13 Kasım 2012 Salı

Açlık Grevleri ve Genel Durum

İlk açlık grevi başlayalı iki aydan biraz fazla zaman geçti. Bu zaman içinde açlık grevine katılanların sayısı arttı, ülkenin neredeyse her yanındaki protestoların yanı sıra Kürtlerin ve Türklerin bulunduğu neredeyse tüm ülkelerde gösteri yürüyüşleri ve dayanışma grevleri yapıldı. Çeşitli partiler ve uluslar arası kuruluşlar açlık grevcilerinin isteklerinin dikkate alınması için hükümete çağrıda bulundular.

AKP de tutumunu bazen ikircikli de olsa belirledi: idamla tehdit etti, müdahale ederiz dedi, Kürtçe savunma serbest bırakılacak dedi ve ne yaparsanız yapın dedi…

Yoğun olaylarla dolu geçen iki ayın üzerine genel bir değerlendirme yapılacak olursa:

Birincisi: Eski bir deyimle söylenecek olursa, Mısır’daki sağır sultan bile Kürt halkının anadilde eğitim ve Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması isteğini duydu ve buna hak verdi.

İkincisi: Henüz kesin karara bağlanmamış olmakla birlikte mahkemelerde Kürtçe savunma yapmanın sağlanacağı açıklandı. Bu açıklamadan geri adım atabilmeleri zor görünüyor. Hemen uygulamayabilirler, biraz direnebilirler ama bunu fazla sürdüremezler.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılabileceğinin kabul edilmesi (bu konuda herhangi bir şart söz konusu değil, Türkçe bilenler de Kürtçe savunma yapabilecek) Kürtçe eğitim yönünde atılmış önemli bir adımdır. AKP bunu bildiği için bugüne kadar mahkemede Kürtçe savunma yapmayı ya Türkçe bilmemek şartına bağlamış ya da tümden reddetmişti.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılabilmesinin kabul edilmesi, öncelikle bu dilin kamusal alanda kullanılmaya başlanması anlamına gelir.

Ek olarak, çok sayıda Kürtçe çevirmenin eğitilmesi gerekecektir.

Kürtçe bilen herhangi bir kişiyi mahkemeye getirip çevirmenlik yaptıramazsınız. Kürtçe-Türkçe ya da tersi yönde çeviri yapacak olanların iki dili de iyi bilen yeminli çevirmenler olması gerekir. Bunların eğitilmesi ve ilgili sınavlardan geçirilerek görevlendirilmeleri gerekecektir.

Almanya’da yeterli Almancası olmayan bir Türk ya da Kürt için mahkemenin görevlendirdiği çevirmen hangi kıstaslara göre yetişmiş ise, bizde de aynısı olacaktır.

Bu uygulama Kürtçe eğitimin yolunu açacaktır.

Bu yolun kendiliğinden açılmayacağı, çeşitli gerekçelerle engellemeler yapılacağı bellidir. Bu konuda eskisi kadar direnilemeyeceği de bellidir.

Yirmi yılda “Kürtçe diye bir dil yoktur” anlayışından bugüne gelinmiştir ve bundan sonrasının da gelmesi eskisi kadar zor olmayacaktır.

Bu ülkede her şey direnerek elde ediliyor.

Hükümetler her hak isteğine karşı çıkıyor, doğal bir hakkı bile tanımamak için ısrar ediyor, direniş sonucu kabullenmek zorunda kalıyor ve bu kez henüz gerçekleşmemiş başka isteklere hayır demeye başlıyor.

Mahkemelerde Kürtçe savunma yapılmasını kabul ettiğiniz ya da kabullenmeye çok yaklaştığınıza göre, bu konuda neden bu kadar direndiniz?

Kendisine hukukçu denilen bazı kişiler neden böyle bir hakkın olamayacağı konusunda açıklamalar yaptılar?

Yirmi-otuz yıl önce de bazı profesörler Kürtçe diye bir dil olmadığı konusunda açıklamalar yaparlardı.

Rezalet sürekli olarak kendini tekrar ediyor, sadece konu değişiyor.

Talep önce reddediliyor, ısrarlı direniş sonucu kabul ediliyor, ardından “o halde biz bu talebe karşı neden direndik” diye sorulmuyor ve başka bir konudaki talep reddedilmeye başlanıyor.

Yirmi yıl önce federasyondan söz eden kişi zamanın Türk Ceza Yasası’nın 159. maddesi gereğince “bölücü propaganda” yapmaktan yargılanırdı.

Şimdi kulaklar ve beyinler bu kelimeye alıştı; konuşuluyor ve tartışılıyor.

Yıllardan beri kendini tekrar eden bu süreci yaşıyoruz.

Süreç aynı, sadece ön plandaki konu değişiyor.

Görünen odur ki, bundan sonra da yaşayacağız.

Uzun bir yol gelindi, ama önümüzde daha uzun bir yol var.

Eskiden ancak hayal edilebilen kazanımlar yavaş da olsa gerçek oluyor ya da en azından gerçek olabilecekleri görülüyor.

Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta öne çıkıyor:

1. Bilinen bir şey olmakla birlikte sürekli tekrarlanması gerekecek derecede önemlidir: hiçbir zaman sadece kendinle meşgul olma, sürekli olarak karşıdakinin ne yaptığına dikkat et.

Türk halkı psikolojik olarak savaştan yorgun düşmüş durumda ve bu yorgunluk kendini aldırmazlık olarak gösteriyor. Hiçbir şeye aldırmıyor. Ölümler kanıksanmış durumda ve savaş uzadıkça bu yorgunluk artıyor.

2. AKP bunu gördüğü için süreci kısaltmak ya da kısa sürede kendine uygun sonuç almak istiyor. Bu amaçla kışkırtıyor, tahkir ediyor ve sürekli olarak Kürt özgürlük hareketini ve Türkiyeli sosyalistleri kendi istediği alana çekerek orada savaşmaya zorlamak istiyor. Bir yöntem tutmazsa vazgeçiyor, başkasını deniyor.

3. Recep Tayyip Erdoğan’ın hemen her konuda görülen tipik bir yöntemi var: her konuyu tırmandırmaya ve kesin bir çatışmaya götürmek istiyor. Anlaşılabilir bir psikoloji çünkü insanlar artan oranda bu savaştan yoruluyorlar. Bıkkınlık her tarafa yayılıyor, “çözün artık bu konuyu” sesleri yükseliyor, ama nasıl çözüleceği konusunda somutluk bulunmuyor.

4. Bu durumda yapılması gereken gücümüzü olabildiğince rasyonel kullanmak, kesin çatışmalara girmekten, gücü bir alana yığmaktan kaçınmak ve bu şekilde ilerlemektir.

Gerilla savaşının bilinen kuralıdır ve bu kural sadece kır gerillasında uygulanmaz. Genel olarak politikanın da gerilla savaşı vardır:

Rakip kesin çatışma istiyorsa, ona bu fırsatı vermeyeceksin; rakip acele ediyorsa, sen etmeyeceksin; rakip yorulacak, sen diri kalacaksın.

Hiçbir zaman gücü tek konuda, tek alanda yoğunlaştırmayacaksın.

Karşımızdaki politika açık: hemen o konuda kesin çatışma aranıyor.

Arasınlar, biz onların istediklerini yapmak zorunda değiliz.

Politikanın çok önemli bir kuralıdır:

Sadece senin ne yaptığın önemli değildir, karşı tarafı ne yapmaya mecbur bıraktığın da önemlidir.

Bu yapılabildiği oranda genel politik alan hakimiyeti sağlanır.

Hükümet açmazdadır. Şu veya bu alanda ilerde sürekli olarak kullanabileceği bir başarı kazanmak istiyor. Bu nedenle sürekli olarak gerginliği tırmandırma politikası izliyor.

Ona bu fırsatı vermemeliyiz.


ANF

Hiç yorum yok: