8 Temmuz 2012 Pazar

Laik Hırsızlar Gitti Abdestli Hırsızlar Geldi

 “Bugüne kadar egemenlerin ve geleneğin yanlış din algısı yüzünden ritüeller tek başlarına öne çıkarılıp, sosyal sorumluluklar ahirete ertelendi ve unutuldu. Biz sosyal adalet mesajlarını hatırlatmaları ve unutturmamaları için o ritüellerin İslam dinin bir gereği olduğunu savunuyoruz.” 


Kamuouyu onları, “Abdestli Hırsızları istemiyoruz. Abdestli Kapitalizmi İstemiyoruz” gibi söylemlerle Taksim Meydanı’na çıkıp, 1 Mayıs’ı diğer emekçilerle birlikte kutlamasıyla tanıdı.
Kendilerini Anti Kapitalist Müslüman Gençlik olarak tanıtan bu grubun üyelerinden Kadir Bal ve Sedat Doğan ile gündemdeki sorunlar ve çözüm yollarını konuştuk...

Sayın Kadir Bal izlediğimiz kadarıyla İslam’ın yeniden gerçek anlamıyla ele alınması, yani İslam’ın özüne dönmesi gerektiği üzerinde önemli vurgulamalarınz var. Peki İslam’ın özü ile uygulama arasındaki fark nasıl oluştu?


Bizce İslam, kitlelere egemenler eliyle alttakileri sömürmek, üsttekileri ise güldürmek biçiminde dayatıldı. Alttakilere ‘sabredin’ derken üsttekilere ‘soyun soğana çevirin’ dediler. Allah’ın sesi ile yoksulun sesini birbirinden ayırdılar. Bunu da imtihan maskesi ile sundular.

Sosyal sorumluluklar ahirete ertelenemez

Namaz, hac, oruç bunlar İslamın şartları olarak gösteriliyor. Ancak, siz bunları daha çok ritüel olarak görüp, aslında İslam’ın toplumsal yönünün ön plana çıkmasını savunuyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?


Namaz, hac, Oruç gibi ritüeller İslam’ın sosyal mesajının birer sembolik ifadesidir. Ritüeller, öne çıkarmaya çalıştığımız mesajların berisinde, gerisinde değildir. Bilakis ritüeller ile mesajlar iç içedir. Namaz ile Allah’a yönelirken, dünyanın gelip geçici zevklerine, güzelliklerine saplanıp kalmamayı, oruç ile sadece midemizi aç bırakmayı değil, sömürü ve israfın karşısına kolektif bir direniş duvarı örmeyi, azgın üretim ve azgın tüketimin karşısına mütevazi ve sade sofralarla çıkmayı savunuyoruz. 


Haç ile sadece Kabe’nin etrafında 7 tur dönüp gelmeyi değil; yeryüzünün tüm mağduriyetinin yanında ve yeryüzünün tüm zulmünün karşısında bir tavır almak için yıllık büyük buluşmayı anlıyoruz. Kabe’nin etrafında beyazlar giyerek, kadın, erkek- yaşlı, çocuk, siyah, beyaz demeden bir binanın tuğlaları gibi saf tutmayı anlıyoruz. Bugüne kadar egemenlerin ve geleneğin yanlış din algısı yüzünden ritüeller tek başlarına öne çıkarılıp, sosyal sorumluluklar ahirete ertelendi ve unutuldu. Biz sosyal adalet mesajlarını hatırlatmaları ve unutturmamaları için o ritüellerin İslam dinin bir gereği olduğunu savunuyoruz. 



Müslümanlığın antikapitalist bir öz taşıdığını belirterek 1 Mayıs’ta yerlerinizi aldınız. Bu çok önemli bir geliyme olarak kamuoyuna yansıdı. Aslında sizin sosyalizmi savunduğunuzu bazıları “Bunlar karpuz gibidir, üstü yeşil ancak keserseniz için kırmızıdır” şeklinde dile getirdi. Siz, İslam’ın özüyle ile sosyalizmin insan sömürüsüne karşıtılığı ile bir benzerlik görüyor musunuz?

 
Karpuz metaforu Türkiye muhafazakar zihninin kendisini ele verdiği bir imgedir. Karpuzun dışı yeşildir. İçi ise kırmızı. Biz de bu bağlamda anti-komünizm üzerine konuşlandırılmış Türkiye muhafazakarlığı nezdinde, söylemleri ve dış görüntüsü ile yeşil; yani İslami şeyler söyleyen ama söylemlerinin içine girildiğinde aslında komünizm propagandası yapan insanlarız! Subhanallah! 
Bunu kendi Abdestli Kapitalist’likleriyle yüzleşmemek için bize söylüyorlar. Biz Müslümanız. 


21.yüzyılın dilinde eşitlik-emek-ekmek-paylaşmak gibi argumanlar sosyalizme mal edilen kavramlar olduğu için, bunun nasıl sosyalizm tekelinde, sosyalizmin kucağına itildiğini sorgulamak yerine, bu kavramları sola terkedip, bu kavramlardan kırmızı görmüş boğa gibi kaçıyorlar. O yüzden biz hem muhafazakar kesime hem de sosyalizm tekelcilerine şunu söyledik. ‘Allah’ diyen çığlıklar ile ‘Ekmek’ diyen çığlıkların arasını açanlara hizmet etmeyeceğiz. Allah-Ekmek-Özgürlük temel şiarlarımızdandır!

“Abdestli hırsız istemiyoruz” sloganı çok belirgin bir söylemizdir. Siz İslam’ın toplumsal boyutlarını ön plana çıkarıp oy alan, ancak iktidara gelir gelmez eski sömürü düzenini daha da katılaştıran bir iktidar, ya da kendini İslami aydın olarak tanımlayıp da bunlara ses çıkarmayanların neye hizmet ettiğini düşünüyorsunuz?


Bunlar çağın firavunları olan emperyalizme ve çağın Karun’u olan Kapitalizme hizmet etmektedirler.
 
Türkiye’de daha önceki abdestsiz hırsızların yerini abdestli hırsızlar mı alıyor? 



Evet. Kendilerini laik Kemalist zeminlerde ifade eden, ordunun silahını halkın üzerine çevirmekten zevk alan hırsızlar gitti. Şimdi yerine kendini muhafazakar-demokrat zeminlerde ifade eden ve militarizmin silahını halkın üzerine çeviren hırsızlar geldi. Abdestsiz zalimler gitti yerine abdestli zalimler geldi.

Kürdistan’da Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol devlet tarafından öldürüldü. Yine Roboski’de 35 Kürt, savaş uçaklarınca katledildi. Yine KCK operasyonları adı altında Kürt avı her geçen gün daha da farklı bir boyut kazanıyor… Buna ses çıkarmayan ve kendilerini Müslüman olarak tanıtan insanları nasıl tanımlıyorsunuz?


Buna ses çıkarmayan Muhafazakar kesim ne yazık ki cehennem de yerlerini hazırlıyorlar. Allah hem bu dünya da hem de ahirette, kendileri olmalarına izin verilmeyen, haksız yere yerlerinden yurtlarından edilen, ekmeği elinden alınan, bebeleri öldürülen, yurtları yağmalanan bir kavmin hesabını çok sert bir şekilde soracaktır.

Kürtleri talebi talebimizdir

Anti Kapitalist Gençlik olarak ne şekilde Kürtlerin yanında yerlerinizi alacaksınız?


Biz tavrımızı 1 Mayıs’ta dosta düşmana, net bir şekilde deklare ettik. Sloganlarımızdan biri de: “Kürt Halkının Talepleri Taleplerimizdir” şeklinde idi. Tavrımız Kürt halkının talepleri doğrultusunda devam edecektir. Haksızlıklara karşı yanlarında, onların da kendi elleriyle işleyecekleri haksızlıklara karşı onların da karşısında yer alarak, her daim zulmün karşısında mazlumun yanında olmaya devam edeceğiz.

Sistem geçmişte, dini kendi siyasetine alet ederek başta Ermeniler olmak üzere, çeşitli halklara soykırım dayattı. Yine, Dersim, Maraş, Gazi gibi Kürt alevilerin katliamını esas alan vahşete yöneldi. Bunları yaparken, inançlar arasındaki farklığı düþman gösterdi. Sizce Müslümanlar bu anlamıyla kendileriyle kendileri ile yüzleşmeli mi?


Müslümanlar kendileri ile yüzleşemedi elbette. Müslümanlar kendileri ile yüzleşmesinler diye Egemenler sürekli olarak Müslümanlar diye tabir ettiğimiz muhafazakar çoğunluğu havuç politikaları ile sürekli oyaladı. Dersim Katliamına rağmen, Türkiye Sol’u ve Türkiye Aleviliği ekseriyetle kendisini Kemalist faşizme yasladı. Sünni muhafazakarlık ise Kemalist tahakküm karşısında sağcı refleksler ile askeri kışkırtmadan, takiyye yaparak iktidar araçlarını ele geçirmek için çabaladı. Fakat her halukarda iktidara yaklaştıkça biri Abdestsiz Kapitalizm’in kuklası olurken diğeri de Abdestli Kapitalizm’in kuklasına dönüştü. Ne Müslümanlar ne de Alevi-sosyalist çevreler, çok az kesimi istisna tutarsak ekseriyetle ne kendileri ile ne de bir birleri ile yüzleşmediler. Herkes kendi tahakküm eğiliminde boğuldu gitti. Olan garibanlara kimsesizlere, topraklarından sürülenlere, cezaevlerinde direnen ve unutulanlara, açlık sınırında yaşayan insanlara olurken; bu durum sadece azgın azınlık olan sermeya ve onun politik çevrelerine yaradı.


Türkiye’de son bir yıldan beri Halkların Demokratik Kongresi var. Değişik halklar ve değişik inançlar sorunlarının çözümlerini ortaklaştırmak için böylesi bir oluşuma gitti. Bu konudaki geliþmeleri izleyebiliyor musunuz? Ayrıca, sizce ezilenler kurtuluş mücadelesini nasıl ortaklaştırabilir?


Bu konudaki gelişmeleri dikkatle takip ediyoruz lakin henüz tümden olumlu ve de tümden olumsuz bir şey söylemek için erken olduğunu düşünüyorum. Bana göre ‘ezilenlerin, kurtuluş mücadelesi biraz büyük bir iddia… Ezilenler derken hangi ezilenler? Ezilenleri ezenlerden ayıran keskin çizgiler mi var? AKP’ye oy veren yüzde 52 ezilenlerin dışında bir kitle mi?


O yüzden bence ezilenlerin de ezenlerle olan ilişkisini tartışmak gerekiyor. Ezilenler ezildikleri kadar da ezmiyorlar mı? Ezenler de aynı zaman da başkaları tarafından ezilmiyorlar mı? Demek ki toplumsal düzlemde bir iç içe geçmişlik söz konusu. Keskin ayrımlar ve taraflar söz konusu değil. Ezen ezilen olgusundaki tüm taraflarını ortak bir söze davet etmek gerekiyor. O ortak söz ise İslam’da La İlahe İllallah ve Leh’ul Mülk’tür. Yani insanın insana kulluğuna son ve mülkiyetin-iktidarın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlete dönüşmemesine yönelik bir çağrıdır… Bu davet ezilirken de ezmekte olan şirazesini şaşmış, pusulasını kaybetmiş bir çağa, derinden bir haykırıştır. “Gelin yeryüzünde beraberce bir Daruşelam yurdu kuralım ey erdemliler” diyen bir çağrıdır.
 
Diğer dini kesimlerden size olan ilgi ne düzeyde?


Günden güne artan bir ilgi ve katılım talepleri ile karşı karşıyayız.
 
Türkiye’de farklı söylemlerle yola çıkan değişik inisiyatifler süreç içinde toplum ve devletin baskısıyla dağıldı… Siz, toplumda İslamiyetin çarpıtılmasının bir rahatsızlık yarattığını düşünüyormusunuz?


Mazlumiyetin hattını güçlendirmeden, salt ezen-karşıtçılığına oynamanın bir sonucudur bu. Zulme karşı mücadele edebilmek için öncelikli olarak ezilenlerin kendi aralarında “tevhid’i bir sözleşmeye” yani “ortak bir söze” gelmeleri gerekir. Aksi takdirde herkes kendi mahallesinde kurduğu yapıları ile dağıtılır durur. Sonuçta egemenler de bu yapıları boş bırakacak değil herhalde. Her egemen kendi iktidarını sağlama alabilmek için kendisine karşı çıkanları daha küçükken ezer, un ufak eder. 



O halde ezilenler mağdurlar niçin bu kadar dağınık ve kendi aralarında bin parçaya bölünmüş durumdalar? 
Örgütlü zulmün karşısına örgütsüz bir mazlumiyetle dikilmek akıl kârı mı?



Öyle ise öncelikli olarak ezilenler kendi hatlarını güçlendirmeleri lazım değil mi? Toplumda birbirlerinin imajlarının nasıl egemenler tarafından çarpıtılıp karikatürize edildiğini görmemiz gerekmiyor mu? Fillerin tepişmesine aldanmamak lazım. İslam’ın sosyal adalet mesajlarının gizlenip, ritüeller üzerinden içinin boşaltılmasında muhafazakarından, laikine dek herkesin vebali vardır. Çağ bu vebalin faturasını AVM inşaatlarında yanan işçiler ve katır sırtında ölülerini taşıyan mazlum insanlar ile ödemektedir. İslam’ın La İlahe İllallah parolası ve “Allah- Ekmek -Özgürlük” sloganlarımız ile biz bu oyunu bozmaya geldik. Biz Anti Kapitalist Müslüman Gençleriz! 

Egemenlerin tuzaklarına ve oyunlarına karşı her daim mazlumlarla beraber olacağız, inşallah. Bu böyle biline…

Kriz sistemde aranmalıdır


Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’da yaşanan ekonomik kriz, işlerin hiç de kapitalist sistemin gösterdiği pembe tablo gibi olmadığını gösterdi. Avrupa’da ezilenlerin kemer sıkma politikalarına karşı gösterdiği tepkileri ve Ortadoğu’da savaşlarla açılmak istenen yeni pazar alanlarını aynı zamanda bu sistemin sıkıntılarını da gösteriyor.


Anti Kapitalist Müslaman Gençlik’ten Sedat Doğan ile de dünyadaki ekonomik kriz, Türkiye’nin NATO yanlısı politikası ve Suriye’deki durama ilişkin konuştuk…

Siz dünyayı etkisine alan mali krizin nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine kapitalist sisteme karşı İstanbul’da Oppucy Wall Strett örneğindeki gibi çalışmalarınız var mı?


Yunanistan’daki mali krizin nedenini, Avrupa Birliği’nin üye ülkelerle geliştirdiği sosyo-ekonomik ve politik ilişkilerin ağında aramak gerekir. 2009’da yürülüğe giren Lizbon Anlaşması‘na göre, “Bir üye devletin doğal afetler veya kontrolü dışındaki istisnai durumlarla güçlüğe düşmesi ve ciddi tehdit altında olması durumunda Bakanlar Konseyi’nin AB’nin finansal desteğini talep edebileceği” hükmünü içermektedir. Anlaşma hükmüne paralel bir şekilde gelişen Yunanistan’da 2009’daki hükümet değişikliği, önceki hükümetlerin ekonomik verilerini tersyüz etmişti. Yeni hükümet, 2008 bütçe açığını yüzde 5 değil yüzde 7.5 olduğunu ilan etmiştir. Bu durum hem piyasalarda güvensizliği doğurmuş hem de Lizbon Anlaşması‘na göre AB’nin Yunanistan’ın ekonomik işlerine müdahalesine olanak tanımıştır. AB’de yeni hükümete bütçe açığını yüzde 3’e çekilmesi yönünde talebini iletince, ücretlerde düşüşler ve işten çıkarmalar Yunanistan’ın kaderi olmuştur. Çünkü Avrupa Birliği ayıracağı kredinin ödemesini kemer sıkma politikalarıyla adeta önceden temin etmenin yoluna gitmiştir. Bu durum tipik finans kapitalizmin risksiz ekonomi politiğinin yansımasıdır.


Sosyal refah devletinden sonra üretim ilişkilerini uzak ülkelere taşıyıp kendi işçi sınıfının geleceğini karartan kapitalizm, Çin modeli üretimin yani ucuz maliyetle yüksek kar anlayışının hakim olabilmesi için, finans kapitalizmin can yakıcı modellerini uygulamaktadır.


Kapitalizmin üretim ilişkilerinden finansal spekülasyonlarına, emperyalizm eliyle ülkeleri sömürmesindenden, doğayı tahribatına kadar, birçok alanda antikapitalist duruş sergileyen bir topluluğuz. İslami bir gelenekten gelip, üretilen yanlış din algısına da itirazımız var. Teorik ve pratik çalışmalarımızı eşgüdümlü hale getirmeye çalışıyoruz. Zamanla oluşumumuz içerisinde farklı alanlarda spesifik çalışmalar yapan arkadaşlar da çıkacaktır.

Türkiye’nin Suriye meselesi, İslami kesim, ya da Türkiye’deki sol kesimler arasında önemli bir fikir ayrışmasına da birlikte getirdi. Kimileri Suriye’ye bir dış müdahale isterken, kimileri de karşı. Siz bu farklılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Böylesi bir durumda tarafgirlik sergilemekten öte, varolan yapıyı anlamak çok daha önem arzediyor. Halkın, kendini yıllarca sömürgeleştiren tiranlarına karşı başkaldırması kayda değer bir durumdur. Bu başkaldırışın emperyalistler tarafından manipüle ediliyor olması da emperyalizmin doğasından kaynaklanmaktadır.  Eğer emperyalizme karşı bir duruş sergilenmek isteniyorsa, muhalifleri emperyalizmin oyunlarına alet olan bir grup olarak nitelemektense, muhaliflerle birlikte Ortadoğu’nun Baasçı rejimlerine karşı ortak tavır alınmalı ve böylece emperyalizmin dolduracağı boşluğu, onlardan önce doldurmalıdır.

Emperyalist bir müdahaleyi istemeyenlere ‘Esadçı’ yaftası takılıyor. Bunu da çoğunlukla İslamcılar ve sol adına bazıları yapıyor…


Askeri müdahaleye karşı çıkmakla birlikte muhalif güçleri desteklemek paralellik oluşturmalıdır. Hem öyle hem böyle siyasetinin mümkün olamayacağını iddia edenler ise kapitalizmle sorunu olmayan, ulusalcı kesimlerdir. Oysa kapitalizm doğası gereği emperyalisttir. Bu okumayı sağlıklı yapan İslamcılar ve solcular bu dualist karşı koyuşu pekala becerebilirler.

Peki Türkiye’nin NATO yanlısı yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Türkiye, Batı’nın bölgedeki siyasi ve ekonomik temsilcisi olduğu için, NATO yanlısı çıkışları yapması gayet anlaşılır bir şeydir. Kötü olan durum hükümet tarafından manipüle edilen geniş Sünni Müslüman kesimin, muhaliflerin yanında dururken emperyalizme karşı bir tavır alamamasıdır. Sureye halkını temsil eden gerçek irade ise “Ne emperyalizm ne de dikta rejimi” diyen meydanlardaki Suriye halkıdır.


MUSTAFA İLHAN


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Hiç yorum yok: