AKP Yeni Haçlı Seferlerinin Ajan Partisidir
Tunus’tan başlayıp Mısır’da süren, Bahreyn, Yemen’e kadar sıçrayan halk hareketlerinden sonra siyasal islamla ilgili birçok değerlendirme yapılmıştır. Suriye’deki muhalefetin de önemli bir bölümü İhvan-ı Müslim’in merkezinde olduğu siyasal islamcılardır. Libya’da da siyasal islamcılar belirli bir güce ulaşmışlardır. ‘Arap Baharı’ olarak tanımlanan Arap dünyasındaki halk hareketlerinin gündeme gelmesiyle siyasal islamcı hareketlerin Arap dünyasındaki hareketlenme içinde etkin yer almalarının dayandığı tarihsel ve güncel nedenler vardır.
Kuşkusuz Arap halklarının ayağa kalkışı özellikle son iki yüzyıldır kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya girmesiyle birlikte yarattığı sorunlara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle son yüzyılda Arap halkları hem dış güçlerin müdahaleleri hem de despotik iktidarlar altında çok acılar çekmiştir. Arap halklar Osmanlı İmparatorluğu altında da kuşkusuz baskı altındaydılar. Türk etnisitesinin hakim olduğu Osmanlı devleti Arapların gelişimi üzerinde de olumsuz etkide bulunmuştur. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeye girmesi ve Türk etnisitenin giderek imparatorluk içinde ağırlığını göstermesi Arap toplumlarında da rahatsızlıkları artırmıştır. Bunun sonucu Araplar 19. yüzyılda Osmanlı-Türk hakimiyetine karşı direnişe geçmişlerdir. Zaten birçok yönüyle Türk kültür ve sosyal yaşamından daha ileri bir düzeyi yaşayan Arap toplumsal yapısı çok kısa sürede Osmanlı imparatorluğunu Arap topraklarında etkisizleştiren bir direniş ortaya çıkarmıştır. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte Araplar üzerindeki Osmanlı egemenliği son bulmuştur.
Yeni haçlı seferi
Ancak Osmanlı egemenliğinin son bulmasından sonra Araplar huzura ve rahata kavuşmamışlardır. Amiyane deyimle yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. Özellikle de İngilizlerin ve Fransızların desteklediği Arap iktidar blokları cetvelle çizilmiş devlet sınırları içinde Arap toplumu üzerinde yeni bir baskı rejimi kurmuşlardır. Zaten kapitalist modernist sistem özellikle de 19. yüzyıldan itibaren kendi modernist değerlerini Ortadoğu’ya sokmaya başlamıştır. Ortadoğu’nun ve kültürel islamın tarih içinde ortaya çıkardığı ve halkların toplumsallık içinde yaşamasını sağlayan toplumsal ve kültürel değerler geriletilerek, kapitalist modernitenin bencil, bireyci, sömürüyü esas alan değerleri hakim kılınmaya çalışılmıştır. Öyle ki, kapitalist modernite bin yıl önce Haçlı Seferleri’yle teslim alamadığı Ortadoğu dünyası ve islami topluluklarını kapitalist modernizmin ekonomik, sosyal ve kültürel anlayışıyla teslim alma süreci başlatmıştır. Aslında kapitalist modernizmin Ortadoğu dünyasına yönelik harekatını yeni koşullarda bir Haçlı Seferi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Arap halkları, kendileri üzerinde egemenlik ve diktatörlük kuran diktatörler şahsında iki yüzyıldır yeni koşullarda sürdürülen Haçlı Seferlerine karşı bir isyan başlatmıştır. Arap Baharı denen bu isyan Arap coğrafyasının, Arap toplumunun uyanışını, ayağa kalkışını, yeni bir ruh kazanmasını ifade etmektedir. Arap halklarının ayağa kalkışından sonra baştaABD veAvrupa olmak üzere birçok güç müdahale ederek bu hareketleri yönlendirmeye, kendi çıkarları doğrultusunda yeni iktidar blokları çıkarmaya çalışsalar da bu hareketler esas olarak halkın zulme, baskıya karşı mücadelesi olarak görülmelidir. Çıkışında, başlatılmasında dış güçlerin rolünden söz edilemez. Ancak halkların harekete geçişinden hemen sonra ABD ve Avrupa Arap halklarının bu ayağa kalkışını yönlendirerek kendi çıkarları doğrultusunda bir Ortadoğu düzeni kurmada kullanmaktadırlar. Bunun için de uzun yıllardır ilişkide oldukları siyasal islamcıları iktidara getirme ve onlara dayanarak Ortadoğu’da egemenliklerini kurmayı hedeflemişlerdir. Kapitalist modernite ve onun II. Dünya Savaşı sonrasındaki temsilcisi olanABD, bütün askeri, siyasi, ekonomik, kültürel saldırılarına rağmen Ortadoğu’da hakimiyetini kuramamıştı. Özelikle Sovyetlerin dağılıp soğuk savaş döneminin bitmesinden sonra Ortadoğu dengelerinde sistemi zorlayan hareketler ortaya çıkmıştır. Eskiden sosyalizme ve radikal küçük burjuva hareketlere yönelen toplumsal muhalefet, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ağırlıklı olarak islamcı hareketlere meyil göstermiştir. Bunların içinde kapitalist modernist sisteme karşı tepkisel, radikal gruplar da ortaya çıkmıştır. Bunların bazı yerlerde güç oldukları ve sistemi rahatsız ettikleri de görülmüştür.
Geçen süreçte ABD’nin ve Batı dünyasının gördüğü en temel gerçeklik şu olmuştur: Ortadoğu’nun kültürel ve sosyal gerçekliğine yabancı, ondan uzak iktidarların, egemen güçlerin toplumlar üzerindeki meşruiyetini sürdürmesi zordur. Özellikle Batı’yı taklit eden, onun modernist değerlerini esas alan iktidar blokları artık toplum tarafından benimsenmemekte, toplumlara yabancılaştığından toplumların tepkisini almakta, bu da ABD’nin dayandığı işbirlikçi iktidarların varlığını sürdürmesini zorlaştırmaktadır. Bu açıdan 20. yüzyıldaki dış destekle ayakta kalan iktidar bloklarının, özellikle de kapitalist modernist sistemin değerlerini alan ve onların maketi olan iktidar bloklarının meşruiyetlerinin kalmadığı görülmüştür. Bu gerçeklik ABD ve kapitalist sistem açısından Ortadoğu toplumlarının sosyal ve kültürel yapısından uzak olmayan, ama kendilerine işbirlikçilik yapacak ve kapitalist modernizmin değerlerine islami kimlik ve söylem altında Ortadoğu’ya taşıracak kesimlerin iktidara getirilmesini gerekli kılmıştır. Ancak böyle işbirlikçi siyasal islamcı güçlere dayanarak Ortadoğu’da yaşayacaklarını anlamışlardır. Arap Baharı’ndan sonra ABD’nin, Avrupa’nın işbirlikçi siyasal islama destek vermesi bu nedenledir.
Siyasal islamcıların tabii ki köklü bir tarihleri vardır. İslam, tek tanrılı dinler içinde kısa sürede devletçi, iktidarcı bir karaktere bürünmüştür. Hıristiyanlıktan, yahudilikten ve diğer dinlerden çok erken iktidarla tanışmıştır. Zaten dört halife döneminde de bu iktidar mücadelesi belirli düzeyde ortaya çıkmıştır. Ancak iktidarcı, devletçi siyasal islamın kendini açık hissettirdiği dönem Emeviler dönemidir. Özellikle Şam merkezli Arap egemen sınıflarına dayanan kesimler islamı kendi çıkarlarının, kendi iktidar arzularının bir aracı yapmışlardır. Kerbela da aslında iktidar islamıyla kültürel islamın ilk büyük kavgasının gerçekleştiği yerdir. Daha doğrusu iktidar islamın kültürel islamı katlettiği yerdir. Kerbela’da Ehlibeyt’in katledilmesi, Şam merkezli iktidar olmak isteyen tüccar kesimlerin islamın “yeni sahipleri” haline gelmesi bunu ifade etmektedir. Tarih içinde de islam önemli oranda siyasetin aracı haline getirilmiştir. Emevilerden Abbasilere, Osmanlılara, hatta İran’daki imparatorluklara kadar bir siyasal islam gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu açıdan iktidar islamcılığın tarihsel olarak çok köklü dayanakları bulunmaktadır.
AKP ABD’nin taşeronudur
Bu açıdan siyasal islam olgusu yeni bir durum değildir. Kapitalist modernite ve Batı’nın, yine kapitalist modernitenin bir versiyonu olan reel sosyalizmin desteklediği iktidarlar döneminde siyasal islamcılar geriletilmiş gibi gözükse de, sürekli bir iktidar arzusu, isteği içinde oldukları ve bunun mücadelesini verdikleri de bir gerçektir. Hatta bazı ülkelerde zaman zaman mevcut iktidar blokları içinde yer de almışlardır. Siyasal islamcıların yeniden canlanmaya başladığı dönem ise soğuk savaş dönemidir. Reel sosyalizm ile ABD’nin başını çektiği Batı bloğu arasındaki mücadele döneminde Sovyetler Birliği’nin sınırındaki islam ülkeleri ve Sovyetler Birliği içindeki islam toplulukları soğuk savaş mücadelesinin bir parçası haline getirilmiştir. Bu yönüyle NATO Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan ve Araplar içinde belirli islamcı güçleri desteklemiştir. Komünizm karşıtlığı üzerinden çeşitli islami çevrelerle, özellikle iktidar hevesi ve hırsı içinde olan islami topluluklarla ilişki içine girmiştir. Onları Sovyetlere karşı yürütülen siyasal, sosyal ve kültürel mücadele içinde kullanmaya çalışmışlardır. Buna en somut örnek, Türkiye’de 1950’ lerde geliştirilen komünizme karşı mücadele dernekleridir. Komünizme karşı mücadele dernekleri adı altında Türkiye toplumu Sovyetler Birliği’ne karşı kışkırtılmıştır. Böylelikle Sovyetler Birliği’nin güneyindeki islami topluluklara dayanan ülkelerde sosyalizmin gelişmesini, etkili hale gelmesini engellemeye çalışmışlardır. Türkiye’de de, Arap dünyasında da, Afganistan, Pakistan ve İran’da da böyle antikomünist bir yeşil kuşak yaratmayı hedeflemişlerdir. Sovyetlerin güneyinde yeşil kuşak projesiyle Sovyetlerin yayılmasını engelleme, sınırlama, gerektiğinde bunları Sovyetler Birliği’ne karşı kullanma stratejisi izlenmiştir. Bu stratejisinin gereği ABD Arap dünyasında da birçok islami grupla, islami çevreyle ilişkilenmiş, onları işbirlikçisi, hatta ajanı konumuna getirmiştir. Bu açıdan ABD’nin siyasal islamcılarla ilişkisi eskilere dayanmaktadır. Arap halklarının ayağa kalkışıyla birlikte bu ilişkilerini kullanarak bu uyanışı kendi çıkarları doğrultusunda, kendine işbirlikçilik yapacak iktidar bloklarını hakim kılmada değerlendirmeye çalışmaktadır.
Türkiye’de siyasal islamcılarla ilişki daha planlı bir biçimde sürdürülmüştür. 1980 askeri darbesiyle birlikte siyasal islamın devlet içine alınması konusunda yeni bir dönem başlamıştır. Bunun tamamen ABD’nin Türkiye ve bölge planlarıyla bağı vardır. Türkiye ABD’nin NATO’daki müttefikidir; Ortadoğu’daki en büyük işbirlikçisidir. ABD 1990’ların başından itibaren Ortadoğu’ya aktif müdahale etme süreci başlatınca bölgedeki en büyük işbirlikçisi olan Türkiye’de siyasal islamcı bir gücü iktidara getirerek bölgedeki müdahalesine dayanak oluşturmuştur. Ortadoğu’ya kapsamlı bir müdahale sırasında Türkiye’nin istikrarlı olması ve kendi politikalarına destek vermesi stratejik değerdedir. Bu nedenle Ortadoğu’ya Irak üzerinden müdahale etmeden önce Türkiye’de ciddi rahatsızlıkların olmaması, islami çevrelerin örgütlenerek ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesine zorluk çıkarmaması için Türkiye’de bir siyasal islamcı gücün iktidara getirilmesini önemli görmüştür. Bunun sonucu Ecevit hükümeti dağıtılarak AKP iktidarının önü açılmıştır. Eğer Irak’a müdahale sürecinde iktidarda AKP hükümeti olmasaydı Türkiye çok karışırdı. Türkiye üzerinden islamcı çevrelerin ABD’ye karşı tepkisi gelişirdi. Böylece Türkiye Irak’a müdahale sırasında ABD’ye kolaylık sağlayan değil de zorluk çıkaran bir ülke konumunda olurdu. Türkiye’de işbirlikçi siyasal islamcı bir iktidarı destekleyerek ABD’nin bölgedeki müdahalesine Türkiye’den gelecek tepkilerin önünü almıştır. Tepkilerin önünü aldığı gibi müdahalede Türkiye’yi çok rahat kullanmıştır. ABD askerlerinin Türkiye üzerinden müdahale edilmesi mecliste onaylanmamış olsa da Türkiye Irak müdahalesinde işgalci güçlere en fazla destek veren ülke konumunda olmuştur. Böylece toplumdan ve islami çevrelerden gelen tepkileri engellediği gibi, onları sistem içileştirmiştir. AKP hükümeti bu konumuyla devrimci demokratik güçlerin ABD’nin Ortadoğu müdahalesine tepki göstermesinin de önünü almıştır.
Ecevit hükümetten niye düşürüldü, niye ölüme sürüklendi sorularının cevabı nettir. Ecevit’in öldürülmesiyle birlikte ABD’nin bölgedeki taşeronu olacak AKP iktidarının önü açılmıştır. Çünkü Ecevit duruşuyla, tutumuyla ABD’nin bölgedeki müdahalesine zorluk çıkarabilirdi. Dikkat edilirse Ecevit hükümetinin düşürülmesinde en başta da MHP kullanılmıştır. Çünkü MHP birçok bağla ABD’ye bağlıdır; ipleri ABD’nin elindedir. Her ne kadar onlar kendilerini dış güçlerin karşıtı ve hiç kimseye bağlı değil gibi gösterse de gerçek bu değildir. MHP’nin ilk kuruluşundan itibaren CIA’nın denetiminde olduğu, yine MİT üzerinden CIA tarafından kontrol edildiği bilinmektedir. Bu yönüyle de Ecevit hükümetinin düşürülmesinde esas olarak MHP’ye rol verilmiştir.
ABD, AKP hükümeti şahsında tarihindeki en önemli işbirlikçi iktidarı bulmuştur. Zaman zaman aralarında bölge politikaları konusunda kimi sorunlar çıksa da ABD bölgeye müdahalesinde AKP iktidarını önemli düzeyde kullanmıştır. Her ne kadar ABD Türkiye ile İsrail arasında çıkan bazı sorunlardan rahatsız olsa da, Türkiye’nin Arap dünyasında belirli düzeyde etkili olmasını kendi çıkarına gördüğünden bunu ciddi bir sorun yapmamıştır. Eğer Türkiye ile İsrail arasındaki kimi sürtüşmeleri ABD çok ciddi sorun yapmamışsa bunun nedeni, kendi politikaları doğrultusunda Türkiye’yi kullanmasına bu imajın yardım etmesidir. Nitekim bazı çevreler Türk devletinin İsrail’le girdiği ağız dalaşının bilinçli yaptırıldığını söylemektedir. Hatta AKP hükümetinin İsrail’e yönelik bu söyleminin arkasında bir ABD oyunu olduğu iddia edilmektedir. Bu iddianın doğru olup olmadığı konusunda bir şey diyemeyiz, ama AKP iktidarının İsrail’le girdiği bu sürtüşmeden sonra daha fazla ABD işbirlikçiliği yaptığını, ABD’nin politikalarına daha fazla endekslendiğini biliyoruz.
AKP’nin İran’la ilişkilerinin bozulması, NATO füzelerini Türkiye’ye yerleşmesi, Suriye ile kavgalı hale gelmesi, Hamas’ın giderek ABD’nin politikalarını gözeten bir siyasi güç haline gelmesi ABD’nin AKP’yi nasıl kullandığını göstermektedir. Yine Türkiye’nin NATO’nun Libya’da ne işi var dedikten bir hafta sonra NATO’nun saldırı üssü haline gelmesi, AKP hükümetinin tamamen ABD’nin bölgedeki taşeronu haline geldiğini kanıtlamaktadır.
AKP bugün Türkiye’de kapitalist modernizmin has temsilcisi haline gelmiştir. Erbakan dönemindeki o radikal siyasal islamcı karakterini kaybetmiştir. Erbakan döneminde siyasal islamcılar toplumsal ve kültürel olarak, siyasal ve ekonomik değerler olarak belirli düzeyde kapitalist modernizme karşı bir tutum gösteriyorlardı. Şimdi AKP tamamen kapitalist modernizmin ajanı haline gelmiştir. AKP döneminde kapitalist modernist değerler Türkiye’ye daha fazla yerleşmiştir. Bir islamcı yazarın dediği gibi AKP’liler kapitalizme abdest aldırmışlardır. Artık türban ya da islami figürler tamamen bir biçime dönüştürülmüştür. Nitekim türbanlı ya da tesettürlü denenler en lüks arabalara sahipler, en pahalı elbiseleri giymektedirler. Artık eşarpları da gömlekleri de tesettür olarak giydikleri de markadır. Öyle islami toplumun insanlarının inançları dolayısıyla giydiği sade elbiseler değildir. Bugün AKP’nin tabanıyla üst kesimi arasında büyük bir uçurum vardır. AKP toplumu dağıtan bireyciliği ve çıkarcılığı geliştiren bir siyasal güç haline gelmiş bulunmaktadır. Kapitalist modernitenin iki yüzyıldır Ortadoğu’da yapamadığını, yine Türkiye’de tam başaramadığını şimdi siyasal islamcılar eliyle yapmaktadır. Buna en somut örnek Türkiye’deki AKP iktidarıdır. AKP bu rolü sadece Türkiye’de değil, bütün Ortadoğu’da oynamak istemektedir. Ortadoğu’ya kapitalist modernist değerlerin taşıyıcılığını, ajanlığını ve siyasal olarak da taşeronluğunu yapmaya soyunmuştur.
ABD AKP eliyle Ortadoğu’ya kendi değerlerini sokmak isterken, Türk devleti de, AKP de, yeni yetişen burjuvazi de ABD’nin bu politikaları üzerinden Ortadoğu’yu siyasal, ekonomik olarak fethetmeye çalışmaktadırlar. Dün Osmanlı’nın kendi gücüyle girip fethetmeye çalıştığı Ortadoğu’yu şimdi ABD’nin taşeronluğu temelinde fethetmek istemektedir. Kendi başına Ortadoğu’yu fethetme gücü gösteremeyen Türkiye bugün ABD ve Batı ajanlığıyla, taşeronluğuyla bunu hedeflemektedir.
AKP hükümetinin zaman zaman Filistinlilere sahipleniyor gibi gözükmesi, İsrail’e tepki göstermesi, Ortadoğu halklarının islami duygularına seslenmesi tamamen Türkiye’de yeni yetişen burjuvazinin ya da yeşil renge boyanmış kapitalist modernizmin AKP hükümetinin bu söylemiyle, bu üslubuyla Ortadoğu’ya girmek istemesini ifade etmektedir. AKP’nin ve Erdoğan’ın söylemlerinin esası Arap dünyası ve Ortadoğu halklarına karşı kullanılan bir psikolojik savaşı ifade etmektedir. Kendi yüzünü gizleyip toplumları aldatarak bölgeye egemen olmanın önünü açmaya çalışmaktadır. Tarihte bu hep silahlarla yapılırdı, silahlı güç esastı, ama bugün ABD de, Avrupa da toplumlara giderken ideolojik, kültürel saldırısıyla gitmektedir. Kuşkusuz gerektiğinde silahlı gücünü kullanmaktadır. Zaten silahlı gücüyle, siyasi gücüyle toplumlar ve ülkeler üzerinde baskı kurmaktadır. Buna dayanarak da ideolojik, kültürel değerleriyle yol açıp ülkeleri, toplumları fethetmeye çalışmaktadır. Bugün de AKP hükümeti kimi ekonomik ve siyasi imkanlarıyla tüm Ortadoğu’yu fethetmenin peşindedir.
Ortadoğu en tehlikeli saldırıyla karşı karşıyadır
Suriye ise Türkiye’nin bu politikaları açısından stratejik öneme sahiptir. Zaten Suriye’nin bu stratejik önemi nedeniyle daha düne kadar sıfır sorun diyerek İran’la, Suriye’yle kol kolayken, hatta iki devlet tek hükümetten söz edilirken ABD’nin bölgede yeni düzeni kurmada ısrarlı olduğunu görünce hemen çark etmiştir. ABD’nin Suriye’ye yönelik saldırısında öncülük yapmak istemiştir. Nasıl ki Osmanlı imparatorluğu 1517 Ridaniye Savaşı’yla Suriye’nin kapılarını açmış, Suriye üzerinden bütün Arap dünyasını kontrol etmişse, Türkiye de aynı ayak izlerinden giderek Ortadoğu’yu kontrol etmeyi hesaplamaktadır. Bu defa ABD desteğiyle kendine göre siyasal ve ekonomik olarak Suriye’yi kontrol edip bu kapıdan girerek bütün Arap dünyasını fethetmeyi etmeyi hedeflemektedir. Bir yönüyle Türkiye ABD’ye, Batı’ya benden daha iyi taşeron bulamazsınız, benim üzerimden bütün Ortadoğu’yu fethedebilirsiniz; böylelikle hem siz hem biz Ortadoğu’nun bütün değerlerini birlikte sömürebiliriz, demektedir. Türkiye açıkça ABD’ye; Ortadoğu dünyasını kendi siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik egemenliğinize alabilirsiniz; bundan beni de yararlandırırsanız ben de sizin bölgedeki taşeronunuz olarak bu egemenliğinizin sürmesine çok büyük destek veririm, demektedir. Bugün Türkiye bir taraftan NATO’nun parçası olarak ABD’nin bölge politikalarının taşeronluğunu yürütürken, diğer taraftan da tarihinden gelen egemenlikçi kültür ve Osmanlı zihniyetiyle yeni Osmanlıcılık biçiminde, ama dış güçlerin desteğiyle kendini Ortadoğu’da etkin kılmaya çalışmaktadır.
Bu durum, Batı’nın, kapitalist modernitenin yeni Haçlı Seferleri yaparak son iki yüzyılda fethedemediği Ortadoğu’yu bu defa içten Türkiye gibi bir ajanla ve Arap dünyasındaki kimi siyasal islamcı işbirlikçileriyle Ortadoğu’yu teslim alması anlamına gelmektedir. Binlerce yıldır Batı’ya karşı direnen bir Ortadoğu kültürü gerçeği vardır. Yine direnen Ortadoğu değerlerine islamın çıkışıyla birlikte yeni kültürel değerlerin eklenmesi bu direnişin bugüne kadar sürmesini sağlamıştır. Şimdi kapitalist modernite Türkiye’deki siyasal islamcı işbirlikçisine dayanarak bu direnişi kırmak istemektedir. Bu açıdan Ortadoğu tarihindeki en tehlikeli saldırıyla karşı karşıyadır. Tarihinde hep direnen, teslim olmayan Ortadoğu bu defa direncini içten kırmak isteyen çok tehlikeli bir saldırıyla karşı karşıyadır. Dıştan bir türlü kırılamayan bu saldırı,Türkiye’nin taşeronluğu ve kapitalist modernitenin türevi olan, kapitalist modernitenin yeşile boyanmasını ifade eden kimi işbirlikçi siyasal islamcılarla gerçekleştirilmek istenmektedir.
Gelinen aşamada AKP’ye de, AKP’ye benzeyen Arap dünyasındaki işbirlikçi siyasal islamcılara da islamcı demek mümkün değildir. Onlara atfedilen islamcılık onların bütün özelliklerini örten bir kavram olmaktadır. Bu açıdan bundan sonra şimdiye kadar işbirlikçi siyasal islam olarak tanımladığımız bu kesimlere yeni bir ad vermek gerekmektedir. Bunları yeni bir kavramla ifade etmek daha doğrudur. Kesinlikle artık islamla alakaları kalmamıştır. İslama saldırı olan, islamı fethetmeye yönelen, kültürel islamın direncini kırmaya yönelen ve bu konuda kapitalist modernizmin en büyük ajanı olan kesimlere artık işbirlikçi de denilse islamcı denilebilir mi? Kültürel islamı yok etmeyi hedefleyen, bu saldırıların içinde yer alanlara islamcı denilebilir mi? Bu açıdan bunlara modernizmin Ortadoğu toplumları içindeki ajanları biçiminde uygun bir tanımlama bulmak, bunların gerçekliğini ifade etmek açısından daha doğru olacaktır.
Ortadoğu’da oynanan oyunun bir parçası da siyasal islamın şii ve sünni kanatlarının birbirine düşman edilmesidir. Bugün Ortadoğu’da şialık ve sünniliğin karşı karşıya getirilme durumunu da kapitalist modernizmin bir oyunu olarak görmek gerekiyor. Her ne kadar sünni iktidar güçleriyle şii iktidar güçleri arasında tarihsel olarak bir kavga olsa da bugünkü karşı karşıya getirmenin arkasında kapitalist güçleri vardır. Bu tarihsel kavgayı kışkırtıp bunun üzerinden Ortadoğu’da egemenliğini sürdürmek istemektedir.
Kuşkusuz sünni dünya içinde çeşitli kesimler sünniliği kendi iktidarlarının ideolojik aracı haline getirmişlerdir. Böylelikle devletler kurmuşlar, imparatorluklar kurmuşlar ve toplumlar üzerinde egemenliklerini bu ideolojik araçla sürdürmeye çalışmışlardır. Yine İran’da da Farslar şialığı kendi iktidarlarının ideolojisi haline getirmişlerdir. Artık şialık Fars egemenlerinin bölgede hakimiyet kurmalarının ideolojik aracıdır. Toplumları egemenlik altında tutmanın aracıdır. Şialığa inanmış toplumları ayakta tutmak, onları etkilemek için Fars egemenleri şialığı temel bir ideolojik kurum olarak kullanmaktadırlar. Bu açıdan hem sünni islam dünyasında hem şia islam dünyasında sünniliği ve şialığı iktidar aracı olarak kullanan, bu yönüyle birbirlerine karşı bir mücadele içinde olan güçler vardır. Tarih içinde Ortadoğu üzerindeki Arap-Fars kavgası aslında şia-sünni kavgasına dönüşmüştür. Daha sonra bu kavgaya Türk devleti de girmiştir.
Türk devleti de sünniliği kendi iktidar ideolojisi haline getirerek, halifeliği İstanbul’a taşıyarak kendi egemenliğine, bölgede yayılmasına bir ideolojik araç olarak değerlendirmiştir. Osmanlı’nın bunu yaptığın biliyoruz, şimdi bunu AKP yapmak istemektedir. Nasıl ki Osmanlı 1517’ de Ridaniye Savaşı’nı kazanıp ondan sonra Mısır’a gidip orada halifeliği alarak sünni islamın bulunduğu tüm alanları fethetmişse, şimdi de sünni islamın hamisi olmaya soyunup Suriye kapısından girip bu hedefe ulaşmak istemektedir. Suriye’de İhvan-ı Müslim’i ve diğer siyasal islamcı kesimleri desteklemesi, sünniliği önümüzdeki dönemde bölgede yayılmasının ideolojik aracı haline getirmek istemesiyle ilgilidir. Bundan sonra sünniliğin hamisi olma gibi pozisyonunu sürdürecektir. Nitekim şimdi Irak’ta da bir nevi sünnilerin hamisi olması rolüne soyunmuştur. Öyle ki sünni islamın hamisi olma rolüyle Güney Kürdistan’ı bile kontrol etmeye çalışmaktadır. Güney Kürdistan’daki bir kısım sünni partilerin bizzat Türkiye tarafından finanse edilip desteklendiği bilinmektedir. Güney Kürdistan’daki sünniler içinde Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın mücadele ettiği görülmektedir. İran her ne kadar şia mezhebinden olsa da kimi sünni çevreleri de etkilemeye çalışmaktadır. Türkiye’de Hizbullahçıları kontrolünde tuttuğu gibi.
Türkiye’nin oyunu bozulmalı
Ortadoğu’da önümüzdeki dönemde bir şia-sünni çekişmesinin yaşanması beklenebilir. ABD ve çeşitli güçler bunu körükleyeceklerdir. Zaten ABD ve çeşitli dış güçler Ortadoğu’daki bütün çelişkileri körüklemeyi, bunun üzerinden politika yürütmeyi bir tarz haline getirmişlerdir. şii-sünni çekişmesini kışkırtarak, Kürt sorununu çözümsüz bırakarak ortaya çıkan çatışmalardan yararlanmak ister. Nerede bir çatışma kaynağı varsa oraya el attıkları bilinmektedir. Şia-sünni çekişmesinin de tarihsel kökleri olduğundan bu farklılığın her an kışkırtılmaya ve bunun üzerinden de dış güçlerin kendilerini etkili kılmak istemesi yaşanabilir. Bu yönüyle mezhep çelişkilerinin gündeme getirilmesi tehlikelidir. Buna karşı kesinlikle tutum alınması gerekmektedir. Hiçbir toplum, Araplar, Kürtler, Türkler, Farslar bu oyuna gelmemelidir. Artık Ortadoğu’da barış isteniyorsa, huzur içinde yaşanmak isteniyorsa dış güçlerin kışkırtmalarına gelmemek kadar, farklılıkları kabul etmek de önemlidir. Sünnilerin şiileri, şiilerin sünnileri kabul etmesi gerekiyor, Türklerin Kürtleri, Farsların Kürtleri kabul etmesi gerekiyor. Özcesi Ortadoğu’daki farklılıkların temel demokratik haklarını kabul eden bir siyasal yaklaşım benimsemeye ihtiyaç vardır. İşte o zaman dış güçlerin Ortadoğu’da kullanacakları hiçbir malzemesi kalmaz. Farklılıkları kabul eden bir demokratik zihniyet kesinlikle Ortadoğu’da barışın ve huzurun gelişmesine hizmet eder. İster etnik farklılıklar olsun, ister dinsel farklılıklar olsun, ister kültürel farklılıklar olsun, Ortadoğu halkları da artık bunları zenginlik olarak görüp olduğu gibi kabul etmelidir. Onların farklılıklarından gelen doğal haklarını, özgünlüklerinin özerkliklerini kabul ederek Ortadoğu’nun barış, özgürlük ve demokrasi coğrafyası haline getirilmesini sağlamak gerekmektedir. Artık bu yaklaşıma sahip olmadan Ortadoğu’da huzuru, demokrasiyi ve barışı getirmek mümkün değildir.
Ortadoğu halkları dış güçlerin bu tür farklılıkları kışkırtma politikasını görerek doğru politikayı benimsemelidirler. Türkiye’nin yaptığı gibi dış güçlerin desteğini alarak farklılıkları ezmek ya da dış güçlerin desteğini alarak Suriye, İran, Irak ya da başka güçler karşısında güç kazanmaya çalışmak Ortadoğu’ya ne huzur ne barış ne de demokrasi getirebilir. Bu açıdan tüm toplumların Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarına cesaret vermemeleri ve bu tür politikaların içinde olmamaları gerekir. Kim dinleri iktidarlarının ideolojik aracı haline getirirse, buna dayanarak kendini yaşatacağını sanırsa tuzağa düşmüş olur. Bugün belki bazı avantajlar elde edebilir, ama yarın bu kullandığı araç nedeniyle çok ciddi sorunlarla karşılaşır.
Bu açıdan Türkiye’nin sünniliğin hamisi olması, böylelikle sünni toplumları kışkırtması oyunun da bozulması gerekir. Türkiye kesinlikle dış güçlerin bölge politikalarını kendi açısından değerlendirerek bölgede etkinliğini arttırmak istiyor. Sünniliğin hamisi olursam Irak’ta etkili olurum, Suriye’de etkili olurum, Ortadoğu’da etkili olurum diye düşünüyor. Bu çok tehlikeli bir politikadır. Dinin iktidara araç haline getirilmesi, yayılma aracı haline getirilmesi aslında dinlere yapılan en büyük saygısızlıktır, hakarettir, saldırıdır. ZatenAKP hükümeti sadece iktidar aracı ve sömürü için dini kullanmaktadır. Yoksa şu andaki siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel zihniyetiyle islamiyeti içten fetheden, bütün islami değerleri yok etmeye yönelik Batı’dan gelen yeni Haçlı Seferlerinin ajanı ve taşeronu konumundadır. Kültürel islamı korumak açısından da islamı iktidarın ve bölgede yayılma aracı olarak kullanmak isteyen Türkiye gibi güçlerin karşısında olmak gerekir. Tarih içinde Ortadoğu’da oluşmuş toplumsallılığı ve bunun yarattığı değerleri kapitalist modernitenin ajanlığını yaparak ortadan kaldırmak isteyenleri islam olarak da görmemek gerekir, sünni islamın hamisi olarak da görmemek gerekir. Sünnilik de yapıyor dememek lazım. Aslında bunların yaptıklarının tümü sünniliği de, şialığı da, onların kültürel değerlerini bitirmeye yönelik bir ajan faaliyetidir. Özcesi bunları toplulukların inançlarını sömüren, ama dinin –ister sünnilik olsun ister şialık olsun– kültürel değerlerini ortadan kaldırmaya yönelik kapitalist modernite ajanları olarak görmek ve tutum almak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder