20 Ocak 2013 Pazar

Başarılı Bir Müzakere Deneyimi: ANC ve Mandela Örneği

Mehmet Emin Yıldız 

Geçen hafta 'Barış İçin Öcalan'a Özgürlük Platformu' tarafından düzenlenen konferansa Güney Afrika Ulusal Kongresi lideri Nelson Mandela'nın avukatı Essa Musa da katıldı.

Essa Musa, Mandela hala hapiste iken ve serbest bırakıldığında da avukatlığını yapmış bir isim. Musa, Mandela'nın avukatlığını yapmasının yanı sıra Afrika Ulusal Kongresi ANC ile Güney Afrika Irkçı Rejimi -Apartheid - arasında yapılan, ve olumlu sonuçlanıp Güney Afrika siyahilarını esaretten kurtaran barış müzakerelerinin de birebir tanıklığını yapmış bir isim.

Essa Musa, hem konferasta hem de sonrasında katıldığı bir televizyon programında Güney Afrika barış deneyimi ışığında PKK lideri Öcalan ve devlet yetkilileri arasında bir süredir devam eden temasları yorumladı.

Musa , öncelikle 'Görüşme' ve 'Müzakere' kavramlarını kesin sınırlarla birbirinden ayırıyor ve Mandela hala hapiste iken yapılan temasların sadece 'Görüşme' olduğunu, bu temaslara 'Müzakere' adının verilebilmesinin ön koşulunun 'Mandela'nın serbest bırakılması, örgütlerinin legal olarak tanınması ve politik tutsakların affedilmesi' olduğunun altını çiziyor. Bu anlamda Essa Musa, Öcalan hala tutsak bulunuyor iken yapılan temasların sadece 'görüşme' sayılabileceğini, ancak Öcalan'ın serbest bırakılması halinde müzakerelere geçilebileceğini belirtiyor. Bununla birlikte, Güney Afrika deneyiminde müzakerelere geçilmeden önce yapılan görüşmeler ile ANC ve tüm Siyahi Kurumlar devlet tarafından 'Legal' kurumlar olarak kabul ediliyor. Yine tüm politik tutsaklar ve sürgünlerin cezaları kaldırılarak, bunlara ülkeye dönüş ve politik sürece katılabilme hakkı tanınıyor.

Kendi müzakere deneyimlerinde, görüşmelere Adalet Bakanlığı yetkilileri ile başladıklarını ve istihbarat yetkililerinin sadece aracılık ettiklerini belirten Musa; Türkiye'de müzakere zeminin oluşabilmesi için PKK ve KCK 'nin serbest bırakılması gerektiğini söylüyor. Ayrıca, bu süreçte silahlı çatışmaların da her iki tarafça durdurulmuş olması gerektiğini, aynı anda hem savaşıp hem de müzakere edilemeyeceğinin altını çiziyor.

Oturup suikastleri izleyemeyiz...

Pariste katledilen üç Kürt siyasetçiyi hatırlatan Musa, Güney Afrika'da müzakereler sürerken devletin bir kanadı, özellikle ordu mensubu bir grubun kendilerine karşı suikastler düzenlediğini, bu dönemde Mandela tarafından suçlular cezalandırılmayana kadar müzakerelerin askıya alındığını ve suçlu birtakım subayların Irkçı rejim adına müzakereleri sürdüren De Klerk tarafından görevden alınmasından sonra tekrar devam kararı alındığını belirtiyor. Bu anlamda T.C yöneticilerinin Paris katliamını yapan katillerin adalet önüne çıkarılması için dürüstçe çalışması gerektiğini, PKK nin de bu sürece yardımcı olması gerektiğini belirtiyor.

Erdoğan'ın ilk olarak siyasi sürecin yönetimini bizzat ele alıp, Kürt sorununu şiddetten uzak ve barışçıl bir şekilde çözümü için tam bir kararlılık göstermesi gerektiğini vurgulayan Musa, bunun için yine Erdoğan tarafından 'iyi ve ciddi' bir iyi niyet açıklamasının yapılması, benzer bir açıklamanın da Öcalan tarafından dillendirilmesi gerektiğini belirtiyor. De Klerk'in müzakere kararı almasından sonra Beyazları ikna etmek durumunda kaldığını ve ANC ile Mandela'nın da Beyazların ülkenin varlığı için önemli olduklarını, bu mesajı yaydıklarını açıklıyor. Medya ve diğer kuruluşların da sürecin selameti için olumlu pozisyon aldıklarını, karşıt tavır alan birtakım oluşumların da daha sonra sürece dahil olduklarını belirtiyor. Sonuç olarak; tarafların şiddet kullanmayacaklarına dair karşılıklı bir anlaşmaya varmaları gerektiğini şart koşuyor. Buna rağmen ANC henüz şiddeti durdurduğuna dair bir güvence vermeden Apartheid rejiminin bir risk alarak müzakerelere geçmeyi kabul ettiğini ve ve bunun da işe yaradığını belirtiyor.

Her hülükarda Apartheid rejiminin, sorunu barışçıl bir antlaşmayla sonuçlandırmak konusunda içten davrandığını, ve her iki tarafın da birtakım tavizler vererek ilerleyebildiklerini, barışı böylece sağlayabildiklerini belirtiyor.

Özetlersek; Güney Afrika deneyiminde Mandela ve tüm politik tutsak-örgüt ve sürgünlerin serbest bırakılması, çatışmasızlık sürecinin taraflarca güvence altına alınması, tarafların ve özellikle hükümetin iyi bir niyete sahip olup risk almaları gerektiği, işlenebilecek siyasi cinayetlerin hesabının sorulabilir olunmasını, ancak her şeyden önce sağlam bir duruş ve güçlü bir iradeye sahip olunup, tarafların kitleleri buna hazırlaması; müzakerelerin başlayıp başarılı bir şekilde sonuçlanmasının ön koşulları olarak belirlenip ulgulanıyor.

Peki Türkiye'de durum ne?

Öncelikle; Öcalan hala tutsak ve serbest bırakılacağına dair herhangi bir emare yok, bununla ilgili bir tartışma bile yok.

Yine PKK ve KCK'li politik tutsaklar ve sürgünlerin serbest bırakılıp sürece dahil edileceklerine dair de bir işaret yok. Af ya da serbest bırakılma gibi bir durumun müzakere süreci ve hatta AKP iktidarında bile olmayacağı bizzat Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı.

KCK adı altında hala politikacılar, seçilmişler ve aktivistler tutuklanmaya devam ediyor. Devam eden politik davalardan en üst sınırdan cezalar özellikle son günlerde hızla kesilmeye devam ediyor.

Çatışmasızlık süreci başlamadığı gibi, devlet bir yandan görüşmelere devem ederken, bir yandan da denk getirebildiği aktif ve pasif gerilla gruplarını imha ediyor¸ hatta savaş uçakları ile Kandil kamplarını bombalayabiliyor.

Sırf bu süreç başladıktan beri otuzun üzerinde gerilla, üç Kürt politik aktivist öldürüldü. Yine yüzleri aşan sayıda politik tutuklanma da gerçekleştirildi. Paris'te işlenen cinayetlere karşı Türkiye yetkililerin tutumu 'Örgüt içi infaz' gibi sadece kafa bulandırmaya hizmet edebilecek bir söylemden öteye gitmedi.

Başbakan Erdoğan; bu süreç başladıktan beri ciddi bir iyi niyet açıklaması yapmadı. Bunun yerine birtakım iç ve dış hesaplardan yola çıktığının emareleri çok daha güçlü durmakta. Mevcut inkar ve asimilasyon politikasına devam edeceğinin pratiğini de göstermeye devam ediyor, sadece cümlelerinin içine 'barış' sözcüğünü eklemeyi başardı ki bu söz de söylemlerinin arasında deyim yerindeyse sadece 'sırıtıyor'. Kitlesini barışa hazırlayacağına, 'sadece silah bırakacaklar' gibi temelsiz, bir yaklaşım içinde mevcut ırkçı ve şovenist söylemine devam ediyor, kitleleri hala kandırıp terörize etmeye devam ediyor.

Buna rağmen Kürt tarafı daha olgun bir duruş göstermekte, başarılı bir müzakere sürecine gidebilecek yolların hepsini hala açık tutmaktadır. Diyarbakır örneği bile tek başına Kürtlerin barışa ne kadar yakın olduklarını, en acılı günlerinde bile yüz binlerin 'beyaz tülbent' takabilmeyi başardıklarını gösterdi.

Güney Afrika örneğinde barışa kavuşmanın yarısı ANC ve Mandela'nın duruşu sayesinde olmuşsa diğer yarısı da Irkçı rejimin duruşu/iyi niyeti sayesinde başarılabilindi.

Şimdi Erdoğan'dan beklenen, Kuzey Kürdistan Barış Projesi'de en azından Irkçı Güney Afrika Rejimi Apartheid kadar sağlam bir duruşu/iyi niyetini göstermesidir. Çünkü bundan aşağısının 'Kuzey Kürdistan Barış Projesi' için yeteceğini söylemek zor. Erdoğan bunu Başarabilir mi? Umut etmeye devam edelim.

emehmet36@gmail.com

Hiç yorum yok: