2 Ocak 2013 Çarşamba

Bahoz Erdal:‘Gerilla 2012’de Taktik ve Stratejik Üstünlüğü Elinde Tuttu’

HPG Komuta Konsey Üyesi Dr. Bahoz Erdal, 2012 yılında geliştirdikleri ‘Devrimci operasyonlarla’ AKP hükümetinin kendini inandırdığı ‘Tamil’ imha planını tümden boşa çıkardıklarını belirterek, “Gerilla gücümüz 2012 yılında taktik ve stratejik üstünlüğü elinde tutmuştur” dedi.

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de 2012 yılı HPG gerillaları ile Türk ordusu arasında son yılların en büyük çatışmalarına sahne oldu. Türk devleti ile AKP hükümetinin ‘bitireceğiz’ dediği gerilla güçleri başta Hakkari bölgesi olmak üzere bir çok alanda ‘vur-kal’ taktiği ile geliştirdikleri ‘alan hakimiyeti’ büyük yankı uyandırdı. HPG Komuta Konsey Üyesi Dr.Bahoz Erdal, siyasi ve askeri açıdan birçok dengenin altüst olduğu 2012 yılındaki savaşla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

HPG olarak 2012 yılına nasıl bir havada girdiniz?

Ortadoğu’da süren çatışmalı durum ve mevcut sistemin yıkılış sürecinin 2012’de de derinleşerek devam edeceği, Türkiye ve Kürdistan’da da aynı paralelde çatışmaların tırmanacağı öngörülüyordu. Çünkü Türk sömürgeci devleti ve AKP hükümeti bölgede yaşanan çatışma ve karışıklıkları Kürt halkını ve öncülüğünü yapan hareketimizi tasfiye etmek için kendince avantajlı bir süreç olarak öngördü ve kendisi için bunu bir fırsata dönüştürmek istedi.

Orduyu, yargıyı, medyayı ve sermayeyi ele geçiren ve 12 Haziran 2011 seçimlerinde de yüzde elli oy alan AKP’nin, Türkiye’de Erdoğan hegemonyasını tam olarak sağlaması için önündeki tek engel Kürt halkı ve yürüttüğü mücadele kalmıştı. Onun için kendilerince sıra artık önlerindeki bu engeli de kaldırmaya ve yok etmeye gelmişti. Böyle bir kararı alan ve buna uygun bir planlama yapan AKP hükümeti, 2011 sonbahar-kış sürecini bu planın pratikleşmesi ve sonuç alması için en uygun dönem olarak görüyordu. Bu hedefini gerçekleştirmek için de Sri Lanka hükümetinin Tamillere uyguladığı planın bir benzeriyle sonuca gidebileceğini hesapladı. Son seçimlerden 2012 baharına kadar Türk medyasında çok yoğun bir biçimde Tamil örneği boşuna tartışılmadı.

Tamiller hangi plana dayalı olarak, nasıl tasfiye edilmişti?

Birincisi gerilla güçlerini imha amaçlı operasyonlar, ikincisi halka yönelik katliamlar, üçüncüsü ise uluslararası kamuoyunun buna seyirci kalmasını sağlayan bir diplomatik faaliyet. Kış boyu Kürdistan’da AKP hükümetinin uygulamaya çalıştığı da buydu. Bir gün bile durmaksızın gerilla güçlerimize yönelik her türlü uluslararası savaş kurallarını ihlal ederek gerilla güçlerimizi imha etmeyi hedefleyen operasyonlar Botan’dan Dersim’e, Serhat’tan Amanoslara kadar yapıldı. Diğer taraftan terör estiren polis şebekeleriyle, savcıları, mahkemeleriyle ve zindanlara atılarak baskı altında sindirilmeye çalışılan halkımız Roboski katliamıyla iradesi kırılmaya ve teslim alınmaya çalışıldı.

Böylelikle Newroz’a kadar kuzeydeki gerilla güçlerimizi önemli oranda imha etmiş, güneydeki güçlerimizi önemli oranda darbelemiş, güçten düşürmüş; halkımızın örgütlülüğünü dağıtmış ve teslim almış bir noktaya getirip Newroz’da hiç kimseyi meydanlara çıkartmayarak zaferini ilan etmeyi düşünüyordu. Bütün bu saldırıların merkezinde ise Önderliğimize yönelik ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence tüm ağırlığıyla sürdürüldü.

Yine bütün Türk medyası Kürt halkına yönelik yürütülen imha savaşının önemli bir silahı olarak yoğun dezenformasyon ve psikolojik savaş yürütmeye çalıştı. Kürdistan, Kürt halkı ve biz, hareket olarak böyle eşi görülmemiş, vahşi bir saldırıyla karşı karşıya kalarak 2012’ye girdik.

Roboski’den söz ettiniz, katliamın birinci yıldönümünde halen faillerinin kim olduğu, saldırı emrinin kimden geldiği gibi sorular soruluyor, diğer taraftan yargı sürecinin beklenmesi gerektiği yönlü beyanlar var. Siz Roboski katliamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hemen şunu belirteyim; “bu katliamın failleri belli olsun” çağrıları farkında olmadan, iyi niyetle söyleniyor olsa da Roboski katliamının faillerini gizlemeye hizmet etmektedir. Çünkü bu katliamın failleri açık ve nettir, bellidir. Failler, Tayyip Erdoğan, genelkurmay başkanı ve hava kuvvetleri komutanıdır. Bunların emri veya onayları dışında hiç kimse sınır ötesine savaş uçağı gönderme emrini veremez. Zaten bu üç isim de bunu yalanlayacak herhangi bir açıklama yapmamıştır. Doğru olan, faillerin belli olmasını istemek değil, belli olan bu faillerin hesap vermesini ve yargılanmasını sağlamaktır.

Yine bu katliama ilişkin dillendirilen kimi düşünceler var. Birisi özür dileme hususudur. Şimdi Erdoğan bir sözcükle “özür diliyoruz” dese, sorun çözülmüş mü olacak? Vicdanlar rahatlamış ve sorun çözülmüş mü olacak? Dillendirilen diğer bir husus da bu katliam “kaza mıdır yoksa bilinçli mi yapılmıştır” sorusudur. Bu katliamı kaza olarak değerlendirmek veya böyle bir tartışmaya girmek, gerçekten de şehit düşen 34 Kürt gencine hakarettir. Çünkü bu katliamın planlı bir biçimde yapıldığı hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar nettir.

Biraz daha açalım; AKP ve yardakçıları kış boyu boşuna mı Tamil örneğini yazdılar, söylediler? Tesadüf müydü bu kadar Tamilleri gündemleştirmeleri? Roboski katliamının nasıl gündeme geldiğini öğrenmek isteyenler Tamillere neler yapıldığına baktıklarında anlayacaklardır. Bu katliam o kadar kasıtlı ve planlıydı ki diğer hava saldırılarından farklı olarak keşif uçağının saldırı esnasında oradan hiç ayrılmayarak ilk bombalamadan kurtulan, sağa sola kaçan gençleri termalle takip ederek suikastla hedef almışlardır. İki saat boyunca keşif uçağı, savaş uçaklarına hedef göstererek koordinat vererek tek tek o gençleri suikastla vurmuştur.

Hükümet yetkilileri de bu katliamı bilinçli bir şekilde yaptıklarını inkar etmiyorlar. İçişleri bakanı denen zat, “özür dilenecek bir olay değil” dememiş midir? Erdoğan “bunlar niye mayına basmıyor, bunların sivil olduğu şüphelidir” demedi mi? Genelkurmayı katliamdan hemen sonra tebrik etmedi mi? En son hava kuvvetleri komutanı ödüllendirilmedi mi? Bunların hepsi katliamın kasıtlı bir biçimde yapıldığının anlaşılması için yeterli değil midir? Gerçek bu kadar açık iken hala yürütülen savcı soruşturmalarından veya bu hükümetten, Türk yargısından adil ve doğru bir tutum beklemek bu soykırım politikasına farkında olmadan alet olmak anlamına gelir.

Hem kış mevsiminde hem de bahar aylarında Türk ordusunun yoğun imha operasyonlarıyla AKP hükümeti Mart ayına kadar gerillanın bitirileceğini iddia etmişti. Fakat gelinen aşamada hükümet ve ordunun başarısız olduğu birçok çevre tarafından dillendiriliyor. Sizce AKP hükümeti gerillayı küçümsedi mi yoksa hesapları mı tutmadı?

Aslında AKP hükümeti böyle bir imha planının sonuç alabileceğine kendini inandırmıştı. Kış boyu bu katliamı açık bir biçimde sahiplenerek ve övünerek yoğun propaganda konusu yapıyordu. Hatta birçok çevreyi de buna inandırmıştı. Öyle ki daha kış aylarında PKK’nin bitirileceğine kesin gözle bakılmış PKK’den sonraki sürecin nasıl gelişeceği, sıradaki adımların neler olacağı konuları tartışılmaya başlanmıştı.

Ancak AKP hem bölgedeki gelişmeleri yanlış okuduğu hem de gerilla güçlerimizin gücünü küçümseyerek ciddi hesap hatası yaptığı ortaya çıkmıştır. Önderliğimizin ve hareketimizin siyasi çözüm çabalarıyla geçen –ki bu yılların çoğu ateşkes veya kontrollü savaşla geçmiştir- dokuz yılını AKP yanlış değerlendirmiştir. Gerillanın savaş kapasitesinin ancak bu kadar olduğu, bundan ötesini yapamayacağı yanılgısına düşerek elde ettiği gelişkin savaş teknolojisi ve on binlerce özel harekat ve paralı asker ordusuyla sonuç alacağını hesaplamıştır. Ancak daha o zor kış koşullarına ve Türk ordusunun vahşi saldırılarına karşın kış aylarında Garzan’da Arjin arkadaşın komutasında Erzurum’da Mahir arkadaşın, Cudi’de Rubar ve Sadık arkadaşların komutasında sergilenen eşsiz fedai ruh ve direniş Kürdistan gerillasının kolay bir lokma olmadığını ve gerillanın 2012’nin bahar aylarında başlatacağı hamlenin nasıl bir cevap vereceğinin de habercisiydi.

2012 yılına damgasını vuran temel gelişmelerinden birisi de gerillanın ‘devrimci operasyonları’ oldu. İlk defa vur-kal taktiği uygulandığı görüldü. Bu taktik eylemlerle sonuç aldığınıza inanıyor musunuz?


Şüphesiz Tayyip Erdoğan’ın komutasındaki Tamil planına karşı seyirci veya sessiz kalamazdık. Bu konsepti boşa çıkartmak, tersine çevirmek, misliyle karşılık vermek bizim açımızdan en temel insani ve yurtseverlik görevi, tarihsel bir sorumluluk ve boyun borcuydu. Yıl boyu gerilla güçlerimizin büyük cesaret ve kahramanlık örneği göstererek çizdiği strateji ve taktikler, gerçekleştirdiği devrimci harekat ve eylemler bunun ispatı olmuştur. Tabii ki yıl boyu süren çatışma ve eylemlerin ortaya çıkardığı askeri ve siyasi sonuçlar vardır ve bunları değerlendirmek mümkündür.

Sizce 2012’de ortaya çıkan askeri sonuçlar nedir?

Başta Erdoğan komutasındaki özel ordunun, özel harekat ve modern tekniğe dayalı Tamil planını boşa çıkartmış, kış boyu Tamil örneğini yazıp çizenleri artık bu örnekten söz edemez hale getirmiştir. Diğer bir sonuç ise Erdoğan ve AKP’nin çok umut bağladığı özel harekat ve paralı askerlerin gerilla güçlerimiz karşısında etkisiz kaldığı, bırakalım araziye çıkarak saldırmayı, üslerinden çıkamaz noktaya getirildiğidir. Üçüncü bir sonuç ise savaş inisiyatifi ve arazi/coğrafya denetiminin ağırlıklı olarak gerillanın eline geçtiğidir.

Bize pratik, somut örnekler verebilir misiniz?

Örneğin, yıl boyu 184 uçak ve 140 kobra saldırısı düzenlenmiştir. Her hava saldırısına en az 4, bazen yirmiden fazla uçağın katıldığı hesaplanırsa toplamda ortalama 1104 uçak harekete geçmiş demektir. Bu, önceki yıllarla ve dünyadaki diğer örneklerle kıyaslanırsa savaşta normal olmayan bir duruma tekabül ettiği görülecektir. Mali külfeti bu denli yüksek bir taktiğe başvurmasının nedeni ordunun güçlü olması değil, kırsaldaki savaş hakimiyetini kaybetmesi ve karadan ilerleyememesidir. Hatta şunu da söylemek gerekir; sadece kırsalda da değil, en son, askerin geliş gidişlerinin bile hava yoluyla yapma kararını almak zorunda kalmışlardır. Artık sadece kırsalda ve dağda değil, karayollarında da askerlerin büyük oranda geçiş yapamadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Ancak havadan saldırabileceği, havadan gelip gidebileceği bir durumda bırakılmış veya başka bir deyişle ayakları yerden kesilmiştir.

Gerilla direnişi karşısında başarısız kalan ordu, bu süreçte gerekçe olarak karakolların eskiliğini, yerlerinin uygunsuzluğunu göstermiş ve çokça övündükleri Kalekolları geliştirmeye başlamışlardır. Geliştirmeye çalıştıkları kalekollar bir askeri üstünlük göstergesi olmadığı gibi askerler açısından F tipi cezaevinden beter bir tasarımdır. Askerler, güneş yüzü göremiyor, dışarıya çıkamıyor, penceresi bile olmayan binalarda ve yer altında yaşamak zorunda kalıyorlar. Verdiğimiz bu iki örnekle de rahatlıkla görüleceği üzere Türk sömürgecilik sistemi ve ordusu Kürdistan’da artık kol gezemeyeceği ve bir günü bile rahat yaşayamayacağı bir noktaya getirilmiştir.

Tabii askeri olarak en önemli sonuç ise Kürdistan gerillasının başarısıdır. Direnişçi fedai ruhla, eylem ve çatışmalarda elde ettiği başarılarla sarsılmaz, yenilmez bir güç olduğunu gösterdiği gibi büyük cesaret, manevra kabiliyeti, keskin vuruş tarzıyla her türlü saldırıyı başarısız kılabilecek ve her türlü zalimden hesap sorabilecek bir güç olduğunu ispatlamıştır. Bu anlamda gerilla güçlerimiz faşist AKP hükümetine ve Erdoğan komutasındaki özel ordusuna unutamayacakları bir ders vermiştir.

Peki, bu gerilla direnişinin siyasi sonuçları hakkında neler söylenebilir?

Halkımıza yönelik imha ve teslim alma planı başarısız kılındığı gibi halkımızın Newroz ve 14 Temmuz’da gösterdiği görkemli direniş ve gerillalarımızın geliştirdiği yaz hamleleriyle birlikte sömürgeci hükümet artık ne yapacağını bilmez, hiç hazırlıklı olmadığı ağlamaklı bir pozisyona sokmuştur. Bunun yanı sıra artık Türk sömürgeci sistem ve kurumlarının Kürdistan’da kolay kolay hüküm süremediği ve birçok alanda işlevsiz kaldığı ortaya çıkmış, Kürt halkının da özgür Önderlik ve Özgür Kürdistan dışında farklı bir seçeneği kabul etmediği ortaya konulmuştur.

2012’de dikkat çeken eylemlerden biri de AKP’li yöneticilerin tutuklanması oldu. AKP’lilere yönelik tutumunuzda yeni yıl açısından bir değişim olacak mı?

Aslında AKP’nin imha konsepti tutmadığı gibi başarı şansı da yoktur. Hem askeri hem de siyasi cephede bu böyledir. Her gün halkımıza tehditler savurarak kendilerini güçlü bir pozisyonda göstermeye çalışsalar da bu hedefi gerçekleştireceklerine dair güvenleri yoktur. Ellerinde kullanabileceği tek malzeme Kürt işbirlikçiliği ve ihanetidir. Her gün Erdoğan, Kürdistan’da “şu kadar vekilim, şu kadar teşkilatım var” demesi bundandır.

Bir Kürt atasözünde söylendiği gibi “kurmê darê ne ji darê be, fena darê nîne.” Kürt işbirlikçiliği ve ihanetine dayanarak acaba Kürtleri bölerek bir sonuç elde edebilir miyiz peşindedir. Kürdistan’da AKP yöneticiliği yapan Kürtler, bu soykırım politikasının temel araçları konumundadırlar. AKP, Kürdistan’da binlerce sivil Kürt’ü zindanlara atan, durmadan Kürdistan gerillasını imha etmeye çalışan Ceylan Önkol’u, Yahya Menekşe’yi, Diren Basan’ı, Enver Turan’ı ve onlar gibi onlarca Kürt çocuğunu öldürme emrini veren, Roboski katliamını gerçekleştiren hükümettir. Kürdistan’daki AKP’li yöneticiler de AKP’nin bu politikalarının sahipliğini yaparak katliamlara ortak olmaktadırlar. Roboski katliamından sonra kendine yurtsever Kürt veya samimi Müslümanım diyenler AKP içinde kalmamalı, istifa etmeliydi. Fakat Kürdistan’da bazı AKP yöneticileri tipik ihanet profilini sergileyerek bir aferin, veya siyasi/maddi rant karşılığında Kürdistan’a ve Kürt halkına açıkça düşmanlık yapmaktadırlar. Hatta bu kesimler yüzlerce yurtsever Kürt’ün isim listelerini emniyete vererek tutuklanmalarını sağlamıştır.

Bazıları da daha sinsice aynı durumu yaşamaktadırlar. Örneğin, Amed milletvekili Galip Ensarioğlu diye bir var. Erdoğan ne kadar Ankara’da konuşuyorsa, o da o kadar Amed’te konuşuyor. Psikolojik savaşın bir sözcüsü gibi davranıyor. Erdoğan, içişleri bakanı ve diğer hükümet yetkilileri Kürtlere ve Kürdistan değerlerine hakaret edip saldırırken, “aslında öyle demek istemedi, kasıt o değildi, yanlış anlaşıldı” diyerek Kürtlerde ve Kürdistan’da gelişecek tepkileri deşarj etmeye ve AKP’nin soykırım politikasını meşrulaştırmaya çalışıyor. Kürdistan’da soykırımı AKP’den daha fazla savunuyor. Bununla da yetinmeyerek “Kürt’üm” ve “yurtseverim” de diyor. Açık belirtmek gerekir ki Kürdistan’da hem yurtsever hem de AKP’li olunamaz. Çünkü AKP her gün Kürtleri öldürüyor, işkence ediyor ve eşi görülmemiş bir zulüm yapıyor. Filistin’de nasıl bir Filistinli Kadima veya Likud partisine üye olduğu zaman vatana ve halka ihanet sayılıyorsa Kürdistan’da da AKP’ye üye olmak aynı anlama gelmektedir.

Bu kesimlere yönelik bir çağrınız var mı?

AKP Kürt sorununu çözecek umuduyla bugüne kadar AKP içinde kalanlara şunu belirtmek istiyoruz; AKP, Kürtleri bir millet olarak, ulus olarak kabul ediyor mu? Bu milletin vatanının Kürdistan olduğunu kabul ediyor mu? Ve eğer Kürtler bir millet ise bu milletin haklarını kabul ediyor mu? Daha dün yine Erdoğan, tek millet, tek vatan demedi mi? Gerçekten eğer yurtseverlikten, Müslümanlıktan AKP’ye katılanlar var ise bu kadar net bir biçimde ortaya çıkan gerçekler karşısında istifa etmeliler. Yoksa ellerini Roboski’de katledilen masum Kürt çocuklarının kanlarından temizleyemezler.

Türk medyası yalan-yanlış haberler ile Kürdistan’da yoğunlaşan savaşı hem gizlemeye hem de kamuoyunda ters bir algı yaratmaya çalıştı. Türkiye kamuoyu savaştan bihaber tutulmak istendi. Türk devleti ve AKP hükümeti neden savaşı gizlemeye çalışıyor?

Şunu bilelim, eğer savaşta bir taraf gerçekleri gizliyorsa bu, o tarafın başarısız ve kaybeden taraf olduğunun kanıtıdır. Savaşta kendine güvenen, güçlü ve başarılı olan taraf gerçekleri gizlemeye ihtiyaç duymaz. Kürtler ve Kürdistan söz konusu olduğunda Türk medyası her zaman devletin elinde Kürtleri kandırmaya, morallerini bozmaya ve iradelerini kırmaya dönük kullanılan en etkili silah olmuştur. Türk medyasından doğruyu söylemesini beklemek Kürdistan’daki sömürgeci sistemi ve devleti anlamamak anlamına gelmektedir. Kürdistan’da biraz tarih bilinci olan ve gerçekleri gören birinin yalan ve kandırmayı iş edinmiş Türk medyasından doğruyu söylemesini de bekleyemez.

Devletin diğer kurumlarının konumu da benzerdir. Bir Türk savcısından, mahkemesinden adaleti veya adil bir karar beklemek, aptallıktır. Bir Türk polisinden insani davranış beklemek körlüktür. Bir Türk kaymakamından, valisinden iyi niyet beklemek cahilliktir. Çünkü Türk devleti her zaman Kürdistan’a sömürgeciliği en iyi biçimde savunacak ve Kürtleri en başarılı biçimde bastıracak valileri, kaymakamları, polisleri, savcıları, hakimleri göndermiştir.

‘Devrimci operasyonlar’ hem gerilla hem de Kürt halkı üzerinde nasıl bir etki yarattı? Kürt gençlerinden gerilla saflarına yoğun bir katılım olduğu doğru mu?

Gerilla güçlerimiz sergilediği 2012 yılı direnişiyle bir kez daha Kürdistan halkının yegane savunma gücü olduğunu, her zaman olduğu gibi Önder Apo’ya, şehitlere ve halka bağlılıkta halkımızın güvenine layık çıktığını gösterdi. Şüphesiz bu büyük kahramanlık, direniş, fedakarlık başarılı bir pratik yaratmış, bu da halkımıza güç ve moral kaynağı olmuş, halkımızın ulusal birliğini güçlendirmiştir. Gerilla güçlerimiz de kendi gücünün farkına vararak öz güvenini arttırmış, Önder Apo ve şehitler çizgisinde yüründüğü müddetçe başarının mümkün olduğunu yaşayarak, derinliğine kavramıştır.

Şüphesiz bu görkemli direniş sürecinden en fazla Kürdistan gençliği etkilenmiştir. Kürdistan gençliği bu direnişi sahiplenmiş, üzerine düşeni yaparak, sorumluluğunun gereği olan gerillaya katılımı rekor düzeyde sağlamıştır.

Ortadoğu yeniden dizayn edilmek isteniyor. Tabii bu dizayn kanlı ve silahlı bir şekilde yapıldığı görülüyor. Bu karmaşa içinde Kürt halkı da kendi statüsünü elde etmek için kendini örgütlü kılmaya çalışıyor. Ama birçok çevre hareketinize yönelik olarak sürekli silah bırakma çağrısında bulunuyor. Yine Türk başbakanı da birçok sefer konuşmasında ‘silahı bıraksınlar ondan sonra operasyonlar durur’ diyor. Siz Kürt halkının silahsız bir şekilde statü kazanabileceğine inanıyor musunuz?

Türk devleti ve AKP hükümeti silahlanmaya her yıl milyarlarca dolar harcarken, yeni silahlar üretmeye, satın almaya çalışırken, on binlerce özel harekatçı, özel ordu oluşturarak Kürdistan’a sürerken bize silah bırakma çağrılarının yapılması Türk sömürgeciliğinin bildik yaklaşımından başka bir anlam ifade etmiyor. Ortadoğu’nun genelinde yoğun bir çatışma sürecinin yaşandığı ve herkesin her türlü savunma aracı ve silahlanmaya giriştiği bu dönemde; halkımıza yönelik en tehlikeli planlar geliştirilirken, halkımız bu savaşta ayaklar altında ezilme tehlikesiyle yüz yüzeyken, halkımızın tek savunma aracı olan gerillasının silahsızlandırılmasını istemek bir yana tartışmaya koymak ya da sormak bile bilerek ya da bilmeyerek sömürgeci politikalara hizmet etmektedir.

Hükümet ve Türk medyasının bu konuyu bu süreçte gündeme koyması halkımızın kafasını karıştırmak ve gerillaya katılımları durdurmak amaçlıdır. Görüşmeler olsa da olmasa da bu süreçte gerillayı büyütmek, gerilla katılımını teşvik etmek, Kürdistan için büyük bir savunma gücü oluşturmak, Kürtler ve Kürdistan için en acil görev olarak bütün tehlikeleri bertaraf etme ve Kürdistan’ın özgürleşmesinin tek garantisidir. Özgür ve özerk Kürdistan’ın başkenti olan Amed’te Önderliğimiz halkla buluştuğu zaman bu soruyu gelin ve bizden sorun.

Son aylarda Türkiye metropollerinde ve şehirlerinde Kürt halkına, Alevilere ve yurtsever, devrimci öğrenci kesimlere yönelik ırkçı, faşist saldırılar geliştirilmekte. Bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt atasözünde söylendiği gibi “Mala xalkê, ji mirov germ nake”. Bunun anlamı şudur; İstanbul gibi metropollerde Kürtler için özgür yaşam şansı yoktur. İstanbul, Kürtleri en fazla asimile eden, Türkleştiren, Kürdistan ve Kürdistani değerlerden kopartan ve Kürtleri yutan bir kenttir. Bu anlamıyla Kürtlere dönük en büyük beyaz katliamın yapıldığı yerdir İstanbul. İstanbul ve diğer metropollerde yaşanan beyaz katliam ve asimilasyon Roboski katliamından bin kat daha derin ve tehlikelidir. Artık metropollerdeki Kürtlerin de Kürdistan’a dönmelerinin zamanı gelmiştir.

Metropollerde yaşayan Kürtlere de, yine üniversiteli Kürt gençliğine yönelik saldırıların arttığı doğrudur. Özellikle üniversite ve mahallelerdeki Kürt gençleri için belirtiyorum. Artık Kürtler dövülen, kafası kırılan, acınacak durumda olan olmamalıdır. Her mahallede, her okulda, her üniversitede, her iş yerinde üçer üçer, beşer beşer hatta yüzlerce kişi bir araya gelerek, kendilerini örgütleyerek kendilerinin ve halkının savunma tedbirlerini almalıdırlar. Hangi araçlarla kendilerini savunabiliyorlarsa, temin ederek kendilerini donatmalıdırlar. Şunu bilelim, Türk sömürgeci zihniyetine karşı boyun eğildikçe, sessiz kalındıkça daha fazla hırçınlaşarak saldırganlaşmaya devam edecektir.

2013 yılına girerken gerilla olarak hazırlık düzeyiniz nedir? Bize 2013 yılı hedeflerinizden bahsedebilir misiniz?


2013 yılında da sömürgeci AKP hükümeti ve Türk devleti bir taraftan oyalama politikası ve yoğun psikolojik savaş yürüterek bizi ve halkımızı beklentiye koymaya çalışacak, diğer taraftan daha şimdiden Kürdistan’a yönelik askeri sevkiyatı yoğunlaştırdığı göz önüne alındığında tasfiye amaçlı imha operasyonlarını geliştirmeye çalışacaklar.

Buna karşın biz de yoğun bir hazırlık süreci içindeyiz. 2012’de Kürdistan gerillasının sergilediği direniş 2013’te de neler yapabileceğini, nelere muktedir olduğunu, ne yapacağının ipucunu vermektedir.

Bizi zayıf, güçsüz göstermeye çalışanlara ve final, minal yapamazsınız diyenlere söylemek istediğimiz ise şudur; Kürdistan’da tek bir savcınız, hakiminiz, kaymakamınız, valiniz olduğu, işgalci ordunuz Kürdistan’da konumlandığı, faşist polis sürüleriniz Kürdistan’da terör estirdiği müddetçe sizi rahat uyuyacağınız bir geceye hasret bırakacağız. Her gece bunlara kabus yaşatacağız. Kürdistan’ı onlara yaşanmaz hale getirecek, cehenneme dönüştüreceğiz. Bu sömürgeciliğin ve faşizmin faturasını ağır ödeteceğiz.

Erdoğan, bir Kürdistan şehrine geldiğinde binlerce asker, polis ve zırhlı araç eşliğinde gelebilecek, her saatte, her gün ve vesilede buranın Kürdistan olduğunu gözlerine sokarak, yaşatarak hissettireceğiz. Sömürgecilere ve işbirlikçilere gölgeleri kadar yakın olacağız. Erdoğan’ı Amed veya Hakkari’ye binlerce koruma ve zırhlı araç olmadan ziyaret etmeye hasret bırakacağız. Sonuç olarak sömürgeci Türk devleti azdıkça ve saldırıları arttıkça direnişimiz de güçlenerek devam edecek ve karşılık verilecektir. Her zaman olduğu gibi HPG, Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın emrinde olacak, üzerine düşeni layıkıyla yapmaya çalışacaktır.

Yeni yıl vesilesiyle kamuoyuna vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?


Yeni yıl vesilesiyle başta Önderliğimiz olmak üzere tüm Kürt halkının yeni yılını kutluyorum. Halkımız bilmeli ki eğer sömürgecilerin katliamları boşa çıkarılmışsa, daha fazla Roboskiler meydana gelmemişse ve Kürtler her zamankinden daha fazla bir güç olarak ortaya çıkmışsa bu, başta Önderliğimizin büyük öngörüsü ve fedakarlığıyla, yine her türlü zorluğu ve imkansızlığı göze alan ve büyük fedakarlıkla kahramanca direnerek şahadete ulaşan genç Kürt erkek ve kızları sayesinde olmuştur.

Yine tüm Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde Kemal ve Hayrilerin, Mazlum ve Ferhatların direnişlerinin izindeki tutsak yoldaşlarımızın mücadeleleriyle olmuştur. Direnişleriyle yoldaşlarımız devrimci mücadelenin temel alanlarından birinin zindanlar olduğu gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Bu vesileyle tüm zindandaki esir yoldaşlarımızı da selamlıyoruz.

2012 yılının Kürdistan ve Kürtler açısından gelişme, büyüme ve başarı dolu bir yıl olduğu kesindir. Bu başarı, Mehmet Goyi, Rojin Gevda, Xebat Derik öncülüğünde şahadete ulaşan Kürdistan’ın en cesur, en bilinçli, en seçkin genç ve kızları sayesinde olmuştur. Onun için halkımız her zamankinden daha fazla Önderliğimizi, şehitlerimizi ve gerillasını sahiplenmeli, Kürdistan gençliği de gerillaya katılmayı en temel yurtseverlik görevi bilerek geliştirmelidir. 


ANF

Hiç yorum yok: