25 Ağustos 2012 Cumartesi

Sistemin Yeni Kontra Örgütü: AKP

ALİ HAYDAR KAYTAN

AKP iktidarı, Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalışan küresel kapitalizmin genelde Ortadoğu halklarına, özelde ise özgürlük mücadelesi veren Kürt halkına dayattığı komplocu bir siyasal yapılanmadır. Daha doğrusu, AKP sadece komplocu yöntemlere başvuran herhangi bir siyasi parti değildir; halkların özgürlük arayışına karşı bir komplo olarak varlık bulmuş tehlikeli bir oluşumdur. AKP’nin bizatihi varlığı bir komplodur. Bu komployu halklarımızın başına musallat eden güç ise küresel hegemon ABD emperyalizmidir. Bu gerçeği iyi okumadan ne AKP’nin Kürt sorununa ilişkin sahtekarca yaklaşımları doğru anlaşılabilir, ne de bu komplocu yapılanmaya karşı gelişen halklarımızın barış ve demokrasi mücadelesi bizi arzu edilen hedefe ulaştırabilir.

Netleştirmeye çalıştığımız husus bellidir: AKP aslında sistemin çıkarları temelinde vücut bulmuş bir kontra örgüttür. Komploculuğu bu kontra karakterinin doğal sonucudur. Soğuk savaş döneminin son yıllarının bazı gelişmelerini hatırlamak bu konudaki kavrayışımıza ciddi katkılarda bulunabilir. Bu yıllarda ABD ve NATO güneye yayılmak isteyen Sovyet Rusya’ya karşı ‘Yeşil Kuşak’ adını verdikleri stratejik bir yönelim içine girmişlerdi. Taliban ve El Kaide adlı örgütler bu çerçevede ortaya çıkmış kontra oluşumlardı. Pentagon doğuşlarına ebelik yaptığı veya en azından denetlediği bu örgütleri Rusya’ya karşı çıkarmış ve bu da Sovyet sistemi için sonun başlangıcı olmuştu. Adı geçen her iki yapılanma da tıpkı AKP gibi İslam’ı maske olarak kullanıyorlardı. Sovyet sistemi dağıldığında bu örgütler de sistem açısından işlevselliklerini yitirdiler. Halkların özgürlük ve demokrasi taleplerinin oldukça yükseldiği bir dönemde sistemin bu toplum düşmanı çetelerle iş görmeye devam etmesi pek mümkün değildi.


İslam’ın Taliban ve El Kaide tarzı kullanımının İslam dünyasında da tepki topladığını iyi biliyoruz. Nitekim İslam adına yapılan her şey tam bir canavarlıktı. Özellikle bu kontra örgütlerin iktidar oldukları Afganistan’da sergiledikleri pratik vahşetin de ötesinde bir durumu ifade ediyordu. Taliban şahsında iktidarlaşan İslam adeta özgürlük ve demokrasi düşmanlığı ile özdeşleşmiş, daha doğrusu yaşananlar hemen herkeste böylesi bir algı ortaya çıkarmıştı. Bu iğrenç örnek orta yerde durdukça ABD ve ortaklarının İslam’ı istedikleri gibi kullanmaları son derece zordu. Dolayısıyla Afganistan’dakine benzer dizginsiz terör uygulayan çıplak şiddete dayalı bir İslamcı iktidar yerine ‘Ilımlı İslam’ seçeneği üzerinde durulacak, bunun için Türkiye vizyoner ülke olarak seçilecek, AKP de bu temelde komplocu bir yapılanma olarak hazırlanıp Türkiye’de iktidara getirilecekti.


Buradan hareketle AKP’yi Ortadoğu’da Taliban veya El Kaide’nin soğuk savaş dönemi sonrasına uyarlanmış hali biçiminde tanımlamak hiç de yanlış olmayacaktır. Hem Taliban ve El Kaide hem de AKP siyasal İslamcı hareketler kapsamındadır. Siyasal İslam küresel kapitalizme uyarlanmış İslam olarak da yorumlanabilir. Yani her iki örnekte ‘yeşil’ ortak renk durumundadır. Ancak ilk iki örnekte bu ‘yeşil’ renk ‘katılaşan’ özelliğiyle kendisini görünür kılarken, ikincisinde ‘ılımlılık’ gibi bir imaj oluşturma esas alınmaktadır. Ne var ki bu tür bir ayrım sözde kalan bir şeydir. Siyasal İslam’ın ‘ılımlı’ versiyonunun sıkıştığında nasıl ultra-faşist yöntemlere başvurduğu yeşil Türkçü AKP faşizminin uygulamalarında sabittir. Her ikisinin de gerçek İslam’la ilgisi yoktur.


Burada bir gerçeğin altını özenle çizmekte yarar var: Din toplumla ilgilidir, toplum içindir ve uygarlığın saptırdığı ahlaki topluma dönüşü esas alır. Peygamber hakikati dillendirir ve hakikat toplumsaldır. Bunun içindir ki her peygamber kendi toplumunu inşa eder. Kapitalizm gibi varoluşunu toplumu saran ahlaki örgüyü paramparça etmekte bulan bir sistemin özünü toplumsal ahlakın oluşturduğu dinle uyuşması asla düşünülemez. Nasıl ki kapitalizmle toplum birlikte var olmazsa, kapitalizmle din de bir arada yaşayamaz. Sadece bu gerçek bile küresel kapitalizmin hizmetindeki siyasal İslam’ın kültürel İslam’la ilişkisinin olmadığını göstermeye yeterlidir. AKP’nin pratiğinde karşımıza çıkan karşı-İslam’dır, kültürel İslam’ın tasfiyesine kilitlenmiş bir işbirlikçilik ve ajanlık türüdür. Zaten küresel kapitalizmin esas amacı da bir direniş geleneği olan kültürel İslam’ın yanı sıra tüm demokrasi güçlerini tasfiye edip Ortadoğu’yu kendisi için dikensiz gül bahçesi haline getirmektir.


Bilindiği üzere komplo egemen güçlerin toplumsal olaylarda başvurdukları olağan dışı bir savaş yöntemidir. Komploculuk, devletçi güçlerin toplumsal hareketin içinden bazı kesimlerin gafletleri ve bilinçli olarak ihanete yatmalarından da yararlanarak, hedef aldıkları kişi, grup, parti veya halk gücünü darbeyle düşürme ve yasadışı duruma sokma hareketidir. Çağın en kapsamlı komplolarından birinin hedefi olan Önder Öcalan’ın da ifade ettiği gibi, komploculuk kirli ve özel savaştan daha ağır bir uygulamadır. Çünkü dost geçinenler de bu insanlık dışı uygulamanın içinde yer alır, harekette arkadaş ya da yoldaş görüntüsü çizenler de bilerek veya çoğu zaman da farkında olmadan katılır. Kürt halkının özgürlük tarihini bu anlamda aynı zamanda bir komplocular tarihi olarak ele almak abartı sayılmaz; tersine, bu tarz bir ele alış bizi daha çok gerçeklerle buluşmaya götürür.


Sistemin bir komplo olarak halkların başına sardığı AKP’nin ‘demokratik açılım’ sloganını kullanarak iktidara gelmesi bile onun komplocu karakterinin çarpıcı bir kanıtı niteliğindedir. Nitekim ‘demokratik açılım’ söyleminin tamamen bir aldatmaca olduğu ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni bölüp zayıf düşürmeyi hedeflediği bugün tamamen netleşmiş bulunmaktadır. Aynı oluşum Kürdistan’da kültürel İslam’ın etkili olmasını da geliştireceği komplonun başarısı açısından elverişli bir etken olarak görmüş, bu temelde kendisinden önceki beyaz Türkçü faşist iktidar kliğiyle anlaşmıştır. AKP verdiği bu güvence temelinde bu kesimin onayını alıp desteğini kazanmış, ‘demokratik açılım’ söylemini oyalama ve iktidarını sağlamlaştırma aracı olarak değerlendirmiş, Oslo ve İmralı görüşmelerine de yine aynı minvalde yaklaşmıştır. Komplocu karakteri böyle davranmasını gerektirmiştir.


AKP’nin imha ve inkar sisteminin Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Türk halkı da içinde olmak üzere bölge halklarına dayattığı bir komplo olduğunu gösteren bir diğer gerçeklik de Suriye’ye karşı yürüttüğü savaştır. Bu savaşın Suriye halklarının çıkarlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. AKP’nin asıl amacı burada özgürleşme yolunda önemli mevziler elde eden Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak, El Kaide ile aynı paralelde hareket eden İhvan-ı Müslimin gibi örgütleri iktidara getirmek ve böylece mevcut tekçi ulus-devlet yapılanmasını aynen muhafaza etmektir. Sadece TC sınırları içinde değil, Kürdistan’ın öteki parçalarında da Kürtlerin kimlik ve özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye kilitlenmiş bir ırkçı-faşist saldırı hareketiyle karşı karşıyayız.


Mümkün olduğu ölçüde fazla sayıda Kürt’ü yanına çekip bunları özgür yaşamakta kararlı Kürtlere karşı kullanarak Kürt so-rununu tersinden çözmek, yani Kürt gerçeğini mutlaka tasfiye etmek: Gelinen noktada AKP’nin politikasının tümüyle bundan ibaret olduğunu görmemek için ya bakarkör ya da kaşarlanmış bir hain olmak gerekir. Kaşarlanmış hainleri tanıyoruz. Ne yazık ki hainlerinin çokluğuyla bereketli bir topraktır. AKP’nin sözde ulusal çıkarlara bağlı bir Kürt olarak geçinen Kemal Burkay’ı bile birkaç günü kurtarmak için nasıl kullandığı ortada değil mi? Özü savaşı Kürdistanlılaştırmak ya da amiyane tabirle iti ite kırdırtmak suretiyle Kürtlerin kökünü kazımak olan AKP politikasına sözüm ona Kürtlük için bedel ödemiş bazı kişiler bile yatmadılar mı? Yoksa aldanmak ve aldatmak bin yılların köle yaşantısının bir ürünü müdür?


Antep’te patlayan ve birçok sivil insanın can vermesine yol açan patlama konusunda da birkaç şey söylenebilir. İlginçtir, gazeteler bundan iki ay önce ABD’de yapılan bir toplantıda Antep ve Maraş’ta bu tür bombalamalar yapılacağına ilişkin senaryolar çizildiğini yazıyorlar. Tabii bombalamaları yapan Suriye oluyor. Türk ordusu Suriye’ye giriyor ve ardından Esad yönetimi yıkılıyor. Bütün bunlar tezgahlanan bu katliamın AKP ile bağlantısına işaret ediyor. AKP’nin bu katliamı kullanma biçimi de bu gerçeği doğruluyor. Devrimci halk savaşını geliştiren gerilla güçleri karşısında Türk ordusunun yaşadığı acizliği gizlemek isteyen bu kontra oluşum, kendi eseri olan bu katliam sayesinde bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışıyor. Öncelikle şovenizmi kışkırtıyor, BDP bürolarına saldırılara davetiye çıkarıyor, Kürtlere düşmanlığı geliştiriyor, Suriye’ye yönelik olası bir askeri müdahalenin temellerini döşüyor. PKK ve Kürt düşmanlığını derinleştirerek iktidarını korumayı deniyor.


ABD’nin hizmetindeki kontra yapılanma sadece AKP değil. Bir de suç ortağı Fethullahçı ‘yeşil kontra’ var. Kürt Özgürlük Hareketi bunların maskesini düşürdü. Kürdistan’ı büyük ölçüde bu ajan yapılanmalardan kurtardı. Kürdistan’da kaybetmiş bir AKP Türkiye’de iktidarını uzun süreli kılamaz. Irkçı milliyetçiliğin yol açtığı sürüleşme bir yere kadar götürür. Bu konuda gelinen nokta bir bakıma dibe vurmadır. Toplum açısından bundan sonrasının yükselişe geçme dönemi olacağı kesin gibidir. Tabii yükselişe geçiş öncü düzeyde entelektüel, örgütsel ve ahlaki çabalar gerektirir. Bu başarıldığında Kürdistan’da çözülen bu kontra rejimin Türkiye’de de tepetaklak olması kaçınılmazdır.


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA 

Hiç yorum yok: