20 Temmuz 2012 Cuma

Karayılan: Ramazan'da Ateşkes Zemini Yok!

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Ramazan’da ateşkes çağrılarına yanıt verdi. “AKP hükümeti bugün bunun zeminini bırakmamıştır” diyen Karayılan, AKP’nin teşvikiyle geniş bir çevrenin ateşkes çağrısı hazırlığında olduğuna dikkat çekti. Karayılan, “Vicdanlı olalım, empati kuralım ve adil yaklaşalım. Eğer savaşın durmasını istiyorsanız Erdoğan’a gidin, top ondadır” diye ekledi.

ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ateşkes çağrıları ve Diyarbakır’da yasaklanan mitinge ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Karayılan, Diyarbakır’da uygulanan polis şiddetini “faşizm” olarak tanımlarken, “siyasal zemin oluşabilir mi” yönündeki bazı çevrelerin “son umut kırıntılarının da 14 Temmuz’da katledildiğini” kaydetti. Karayılan, ateşkes zemininin AKP rejimi tarafından ortadan kaldırıldığını belirterek, AKP döneminde 5 kez ateşkes ilan ettiklerini hatırlattı.

14 TEMMUZ DİRENİŞÇİLERİNE ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ


* 14 Temmuz günü Diyarbakır’da BDP ve DTK öncülüğünde “Özgürlük için Demokratik Direniş” sloganıyla yapılmak istendi ancak yasaklandı. O gün yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi Direnişçilerini bir kez daha anıyorum. Onların en zor koşullarda Amed Zindan’ında sergiledikleri yüksek irade, kararlılık, zulme karşı insanlığın sesi olma direnişi oldu. Bu direniş, hareketimiz için önemli ve güçlü bir mücadele zeminini yaratmıştır. Biz onlara çok şey borçluyuz. Onlar, 14 Temmuz Ölüm Orucu direnişiyle insanın en zor koşullarda bile iradesine dayanarak nasıl zorbalığı yenebileceğini göstermişlerdir. Gerek Mazlum Doğanların, gerek Ferhat Kurtayların, gerekse de Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçeklerin sergilediği direnişin zafer ruhunun anlamı budur. Onların o koşullarda temsil ettikleri zafer ruhu, bugün Kürdistan’ın dört bir yanına dağılmış, milyonlara mal olmuş bir ruhtur. Bu devrimci önderler, bir insanın inançları uğruna neler yapabileceğini ve başarıya nasıl ulaşabileceğini ortaya koyarak üstü küllenen Kürt halk gerçekliğinin yeniden dirilişe geçmesinin adımı olan 15 Ağustos Atılımı’na yol açmıştır. Bu açıdan çok anlamlı, çok değerli bir insanlık eylemiydi. Biz onların o ruhuna ve o mücadele performansına ulaşmakla mükellefiz. Onlara karşı çok şey borçluyuz.

AMED’DE YAŞANANLAR TEK KELİME İLE FAŞİZM

Bugün Kürdistan halkı 14 Temmuz direniş ruhunu milyonlara mal etmiş bir süreci yaşamaktadır. Aslında 14 Temmuz’da Diyarbakır’da Türk sömürgeciliğinin kabul etmediği gerçeklik budur. AKP rejimi 14 Temmuz’da Amed’de gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koymuştur. Orada uygulanan tek kelime ile faşizmdir; ırkçı sömürgeciliğin vahşi uygulamasıdır. Kadın, çocuk, ihtiyar, parlamenter, belediye başkanı demeden herkesi hedefleyen, herkesi coplayan ve gazlayan bu zihniyetin başka bir izahatı olamaz. Sözüm ona Türkiye’nin yasalarına göre her parti -hele hele parlamentoda olan bir parti- gayet tabii miting yapabilir. Ama iş Kürtlere geldi mi her şey değişiyor. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca böyle süregelmiştir.

KÜRDİSTAN’DA BİR SAVAŞ DURUMU VAR

Her ne kadar AKP devleti ve basını gizlemeye çalışıyorsa da gerçek şu ki bugün Kürdistan’da bir savaş durumu vardır. Kürt sivil siyaseti de 14 Temmuz’da büyük bir miting gerçekleştirerek “Barış İçin Önder Apo’nun Özgürlüğü” çerçevesinde kamuoyu yaratmaya dönük kapsamlı bir miting tertiplemiştir. Yani sivil bir inisiyatif ve bir girişimdir. Ancak AKP bu kararıyla sivil de olsa barışçıl da olsa Kürdistan adına olan girişimlere hiçbir biçimde tahammül etmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Ancak burada halkımızın direnişi karşısında yenilen AKP olmuştur. Kürt halkı ve Kürt siyaseti yaralı vermiş, örselenmiş, coplanmış ama çok kararlı bir direniş sergilemiştir. İradesini ortaya koymuş ve onuruna sahip çıkmıştır. Orada onursuz duruma düşen AKP hükümetinin o faşist-ırkçı-zorba uygulamasıdır. Orada yüz binler toplanıp da Önder Apo’nun özgürlüğünü, barışı ve demokratik çözümü isteseydi ne olacaktı? Savaş mı tırmanacaktı, yoksa siyasal ortam mı aralanacaktı? Bu, siyasal ortamı aralamaya dönük bir girişimdi ama AKP’nin zihniyeti bunu da şiddetle karşılayarak bir siyasal ortamın oluşmasını engellemiştir.

YASAK KARARI BAŞBAKAN’INDIR

* Siz AKP’nin kararı diyorsunuz ancak Diyarbakır Valisi kararı kendilerinin aldığını belirtiyor…

O valinin çıkıp “kararı ben aldım” demesi kamuoyunun aklına hakaret etmedir. Herkes biliyor ki bu karar Başbakan’ın kararıdır. Kürdistan’da uygulanan her şey bizzat en zirveden alınan kararlar temelinde uygulanmaktadır. Bu, eskiden de böyleydi, şimdi de böyledir. Sözü bile edilemeyecek gülünç gerekçelerle, yalan dolanla yasaklama, aslında Kürt halkının iradesine karşı bir tutumdur. Çünkü AKP Kürt halkını sindirmek istemektedir. Kürt halkıyla barış yapma değil, onu teslim almak istemektedir. Kürt siyasetine diz çöktürmek istemektedir. Kürt halkının iradesini, onların seçilmiş temsilcilerini tanıma ve onlarla diyalog geliştirmeyi değil, onların diz çökmesini istemektedir. Zaten Başbakan “Türkiye’de herkes önümde diz çöktü, bir tek bu PKK ve Kürtler kaldı” diyor. Onun için çok vicdansız bir şekilde bu zulüm politikasının talimatını vermektedir.

KÜRT HALKI ÖZERKLİK İSTİYOR

Bence 14 Temmuz’da sergilenen tablo bir taraftan sömürgeciliğin vahşi, ırkçı gerçeğini yansıtırken öbür taraftan Kürt siyasetinin, Kürt halkının gururunu, direnişçi tutumunu ve başarı ruhunu ortaya koymuştur. Kemallerin, Hayrilerin ne kadar büyük bir ruh yarattığını herkese göstermiştir. Gerek Amed halkının gösterdiği direniş, gerekse de Kürdistan çapında bu direnişi sahiplenme-destekleme anlamında sergilenen tutum bunu açıkça ortaya koymaktadır. Her şey ayan beyandır. Kürt halkı Türkiye’yle birlikte yaşamak istiyor ancak onursuz bir teslim almayı kabul etmiyor. Önderliğinin özgürlüğünü ve Özerklik istiyor. Bu, çok açık ve nettir. Kürt siyaseti, Kürt sivil toplum kurumları, Kürt gerillası ve Kürt halkının dostları bunu istiyor. Türkiye’de demokrasiden ve barıştan yana olan kesimler bunu istiyor. TC Devleti’nin bunu doğru okuması gerekmektedir. Devletin başındaki AKP şeflerinin bu gerçeği doğru görmesi gerekmektedir.

KADIN PARLAMENTERLERE YÖNELİK BU VAHŞİ SALDIRILAR BAŞKA YERDE YOK

Irkçı bir zihniyete ve bozuk bir ağza sahip olan İçişleri Bakanı çıkıyor, Kürt toplumuna hakaret ediyor. Yeri geldiğinde AKP “milli irade” bahsediyor ama diğer taraftan parlamenterleri içerde tutar, onları coplar, onların ayağını kırar. Pervin Hanım’a yapılan bu saldırı BDP’li kadın parlamenterlerin ayağının üçüncü kez kırıldığı bir olaydır. Bundan önce bu şekilde 2 olay yaşanmıştı. Bu bir sindirme politikasıdır. Kadın parlamenterlere karşı bu biçimde vahşi uygulamaların yapıldığı dünyanın neresinde görülmüştür? Ancak kalkıp bu vahşeti sorgulayacağına, bu mitingi tertipleyenleri sorgulamaya kalkışmak, sömürgeci-ırkçı zihniyetin uygulamasından ve ayrımcı politikalarının dışa yansımasından başka bir şey değildir. Kürt halkına bu kadar zulüm yapılıyor, iradesi çiğneniyor, ondan sonra kalkıp alay ediliyor; Kürt halkının temsilcilerine zavallı denilerek dalga geçiliyor ve bu halkın iradesine hakaret ediliyor. Ne zamana kadar bu halk bu hakaretlere tahammül edecek? Halkımızın bu uygulamalara “Êdî Bes e” diyeceği açıktır. Ama AKP vura vura, tutuklaya tutuklaya, öldüre öldüre bu halkı sindirme kararını almışlar. Bu, katliamcı-faşist bir zihniyetin uygulama biçiminden başka bir şey değildir.

AMED’DE SİYASAL ÇÖZÜM ZEMİNİ İÇİN SON UMUT KIRINTILARI DA KATLEDİLDİ


Eğer bunun tersi bir durum varsa örneklerini sergilesinler. Şimdiye kadar bir siyasal soykırım uygulaması vardı ama ona rağmen bazı çevreler “siyasal bir zemin oluşabilir mi” diye beklentiye giriyordu. İşte AKP’nin Amed’de 14 Temmuz’da uyguladığı faşizm bu çevrelerin son umut kırıntılarını da yerle bir etmiştir, katletmiştir. Yapılan budur. Yani “size hiçbir zemin bırakmayacağım, sizin iradeleşmenizi kabul etmeyeceğim, devletin bütün gücünü size yönelterek sonuç alacağım” demek istemekte ve bunun bir sonucu olarak tüm tahammül sınırlarını zorlayan bu uygulamayı yapabilmektedirler.

SİLVAN TESADÜFTÜ


* 14 Temmuz aynı zamanda Demokratik Özerklik ilanının birinci yıldönümüydü…

Evet. Sanırım AKP’nin bu kadar tahammülsüz davranmasının bir nedeni de bu olsa gerek. Zaten Türk devlet heyetiyle hem Oslo’da hem de İmralı’da sürdürülen diyalog sürecinin AKP hükümeti tarafından askıya alınması ve sonlandırılmasının en önemli nedeni de Kürt siyasetinin Demokratik Özerkliği ilan etmiş olmasıdır. Her ne kadar onlar, aynı gün Silvan’da yaşanan bir çatışmayı gerekçe gösterseler de gerçek gerekçe bu değildir. Gerçek gerekçe AKP hükümetinin Kürt halkıyla protokoller temelinde ve onlara özerklik vererek uzlaşması değil, Kürt halkını sindirme kararının olmasıdır. Yoksa onlar da çok iyi biliyor ki Silvan’daki çatışma, planlı bir şey değil, tesadüfi bir çatışmaydı. Belki konuyla ilgili olmayan sıradan insanlar bilmez ama devlet bunu çok iyi bilmektedir ama gerekçe yaptı. “Kürtler özerklik istiyorlar, ben bunu kabul etmiyorum, bunun için Kürt özgürlük dinamiklerini ezeceğim” demek yerine, “PKK bize şiddeti dayatıyor, ben de PKK’ye karşı operasyon yapacağım, savaş ilan ediyorum” dedi. Özünde ise statü olarak özerklik isteyen tüm kesimleri hedefleyen bir kararlaşma durumu vardır.

14 TEMMUZ 2011’DE PKK’YE KARŞI TOPYEKÜN SAVAŞ İLAN EDİLDİ

* Özerklik istemeyen Kürtler devletin hedefi değil mi?

Dikkat edin bu KCK adı altındaki operasyonun çeperlerini bu kadar genişletmeleri söz konusudur. Çünkü Kürdistan’da kimlikli duruşu savunan ve Kürt halkına statü isteyen herkes aslında onların hedefidir. Yani bizim dışımızdaki diğer örgütler de hedeftir. Fakat onlar şimdilik bir tehlike arz etmediği için onlara yönelmemekte ve bir de ayrım koyarak, Kürtlere karşı bilinen klasik sömürgeci taktiklerini de uygulayarak nihai sonuca gitmek istemektedir. Yoksa statü isteyen herkesi reddeden bir sömürgeci zihniyet söz konusudur.

Bu temelde geçen yıl 14 Temmuz’dan bu yana hareketimize karşı ilan edilmiş ve sürdürülen bir topyekun savaş durumu vardır. Başta bunu İran’la ortaklaşa ve ABD’nin de desteğiyle Tamil’i örnek alarak katliam gerçekleştirmek istediler. O süreçte çokça Tamil örneğinden bahsedildi. Sri Lanka’nın Tamil gerillalarını nasıl katlettiğini örnek göstererek Kürdistan’da da gerilla güçlerini aynı şekilde yok etmeyi hedeflediler. Ama gerillanın Kandil’den Karadeniz’e kadar her yerde sürdürdüğü direniş, öncelikle İran’la var olan konseptlerini işlevsiz kıldı. Daha sonra ABD’nin teknolojik ve istihbarat desteğine dayanarak bunu sürdürmek istediyse de gelinen noktada bu yönelimlerin tümü sonuçsuz kalmıştır.

Bu savaş öncelikle İmralı’ya karşı ağır bir tecrit ve işkence sistemini geliştirerek yürütüldü; Kürt siyasetine karşı KCK adı altındaki siyasal soykırım operasyonlarını kapsamlılaştırarak geliştirildi. Sokakta, çeşitli alanlarda Kürt halkına karşı sert ve faşist uygulamalar ile katliamlarla toplumu sindirmek istedi -Roboskî bunun en çarpıcı örneğidir- ve gerillaya karşı da kapsamlı operasyonlarla sonuç alabileceğini sandı. Hatta kışın bazı hatalı hareket tarzlarından yararlanarak bazı gerilla birliklerini de darbeledi ve buna dayanarak başaracaklarını sandı. Ama yürütülen bütün bu saldırılara karşı başta İmralı’da Önder Apo ile yanındaki yoldaşların direnişi olmak üzere Kürt halkı, Kürt siyaseti ve özgürlük gerillası büyük bir direniş gerçekleştirdi; bu temelde AKP hükümetini başarısızlığa uğrattı.

AKP GEÇEN BİR YIL İÇİNDE BAŞARISIZ OLDU

* Yani geçmiş 1 yılın sonuçlarını değerlendirdiğinizde, AKP hükümetinin başarısız olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Evet. Hem hareketimize karşı geliştirdiği bu topyekun savaş sonuçsuz kalmıştır hem de Güney Kürdistan’a yönelik siyaset yoluyla denetimi sağlama, hatta Güney Kürdistan’a dayanarak Batı Kürdistan’da kontrolü sağlama girişimleri de sonuçsuz kalmıştır. Nihayetinde AKP hükümetinin geliştirdiği Kürt halkını ve Kürt siyasetini güçsüzleştirme stratejisi sonuç almamıştır. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkı her yerde direnmekte ve her zamankinden çok daha fazla güçlü bir pozisyonda mücadeleyi yükseltmektedir. Halkımızın Amed sokaklarındaki direnişi, Kürt siyasetinin tutumu, İmralı’da Önderliğimizin direnişi ve gerillanın büyük kapsamlı savunma mücadelesi bunun en çarpıcı örnekleridir.

AKP ORTADOĞU GENELİNDE DE BAŞARISIZ OLDU

Ancak AKP sadece bize karşı yürüttüğü mücadelede başarısız olmamıştır. AKP, Ortadoğu genelinde de başarısız kalmış bir politikayı geliştirdi. “Komşularla sıfır problem” dedi ama bugün tümden probleme dönüştü, tek kaldı. Dolayısıyla AKP, Kürt politikasında başarısız olduğu gibi, Ortadoğu politikasında da başarısızdır. Ama büyük medya gücüne dayanan Erdoğan gelişkin demagoji yeteneğiyle bu durumu farklı gösterebilmektedir. AKP’nin Kürdistan’daki uygulamaları Türk sömürgeciliğinin 90 yıllık uygulamalarının güncellenmesinden başka bir şey değildir. Ancak nasıl ki o zaman bu tür siyasetler başarısız kalmışsa şimdi de başarısız kalmıştır. Bu siyasetlerini bundan sonra da yürütmeye devam etseler, daha fazla başarısız kalacaklar, daha fazla yenilgi alacaklardır. Çünkü Kürt halkının haklı davası ve dayandığı güçlü dinamiklerinin herhangi bir biçimde gerilemesi mümkün değildir. Kürt halkı özgürlük, adil düzen, adalet ve halk olmaktan kaynaklı doğal haklarını istiyor; Önderliğinin özgürlüğünü istiyor. Çıkarcılık veya daha değişik nedenlerden dolayı toplum içinden bir kısım insan iktidara yakın duruyor olabilirler ama Kürt halkının istemi artık sömürgeci köleliğe son vermek ve eşit-özgür bir yaşama ulaşmaktır. Halkımız bunun için mücadele edecek ve kazanacaktır.

ATEŞKES KOŞULLARI YOK

* Son günlerde Türk basınında öne çıkan tartışmalardan biri de gelen Ramazan ayı vesilesiyle hareketinizin yürüttüğü mücadelede bir yumuşamanın yaşanacağı. Bu konuda çeşitli açıklamalar ve çağrılar da oldu. Hatta bir gazete bu konuyu manşetine de taşımıştı. Gelinen süreçte bir yumuşamadan bahsetmek mümkün mü?

Bugün İmralı’da hiçbir hukuki ve ahlaki temele dayanmayan, ulusal ve uluslararası düzeyde hiçbir izahatı bulunmayan ve bir hukuksuzluğu ifade eden ağırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence özünde Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen topyekun savaşın zirvelendirilmesidir. Yani Kürt halkına ve Kürt Halk Önderi’ne karşı ahlaki değerlerin bir tarafa verilerek savaşın zirvelendirilmesidir. Neden ahlaki değer yargıları? Çünkü tarih boyunca birbiriyle savaşan güçler birbirlerinden esir aldıklarında o esire karşı saygılı yaklaşırlar. En azından o esirin insani ihtiyaçlarını karşılarlar ama bugün AKP insani ihtiyaçları bile Önder Apo’ya karşı kullanmakta ve bu yolla onun iradesini etkilemeye çalışmaktadır. Yine Kürt siyasetinden önüne geleni “KCK’li” diye suçlayıp içeri atıyor. İçişleri Bakanı, BDP’nin geliştirdiği mitinge “BDP’nin değil, PKK’nin mitingi” diyor. PKK orada ne gezer? BDP senden resmi olarak mitingin iznini istemektedir.

Direnen ve kimlikli duruşa sahip her Kürdü kriminalize etme, yasadışı gösterme, “KCK’lisiniz” diyerek rehin alma politikası özünde bir siyasal soykırımdır. Ancak bunu sadece siyasetçilere karşı yapmıyor. Toplumun tüm gözeneklerini adeta tıkamak istiyor. Yani Kürt halkının siyaset çevresini, sivil toplum kuruluşlarını, basın-yayın çevrelerini, kültürel çevrelerini, hukuk çevrelerini, sendikal kesimlerini, hemen herkesi, gençliğini, kadınını ve herkesi kapsayan bir sindirme savaşı vardır. Bugün bu savaş yoğun bir biçimde sürdürülüyor mu, evet sürdürülüyor. Gerillaya karşı her gün yüksek teknolojiye dayalı imha saldırıları geliştiriliyor mu, evet geliştiriliyor. Roboskî’deki katliam açıkça yapılmış bir sivil katliam olmasına rağmen orta yerde kalıyor mu, evet kalıyor. O zaman bütün bu saldırıları yapan bir tarafa karşı Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi olarak bizlerin herhangi bir geri adım atması mümkün müdür? Türk sömürgeciliği adına AKP’nin bütün alanlarda saldırıya geçtiği bu koşullarda bizden herhangi bir biçimde direnişi zayıflatmayı beklemek, bizden teslim olmayı istemektir. Sömürgeciliğin yürüttüğü bizi teslim alma politikasına destek vermek demektir. Onlar bize karşı kapsamlı bir saldırı geliştirmişler, biz de ona karşı dişimizle tırnağımızla direniyoruz; kanımızı dökerek direniyoruz. Onurumuzu ve geleceğimizi kurtarmak için her şeyimizi ortaya koyarak direniyoruz. Özgür bir geleceği ancak ve ancak bu direnişin başarıya ulaşması yaratabilir.

Bazı çevreler eğer gerçekten sorunun barışçıl yöntemlerle çözümünü istiyorlarsa önce açıkça savaş ilan etmiş olan tarafı yani Türk sömürgeciliğini bu savaşı sonlandırmaya çağırmalıdırlar. Bunu yapmadan gerillanın kendini savunma eylemlerini durdurmasını istemek, teslim olmasını istemekle eş anlamlıdır. Onun ortamı yoktur, ortamı olsaydı hay hay derdik.

YUMUŞAMA İSTEYENLER HÜKÜMETE GİTSİN


Biz geçmişte çok kez Mübarek günler vesilesiyle ateşkesler ilan etmişiz. AKP döneminde resmi ve uzun süreli olarak 5 kez ateşkes ilan etmişiz. Onlarca kez kısa süreli, barışçıl arayışlar anlamına gelen ateşkesler geliştirmişiz. Ama AKP zihniyeti bunu her zaman zayıflığımıza yordu ve fırsatçı yaklaşarak bizlere darbe vurmak istedi. Bu, bu kadar açıkken kim yumuşatıcı bir adım atabilir. Biz yoğun bir saldırı altındayız ve bu saldırı karşısında direnmek bizim boynumuzun borcudur. Eğer yumuşamayı isteyenler varsa hükümete gitsinler; hükümet, insanlık dışı-hukuksuz tecrit politikasını sona erdirsin, özgürlük imkanını geliştirsin. Kürt siyasetçilerini tutuklamaktan vazgeçsin, Kürt halkına karşı yapılmış bu kadar haksız uygulamalara son versin, açıkça katlettiği 34 insanımız için özür dilesin. Yumuşama böyle olabilir. Ama her taraftan tek yol olarak tazyik altına alacaksın, bütün gücünle saldırıları tırmandıracaksın, öbür taraftan da kendine yakın olan bir takım kesimleri harekete geçirip ateşkes çağrılarını yapacaksın. Bunu kimse yutmaz. Bu, bir özel harp yöntemidir.

YAPILMASI GEREKEN HERŞEYİ YAPTIK, ZEMİN OLSA YİNE YAPARIZ AMA YOK!

Bu açıdan herkes şunu doğru görmeli: Biz sorunun diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi için yapılması gereken her şeyi yaptık. Zemini olsa şimdi de yaparız ama şimdi zemini yoktur; zemini ortadan kaldırmışlardır. Her taraftan bir saldırı tazyiki söz konusudur ve bunun en çarpıcı örneği 14 Temmuz’da Amed’de uygulanan vahşettir, yine Önderliğimizin avukatlarına karşı devreye konulan hukuksuz tutuklama ve uygulamalardır. Dünyanın neresinde kırk küsur avukatın savunmadan dolayı tutuklandığı görülmüştür. Yani bu kadar haksız-hukuksuz uygulamanın bulunduğu bir yerde kalkıp yine Kürt halkından ve Özgürlük Hareketi’nden fedakarlık istemek ne kadar adil bir şeydir?

ÇAĞRIYI YAPANLAR KENDİLERİNİ BİZİM YERİMİZE KOYSUN

Ben, bu tür çağrıları yapan ve bu tür uğraşları olan kesimlerin bir kısmının, bunları iyi niyetle yapmakta olduğunu düşünüyorum. Onlara şu çağrıyı yapıyorum: Lütfen bir an için kendinizi bizlerin yerine koyun, bir an için empati kurun. Sizin bağlı olduğunuz önderlik işkence altında olsa ve 1 yıldır hiçbir haberiniz olmasa; size sempati duyan, halkınızın kimlikli mücadelesini savunan, yasal bir faaliyet yürüten 8 bin kişi içeri atılmış olsa; sizin gençleriniz, kadınlarınız, çocuklarınız her daim polislerin copu altında kalsa ve katledilse; bizzat sizin varlığınıza karşı topeykun bir saldırı söz konusu olsa siz ne yaparsınız? Bu nedenle kimse bize onursuzluğu dayatmasın, ayıptır. Vicdanlı olalım, empati kuralım ve adil yaklaşalım. Eğer savaşın durmasını istiyorsanız Erdoğan’a gidin, top ondadır. Çünkü savaşın düğmesi onun elinde ve her gün o düğmeye basmaktadır. Bütün bunlara rağmen bizden jest yapılmasını istemek, bize “teslim olun” demek değil midir?

ALDIĞIMIZ BİLGİLERE GÖRE GENİŞ BİR ÇAĞRI HAZIRLIĞI VAR

Vicdanlı olan bütün çevreler, bütün sivil toplum kuruluşları bu konuyu düşünmeli. Aldığım bilgilere göre AKP’nin teşviki ile sadece yandaş veya işbirlikçi bazı çevreler değil, daha geniş sivil toplum çevrelerin katıldığı bir çağrı yapma çabası da vardır. Bu, kesinlikle AKP’nin Kürt halkını sindirme, güçsüz bırakma ve teslim alma projesinin bir parçası olarak geliştirilmektedir. Bu açıdan dürüst-demokratik sivil toplum kuruluşları buna dikkat etmelidir diye düşünüyorum. Biz onların çağrılarına her zaman saygı gösterdik; ciddiye aldık, halen de alıyoruz. Ama burada açıkça söylüyorum, kimse AKP’nin birçok koldan geliştirdiği Kürt halkını sindirme siyasetine dolaylı da olsa destekçi olmamalıdır; buna zemin açmamalıdır. AKP bir taraftan polisini halkımızın, askerini bizim üzerimize gönderirken, öbür taraftan kendine yakın bazı kesimleri de “ateşkes çağrısını gündemleştirin” diyerek harekete geçirmektedir. Bu, bir savaş politikası sonucu gelişen bir şeydir. Biz buna aldanmayız. Tüm Kürdistanlı, yurtsever, demokratik, tarafsız, barıştan yana ve vicdan sahibi kesimlerin bu tür girişimlerden uzak durması gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Çünkü bunun zemini yoktur, AKP zemin bırakmamıştır. Hiç kimseye manevra sahası bırakmamıştır. Kürt halkına tek yol kalmıştır; direnmek, direnmek, direnmek. Bu nedenle bugün Kürt Halk Önderi ve Kürt siyaseti zindanda, halkımız sokakta ve gerillamız da her tarafta direniyor ve direnmeye devam edecektir. Bu sömürgecilik bu halkın iradesini çiğnediği müddetçe bu direniş gelişecek ve asla geri adım atılmayacaktır. Bunun herkes tarafından bilinmesi lazım.

Bu açıdan ben diyorum ki bu tür çağrıları yapan kesimlerin bir kısmı iyi niyetli de olabilir ama esas olarak bu tür çağrılar, bu topyekun savaşı yürüten kurumların politikaları çerçevesinde gündemleştirilen projelerin bir sonucudur. Bizim üzerimizde, Önderliğimizin üzerinde ve halkımızın üzerinde bu kadar baskı varken bu tür şeyleri bizim kaale almamızın mümkünatı yoktur. Yoksa biz de her zaman mübarek Ramazan aylarını ve dini bayramları hürmetle karşılıyoruz ve aslında mümkün olduğu kadar barışçıl koşulların sağlanmasından yana politikalar geliştirmişizdir. Ancak AKP hükümeti bugün bunun zeminini bırakmamıştır. Her taraftan ırkçı-şovenist-ayırımcı bir saldırı söz konusudur. Bu ortamda kimsenin herhangi bir şey yapma durumu söz konusu olamaz. Çünkü tek taraflı ve kapsamlı bir saldırı durumu vardır ve halkımızın bu saldırılar karşısında direnerek zaferi garantileme görevi söz konusudur.

Evet, biz özgür geleceği ancak bu saldırıları tersine çevirerek yaratabiliriz ve mevcut durumda önümüzde bu vardır. Bunun için bütün Kürt gençliği, yurtsever-özgürlükçü Kürt kadını, bütün Kürdistanlı yurtseverler bunu iyi bilmeli ve bu açıdan gerilla hareketine daha güçlü destek olmalı. Tüm Kürt gençliği bu dönemde gerillaya daha fazla katılarak ve gerillanın direnişini güçlendirerek bu ırkçı-sömürgeci-faşist saldırılara dur demelidir. Bu Kürdistan gençliğinin ve 14 Temmuz ruhunu taşıyan bütün Kürdistanlıların temel görevidir.

AVUKATLARA YÖNELİK SUÇLAMALARIN BİR TEMELİ YOK

* Sayın Öcalan’ın tutuklanan avukatlarının yargılanmasına başlanıldı. Gergin ve olaylı başlayan davada avukatların üzerine atılan suçların en dikkat çekeni avukatların hareketiniz ile Öcalan arasında kuryelik yaptıkları ve talimatları ilettikleri yönünde. Bu iddianın aslı var mıdır?

Önder Apo’ya ve halkımıza karşı sürdürülen topyekun savaşın hiçbir hukuki temeli yoktur. Bugün Kürdistan’da işleyen hukuk sömürgeci hukuktur ve bu sömürgeci hukuk çerçevesinde Önderliğimizin avukatları esir alınmışlardır. Hukuk adına hukuk cinayeti işlenmiştir. Bu, hukuk adına büyük bir garabettir. Yalan dolanla iddianameler oluşturup Kürt halkının ve Kürt Halk Önderliği’nin savunma imkanlarını ortadan kaldırma girişimidir. Hiçbir hukuki temeli yoktur. Her şeyden önce Önder Apo sıradan-normal bir kimse değildir; “Asrın Davası” denilen büyük bir davada yargılandı ve bu yargılamaların ulusal ve uluslararası düzeyde devam eden kısımları vardır. Bunun için yurt içinde ve yurt dışında savunmasını yapan avukatları vardır. Bu avukatların önemli bir kısmını tutuklayarak, diğerlerine ise gözdağı vererek Önderliğimizi savunmasız bırakmak istemektedirler. Bu tutuklamalar, Önderliğimizin dünyayla bağını kesme ve böylece iğrenç hedeflerine ulaşmayı hedefleyen hukuk dışı bir anlayışın sonucudur.

* Ayrıca avukatların “Önderlik Komitesi” üyesi oldukları da iddialar arasında…

Önderlik Komitesi diye bir şey yoktur. Yani zaman zaman Önderliğin sağlık durumunu gündemleştiren veya ağır tecride karşı mücadele yürütmek isteyen çeşitli “Önderliğe Özgürlük” ya da “Önderliğin sağlığına sahip çıkma” inisiyatifleri oluşturulmuştur. Bunlar geçici şeylerdir. Bir ara Avrupa’da kendisini Önderlik Komitesi olarak adlandıran bir kurumlaşma vardı. Bu da şuan ismini değiştirdi ve “Abdullah Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi” adıyla barış ve özgürlük mücadelesi yürütmektedir. Ancak o iddianamede tamamen bir senaryo oluşturulmuş. Önderliği uygulamakla mükellef olan biziz. Önderliğimizin 200’den fazla kitabı vardır. Biz burada okuyarak, tüm güçlerimizi eğiterek, o felsefe temelinde mücadele yürütüyor ve Önderliğimizi uygulamaya çalışıyoruz. Yani kalkıp gencecik, fazla bir örgütsel-siyasal birikimi olmayan avukatların oluşturacağı Önderlik Komitesi nasıl bizi yönetecek? Böyle bir şey yok, saçmadır böyle bir şey. Bazılarını teslim almış olabilirler, onları öyle konuşturup sahte dayanaklar oluşturarak senaryo yazıyorlar.

BİZE AVUKATLAR TARAFINDAN GETİRİLMİŞ HİÇBİR TALİMAT YOK

*Avukatların internet üzerinden Sayın Öcalan’ın görüşme notlarını dağıtması da iddianamenin “yasaklar” listesinde yer alıyor. Sizin şahsınıza da e-mail üzeri gönderildiği belirtiliyor…

Önder Apo, milyonlarca insanın ne yaptığını, ne söylediğini merak ettiği bir kişidir. Avukatlar daha önce her görüşmeye gittiklerinde, orada aldıkları notları internet üzeri dağıtıyorlardı. Sonra devlet orada not almayı değil ama alınan notları beraberlerinde dışarıya çıkarmayı yasakladı. Onlar da akıllarında kalan şeyleri, yani müvekkilleri ne söylemiş, hangi konuda neyi düşünüyor, bunları yazıp internete atıyorlar. İnternet cafelerden ya da kendi bürolarından yaptıkları bu şey madem suçtuysa neden on dört yıldır bu durdurulmadı.

Bize asla ve asla avukatlar tarafından getirilip verilmiş herhangi bir talimat yoktur. Herkes gibi biz de internete konulan görüşme notlarını alıp okuyoruz, güçlerimize de dağıtıyoruz.

Bu konuda şunu belirtmek istiyorum: Hem Önderliğimizden bize gelen mektuplar oldu, hem de bizim kendisine yazdığımız mektuplar oldu. Ama emin olun ki bundan avukatların haberi yoktur. Bu tamamen Oslo görüşmeleri çerçevesinde işleyen bir mekanizmanın gerçekleştirdiği bir durumdu. Biz görüşmelerde hep Önderliğimizle doğrudan görüşmeyi teklif ettik ve dayattık. Bizimle devlet adına görüşen söz konusu heyet de aslında çok reddetmedi, “sonra görüşme olabilir ama siz şimdi yazarsanız götürürüz, kendisinin yazdığını da size getiririz” dedi ve sağ olsunlar bunu 3 yıl boyunca yaptı. Onun üzerinden sanırım Önderliğin 20’ye yakın el yazması mektubunu bu heyet bize ulaştırmıştır. Ancak avukatlar tek bir cümle getirmiş değildir. Aynı şekilde bizim yazdığımız mektuplar da aynı heyet tarafından Önder Apo’ya ulaştırılmıştır. İşin gerçeği budur. Şimdi eğer kuryelikten bahsedilecekse yani Oslo mekanizması çerçevesinde böyle bir durumun yaşandığı bilinen bir husus. Ama bunun dışında bu söz konusu avukatların bizimle Önderlik arasında kuryelik yaptıkları ya da Önderliği uygulamaya dönük bir kurumlaşmayı yaşadıkları savı asla ve asla doğru değildir, gerçek dışıdır. Bu, aslında Önderliğimizi savunmasız bırakma ve onu etkisiz kılmaya dönük uydurulan bir senaryodur. Hukuk adına, hukuk dışı yöntemlerle Kürt Halk Önderliği’ni savunmasız bırakmaktır. Bu, Önderliğin hukuki savunmasını yapan avukatları topyekun içeri atıp böylece tek yanlı bir biçimde sömürgeci amaçlarına ulaşmayı öngören bir politika sonucu yapılmış bir hukuksuzluktur.

Zaten AKP hükümetinin bu konuda yaşadığı bu hukuksuzluk ortadan kalkmadan herhangi bir biçimde ortamın yumuşaması da mümkün değildir. Bu kadar hukuksuzluğun ve saldırının orta yerde durduğu bir ortamda yumuşamanın gelişmesi mümkün müdür? Önder Apo’nun bu halkın önderi olduğunu bilmeyen var mı? Orada konuşuyor, konuşmaları internette yayınlanıyor. Bunu devlet bilmiyor muydu? Biliyordu. Ayrıca devletin de resmi olarak kaydettiği konuşmaları başta Adalet bakanı olmak üzere birçok devlet yetkilisi de takip etmiştir. Niye o kadar zaman içerisinde önlemedi de, şimdi o insanları tutukluyorlar. Çünkü amaç Önderliktir, Önderliği hedefleme çerçevesinde o insanlar tutuklanmışlardır. Örneğin; Oslo süreci bozulmamış olsaydı tutuklanmazlardı. Devlet de çok iyi biliyor ki o avukatların herhangi bir suçu yoktur. Onlar avukatlık görevlerini yapmışlardır. Esası budur. Esası Önderliği hedefleyen bir konseptin uygulanması sonucu bu insanlar hukuksuz bir biçimde zindana atılmışlardır.

Tabii ki buna karşı Türkiye’de adaletten ve hukuktan yana olan hiçbir kesimin sessiz kalmaması gerekiyor. Nitekim başta barolar olmak üzere çok çeşitli demokratik çevrelerin ve vicdanlı insanların bu davaya karşı tutum aldıklarını ve bu haksızlığa karşı çıktıklarını da görüyoruz; bu önemli bir tutumdur. Ama gerçek şu ki, bütün tepkilere rağmen Gülen-AKP Koalisyonu Kürt halkına ve Kürt Halk Önderliği’ne bu denli bir hukuksuzluğu herkesin gözü önünde açık açık yürüterek geliştirmektedir.

Bizim buna karşı yapacağımız şey elbette ki her biçimde mücadeleyi geliştirmedir. Yani ideolojik, diplomatik, siyasi, hukuki ve de askeri açılardan gelişen tüm saldırılara karşı halk olarak kendimizi, değerlerimizi ve Önderliğimizi savunma ve böylece özgür geleceği yaratmadır. Çünkü bize bunun dışında var olmanın ve onurlu yaşamanın herhangi bir yolu bırakılmamıştır. 


ANF

Hiç yorum yok: