Kürt özgürlük hareketi mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir; beklentili ruh hali içinde olmayacaktır, AKP hükümetinin de Kürt halkını ve demokrasi güçlerini oyalamasına fırsat vermeyecektir. AKP hükümeti ancak Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi adımlar attığı takdirde Kürt özgürlük hareketi farklı bir mücadele yaklaşımı gösterecektir. Bunun ilk yolu da Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulunun sağlanmasıyla mümkündür. Artık Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları sağlanmadan, bu konuda adım atmadan AKP’nin Kürt sorununu çözeceğine ve demokratikleşme yolunda adımlar atılacağına inanmaz. Bir yıldır hiçbir hukuka dayanmayan, hiçbir yasaya dayanmayan bir biçimde İmralı’da hukuk dışı, korsanca bir tecrit politikası izlenmektedir. Bugün Önder Apo üzerinde bir tehdit ve şantaj politikası yürütülmektedir. Nasıl ki dışarıda Kürt özgürlük hareketi, yine Kürt demokratik hareketi üzerinde baskı kurarak kendi politikalarını kabul ettirmek istiyorsa, kendi politikalarına boyun eğmesi dayatılıyorsa, aynı şey Önder Apo’ya İmralı’da dayatılmaktadır. Bu açıdan Önder Apo da AKP’nin politikalarına karşı tutum koymaktadır, direnmektedir. Bu nedenle görüştürmüyorlar. Önder Apo bu direnişçi tutum içinde olduğu için görüşmeleri engelliyorlar. Önder Apo’nun sadece Kuzey Kürdistan halkına değil, Güney Kürdistan’daki Kürt halkına, Batı Kürdistan’daki Kürt halkına perspektif vereceğini, Ortadoğu’da yeni dengelerin kurulduğu süreçte bütün Kürtlerin nasıl davranması gerekeceği konusunda düşüncelerini ve perspektiflerini ortaya koyacağı için bu görüşmeler engellenmektedir. Önder Apo mücadele perspektifini net ortaya koyacağı için bu görüşmeler engellenmektedir. Eğer Önder Apo’nun direnişçi tutumu olmasaydı, AKP’nin tasfiye politikalarına karşı tutum koymasaydı, bu kadar kendilerin teşhir eden, dünyaya rezil eden, böyle açık bir tecrit ve şantaj politikasını uygulayabilir miydi? Bu tecrit ve şantaj politikasının uygulanması büyük siyasi nedenlere dayanıyor; ciddi siyasi nedenlere dayanıyor. Yoksa herhangi bir zindanda bir tutuklunun bir disiplin cezası alması sonucu görüşmelerin yasaklanması gibi bir durum söz konusu değildir. Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda adım atmayan, Türkiye halklarını oyalayan AKP’ye karşı tutum koyduğu için bu tecrit sürmektedir. Önder Apo açıkça “ AKP daha önceki iktidarlardan daha tehlikelidir” demiştir. Yapmak istediği anayasayı da 12 Eylül Anayasası’nın liberal versiyonu olarak değerlendirmiştir. Bu düzeyde açık bir tutum konulduğu için Önder Apo bugün tecrit altında, tehdit ve şantaj politikasıyla karşılaşmaktadır. Bu durumun kesinlikle böyle değerlendirilmesi gerekiyor. Önder Apo’ya uygulanan tecrit Kürt halkına savaş ilanıdır Hareketimiz kesinlikle Önder Apo üzerinde uygulanan tehdit ve şantaj politikasını bir savaş ilanı olarak değerlendirmektedir. Çünkü bir halkın önderliğine, bir hareketin önderliğine bu yaklaşım bir savaş ilanıdır. Bugün eğer savaş sürüyorsa, savaş şiddetlenmişse bunun altında yatan en temel gerçeklik de Önder Apo’ya yaklaşımdır. Çünkü Önder Apo’ya yaklaşım Kürt sorununun çözümüne yaklaşımdır, Kürt halkına yaklaşımdır. AKP hükümeti Kürt sorununda demokratik çözüm anlayışı olmadığı için, Kürtleri yeniden siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemi içinde tutmak istediği için bu halkın Önderi üzerinde tehdit ve şantaj politikası izlemektedir. Çünkü bir halkın Önderi olarak açıkça AKP’nin yüzünü teşhir etmiştir. Bu nedenle bugün tecrit bir halkın önderine uygulanmaktadır. Özgürlükte, demokraside, Kürt sorununun çözümünde ısrar eden önderliğe yönelik bir tutum vardır. Öyle bazılarının dediği gibi Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit bireysel sorun değildir. yine Önder Apo’nun sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarının istenmesi bireysel bir talep değildir. Burada Kürt halkının özgürlüğünün istenmesi vardır. AKP’ye demokratik çözüm yolunda adım at çağrısı vardır. Bunu böyle anlamamak ya aptal olmaktır ya da AKP’nin uşaklığı ve işbirlikçiliği nedeniyle bu gerçekliği saptırmaktır. Herhalde dünyanın başka bir yerinde bir önderliğe böyle bir tecrit, tehdit ve şantaj politikası uygulansaydı sıradan siyasi bilinci olanlar bile bunun halkın mücadelesine karşı olduğunu rahatlıkla ortaya koyarlardı. Bu Önderliğin sağlık, güvenlik ve özgürlüğünü istemenin de söz konusu sorunun çözümü için adım atma dayatması olduğunu herkes söylerdi. Bugün Önder Apo’nun özgürlüğünün istenmesi hem Önder Apo tarafından, hem Kürt özgürlük hareketi hem de Kürt halkı tarafından “bu sorunun çözümü için ciddi adım at, bu sorunun çözümü için niyetini ortaya koy” demektir. Çünkü Kürt sorununda çözüm niyeti ve projesi olanlar ilk önce de en makul çözüm yaklaşımları olan, gerçekten de bir çözüm sonrası halkların kardeşliği temelinde yeni Türkiye’nin oluşması açısından rol oynayacak Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlarlar. Eğer çözüm isteniyorsa, on yılların, yüzyılların açtığı yaralar kapatılmak isteniyorsa, bunun yolu tabii ki Kürt Halk Önderi’ne yaklaşımdan geçer. Kürt Halk Önderi’ne olumlu yaklaşım aynı zamanda Şeyh Sait, Seyit Rıza ve diğer Kürt önderleri karşısında da bir özür dilemek olur. Sözde değil, ciddi bir özür dilemek olur. “ Ben Dersim’de olanlardan özür diliyorum” demekle ciddi bir adım atılmış olunmaz. Bu özür dilemenin sonuçları gerekir. İşte ciddi bir özür dilemenin sonuçları çağdaş önderliğe yaklaşımdır, Kürt sorununun demokratik çözümünde adım atmaktır. Bunlar olmadan kim Türk devletinin politikalarını değiştirdiğine ya da herhangi bir konuda özür dilemesine inanır ya da sözde demokrasi söylemlerine inanır. Eğer pratik bir değeri yoksa söylemlerin hiçbir değeri yoktur. AKP hükümetinin politikaları ortadadır. On bine yakın siyasi tutuklu vardır. Milletvekillerine yaklaşım ortadadır. Zindandaki tutsaklara yaklaşım ortadadır. AKP’nin yaptığı bir savaş politikasıdır, bir savaş yürütme biçimidir. Bu açıdan AKP’ye karşı da, AKP’nin politikalarına karşı da Kürt halkı, Kürt özgürlük hareketi hiçbir tereddüde düşmeden, hiçbir gevşekliğe düşmeden, beklenti içine girmeden, oyalama içine girmeden mücadelesini sürdürecektir. Beklenti ve oyalama içine girmek AKP’nin yürüttüğü savaş ve tasfiye politikalarına hizmet etmek olur. AKP’nin politikaları karşısında tereddüt göstermek; “acaba bir şey olacak mı, çözüm olacak mı” gibi yaklaşımlar içinde olmak tamamen psikolojik savaşın etkisinde olmak, kendini kandırmaktır. AKP’nin politikaları açıkça ortadadır. Demokratik zihniyeti olanların, çözüm zihniyeti olanların atacakları adımlar da ortadadır. Bunlar ortada yokken, aksine zulüm ve baskı en şiddetli hale gelmişken, 12 Eylül’de bile görülmedik düzeyde tutuklamalar varken AKP’nin bu politikalarına karşı direnmekten başka çare olmayacaktır. Bu açıdan “ateşkes olsun, silah bırakılsın” söylemlerinin hepsi psikolojik savaşın ortaya çıkardığı sonuçlardır. Ortada ne ateşkes ortamı vardır ne silah bırakma ortamı vardır, ne de gerçekten demokratik mücadele koşulları vardır. Gelinen aşamada Kürt halkının özgürlüğü ve demokrasisi için her türlü mücadele yöntemi meşrudur. Bunu görmemek, bunu anlamamak AKP’nin politikalarını normal görmektir. AKP’nin politikaları normal görülebilir mi? On bin demokratik siyasetçinin tutuklanması normal görülebilir mi? Bir halkın önderliği üzerindeki baskı normal görülebilir mi? Kışın görüldüğü gibi gerillayı son ferdine kadar yok etme harekatları normal görülebilir mi? Milletvekillerine ve demokratik siyasetçilere gösterilen yaklaşım ortadadır. 72 yaşındaki bir kadın bile zindana atıldı, tepkiler sonrası bırakıldı. Bu bile Kürtlere karşı nasıl bir savaş yürütüldüğünü göstermektedir. Roboski olayındaki tutumları açıktır. Bütün bunlar karşısında kim mücadelede gevşeklik isteyebilir ya da AKP’nin ve devletin politikalarında beklenti içine girebilir? Bu açıdan önümüzdeki dönem kesinlikle bedeli ne olursa olsun Kürt özgürlük hareketinin mücadelesini yükseltmesini yükselteceği dönem olacaktır. Kimse Kürtleri gerçek çözümden vazgeçiremez Kürt halkı yüz yıldır bedel veriyor. Bu insanlar keyf için ölmediler, şehit düşmediler. Özgürlük umutları vardı, hedefleri vardı, amaçları vardı. AKP ise bu hedefleri ve amaçları bitirmek istiyor, yok sayıyor. “Bu hedefleri, amaçları kabul etmem, siz bana boyun eğeceksiniz” diyor. Bunun karşısında onurlu Kürt, namuslu Kürt ne yapacaktır? Ölümüne direnecektir. Bazı alçakların söylediği “bir kişinin tırnağının kanamasını dünyaya değişmem” yaklaşımı büyük bir köleliktir, alçaklıktır, teslimiyettir. Dünyada böyle bir şey var mıdır? Kürtler köle de olabilir, kültürel soykırıma da uğrayabilir, yeter ki tırnağımız kanamasın demek düşkünlüktür. Kürtleri iradesiz kılsınlar, ölümden daha beter hale getirsinler, yeter ki tırnağımız kanamasın! Bundan daha alçakça bir şey olabilir mi? Bu açıdan silah bıraktırma dayatmaları yüzyıllık Kürtleri teslim alma politikalarının yeni biçimidir. 1925’ te, 1930’da, 1938’de direnişleri ezerek nasıl ki irade kırmak istemişlerse bugün de aslında askeri ve siyasi operasyonlarla irade kırmak istiyorlar. Gerillaya silah bıraktırma çağrıları da bu irade kırma saldırılarının bir parçasıdır. Dedikleri gibi Türkiye’de öyle Kürtlerin haklarını tanıyacak ne bir zihniyet ne de siyasi ortam vardır. Bunu söylemek Kürtleri kandırmaktır. 70-80’lik bir kadının içeri atıldığı yerde kim bunları söyleyebilir? Bugün on bin siyasi tutuklu vardır. Bilmem Türkiye’de demokrasi varmış! 29 Mart seçimlerinden sonra Kürt özgürlük hareketi 13 Nisan’da ateşkes ilan etmişti. Türkiye’de demokrasi olsaydı ateşkes ilan edildikten bir gün sonra 14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonları başlamazdı. 29 Mart seçimlerinden sonra bırakalım operasyon yapmayı, demokratik siyasetin önü açılırdı. Aksine o günden bugüne demokratik siyaset tırpanlanıyor, siyasi soykırım operasyonları yapılıyor. Niye? Kürtler biraz canlanmış, kanlanmış, yani bilinçlenmiş! Böyle olunca hepsini tırpanlayalım, ezelim, Kürtlerin canlanmasına, kanlanmasına, politikleşmesine, örgütlenmesine fırsat vermeyelim demişlerdir. Bu hale gelmişlerse üzerine gidip tırpanlamak, ezmek, kökünü kazımak gerekir, demişlerdir. Siyasi soykırım operasyonlarının amacı budur. Amacın böyle olduğu yerde hangi demokratik zihniyetten söz edilebilir? Yoksa 29 Mart’tan sonra niye operasyon yapılsın! Hem de Kürt özgürlük hareketi ateşkes ilan etmesine rağmen. Bu açıdan bu “silah bıraksınlar” söylemi, ateşkes söylemi bir safsatadır, bir demagojidir, hiçbir siyasi karşılığı olmayan yaklaşımlardır. Bugün vicdanlı olanların, demokrat olanların, insan canı yanında olanların, insan hakları ve adaletten yana olanların yapması gereken şey, AKP hükümeti üzerinde baskı kurmaktır, AKP’nin Kürt sorununun demokratik çözümünde ciddi adım atmasını sağlamaktır. Bu tutumu göstermeyenlerin başka söyleyecek sözleri olamaz. Bu yaklaşımın dışındaki bütün yaklaşımlar sahtedir, demagojidir, psikolojik savaşın parçası olmaktır. AKP’nin bir çözüm zihniyeti ve anlayışı yoktur. KDP, YNK zaman zaman diplomasi gereği bu sorunu AKP çözer diyorlar. Öyle inandıklarından dolayı değil. Türkiye’de ne AKP’nin ne de başka bir siyasi gücün çözüm politikası vardır. CHP’nin de yoktur. CHP’nin Batı Kürdistan konusundaki tutumu ortadadır. Aynı 2003’te Güney Kürdistan’da ortaya çıkan oluşama nasıl yaklaşmışlarsa şimdi de aynı yaklaşılmaktadır. Bu yönüyle Türkiye’de şu parti, bu parti demeden, hepsinin yaklaşımları aynıdır. Bilmem MHP şöyle sert yaklaşıyor, AKP’den daha kötüymüş! Bu ölçü değildir. MHP’yi ölçü olarak koymak bile geri zekalılıktır. MHP zaten her zaman ters konuşacaktır, en uç noktada konuşacaktır. Amiyane deyimle ölümü gösterip sıtmaya razı ettirecektir. MHP ile bir şey karşılaştırılamaz, MHP ile bir ölçü konulamaz. Bazen bir şey oluyor, hemen diyorlar ki AKP’nin şu politikasına MHP de karşı çıkıyor, BDP de! Bu geri zekalılıktır, bu utanmazlıktır, bu alçaklıktır. Faşizmi ölçü olarak koymaktır. Faşizm ölçü olamaz, onun görevi odur. Onunla ne AKP’nin ne CHP’nin hiç kimsenin politikaları ölçülemez. MHP ile yapılacak her karşılaştırma demagojidir. MHP görevini yapıyor. Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır. Gelinen aşamada Türkiye’de demokratik bir ciddi siyasal hareket yoktur. CHP’nin de durumu ortadadır, öyle değiştiği falan yoktur. Kürt sorununda köklü adım atmadan, zihniyet değişikliğine uğramadan kimse değiştiğini iddia edemez. Türkiye’de değişmenin ölçütü Kürt sorununda radikal zihniyet değişikliğiyle mümkündür. Kürt sorununda radikal zihniyet değişikliği yapamayanlar, yani Kürtlerin özyönetimlerini kabul etmeyenler, demokratik özerkliklerini kabul etmeyenler, anadilde eğitimlerini kabul etmeyenler, bunu Kürtlerin demokratik ve evrensel hakkı olarak görmeyenler demokrat olamazlar. Bunların tanınmadığı yerde de demokratik zihniyetten bahsedilemez. Kürtlerin hakları tanınmayacak, ama demokrasi olacakmış! Kürtsüz demokrasi. Böyle demokrasi olamaz. Demokrasi Kürtlere yaklaşımla belli olur. Kürtlere yaklaşım da bugün ortadadır. Öyle AKP’nin Kürt sorununu çözmek için attığı ciddi bir adım yoktur. Geçmiş katı inkarcılığa dayanarak teşhir olunan dil ve kültür alanındaki kimi yumuşamalar adım atma olarak değerlendirilemez. Bu, kendini Kürt halkının demokrasi ve özgürlüğü temelinde ölçmek değil de, katı inkarcılıkla ölçerek yeni inkarcılık biçimini kabul ettirmek anlamına gelmektedir. Bilmem TRT 6’ymış, şuymuş, buymuş, bunlar Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında artık işlemeyen eski politikalar yerine Kürtleri siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım sitemi içine sokmak için atılan tasfiyeye meşruiyet kazandırma adımlarıdır. Çözümün ilk adımları değildir. Bunu böyle değerlendirmek gerekir. Bu açıdan Kürtler AKP’nin bu demagojik yaklaşımlarına, özel savaş argümanlarına, kimi adımlar atıyorum diyerek toplumları aldatıp eski sistemi sürdürme politikalarına karşı dur diyeceklerdir. Bunları kabul etmeyeceklerdir. Bunların bir psikolojik savaş, bir oyun olduğunu görecek, gerçek çözümde ısrar edeceklerdir. Kimse Kürtleri gerçek çözümden vazgeçiremez. Yok adım adım olacakmış! Öyle adım adım olacak diye bir şey yok. Bir halkın varlığını tanımak adım adım olmaz. Ya açık ve net tanınır ya da tanınmış olmaz. Kürtlerin kendi kendini yönetme ve anadilde eğitim hakkını tanımadan Kürtlerin varlığı da tanınmaz. Tamam, çözülsün, proje olsun adım adım uygulayalım! Çözüm zihniyeti netleşsin adım adım yapalım. Belki her şey birden olmaz, ama çözüm zihniyeti ve projesi hemen ortaya konulabilir. Bugün çözüm projesi yok. Anadilde eğitim hakkı tanınsın, bu birkaç yıl sonra pratikleşsin. Kaldı ki bu da yanlıştır. Diyorlar anadilde eğitim olsa bile hemen yapılamaz! Hemen yapılabilir, bir yıl sonra yapılabilir. Türk devleti Arapçadan Latin harflerine geçince öğretmenleri mi vardı? Eskiden okuma yazma bilenleri öğretmen yapıyorlardı. Onlara eğitmen deniyordu. Birçok yerde eğitmenler bu işleri yapıyordu. O zaman Türkiye’de okuma yazma oranı yüksek değildi, şimdi Kürtlerde okuma yazma oranı o zamanların Türkiyesi’nden çok çok yüksektir. Okullarda eğitim verecek öğretmenler çoktur. Nasıl ki eskiden eğitmenler okuma yazma öğretiyordu, bu kadar Kürt öğretmen var, memur var, bunlar da rahatlıkla yapabilirler. Bırakalım bunları Maxmur’da yetişen gençler bile yapabilirler. Türk devleti İngilizce öğretmek için ta Amerika’dan hoca getirtiyor, Güney Kürdistan’dan gelip eğitim verebilirler. Bu bakımdan bunların hepsi bahanedir, demagojidir. Eğitim kararı alsın bir yıl sonra rahatlıkla hayata geçirilebilir. Okullar zaten var. Bu yönüyle Kürtlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş vardır, demagojik söylem vardır. Yani alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete yapmak istiyorlar. Ama artık Kürt özgürlük hareketi buna dur demiştir. Mücadele ediyor ya Türk devleti bu sorununun çözümünde adım atacaktır ya da Kürtler sonuna kadar bu mücadeleyi sürdüreceklerdir.
Serxwebun.org
Ortadoğu’da yeni dengelerin kurulma sürecinin sonuna doğru gidilirken çatışmalar daha da şiddetlenmiş bulunuyor. Bizzat askeri müdahaleler gerçekleşiyor. NATO’nun Libya’ya müdahalesi bunun açık kanıtı. Yine Suriye’ye bir müdahale var. Suriye’ye belki bugün dış güçlerin doğrudan askeri güçleri girmemiştir, ama Suriye’deki savaşın içerideki güçlerle sınırlı kalmadığı, uluslararası bir düzey kazandığı açıktır. Hatta bir kısım güçlerin dışarıdan Suriye içine gelip savaştığı da kesinleşmiştir. Suriye’deki muhalifleri ABD destekliyor, Türkiye destekliyor. Arkasında Katar, Suudi Arabistan, Avrupa var. Suriye’deki rejimin değiştirilmek istendiği ve ABD’nin, Avrupa’nın çıkarları doğrultusunda yeni bir Suriye’nin kurulmak istendiği açıktır.
ABD, Irak merkezli gerçekleştiremediği yeni Ortadoğu düzenini, Mısır ve Suriye ekseni üzerinden gerçekleştirmek istiyor. Mısır’da belirli düzeyde sonuca ulaşmış bulunuyorlar. Suriye’de rejimi istedikleri biçimde değiştirebilirlerse, yeni Ortadoğu’nun çehresi şekillenecektir. Mısır’da rejim değişikliği belirli oranda gerçekleşmiştir, ama hala orada mücadele sürmektedir. ABD, İhvan-ı Müslim’e, siyasal islamcılara dayalı yeni bir Mısır’ın şekillenmesini istemektedir. Ancak yeni Mısır şekillenirken ilerde ABD’ye sorun çıkarmayacak bir karakterde olmasına dikkat etmektedir. Bu açıdan hala ordunun gücünü kullanarak İhvan-ı Müslim’i sınırlama ve tamamen sistem çıkarlarıyla uyumlu hale getirme çabası sürmektedir. Eğer Mısır’da istediği düzeni tümden kursaydı, Türkiye’deki gibi orduyu bir tarafa atabilirdi. Ama hala İhvan-ı Müslim merkezli siyasal sistemi tümden istediği noktaya getirmiş değildir.
Bu süreçte tabii ki Yemen’e de bir çekidüzen vermişlerdir. Yemen’de geçişi biraz daha yumuşak yapmışlardır. Yemen’deki iktidar doğrudan kendi kontrollerinde olduğu için orada radikal, sert bir dönüşüme karşı çıktılar. Bu yönlü bir politika içinde olanları da engellediler. Onlara fırsat vermediler. Ama Yemen’deki rejimin siyasal ve toplumsal meşruiyetinin güçlenmesi için de bir geçiş süreci uyguladılar. Şu anda bu süreç işlemektedir. Yeni Ortadoğu’nun karakterini önemli düzeyde belirleyecek olan Suriye’de ise hala savaş sürmektedir. Kuşkusuz ABD-Avrupa Suriye’nin kendi isteğidoğrultusunda şekillenmesini istemektedir. Ancak Suriye’ye Mısır’da olan durumdan biraz daha farklı yaklaşmaktadırlar. Suriye’deki siyasal rejimde sadece islamcıların değil, diğer güçlerin de yer almasını istemektedirler. Diğer ülkelerde siyasal islamcıların başat güç olmasına itirazları olmazken, Suriye’nin geniş yelpazede bir iktidar bloğuna kavuşması için çaba göstermektedirler. Suriye’deki savaşın uzamasının önemli bir nedeni de budur. Hala ABD ve Avrupa’nın istediği düzeyde bir iktidar bloğu ortaya çıkarılmadığı için ABD ve Avrupa daha şiddetli bir müdahaleye yönelmemiştir. Öte yandan Obama yönetimi seçimler öncesi daha sert bir tutuma girmek istememektedir. Suriye rejimi de bu durumu görerek elindeki imkanları kullanıp kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu da tabii savaşın önümüzdeki aylarda daha da şiddetleneceğini göstermektedir.
AKP Kürtlere uyguladığı politikayı Suriye’de de hakim kılmak istiyor
Mevcut durumda Suriye’yle ilgili politikada en aktif konumda bulunan ülke Türkiye’dir. Öyle ki, bir an önce dış müdahale yapılmasını istemektedir. Dış bir müdahale olursa kendi pozisyonunun daha da aktif hale geleceğini düşünmektedir. Türkiye, Irak’la da İran’la da sorunlu hale gelmiştir. Mevcut durumda ABD’nin atına binerek Suriye üzerinden Ortadoğu’da etkili olmayı hedeflemektedir. Eğer Suriye’de etkin olabilirse kendine göre Ortadoğu’nun bütün kapıları kendisine açılacaktır. Aksi durumda İran ve Irak’la da ilişkileri bozulmuş bir Türkiye, Ortadoğu’da çok sıkışmış bir pozisyonda olacaktır. Bu açıdan oluşacak yeni Suriye üzerinde etkinliğini artırmak istemektedir. Bunu bölge politikaları açısından kendisi için zorunlu görmektedir. Ancak Türkiye, “ Suriye’de bir an önce etkili olalım, güçlü olalım” derken, çok erken hareket etmiştir ya da ABD ve Batı’nın çok erkenden müdahale edeceğini düşünerek,Suriye’ye karşı sert tutum alanların en başında gelmiştir. Hesaplarını Suriye’ye erken müdahale edileceği ve rejimin kısa sürede düşeceği üzerine yapmıştır. Ancak mevcut durumda Türkiye’nin hesapları tutmamıştır. Bir yıldan fazladır çatışmalar sürmektedir. Bırakalım siyasi sonuçlarını, savaşın uzaması ekonomik olarak da Türkiye’yi çok zorluklar içine sokmuş bulunmaktadır. Öte yandan Suriye’deki rejimin geç yıkılması durumunda Kürtlerin boşluktan yararlanarak örgütleneceklerinden, kendilerini güç yaparak statü elde etmelerinden fazlasıyla korkmaktadır. Zaten Suriye’ye bu kadar aktif müdahale etmek istemesinin esas nedenlerinden en önemlisi de; Kürtlerin statü kazanmasının önüne geçmek istemesiydi. Ancak Türkiye’nin amiyane deyimle korktuğu başına gelmiştir. Suriye’de savaş şiddetlenince Suriye’deki Kürt demokratik hareketi çatışmaların Kürt topraklarına sıçramasını engellemek için başta Kobani, Afrin, Amudê ve Dêrîk olmak üzere alan hakimiyetini ve yönetimini kendi ellerine aldılar. Zaten uzun süredir Suriye’de kendi özyönetimlerini kurma çabalarını gösteriyorlardı, kendilerini örgütlüyorlardı. Kendilerini örgütleyerek, savaşın Batı Kürdistan topraklarına sıçramasını engellemeye çalışıyorlardı. Başından beri çatışmanın Kürt topraklarına yansımaması için büyük çaba gösterdiler. Topluma dayalı örgütlenmelere ve bu örgütlenmelere dayalı öz savunmalarını gerçekleştirerek çatışmaların Kürt topraklarına geçmesini önlediler. Bu konuda Kürtlerin Batı Kürdistan’da izlediği politika doğruydu. Erkenden Suriye devletiyle çatışma ya da rejime karşı mücadele eden güçlerle karşı karşıya gelme gibi pozisyonlardan kaçındılar. Çünkü Suriye’deki savaşın nereye evrileceği belli değildi. Kürtlerin bir savaş içine girmesi şoven milliyetçiliğin Kürtler üzerinde katliam yapmasıyla sonuçlanabilirdi. Suriye’de iki güç iktidar mücadelesi vermekteydi. Özellikle rejim karşıtı güçlerin demokratik karakterde olmaması, Kürtlerin haklarını tanıyacak zihniyette bulunmamaları, dış güçlerin, özellikle de Türkiye’nin etkisinde olmaları nedeniyle Suriye’de yaşanan savaş karşısında tarafsız kaldılar. Hem devletle erken bir çatışmaya girmemeleri hem de tarafsız kalmaları Kürtler açısından en doğru politikaydı. Böylece Suriye’deki savaşın acısının, ağır yükünün Kürdistan’a yansımasını engellemiş oldular. Kendi kendini yönetme Kürtlerin de hakkıdır, ancak Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesi, ne devlet tarafından ne de muhalifler tarafından Kürt sorununun demokratik çözümü için hiçbir olumlu yaklaşım gösterilmemesi karşısında Kürtler ne yapacakları konusunda bir arayışa girmişlerdir. Özellikle de Kahire toplantısında muhalif güçlerin Kürtlerin taleplerini reddetmeleri, Kürtlerin mevcut durumlarını gözden geçirmelerini beraberinde getirdi. Hem Kahire toplantısı hem de savaşın şiddetlenerek Kürdistan topraklarına kayması ihtimalinin ortaya çıkması karşısında kendi demokratik özyönetimlerini kurmaya yöneldiler. Böylece örgütlü güçle savaşın Kürdistan topraklarına yayılmasını engellemek için ciddi bir adım atmış oldular. Bu açıktan açığa hem devlete hem de muhalif güçlere, “savaşınızı bizim alanımıza taşırmayın. Kim savaşını bizim alanımıza taşırırsa, biz ona karşı tutum gösteririz” yaklaşımını da ifade ediyordu. Bugünkü süreçte devletle muhalif güçler çok şiddetli bir çatışma içinde olduklarından, Kürt siyasi güçlerinin bu politikası sonuç verdi ve bu yönüyle de şu anda Kürdistan’ın özgürlüğü ve siyasi statüsü fiili biçimde oluşmuş oldu. Bu durum bir yönüyle de devlet tarafından da, muhalifler tarafından da Kürtlerin bu fiili statüsünün kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Ancak yarın bu güçlerden herhangi birisi kendisini güçlendirip etkili kıldığında durum ne olur bunu şimdiden söylemek mümkün değildir. Çünkü mevcut durumda ne muhalif güçler ne de devlet Kürtlerin statüsünü kabul etmiştir. Devlet zaten şimdiye kadar izlediği politikayla böyle bir statüyü kabul etmeyen pozisyondaydı. Muhalifler de Kahire toplantısında böyle bir statüyü kabul etmeyeceklerini açıkça ortaya koymuşlardır. AKP hükümeti Türkiye’de kendine göre nasıl bir Kürt politikası yürütüyorsa, aynı şeyin Suriye’de de pratikleşmesini istemektedir. Yani Kürtlerin özyönetimini ve anadilde eğitimini kabul etmeyen bir politikayı Suriye’de de hakim kılmak istiyor. Yani Kürtler kendi dillerini evlerde ve sokaklarda konuşabilirler, müziklerini televizyon ve radyolarda çalabilirler, dinleyebilirler. Özcesi kültürel ve dil alanında kimi yumuşamalarla nasıl ki Türkiye’de siyasal egemenlik ve kültürel soykırım yeni koşullarda sürdürülmek isteniyorsa, Türkiye aynı modeli Suriye’de de yerleştirmek istemektedir. Bu açıdan böyle bir model Kürtlerin irade kazanmadığı ve özyönetime sahip olmadığı bir modeldir. Bu bakımdan da Kürtlerin irade kazanması ve kendi kendilerini yönetmelerine şiddetle karşıdır. Kürtlerin özyönetimini ilan etmesi karşısında Türk devletinin şiddetle karşı çıkmasının esas nedeni budur. Türkiye açısından ''Kürtlerin öz yönetimi olamaz, iradesi olamaz, kendi kendilerini yönetemezler.'' Eğer ''Kürtlere bir şey verilecekse bunu devlet yapar''. Kendisinin yaptığı gibi ''dil ve kültür alanında kimi yumuşamalar yapılır ve sorun böyle çözülür.'' Türk devletinin bu kadar şiddetli karşı çıkmasının nedeni, eğer kendi sınırları içindeki Kürtlerden nüfusu daha az bir sayıda olan Kürtler Suriye’de demokratik özerklilerini kazanırlarsa, kendi kendilerini yönettikleri ve anadilde eğitimi olan bir statü oluşursa bunun kendi Kürt politikasını çökerteceğini düşünüyor. Bu kadar şiddetle karşı çıkmasının başka bir nedeni yoktur. Kürtler bulundukları yerlerde demokratik hakları gereği kendi kendini yönetecekler. Bu artık evrensel demokratik kriterler arasında yerini almıştır. Arap olsun, Kürt olsun, günümüzde farklılıkların kendi özgünlüğünün özerkliğini yaşamaları, kendi kendilerini yönetmeleri bir demokrasi ilkesidir. Zaten çoğunluk çoğunluktur, devletin ya da bulunan toprakların yönetiminde ağırlıklı güçtür. Tabii ki Araplar genel yönetimin en büyük gücü olacaklardır, bütün Suriye’nin yönetimi içinde etkili olacaklardır. Kuşkusuz Kürtlerin de, Nusayrilerin de, Dürzilerin de, hıristiyanların da Suriye’nin genel yönetimi içinde belirli ağırlıkları olacaktır; ama genel yönetimde esas ağırlığın Araplarda olacağı açıktır. Bu normaldir, demokrasinin gereğidir. Ancak demokrasinin diğer bir gereği de azınlık toplulukların kendi bulundukları alanlarda kendi kendilerini yönetmesidir; kendi anadilleriyle eğitim yapması, kendi kültürlerini yaşamasıdır. Türkiye işte farklı toplulukların örgütlenmesi, irade olması, kendi kendini yönetmesi, kendi kimliğiyle, diliyle, kültürüyle yaşamasına karşıdır. Sadece ülke geneli için kim çoğunluksa onun dediği olur gibi yüz yıl öncesinin çoğunluğa dayalı yönetim anlayışını dayatmaktadır. Bu açıdan da Kürt halkının kendi kendini yönetmesine karşı sert bir tutum içine girmiştir. Türkiye bu çoğunlukçu, otoriter anlayışı nedeniyle “gerekirse müdahale edeceğim” demektedir. “Suriye’den bize karşı düşmanca saldırılar olursa, güneyimizde terör yapılanması oluşursa buna müdahale ederiz” denmektedir. Daha doğrusu düşündüğü bir müdahaleye böyle gerekçelerle meşruiyet yaratmaya çalışmaktadır. Batı Kürdistan’da kimsenin Türkiye’ye bir saldırıyapacağı yoktur. Kürtler aklını peynir ekmekle mi yemiş ki oradan Türkiye’ye yönelik saldırı yapacak? Öte yandan Batı Kürdistan’da PKK’nin örgütlenmesi yoktur. PKK gitmiş, oraya müdahale etmiş, kurtarmış, böyle bir durum da yoktur. Bizzat orada halk örgütlenmesi, halk meclislerinin kendi yönetimlerine el koyması vardır, kendi kendilerini yönetmesi vardır. Ama Türkiye bu gerçeği göreceğine, “güneyimde PKK’nin yerleşmesine müsaade etmem, PKK-PYD işbirliğiyle orada belirli oluşum yaratılmasına izin vermem, bu bize karşı düşmanca bir oluşumdur, bu nedenle de gereğini yaparız” yaklaşımıyla şovenist Kürt düşmanı zihniyetini ortaya koymuştur. Bu söylemler bundan başka bir şey ifade etmez. Kürtlerin birlik olması Türk devletini korkutmaktadır Öte yandan Batı Kürdistan’daki halkın oluşturduğu yönetim çeşitli Kürt örgütlerinin bir araya geldiği bir bileşimdir. On beş Kürt örgütü de oradaki yönetim içindedir. Halk meclisiyle ulusal meclis ortak bir Kürt Yüksek Konseyi kurmuşlardır. Batı Kürdistan’daki politikalar konusunda ortak hareket etme kararı almışlardır. AKP buna da şiddetle karşı çıkmıştır. Nitekim Tayyip Erdoğan, ''biz bunların birleşip bir üst Kürt konseyi kurmalarına karşıyız'', demektedir. Açıkça, ''bir Arap Ulusal Konseyi vardır, onun dışında başka konsey olamaz, Kürtler kendi oluşumlarını kuramaz'', demektedir. Halbuki şu anda muhaliflerin birlik içinde olmadığı her yerde yazılıp çizilmektedir. Hatta Arap muhalefetinin temel sorununun birlik olamaması olduğu vurgulanmaktadır. Hatta şu anda Suriye’de savaşanların birçoğunun birbiriyle ilişkisi bile yoktur. Kendi aralarında birlik sağlamamışlar, ama Suriye’ye karşı savaş yürütüyorlar. Muhalifler birlik olamazken Kürtlerin kendi aralarında birlik yaratması anlaşılıyor ki Türkiye’yi korkutmuştur. Bu nedenle açıkça Kürtlerin birliğinin oluşturduğu Kürt üst konseyine karşı çıkmaktadır. Bu açıkça AKP hükümetinin PYD’yi bile bahane ettiği, esas olarak Kürtlerin iradesine karşı çıktığını ortaya koymaktadır. Şimdi anlaşılıyor ki bu politikasını, bu düşmanlığını farklı göstererek Hewlêr’i kendi politikasının parçası yapmak istemektedir. Zaten Dışişleri Bakanlığı’nın Hewlêr konsolosluğuna gönderdiği belgede bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Şimdi de Davutoğlu’nu Hewlêr’e göndererek böyle bir yaklaşımı somutlaştırmak istemektedirler. Nitekim Erdoğan açıkça gelin bu yanlışı birlikte ortadan kaldıralım demektedir. Yani Kürtlerin Batı Kürdistan’daki kendi kendini yönetmesini ve birlik içinde hareket etmelerini Barzani üzerinde baskı yaparak Hewlêr eliyle dağıtmayı hedeflemektedir. Hewlêr’in ve Barzani’nin nasıl tutum takınacağını şimdiden söylemek mümkün değildir; ancak mevcut birliğin Barzani’nin de desteğini aldığı bilinmektedir. Bu birliğin yarattığı bir üst konsey vardır. Bu açıdan Barzani’nin Türkiye’nin isteğiyle doğrudan Batı Kürdistan’a müdahale etmesi zordur. Böyle bir şey yapması Batı Kürdistan Kürtlerini karşısına alması demek olur ki, bunun yapılmasının zor olduğu ve doğru olmadığı açıktır. Eğer Barzani Türkiye’nin baskıları karşısında geri adım atar, oradaki birliğe ve Kürtlerin kendi kendini yönetmesine olumsuz etkide bulunacak bir yaklaşım içine girerse bu kendisinin siyasi itibarına da büyük darbe vuracağı açıktır. Sayın Barzani de bilmektedir ki Kürtler çatışmaların kendi bölgelerine yansımaması için böyle bir müdahaleyi gerekli görmüşlerdir. Eğer bu bölgelerdeki yönetim Kürtlerin eline geçmeseydi Kürdistan baştan aşağı bir savaş haline gelecek ve bundan da en fazla zarar gören Kürtler olacaktı. Bu açıdan Kürtlerin bu adımı doğru olduğu gibi haklarıdır da. Suriye değişirken Kürtlerin özgürleşmesine kim yok diyebilir? Suriye demokratikleşsin denilecek, Suriye halkı özgürleşsin denilecek, ama Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkı, kendini örgütleme hakkı reddedilecek! Bu demokratik bir anlayış değildir. Türkiye’nin bu politikalarının kabul edilmesi mümkün değildir. Suriye’ye demokrasi gelecek, demokratikleşme olacaksa Kürtler tabii ki özyönetim hakkına kavuşacaklardır. Bunun başka türlü olmasını beklemek, Suriye özgürleşecek, Suriye değişecek, ama Kürtler eski statüyü yeni koşullarda kabul edecek demek anlamına gelir. Bunu Suriye Kürtlerine kabul ettirmek mümkün müdür? Örgütlü Kürt toplumuna kabul ettirmek mümkün müdür? Bunu ne PKK Batı Kürdistan Kürtlerine kabul ettirebilir ne de KDP ve Barzani. Bu açıdan Türkiye’nin Barzani üzerinde baskı kurarak sonuç alması zordur. Bu, açıktan açığa Türk devletinin başından beri yürüttüğü Güney Kürdistan üzerinden KDP ve PKK’yi birbirine düşürme politikasının bir devamı olur. Türkiye zaten şimdiye kadar başaramadığı bu “Bekoluğu” Güney Kürdistan üzerinden yapmayı düşünmektedir. Acaba Batı Kürdistan üzerinden bir çatışma, bir rekabet yaptırarak bu kavgayı yaratabilir miyim hesabı içindedir. Buna ne Kürt özgürlük hareketi gelir ne de KDP gelir. Kürt özgürlük hareketi de KDP de Türk devletinin Batı Kürdistan üzerinden kendilerini kavga ettirmesini kabul etmeyeceklerdir. Batı Kürdistan’daki sorunları oradaki Kürt halkının iradesi sorunu olarak göreceklerdir. Bu iradeye de herkesin saygı göstermesini isteyecek. Tabii ki bu iradeye saygı gösterilmeyip müdahale yapıldığında da tüm Kürtler ve siyasi güçler de Türk devletinin bu politikasına karşı çıkacaklardır. Doğru ve yapılması gerekenin bu olacağı açıktır. Suriye’de yaşayan Kürdistan halkı politik bir halktır. Belki bugüne kadar Suriye ile doğrudan herhangi bir savaşa ve büyük çatışma içine girmemiştir, ama Kürdistan’ın tüm parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesine destek vermiştir. Bütün parçalardaki halkın kendi ulusal varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma mücadelesine sadece destek vermek değil, bizzat içinde yer almışlardır. Birçok genci Kürdistan’ın diğer parçaları içinde yürütülen mücadele içinde şehit düşmüştür.
Özellikle de Kuzey Kürdistan’la sınır olmaları Kuzey Kürdistan’daki siyasal gelişmelerden daha çabuk etkilenmelerini beraberinde getirmiştir. Bu açıdan Kuzey Kürdistan’da 30-40 yıldır süren savaşın etkisinde politikleşen bir halk gerçekliği vardır. Öte yandan Kürt Halk Önderi de 20 yıl bu halkın yanında, bu halkla iç içe olmuştur. Ortadoğu ve Suriye’deki çalışmalarını yürütürken esas olarak da bu halka dayanmıştır. Bu halkın desteğiyle ve bu halkın sahiplenmesiyle bu çalışmaları yürütmüştür. Daha doğrusu bu halkı örgütleyerek kendi çalışmalarını Suriye’de sürdürmüştür. Batı Kürdistan halkı Kürt Halk Önderi’nin bu çalışmalarından fazlasıyla etkilenmiştir. Batı Kürdistan halkı bütün parçalardaki halktan daha politiktir. Sürekli diğer parçalardaki sorunlarla ilgilenmiştir. Güney halkı diğer parçalarla çok ilgilenmemiş olabilir, Kuzey halkı çok ilgilenmemiş olabilir, Doğu halkı çok ilgilenmemiş olabilir, bütün parçalar kendi sorunlarıyla bu kadar yoğunlaşırken, kendi sorunlarını esas alırken, Batı ise bütün parçalardaki halkın yürüttüğü Özgürlük mücadelesine karşı duyarlı olmuştur. Bu da onları çok politik ve çok duyarlı hale getirmiştir. Bu açıdan bütün parçalar için duyarlı hale gelen, bunun için büyük mücadele veren, bedeller ödeyen Batı Kürdistan halkının Suriye değişim sürecine girmişken, yeni Suriye’nin şekillenmesi süreci yaşanırken kendisini örgütlememesi, özgürleştirmemesi, demokratik Suriye içinde demokratik özyönetimlerine sahip bir halk haline gelmemesi düşünülemez. Bu açıdan Suriye’deki Kürt halkı bizzat on yılların yarattığı demokratik birikimin, duyarlılığın meyvelerini bugün topluyor. Kendisini örgütleyerek özyönetimine sahip çıkıyor. Bu konuda da çok önemli politik birikime ve bilince sahiptir. Diğer parçalardaki halktan daha fazla politik bir bilince sahiptir. Belki bizzat Batı Kürdistan ve Suriye içinde yürütülen bir savaşın içinde yer almamıştır; bu yönlü bir pratik içinde olmamıştır, ama diğer parçalardaki bütün pratiklerin içinde olmuş, oradaki tecrübeleri kazanmış bir toplumsal gerçeklik vardır.
Kürtlerin zihniyetinde milliyetçilik yoktur
Öte yandan Kürt Halk Önderi’nin de uzun yıllar orada çalışması bir örgüt kültürü, bir demokratik kültür, örgütlenmeye yatkınlık da ortaya çıkarmıştır. Bugün Suriye’deki Kürt halkının devlet ve muhaliflerden uzak, onların çatışmasını kendi bölgelerine yansıtmamaları ve kendi yönetimlerini kurmaları böyle bir politik bilinç ve tarihi tecrübeler sonucu gerçekleşmiş bir durumdur. Bu nedenle bir iki günde oluşmuş bir durum değildir. Bu açıdan Batı Kürdistan halkı yarattığı örgütlülüğüyle özyönetimini koruyacak güçtedir. Kimse ‘niye örgütlendiniz, niye kendi işlerinizi kendiniz yapıyorsunuz’ diyemez. Demokrasilerde zaten asıl olan budur. Asıl olan bir merkezi hükümetin her şeye el koyması, herkesin ona uyması değildir. Aksine demokrasinin geliştiği ülkelerde yereller kendini örgütleyerek, kendi işlerini kendi yapar hale gelerek gerçek demokrasinin gelişmesini sağlamaktadır. Eğer demokratik bir anlayış varsa, zihniyet varsa, Suriye’deki gelişmelerden bırakalım rahatsız olması, demokratik zihniyette olan herkes Suriye’deki Kürt halkının bu örgütlenmesi, kendi kendini yönetmesi, kendi işlerini kendi yürütür hale gelmesini desteklemesi ve alkışlaması gerekmektedir. Kürtler mevcut tutumlarıyla demokratik Suriye’nin özü ve mayası haline gelmişlerdir. Suriye’nin demokratikleşmesinin karakterini ortaya çıkarmışlardır. Eğer Suriye demokratikleşecekse, gerçekten özgürlükçü ve demokratik bir ülke olacaksa, Suriye’yi demokratikleştirme iddiasında bulunanlar Kürtlerin kendi bölgelerindeki demokrasi anlayışını, özyönetim anlayışını, esas olarak bu radikal demokrasi anlayışını, derinleşmiş demokrasi anlayışını kabul ederek Suriye’yi gerçek anlamda demokratikleştirebilirler. Kürtlerin zihniyetinde milliyetçilik yoktur. Arap, Nusayri, Asuri, Ermeni, Êzîdî, Türkmen farkı gözetmeksizin herkesin demokratik haklarına saygılı bir demokratik zihniyete sahiptir. Hatta Kürtler kendi bulundukları alanlarda kesinlikle farklı topluluklara pozitif ayırımcılık yaparlar; onların haklarını daha bir titizlikle korurlar. Onların haklarına en ufacık olumsuz bir yaklaşım içinde olmazlar. Kürtler bulundukları yerlerde hem Araplara hem de diğer azınlıklara kesinlikle demokratik yaklaşacaklardır. Bu yönüyle Kürtlerin kendi kendini yönetmesinin hiçbir halka ve topluluğa zararı yoktur. Aksine mevcut demokratik zihniyetleri ve yarattıkları demokratik kurumlaşmalarla hem halkların kardeşliğinin mayasını atmakta, buna örnek teşkil etmektedir, hem de demokratikleşecek Suriye’nin demokratik karakterini daha da derin kılacaktır. Bugün Kürt kadınının ayağa kalkması, örgütlü hale gelmesi Suriye’de demokratikleşmenin derinleşmesini sağlamayacak mıdır? Bugün Kürtlerin bulundukları alanlarda farklı kimliklere özgürlükçü demokratik yaklaşımı Suriye’deki demokrasinin derinleşmesini sağlamayacak mıdır? Bürokratik, merkezi iktidar anlayışına karşı toplulukların kendini örgütlemesi ve özyönetimine kavuşması anlayışı bütün Suriye’de gelişirse Suriye gerçek anlamda derinleşmiş bir demokrasiye kavuşmayacak mıdır? Bu gerçekler ortadayken kim kalkıp Kürtlerin Suriye’de kendi özyönetimlerini kurması, demokratik haklarını kullanması, kültürünü geliştirmesi, anadilde eğitimini yapmasını kendisi için tehlikeli görebilir? Kürtlerin kendi kendini yönetmelerini, demokratik haklarını tehlikeli görmek ancak olsa olsa Türk devletinin işi olabilir. Kürt inkarcılarının işi olabilir. Bu düzeyde bir psikolojik savaş yürütmek de, bu kadar hem suçlu hem güçlü olmak da gerçekten Türk devletine yakışan bir durumdur. Demek ki ellerinde güç olsa dünyaya böyle yaklaşacaklar. Hem suçlu hem güçlü olacaklar. Bu açıdan Türkiye her ne kadar Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine tepki gösterse de, Kürtler oradaki tutumlarıyla hem Araplar içinde hem de diğer halklar içinde meşruiyetlerini kazanacaklardır. Kendi demokratik özerkliklerinin kabul edilmesinin psikolojik, siyasal ve ideolojik ortamını yaratacaklardır. Biz inanıyoruz ki bundan sonra Suriye’de kim iktidara gelirse gelsin, eğer Suriye’nin demokratikleşmesini istiyorsa, gerçekten de demokratikleşmeden yanaysa bırakalım Kürtlerin özyönetimlerini kurmasına karşı olması, aksine Kürtlerin bu tutumunu kuracakları demokratik Suriye’nin zemini ve temeli yaparlar. Bu anlayışın bütün Suriye’de yayılmasına yardımcı olurlar. Demokratik zihniyette olanlar Kürt halkının Suriye’deki bu özgürlükçü demokratik tutumuna ancak böyle yaklaşırlar. AKP’nin saldırganlığı, mevcut tutumu Kuzey Kürdistan’da izlediği Kürt politikasıyla bağlantılıdır. Orada askeri operasyonlarla, siyasi operasyonlarla en küçük demokratik eyleme bile saldırarak Kürtlerin iradesini kırmaya çalışmaktadır. Örgütlü ve iradeli Kürt istemiyor. Düşündüğü yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemini ancak iradesi kırılmış Kürt’e kabul ettireceğini düşündüğünden bugün Kürt özgürlük hareketine karşı büyük bir saldırı yürütmektedir. Kürtlerin demokratik haklarını reddetmektedir. Kürtlerin özellikle kendi kendini yönetmesi ve anadilde eğitim konusunda çok katı bir tutum sergilemektedir. Kürtlerin kendi kendini yönetmesi, bu demokratik hakkını kabul etmesini, anadilde eğitim görmesini Türkiye’nin bölünmesi olarak görmektedir. Zaten söylemde niyetinin ne olduğu bellidir. Anadilde eğitim yaparsak iki ulus yaratılır; kopma olur, demektedir. Yani Kürtlerin kendi kimliğine kavuşması, anadilde eğitim görmesi, kendi kimliğiyle kendi yönetimini gerçekleştirmesini Türkiye’nin bölünmesi olarak değerlendirmektedir. “Bu, şimdiye kadar Türkleştirme konusunda attığımız adımları ortadan kaldırma anlamına gelmekte” demektedirler. Dolayısıyla da “siz Türkleşmelisiniz” dayatmasını sürdürmektedirler. “Artık tekrar Kürtleşmek, Kürt kimliğine sahip olmak, Kürt gibi düşünmek, Kürt gibi konuşmak, her yerde Kürtçe’nin hakim olması, bizim yaratmak istediğimiz anlayışa terstir, biz tek ulus yaratmak istiyorduk, siz şimdi tekrar Kürt olmak istiyorsunuz, kendi kimliğinizle, kültürünüzle kendinize ait olmak istiyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz” demektedirler. Yani Kürtlerin kültürel soykırımdan kurtulmasını, asimilasyondan kurtulmasını, Türk devleti karşısına iradeli hale gelmesini istemiyorlar. Türk devletinin 90 yıldır yürüttüğü politika üzerinde yarattığı olumsuz etkileri, yani kültürel soykırımcı etkileri, Kürt’ün kendisini inkar etmesi, asimile olmasını bir kazanım olarak görüyorlar. Bunu Kürtlerin asimilasyon ve kültürel soykırıma uğraması, kendi kimliğinden uzaklaşması, kendi gerçeğinden uzaklaşması olarak değil, Türk milletinin parçası olması konusunda bir gelişme olarak ele alıyorlar. Bu nedenle Kürtlerin kendi kendini yönetmesi ve anadilde eğitimine karşı çıkıyorlar. Şimdi bu politikaya sahip oldukları için Kürtler Batı Kürdistan’da kendi kendini yönetme ve anadilde eğitim hakkını kazanırlarsa yürüttükleri politikanın çökeceğini görüyorlar. Türk devletinin saldırganlığı tamamen Kuzey’de yürüttüğü Kürt politikası ve şu anda Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaşla bağlantılıdır. Siyasi soykırım operasyonlarıyla, askeri operasyonlarla Kürtlerin en demokratik eylemlerine saldırarak, çocuklarına zindanda zulüm yaparak, milletvekillerine kadar uzanan bir zulüm yaparak irade kırmak istiyor; bir irade kırma savaşı yürütüyor. Türk devletinin şu anda yürüttüğü savaş böyle bir savaştır. Kürtlerin Batı’da özgürlük kazanmasını bu savaşa vurulacak bir darbe ve yürüttüğü bu irade kırma ve ezme savaşının boşa çıkması anlamına geliyor. Bu nedenle bu kadar saldırgandır. Suriye yönelik saldırganlığını Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü saldırgan politikanın bir devamı olarak görmek gerekiyor. Suriye’deki Kürtlerinözgürlük kazanmasının kendisine doğrudan bir zarar vermesi nedeniyle bu kadar saldırgan davranmıyor. Şu anda Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü politikaya ters olduğu için şiddetle karşı çıkıyor. Yoksa Batı’da Kürtlerin özyönetimine kavuşmasını Türkiye’ye yönelik herhangi bir somut, fiili bir saldırı olarak kim değerlendirebilir? Açıkça orada gelişecek demokratik zihniyetin, Kürtlerin demokratik yönetiminin “kötü örnek” olacağını düşünüyor. Zaten bunu tartışıyorlar. Kürtler Suriye’de hak elde ederlerse, Güney’de zaten elde etmişler, o zaman bu Türkiye Kürtlerine de örnek olur korkusunu yaşıyorlar. “Batı Kürdistan’daki Kürtler haklarına kavuşursa biz Türkiye’deki Kürtleri eskisi gibi yönetemeyiz, eskisi gibi siyasal egemenlik ve kültürel soykırım altında tutamayız, bu nedenle oradaki gelişmeleri engellememiz gerekir” diyorlar. Bunu zaten açık söylüyorlar. AKP hükümeti tamamen otoriter bir zihniyete sahiptir Türkiye’nin Kürt sorunundaki politikaları o kadar haksız durumdadır ki, o kadar insanlığa, dünyadaki örneklere terstir ki, ister istemez niyetleri hemen iyot gibi açığa çıkıyor. Niyetlerini ne kadar saklasalar da mevcut politikalar niyetlerinin ne olduğunu en akılsız insana bile rahatlıkla gösteriyor. Bu açıdan Türk devlet yöneticileri kendilerini akıllı dünyayı aptal sanıyorlar. Ya da devekuşu gibi kafalarını kuma gömüyorlar. Kendi politikalarının dünyada da, Ortadoğu’da da ne anlama geldiğini herkes görüyor. Kürtler zaten çok iyi görüyorlar. Bunu herhalde KDP de görüyor, Barzani de görüyor. Türk devletinin bu politikasının Batı Kürdistan’la ilgisinden çok Kuzey Kürtlerine yönelik politikasıyla ilgili olduğunu, ondan dolayı böyle bir saldırganlık içinde olduğunu rahatlıkla görecektir. Çünkü Türk devletinin saldırganlığını, Türk devletinin dayatmalarını ve söylemlerini başka türlü izah etmek mümkün değildir. Türk devletinin ortaya koyduğu gerekçeler aslında herkesin gülebileceği gerekçelerdir. Bir çocuğu bile inandırmayacak gerekçelerdir. Esas gerekçenin kendi Kürtlerine uyguladığı politikalar olduğunu, kendi Kürtlerine baskıcı, soykırımcı, egemenlikçi politika uyguladığı için Suriye’deki Kürtlerin de kendi politikasının yüzünü açığa çıkaracak kazanımla elde etmesini istemiyor. Suriye Kürtleri mevcut konumunu parçalayıp demokratik ve özgürleşmek istediğinde de Türkiye kıyamet koparıyor. Bütün bağırmaların, çağırmaların tercümesi bu olmaktadır. 2003 yılından sonra benzer sözler duyulmuştur. Güney Kürdistan’daki oluşuma da büyük tepki gösterilmiştir. Ellerinden gelse onu da boğacaklardı. Ama ABD olduğu için, uluslararası koşullar izin vermediği için çok fazla ses çıkarmamışlar, sonuçta da ABD’nin 2007’ de dayatmasıyla kabul etmişlerdir. Daha doğrusu ABD “siz Güney Kürdistan’ı tanırsanız biz de size PKK konusunda şu şu destekleri veririz” demiştir. Türk devleti de bu çerçevede Güney Kürdistan’daki oluşumu tanımak zorunda kalmıştır. Yoksa Türk devletinin niyetine, yaklaşımına kalsaydı Güney Kürdistan’daki oluşumu zaten kabul etmez, doğar doğmaz boğardı. Türk devletinin Batı Kürdistan’daki gelişmeleri de kendiliğinden kabul etmesi zordur. Ancak Kürt halkının iradesi, örgütlülüğü, mücadelesi Türk devletine bu statüyü kabul ettirecektir. Yine Türk devletinin çok haksız politikaları karşısında dünya demokratik kamuoyunun tepkisi onlara bu statüyü kabul ettirecektir. Öyle Türkiye’nin söylediği gibi Arapların Kürtlerin tutumuna ciddi bir tepkisi yoktur, Suriyelilerin tepkisi yoktur. Aksine Türkiye ilişkide olduğu siyasal islamcı kesimleri kışkırtıp Kürtlerin üzerine sürmek istemektedir. Bu açıdan önümüzdeki dönemde Suriye Kürtlerinin bu kazandığı statünün kabul ettirilmesi açısından belirli bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Özellikle de Türk devleti gibi devletlerin, yine Türk devletinin kışkırttığı çevrelerin oyununu bozmak açısından hem Suriye içinde, Batı Kürdistan içinde Kürtlerin birlik olması gerekiyor, hem de Batı Kürdistan dışındaki Kürt halkının ve Kürt siyasi güçlerinin birlikte davranması gerekiyor. Yakın zamanda KDP ve KCK’nin Batı Kürdistan’daki birliğe destek vermeleri, oradaki birliği teşvik etmeleri önemli olmuştur. Eğer Kürtler Türk devletinin baskısı ya da çeşitli güçlerin baskısı karşısında yanlış politikalara düşmez, bu birlik politikasından taviz vermezlerse Kürtlerin birliği Türk devletinin bu saldırgan politikasını boşa çıkaracaktır. Türk devletinin Batı Kürdistan’ı işgal etmesi kolay değildir. Kaldı ki işgal etmesi açısından hiçbir gerekçe de yoktur. Eğer Kürtler birlikte davranırsa Türk devletinin yapacağı bir şey de yoktur. Türk devleti konuşmaktan başka bir şey yapamaz. Çünkü saldırmasının hiçbir gerekçesi yoktur. “Bana sınırdan saldırı gelirse ben de cevap veririm” söyleminin de hiçbir temeli yoktur. Böyle bir durumun olması da o sınır hattında mümkün değildir. Çünkü PKK’nin yürüttüğü savaşın nerelerde yoğunlaştığı bellidir. Bu açıdan Türk devletinin bu saldırganlığına karşı hem Batı Kürdistan halkının kendi içinde birlik olması gerekir hem de bütün parçalarda Kürtlerin batı Kürdistan’daki gelişmelere duyarlı olması, oraya yönelik olumsuz yaklaşımlara karşı tepkisini yükseltmesi gerekir. Kuşkusuz PKK ve KDP başta olmak üzere tüm siyasi örgütlerin Türk devletinin Batı Kürdistan üzerindeki şantaj, tehdit politikalarına karşı ortak tutum takınmaları gerekir. Batı Kürdistan’daki halkın iradesine ne başkalarının karışmasına izin vermelidirler ne de kendileri birileri istedi diye Batı Kürdistan halkının iradesine müdahale etmelidirler. Batı Kürdistan’daki halkın örgütlenmesi ve iradesinin hiç kimseye yönelik olumsuz yaklaşımları yoktur. Batı Kürdistan halkı tamamen kendi haklarını elde etmek ve çıkarlarını korumak için adım atmaktadırlar. AKP hükümeti tamamen otoriter bir zihniyete sahiptir. Her ne kadar zaman zaman kimi demokratik söylemlerden, özgürlüklerden söz etse de Kürt sorunu ve alevi sorunu gerçeğinde görüldüğü gibi kesinlikle antidemokratik karakterdedir. Kürtleri de, alevileri de, herkesi de kendine benzetmek istemektedir. Kendi çizdiği sınırlar kadar özgürlük tanımaktadır. Kendi çizdiği sınırlar kadar hak görmektedir. Yani kendine müslüman kendine demokrattır. Toplumların haklarını ve özgürlüklerini tanıyacak bir karaktere sahip değildir. AKP’nin bu karakterde olması biraz da onun tarihiyle bağlantılıdır. AKP, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmüş bir geleneğin devamcısı değildir. Hatta geçmişte biraz demokrasi mücadelesi veren gelenekten de kopmuştur. Erbakan’ın belirli yönleriyle sistemle karşıtlığı vardı. Sisteme karşı belirli düzeyde bir mücadele yürütmeye çalışıyordu. AKP o gelenekten de kopmuştur. Ondan koparak sistem içileşmiştir, sistemle bütünleşmiştir. Yani bırakalım sisteme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermeyi, aksine sisteme karşı duran gelenekten koparak, sistemin parçası haline gelerek iktidar olabilmiştir. İktidar olduktan sonra da “ Kürt özgürlük hareketini en iyi ben ezerim, Kürtleri en iyi ben oyalarım, demokrasi güçlerini en iyi ben aldatırım, muhalif güçleri en iyi ben sustururum” diyerek iktidarını bugünlere kadar getirmiştir. Taraftan devleti ve gerici güçleri, diğer taraftan da Kürtleri ve demokrasi güçlerini oyalayarak iktidarını bugünlere kadar taşımıştır. Karakterinde özgürlükçülük ve demokratlık yoktur, fırsatçılık vardır. İktidar için yürütülen bir mücadele vardır. Bu açıdan da Erdoğan hükümeti bugün Kürdistan’da olduğu gibi tamamen Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak isteyen bir hükümet haline gelmiştir. Şu anda Erdoğan hükümeti kesinlikle Kürt düşmanı bir hükümettir. Kürtleri yeniden siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemi içine sokmaya çalışmaktadır. Nitekim atıldığı söylenen adımlar da Kürt sorununun çözümünü değil, Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesi için kullanılan meşruiyet araçlarıdır. Tasfiyeyi bu meşruiyet araçlarına dayanarak geliştirmek istemektedir. Bugün sadece Kürtlere değil, herkese karşı düşmanca bir tutum içine girmiştir. Türkiye’nin onlarca yıllık yürüttüğü demokrasi mücadelesini kendine müslüman kendine demokrat bir hükümet anlayışıyla ileri demokrasiye getirdik diyerek tüketmeye çalışmaktadır. Bu yönüyle de halkın özgürlük ve demokrasi eğilimlerini de çok kötü kullanmıştır; kendi hizmetine sokmuştur. Öyle ki bugün Türkiye’deki demokrasi güçlerinin yeni anayasa istemini bile kendi iktidarını pekiştirecek bir yeni anayasa yapma çerçevesinde kullanmaya çalışmaktadır. Böyle antidemokratik, fırsatçı bir güçle karşı karşıyayız. AKP hükümeti sert kayaya çarpmıştır Ancak AKP hükümeti çeşitli kesimleri sustursa da, sıra Kürt özgürlük hareketi’ne gelince sert bir kayaya çarpmıştır. Kürt özgürlük hareketinin onlarca yıla dayanan tecrübesi ve birikimi AKP’nin tasfiye politikalarını boşa çıkarmıştır. AKP aslında bu bir yıl içinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye edeceğini sanıyordu. Çeşitli güçlere dayanarak Kürt işbirlikçiliğini de kullanarak Kürt özgürlük hareketini etkisizleştireceğini düşünüyordu, ama bugün açığa çıkmıştır ki, bırakalım Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmesini, aksine Kürt özgürlük hareketine karşı savaş içinde giderek tükenen bir AKP hükümeti gerçeği vardır. AKP hükümeti gelinen aşamada iktidarını Kürt karşıtlığına dayandırdığı için Kürt özgürlük hareketini bastırma politikası izlemektedir. Ama diğer taraftan da Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaş kendisini bitirmektedir. Bu karakterinden dolayı Türkiye’yi demokratikleştirme ve Kürt sorununu demokratik temelde çözme biçiminde bir çıkış yapacak, bir alternatif politika üretecek durumu yoktur. Çünkü kendini Kürt düşmanlığı üzerinden sistem içileştirmiştir; sistemle bütünleşmiştir. Kürt karşıtlığı üzerinden devletin yeni iktidar güçlerinden biri haline gelmiştir. Bu karakterinden dolayı demokrasi içinde Kürt sorununu çözmesi, alevi ya da başka sorunlarını çözmesi mümkün değildir. AKP ya Kürt özgürlük hareketini ezerek Kürtlerin siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altına alınmasına dayalı yeni bir Türkiye sistemi kuracaktır ve bu sistemin başat gücü haline gelecektir ya da Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü savaş başarılı olmadığı takdirde AKP hükümeti de etkisizleşecektir. Gelinen aşamada artık iki yoldan başka yol kalmamıştır. Ya Kürt özgürlük hareketi ezilecektir, otoriter sistemini pekiştirecektir ya da Türkiye demokratikleşecektir. AKP’nin demokratikleşme karakteri, zihniyeti de olmadığına göre, böyle bir politik eğilimi de bulunmadığına göre böyle bir durumda AKP’ye karşı başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere demokrasi güçlerinin mücadelesinin yükselmesi gerçekleşecek ve bu mücadele sonunda AKP etkisizleştirilerek Türkiye’nin demokratikleşmesinin önü sonuna kadar açılacaktır. Çünkü Türkiye’nin artık Kürt sorununu eskisi gibi yürütme, idare etme şansı kalmamıştır, ya iradesini kırıp ezecektir ya da demokratik siyasal yollardan bu sorunu çözecektir. Şu anda AKP şahsında Kürt özgürlük hareketini ve demokrasi güçlerini ezme güçleriyle demokrasi güçlerinin mücadelesi şiddetlenmiş bulunmaktadır. Her ne kadar AKP devletin olanaklarını kullansa da, güçlü gözükse de ancak Kürt halkı ve demokrasi güçleri karşısında başarıya ulaşma şansı yoktur. Şimdiye kadar iktidar olması ve bu mücadeleyi yürütmesi yüzündeki demokrasi ve özgürlük maskesi sayesindeydi. Demokrasi ve özgürlük maskesi düştüğü andan itibaren bundan önce tasfiye olan eski partiler müzesine gitmesi kaçınılmaz hale gelecektir. AKP’nin artık demokrasi güçlerinde de Kürtlerde de beklenti yaratma şansı kalmamıştır. Kuşkusuz kimi işbirlikçiler eliyle, basın eliyle, yine kimi hala yanında duran liberaller eliyle beklenti yaratıp demokrasi güçlerini ve Kürt toplumunu oyalayarak iktidarını pekiştirip sürdürmeyi hedeflese de demokrasi güçleri ve Kürt özgürlük hareketinin bu konularda tutumu netleşmiştir. Artık beklenti ve oyalama yapmaya fırsat vermeyecektir. Çünkü AKP şimdiye kadar kendisine verilen şansı doğru kullanamamıştır. Kendisine fırsat verilmiştir, ama bu şansı Kürt sorununu çözüp Türkiye’yi demokratikleştirmek için değil de ezme, tasfiye etme doğrultusunda kullanmıştır. Bu açıdan AKP Kürt sorununda çok ciddi adım atmadığı takdirde demokratik tutum ve projesini ortaya koymadığı takdirde Kürt özgürlük hareketi mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir; beklentili ruh hali içinde olmayacaktır, AKP hükümetinin de Kürt halkını ve demokrasi güçlerini oyalamasına fırsat vermeyecektir. AKP hükümeti ancak Kürt sorununun çözümü konusunda ciddi adımlar attığı takdirde Kürt özgürlük hareketi farklı bir mücadele yaklaşımı gösterecektir. Bunun ilk yolu da Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulunun sağlanmasıyla mümkündür. Artık Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları sağlanmadan, bu konuda adım atmadan AKP’nin Kürt sorununu çözeceğine ve demokratikleşme yolunda adımlar atılacağına inanmaz. Bir yıldır hiçbir hukuka dayanmayan, hiçbir yasaya dayanmayan bir biçimde İmralı’da hukuk dışı, korsanca bir tecrit politikası izlenmektedir. Bugün Önder Apo üzerinde bir tehdit ve şantaj politikası yürütülmektedir. Nasıl ki dışarıda Kürt özgürlük hareketi, yine Kürt demokratik hareketi üzerinde baskı kurarak kendi politikalarını kabul ettirmek istiyorsa, kendi politikalarına boyun eğmesi dayatılıyorsa, aynı şey Önder Apo’ya İmralı’da dayatılmaktadır. Bu açıdan Önder Apo da AKP’nin politikalarına karşı tutum koymaktadır, direnmektedir. Bu nedenle görüştürmüyorlar. Önder Apo bu direnişçi tutum içinde olduğu için görüşmeleri engelliyorlar. Önder Apo’nun sadece Kuzey Kürdistan halkına değil, Güney Kürdistan’daki Kürt halkına, Batı Kürdistan’daki Kürt halkına perspektif vereceğini, Ortadoğu’da yeni dengelerin kurulduğu süreçte bütün Kürtlerin nasıl davranması gerekeceği konusunda düşüncelerini ve perspektiflerini ortaya koyacağı için bu görüşmeler engellenmektedir. Önder Apo mücadele perspektifini net ortaya koyacağı için bu görüşmeler engellenmektedir. Eğer Önder Apo’nun direnişçi tutumu olmasaydı, AKP’nin tasfiye politikalarına karşı tutum koymasaydı, bu kadar kendilerin teşhir eden, dünyaya rezil eden, böyle açık bir tecrit ve şantaj politikasını uygulayabilir miydi? Bu tecrit ve şantaj politikasının uygulanması büyük siyasi nedenlere dayanıyor; ciddi siyasi nedenlere dayanıyor. Yoksa herhangi bir zindanda bir tutuklunun bir disiplin cezası alması sonucu görüşmelerin yasaklanması gibi bir durum söz konusu değildir. Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda adım atmayan, Türkiye halklarını oyalayan AKP’ye karşı tutum koyduğu için bu tecrit sürmektedir. Önder Apo açıkça “ AKP daha önceki iktidarlardan daha tehlikelidir” demiştir. Yapmak istediği anayasayı da 12 Eylül Anayasası’nın liberal versiyonu olarak değerlendirmiştir. Bu düzeyde açık bir tutum konulduğu için Önder Apo bugün tecrit altında, tehdit ve şantaj politikasıyla karşılaşmaktadır. Bu durumun kesinlikle böyle değerlendirilmesi gerekiyor. Önder Apo’ya uygulanan tecrit Kürt halkına savaş ilanıdır Hareketimiz kesinlikle Önder Apo üzerinde uygulanan tehdit ve şantaj politikasını bir savaş ilanı olarak değerlendirmektedir. Çünkü bir halkın önderliğine, bir hareketin önderliğine bu yaklaşım bir savaş ilanıdır. Bugün eğer savaş sürüyorsa, savaş şiddetlenmişse bunun altında yatan en temel gerçeklik de Önder Apo’ya yaklaşımdır. Çünkü Önder Apo’ya yaklaşım Kürt sorununun çözümüne yaklaşımdır, Kürt halkına yaklaşımdır. AKP hükümeti Kürt sorununda demokratik çözüm anlayışı olmadığı için, Kürtleri yeniden siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemi içinde tutmak istediği için bu halkın Önderi üzerinde tehdit ve şantaj politikası izlemektedir. Çünkü bir halkın Önderi olarak açıkça AKP’nin yüzünü teşhir etmiştir. Bu nedenle bugün tecrit bir halkın önderine uygulanmaktadır. Özgürlükte, demokraside, Kürt sorununun çözümünde ısrar eden önderliğe yönelik bir tutum vardır. Öyle bazılarının dediği gibi Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit bireysel sorun değildir. yine Önder Apo’nun sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarının istenmesi bireysel bir talep değildir. Burada Kürt halkının özgürlüğünün istenmesi vardır. AKP’ye demokratik çözüm yolunda adım at çağrısı vardır. Bunu böyle anlamamak ya aptal olmaktır ya da AKP’nin uşaklığı ve işbirlikçiliği nedeniyle bu gerçekliği saptırmaktır. Herhalde dünyanın başka bir yerinde bir önderliğe böyle bir tecrit, tehdit ve şantaj politikası uygulansaydı sıradan siyasi bilinci olanlar bile bunun halkın mücadelesine karşı olduğunu rahatlıkla ortaya koyarlardı. Bu Önderliğin sağlık, güvenlik ve özgürlüğünü istemenin de söz konusu sorunun çözümü için adım atma dayatması olduğunu herkes söylerdi. Bugün Önder Apo’nun özgürlüğünün istenmesi hem Önder Apo tarafından, hem Kürt özgürlük hareketi hem de Kürt halkı tarafından “bu sorunun çözümü için ciddi adım at, bu sorunun çözümü için niyetini ortaya koy” demektir. Çünkü Kürt sorununda çözüm niyeti ve projesi olanlar ilk önce de en makul çözüm yaklaşımları olan, gerçekten de bir çözüm sonrası halkların kardeşliği temelinde yeni Türkiye’nin oluşması açısından rol oynayacak Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlarlar. Eğer çözüm isteniyorsa, on yılların, yüzyılların açtığı yaralar kapatılmak isteniyorsa, bunun yolu tabii ki Kürt Halk Önderi’ne yaklaşımdan geçer. Kürt Halk Önderi’ne olumlu yaklaşım aynı zamanda Şeyh Sait, Seyit Rıza ve diğer Kürt önderleri karşısında da bir özür dilemek olur. Sözde değil, ciddi bir özür dilemek olur. “ Ben Dersim’de olanlardan özür diliyorum” demekle ciddi bir adım atılmış olunmaz. Bu özür dilemenin sonuçları gerekir. İşte ciddi bir özür dilemenin sonuçları çağdaş önderliğe yaklaşımdır, Kürt sorununun demokratik çözümünde adım atmaktır. Bunlar olmadan kim Türk devletinin politikalarını değiştirdiğine ya da herhangi bir konuda özür dilemesine inanır ya da sözde demokrasi söylemlerine inanır. Eğer pratik bir değeri yoksa söylemlerin hiçbir değeri yoktur. AKP hükümetinin politikaları ortadadır. On bine yakın siyasi tutuklu vardır. Milletvekillerine yaklaşım ortadadır. Zindandaki tutsaklara yaklaşım ortadadır. AKP’nin yaptığı bir savaş politikasıdır, bir savaş yürütme biçimidir. Bu açıdan AKP’ye karşı da, AKP’nin politikalarına karşı da Kürt halkı, Kürt özgürlük hareketi hiçbir tereddüde düşmeden, hiçbir gevşekliğe düşmeden, beklenti içine girmeden, oyalama içine girmeden mücadelesini sürdürecektir. Beklenti ve oyalama içine girmek AKP’nin yürüttüğü savaş ve tasfiye politikalarına hizmet etmek olur. AKP’nin politikaları karşısında tereddüt göstermek; “acaba bir şey olacak mı, çözüm olacak mı” gibi yaklaşımlar içinde olmak tamamen psikolojik savaşın etkisinde olmak, kendini kandırmaktır. AKP’nin politikaları açıkça ortadadır. Demokratik zihniyeti olanların, çözüm zihniyeti olanların atacakları adımlar da ortadadır. Bunlar ortada yokken, aksine zulüm ve baskı en şiddetli hale gelmişken, 12 Eylül’de bile görülmedik düzeyde tutuklamalar varken AKP’nin bu politikalarına karşı direnmekten başka çare olmayacaktır. Bu açıdan “ateşkes olsun, silah bırakılsın” söylemlerinin hepsi psikolojik savaşın ortaya çıkardığı sonuçlardır. Ortada ne ateşkes ortamı vardır ne silah bırakma ortamı vardır, ne de gerçekten demokratik mücadele koşulları vardır. Gelinen aşamada Kürt halkının özgürlüğü ve demokrasisi için her türlü mücadele yöntemi meşrudur. Bunu görmemek, bunu anlamamak AKP’nin politikalarını normal görmektir. AKP’nin politikaları normal görülebilir mi? On bin demokratik siyasetçinin tutuklanması normal görülebilir mi? Bir halkın önderliği üzerindeki baskı normal görülebilir mi? Kışın görüldüğü gibi gerillayı son ferdine kadar yok etme harekatları normal görülebilir mi? Milletvekillerine ve demokratik siyasetçilere gösterilen yaklaşım ortadadır. 72 yaşındaki bir kadın bile zindana atıldı, tepkiler sonrası bırakıldı. Bu bile Kürtlere karşı nasıl bir savaş yürütüldüğünü göstermektedir. Roboski olayındaki tutumları açıktır. Bütün bunlar karşısında kim mücadelede gevşeklik isteyebilir ya da AKP’nin ve devletin politikalarında beklenti içine girebilir? Bu açıdan önümüzdeki dönem kesinlikle bedeli ne olursa olsun Kürt özgürlük hareketinin mücadelesini yükseltmesini yükselteceği dönem olacaktır. Kimse Kürtleri gerçek çözümden vazgeçiremez Kürt halkı yüz yıldır bedel veriyor. Bu insanlar keyf için ölmediler, şehit düşmediler. Özgürlük umutları vardı, hedefleri vardı, amaçları vardı. AKP ise bu hedefleri ve amaçları bitirmek istiyor, yok sayıyor. “Bu hedefleri, amaçları kabul etmem, siz bana boyun eğeceksiniz” diyor. Bunun karşısında onurlu Kürt, namuslu Kürt ne yapacaktır? Ölümüne direnecektir. Bazı alçakların söylediği “bir kişinin tırnağının kanamasını dünyaya değişmem” yaklaşımı büyük bir köleliktir, alçaklıktır, teslimiyettir. Dünyada böyle bir şey var mıdır? Kürtler köle de olabilir, kültürel soykırıma da uğrayabilir, yeter ki tırnağımız kanamasın demek düşkünlüktür. Kürtleri iradesiz kılsınlar, ölümden daha beter hale getirsinler, yeter ki tırnağımız kanamasın! Bundan daha alçakça bir şey olabilir mi? Bu açıdan silah bıraktırma dayatmaları yüzyıllık Kürtleri teslim alma politikalarının yeni biçimidir. 1925’ te, 1930’da, 1938’de direnişleri ezerek nasıl ki irade kırmak istemişlerse bugün de aslında askeri ve siyasi operasyonlarla irade kırmak istiyorlar. Gerillaya silah bıraktırma çağrıları da bu irade kırma saldırılarının bir parçasıdır. Dedikleri gibi Türkiye’de öyle Kürtlerin haklarını tanıyacak ne bir zihniyet ne de siyasi ortam vardır. Bunu söylemek Kürtleri kandırmaktır. 70-80’lik bir kadının içeri atıldığı yerde kim bunları söyleyebilir? Bugün on bin siyasi tutuklu vardır. Bilmem Türkiye’de demokrasi varmış! 29 Mart seçimlerinden sonra Kürt özgürlük hareketi 13 Nisan’da ateşkes ilan etmişti. Türkiye’de demokrasi olsaydı ateşkes ilan edildikten bir gün sonra 14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonları başlamazdı. 29 Mart seçimlerinden sonra bırakalım operasyon yapmayı, demokratik siyasetin önü açılırdı. Aksine o günden bugüne demokratik siyaset tırpanlanıyor, siyasi soykırım operasyonları yapılıyor. Niye? Kürtler biraz canlanmış, kanlanmış, yani bilinçlenmiş! Böyle olunca hepsini tırpanlayalım, ezelim, Kürtlerin canlanmasına, kanlanmasına, politikleşmesine, örgütlenmesine fırsat vermeyelim demişlerdir. Bu hale gelmişlerse üzerine gidip tırpanlamak, ezmek, kökünü kazımak gerekir, demişlerdir. Siyasi soykırım operasyonlarının amacı budur. Amacın böyle olduğu yerde hangi demokratik zihniyetten söz edilebilir? Yoksa 29 Mart’tan sonra niye operasyon yapılsın! Hem de Kürt özgürlük hareketi ateşkes ilan etmesine rağmen. Bu açıdan bu “silah bıraksınlar” söylemi, ateşkes söylemi bir safsatadır, bir demagojidir, hiçbir siyasi karşılığı olmayan yaklaşımlardır. Bugün vicdanlı olanların, demokrat olanların, insan canı yanında olanların, insan hakları ve adaletten yana olanların yapması gereken şey, AKP hükümeti üzerinde baskı kurmaktır, AKP’nin Kürt sorununun demokratik çözümünde ciddi adım atmasını sağlamaktır. Bu tutumu göstermeyenlerin başka söyleyecek sözleri olamaz. Bu yaklaşımın dışındaki bütün yaklaşımlar sahtedir, demagojidir, psikolojik savaşın parçası olmaktır. AKP’nin bir çözüm zihniyeti ve anlayışı yoktur. KDP, YNK zaman zaman diplomasi gereği bu sorunu AKP çözer diyorlar. Öyle inandıklarından dolayı değil. Türkiye’de ne AKP’nin ne de başka bir siyasi gücün çözüm politikası vardır. CHP’nin de yoktur. CHP’nin Batı Kürdistan konusundaki tutumu ortadadır. Aynı 2003’te Güney Kürdistan’da ortaya çıkan oluşama nasıl yaklaşmışlarsa şimdi de aynı yaklaşılmaktadır. Bu yönüyle Türkiye’de şu parti, bu parti demeden, hepsinin yaklaşımları aynıdır. Bilmem MHP şöyle sert yaklaşıyor, AKP’den daha kötüymüş! Bu ölçü değildir. MHP’yi ölçü olarak koymak bile geri zekalılıktır. MHP zaten her zaman ters konuşacaktır, en uç noktada konuşacaktır. Amiyane deyimle ölümü gösterip sıtmaya razı ettirecektir. MHP ile bir şey karşılaştırılamaz, MHP ile bir ölçü konulamaz. Bazen bir şey oluyor, hemen diyorlar ki AKP’nin şu politikasına MHP de karşı çıkıyor, BDP de! Bu geri zekalılıktır, bu utanmazlıktır, bu alçaklıktır. Faşizmi ölçü olarak koymaktır. Faşizm ölçü olamaz, onun görevi odur. Onunla ne AKP’nin ne CHP’nin hiç kimsenin politikaları ölçülemez. MHP ile yapılacak her karşılaştırma demagojidir. MHP görevini yapıyor. Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır. Gelinen aşamada Türkiye’de demokratik bir ciddi siyasal hareket yoktur. CHP’nin de durumu ortadadır, öyle değiştiği falan yoktur. Kürt sorununda köklü adım atmadan, zihniyet değişikliğine uğramadan kimse değiştiğini iddia edemez. Türkiye’de değişmenin ölçütü Kürt sorununda radikal zihniyet değişikliğiyle mümkündür. Kürt sorununda radikal zihniyet değişikliği yapamayanlar, yani Kürtlerin özyönetimlerini kabul etmeyenler, demokratik özerkliklerini kabul etmeyenler, anadilde eğitimlerini kabul etmeyenler, bunu Kürtlerin demokratik ve evrensel hakkı olarak görmeyenler demokrat olamazlar. Bunların tanınmadığı yerde de demokratik zihniyetten bahsedilemez. Kürtlerin hakları tanınmayacak, ama demokrasi olacakmış! Kürtsüz demokrasi. Böyle demokrasi olamaz. Demokrasi Kürtlere yaklaşımla belli olur. Kürtlere yaklaşım da bugün ortadadır. Öyle AKP’nin Kürt sorununu çözmek için attığı ciddi bir adım yoktur. Geçmiş katı inkarcılığa dayanarak teşhir olunan dil ve kültür alanındaki kimi yumuşamalar adım atma olarak değerlendirilemez. Bu, kendini Kürt halkının demokrasi ve özgürlüğü temelinde ölçmek değil de, katı inkarcılıkla ölçerek yeni inkarcılık biçimini kabul ettirmek anlamına gelmektedir. Bilmem TRT 6’ymış, şuymuş, buymuş, bunlar Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında artık işlemeyen eski politikalar yerine Kürtleri siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım sitemi içine sokmak için atılan tasfiyeye meşruiyet kazandırma adımlarıdır. Çözümün ilk adımları değildir. Bunu böyle değerlendirmek gerekir. Bu açıdan Kürtler AKP’nin bu demagojik yaklaşımlarına, özel savaş argümanlarına, kimi adımlar atıyorum diyerek toplumları aldatıp eski sistemi sürdürme politikalarına karşı dur diyeceklerdir. Bunları kabul etmeyeceklerdir. Bunların bir psikolojik savaş, bir oyun olduğunu görecek, gerçek çözümde ısrar edeceklerdir. Kimse Kürtleri gerçek çözümden vazgeçiremez. Yok adım adım olacakmış! Öyle adım adım olacak diye bir şey yok. Bir halkın varlığını tanımak adım adım olmaz. Ya açık ve net tanınır ya da tanınmış olmaz. Kürtlerin kendi kendini yönetme ve anadilde eğitim hakkını tanımadan Kürtlerin varlığı da tanınmaz. Tamam, çözülsün, proje olsun adım adım uygulayalım! Çözüm zihniyeti netleşsin adım adım yapalım. Belki her şey birden olmaz, ama çözüm zihniyeti ve projesi hemen ortaya konulabilir. Bugün çözüm projesi yok. Anadilde eğitim hakkı tanınsın, bu birkaç yıl sonra pratikleşsin. Kaldı ki bu da yanlıştır. Diyorlar anadilde eğitim olsa bile hemen yapılamaz! Hemen yapılabilir, bir yıl sonra yapılabilir. Türk devleti Arapçadan Latin harflerine geçince öğretmenleri mi vardı? Eskiden okuma yazma bilenleri öğretmen yapıyorlardı. Onlara eğitmen deniyordu. Birçok yerde eğitmenler bu işleri yapıyordu. O zaman Türkiye’de okuma yazma oranı yüksek değildi, şimdi Kürtlerde okuma yazma oranı o zamanların Türkiyesi’nden çok çok yüksektir. Okullarda eğitim verecek öğretmenler çoktur. Nasıl ki eskiden eğitmenler okuma yazma öğretiyordu, bu kadar Kürt öğretmen var, memur var, bunlar da rahatlıkla yapabilirler. Bırakalım bunları Maxmur’da yetişen gençler bile yapabilirler. Türk devleti İngilizce öğretmek için ta Amerika’dan hoca getirtiyor, Güney Kürdistan’dan gelip eğitim verebilirler. Bu bakımdan bunların hepsi bahanedir, demagojidir. Eğitim kararı alsın bir yıl sonra rahatlıkla hayata geçirilebilir. Okullar zaten var. Bu yönüyle Kürtlere karşı yürütülen bir psikolojik savaş vardır, demagojik söylem vardır. Yani alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete yapmak istiyorlar. Ama artık Kürt özgürlük hareketi buna dur demiştir. Mücadele ediyor ya Türk devleti bu sorununun çözümünde adım atacaktır ya da Kürtler sonuna kadar bu mücadeleyi sürdüreceklerdir.
Serxwebun.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder