25 Temmuz 2012 Çarşamba

Batı Kürdistan’ın Tercihi


CAHİT MERVAN
 
 
BRÜKSEL - Suriye’deki şiddetin dozu artıyor. Şam rejimine bağlı güçler ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki savaş, Batı Kürdistan şehirleri hariç giderek her yere sirayet ediyor. Taraflar hiçbir şekilde Cenevre Savaş Sözleşmesi’ne uymuyor. Savaşın faturasını halk ödüyor. Her gün onlarca, hatta yüzlerce sivil yaşamını yitiriyor. İnsanlar evlerini, barklarını terk ederek kendileri açısından daha ‘güvenli’ saydıkları başka bir yerleşim alanına göç ediyor. Fırsatını bulanlar ise Türkiye, Lübnan, Mısır, Irak gibi ülkelere göç ediyor.

Bu kuralsız ve bir o kadar kirli savaşın galibinin kim olacağı ise henüz netlik kazanmadı. Yıkılmış, binlerce insanın öldüğü bir ülkede, geleceğin nasıl şekilleneceği ise herkesi ciddi ciddi düşündürüyor. İnsanlar kanlı bir rejimin pençesinden, kanlı bir hesaplaşmayla kurtulmaya çalışıyor. Yara-bere içindeki halk yıkılmış, harap olmuş, küle dönmüş bir ülkede yeniden yaşamayı umut ediyor. Ancak bu umut çok uzak bir ihtimal gibi duruyor.

SURİYE’Yİ IRAK’IN AKIBETİ BEKLİYOR

İç savaş Suriye rejimini güçsüz ve dayanaksız kılarken, yeni kanlı bir hesaplaşmanın kapısını sonuna kadar açıyor. Bütün göstergeler tıpkı Irak’ta olduğu gibi kanlı, bıktırıcı ve tüketici bir iç savaşın sürekli olabileceği sinyalini veriyor.

Mart 2003’te Saddam rejimi Bağdat’ta çöktüğü zaman, Irak’ta insanlar ‘yeni bir dönemin’ başlayacağını sanıyorlardı. Ama öyle olmadı. Ne özgürlük, ne demokrasi ve ne de huzur geldi. Federal Kürdistan hariç-ki burada da Türk istihbaratının da teşvikiyle kanlı saldırılar yapıldı-Irak bir kan gölüne döndü. Bombalar artık günlük hayatın bir parçası haline geldi. Ölen insanlar sadece bir ‘rakam’ olarak anılmaya başlandı.

Örneğin birkaç gün önce herkes Suriye’yi konuşurken, Irak’ta 27 yerde birden bombalı saldırılar yapıldı. Resmi ‘rakamlara’ göre 117 kişi-ki bunların hepsi sivil-yaşamını yitirdi. Bu dünya medyasında, sadece iki satırlık bir haber olarak yer aldı. Hepsi o kadar.

Suriye şimdi aynı akıbetle karşı karşıya. Şam rejimi çöküşe giderken, ne yazık ki arkasında iyi şeyler bırakmıyor. Belki de yüz binlerce insanın öleceği, milyonlarca insanın sakat, evsiz-barksız kalacağı bir felaketi peşi sıra sürüklüyor. Geçmişte Lübnan’da, şimdi ise Irak ve Afganistan’da olduğu gibi yıllara yayılacak bir iç savaşı peşinde getiriyor.

Çünkü; rejim içte zor, baskı, şiddet ve istihbarat gücüyle, dışta ise soğuk savaşın yıkılan parametreleri üzerinden ayakta kalmak için direniyor. Rejim zor ve şiddet kullanarak ayakta kalmaya çalıştığı sürece, daha fazla bölgesel ve uluslararası gücü sorunun tarafı haline getiriyor. Oyunun aktörü yapıyor. Dahası rejimin yerine geçmeye hazırlanan güçlerin bazıları geleceğe ilişkin, daha şimdiden rejime benzemeye başlıyor.

SURİYE’DE İÇ BOĞAZLAŞMA TEHLİKESİ KAPIDA

Suriye rejimi hiç bir dönemde demokrasiye, çoğulculuğa, halkların haklarına saygı göstermedi. Ancak Türkiye’deki Kemalist laikliğin bir başka benzeri olan Baas laikliğinden dolayı Şam rejimi Suriye’de çoğunluk olmayan Alevi, Maruni, Dürzi, Ermeni, Süryani, Çerkez gibi farklı etnik-dinsel toplulukların hem desteğini aldı, hem de onlar için adeta bir ‘sigorta’ işlevi gördü. Rejim sadece bununla kalsaydı belki bu gün Suriye iç boğazlaşmanın eşiğine gelip dayanmayacaktı.

‘Alevi’ orijinli Şam rejimi 1982’de olduğu gibi Sünni Müslümanların halk hareketini kanla bastırdı. İktidara geldiğinden beri toplumun ezici çoğunluğu için kan, gözyaşı, sürgün ve cezaevi oldu. Müslümanlar arasında-Kürtler hariç-zaman içinde rejime duyulan nefret ve öfke giderekten iktidarda olan Esad ailesinin ‘Alevi’ kimliğine karşı kin ve nefrete dönüştü. Ve rejim iç boğazlaşmanın taşlarını kendi eliyle döşemiş oldu.

Bu nedenle rejime karşı savaşanlar, aynı zamanda intikam duygusuyla yanıp tutuşmaktalar. Şam, Halep kapılarına dayanan bu güçler bundan dolayı ‘aleviler mezara, Hıristiyanlar Lübnan’a’ diye bağırmaktalar.

Her iki tarafın kin ve nefret söylemi, iktidar hırsı, egemen olma arzusu kontrol dışına çıkıyor. Halklar, inançlar ve etnik gruplar arasındaki bütün köprüleri dinamitliyor. Makas açılıyor. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi, Suriye bölgesel güçlerin savaş alanı haline geliyor. Sorun kör bir savaşa dönüşüyor. Değim yerinde ise, Suriye ‘Sırat Köprüsü’nün üstünde yürüyor. Geçip, geçemeyeceği, bunun ne kadar bir süre alacağı ise ufukta görünmüyor.

KÜRTLER SIRAT KÖPRÜSÜNDE

Bu karmaşa ve iç savaş başladığından beri Kürtler ısrarla ‘taraf’ olmaktan uzak duruyorlar. Ateşin Kürdistan’a ulaşmamasına, Kürdistan’ın bir savaş alanına dönüşmemesine özel bir itina gösteriyorlar. Halende çözümü barışçıl ve demokratik yöntemlerde arıyorlar.

Ancak gelişmeler Batı Kürdistanlıların niyet ve arzularını aştığı içindir ki, onları zorunlu olarak tedbirler almaya, başta güvenlik olmak üzere, kendi kendini yönetmek için hamleler yapmaya zorluyor. Bütün güçler-Hewler ittifakı gereği-Batı Kürdistan’da kansız, barışçı bir geçiş için çalışıyor. Bu konuda azami bir dikkat gösteriliyor. Kışkırtıcı, çatışma ve gerginliğe yol açacak bir dil ve davranıştan uzak duruluyor. Hatta yanlış anlamalara yol açma ihtimaline karşın özgürlük, eşitlik ve demokrasiye susamış Kürt halkı sevincini gizliyor.

Birkaç hafta önce güçlerini birleştiren Batı Kürdistanlı örgüt, parti ve kuruluşlar Kobani, Efrin, Derika Hemko ve Amude gibi kentlerin yönetiminin Kürtlere geçmesini önemli buluyorlar, ama bunun yeni başlayan bir sürecin ilk adımları olduğunun bilincindeler. PYD başta olmak üzere Hewler ittifakında yer alan bütün güçler şımarıklığa, zafer sarhoşluğuna, rehavete asla yer olmadığını da biliyorlar. Hayalleri var, ama her zamankinden çok gerçekçiler.

Çünkü Batı Kürdistan Sırat Köprüsü’nden geçiyor. Bu köprünün bir ucunda Şam rejimi ve onu yıkmaya çalışan, ama halen Kürtler konusunda kafası net olmayan muhalefet güçleri, diğer ucunda ise Kürtlerin her türlü kazanımını ortadan kaldırmayı kendine stratejik hedef yapmış statükocu Türkiye, İran ve Arap gericiliği duruyor. Kürtlerin geçmek zorunda olduğu bu Sırat Köprüsü’nde ABD, AB, Rusya gibi devler ise cirit atıyor. Oyun kuruyor.

En son PYD eş başkanı Salih Müslim’in ANF’ye yaptığı açıklamada Batı Kürdistan’da son birkaç gündür olup bitenleri “Burada olanlar halkımızı korumak için yapılan hareketlerdir. Kimseye karşı değildir” diyerek ‘tarafları’ daha soğukkanlı olmaya davet etmesi boşuna değildir.

Bu nedenle Batı Kürdistanlı güçler-bazı aklı evellerin ‘bağımsızlık’ önermesinin aksine-her türlü tedbiri akıllıca almaya çalışıyorlar. Adım, adım ilerliyorlar. Erken, ama sonu hüsranla sonuçlanacak bir ‘zaferden’ çok, kalıcı, barışçıl ve demokratik bir Suriye’nin yeniden inşasına da katkı sunacak bir yol-yöntem izlemeye çalışıyorlar.

ANKARA YENİ TUZAKLAR PEŞİNDE


Bu yazı kaleme alındığı saatlere kadar Ankara hükümetinden ciddi manada yapılmış resmi bir açıklama gelmedi. Ama medya üzerinden yürütülen bir karalama ve hazırlık var. Bunun önümüzdeki günlerde artması muhtemel görünüyor. Türk gazete ve televizyonları, özellikle de Fethullah Gülen cemaatine ve hükümete yakın yayın organları Kürtleri dolaylı olarak soykırımla tehdit ediyorlar. Bu konuda yalan haberler üretmekten, Suriyeli muhalif güçler adına sahte video çekmekten, sahte bildiri ve açıklamalar yapmaktan kaçınmıyorlar.

Örneğin Haber-Türk gazetesi ‘Özgür Suriye Ordusu’nun Kürt güçlerine ültimatom verdiğini’ yazıyor. Hükümet yanlısı Star gazetesi ise Güney Kürdistan sınırından yaklaşık olarak 800 Kilometre uzaklıktaki ''Kobani ve Efrin kentlerine Peşmergelerin girdiğini'' iddia edecek kadar ileri düzeyde yalan ve paçasından cehalet akan ‘bir haberi’ manşete taşıyor.

Ancak bunlardan daha önemlisi Zaman gazetesi Salı günü ‘Nusayri ve Kürt devletine asla müsaade etmeyiz’ manşetiyle dolaylı da olsa Batı Kürdistan halkını soykırımla tehdit ediyor. Zaman bu tehditini ''Özgür Suriye Ordusu komutanlarına'' dayandırmayı da ihmal etmiyor.

Son günlerde artan bu kara propaganda haberleri boşuna değil. Yeni bir tuzağın, kirli bir oyunun kokusu var burada.

Bilindiği gibi Ankara rejimi ve medyasının ilk tuzağı Batı Kürdistan’da erken bir doğumu sağlayarak, rejimin hışmını buraya çekmekti. Bu konuda teşvik edici ve yalanla beslenen bir propagandanın şahidi olduk. Ancak Kürtler Ankara’nın kurduğu tuzağa düşmediler. Savaşta mümkün olduğunca ‘tarafsız’ kalmaya, barışçıl yol ve yöntemleri seçmeyi tercih ettiler. Ediyorlar. Bu konuda sonuna kadar ısrarcı olacaklarını söylemek yerinde olur.

Şimdi Ankara Batı Kürdistan’a ikinci tuzağını kurmak istiyor. Kürtleri Şam rejimi ile kanlı bir savaşa tutuşan Özgür Suriye Ordusu ile karşı karşıya getirmek ve çatıştırmak istiyor. Bunun arzusu ve hevesi içinde yanıp tutuşuyor. Bu kirli tuzağın başarıya ulaşıp ulaşmaması, Suriye’deki iç savaşın geleceğine bağlı olduğu kadar, Kürtlerin izleyecekleri taktik ve stratejiye de bağlı olacak. Ancak Kürtlerin örgütlü gücü, birliği, halka güven veren, demokratik, çoğulcu ve laik bir yönetim tarzı, diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdistanlıların gösterecekleri dayanışma bu tuzağı boşa çıkarır. 


ANF

Hiç yorum yok: