24 Mayıs 2012 Perşembe

Newton Sendromu AKP’nin İvmesi



 Veysi Sarısözen
 
Sonunda dilleri çözüldü.

Önce Başbakan “tazminat verdik daha ne konuşuyorsunuz” diyerek Hükümetin Roboski katliamıyla ilgili yüz kızartıcı tutumunu gözler önüne serdi.

Doğrusu, ben bu kabalığın “son sınır” olacağını sanıyordum. Beteri geldi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin konuştu.

Ve o da baklayı ağzından çıkardı. Katledilen gençler “yakalansaydılar yargılanacaklardı” dedi. Düne kadar söylenmeyen açıklıkta, “kaçakçılıktan”, “kaçakçılık gelirinden” söz etti.

Medya bu açıklamayı, “İçişleri Bakanı vur emrini vereni açıkladı” diye verdi. Asıl açıklanan ise, 34 insanın “kaçakçılık” yapanlar olduğunu bilerek “vur” emri verildiğidir.

"Kaçakçılık olayı gölgede kaldı. O bölge KCK’nın kontrolünde bir bölgedir… Bu gençler figüranlardır. Filmin baş aktörleri vardır"…

Durum açık: Sınır bölgelerini “insansızlaştırma” operasyonun gereği olarak bu katliam yapılmıştır. Yapılmıştır, ama, yüze göze bulaştırılmıştır. Katliamdan geriye yaralı görgü tanıkları kalmıştır; olay yerine devlet gitmeden önce katledilenlerin yakını köylüler gitmiştir. Etrafı “kalaşnikoflarla süsleme” imkanı bulunamamıştır. Katledilenlerin yarısının “çocuk” olduğu “hesap edilememiştir”.

Sınır bölgelerinde yaşamlarını yasaklanan sınır ticaretiyle sürdüren Kürt köylülerine karşı açılan savaş ilk adımında duvara toslamıştır.

Başlangıçta “kaçakçılık” lafını etmeyen ve kafileyi “PKK’li sandık” diyen hükümet, artık bu katliamın bilinçli bir şekilde yapıldığını itiraf etmiştir.

AKP hükümeti, savaşı en vahşi yöntemlerle sürdürüyor. Bir yandan bölgenin bütün vadilerini barajlar kurarak su altında bırakarak insansızlaştırıyor ve bir yandan da Roboski’de olduğu gibi, sınır köylülerinin tek geçim aracı olan “kaçakçılığa” karşı kanlı bir katliamla köylüleri sınır boylarından göçe zorlamayı planlıyor.

Bu sinsi yöntemler, “
çağdaş jenosid”in yöntemleridir. Bir bölgeyi insansızlaştırmak insanlık suçudur. Bu suç “su altında bırakma” ve Roboski türü “terörize” etme yoluyla işleniyor.

İçişleri Bakanı ANF’nin haberine göre, “vur” emrini verenleri değil, BDP’yi hedef gösterdi.

‘BDP bu olayın parçası durumundadır’ diyerek, kaçak malın PKK tarafından verildiğini ileri süren Şahin, ‘Filmin bütününe bakılınca özür dilenecek bir şey yoktur’ dedi.

Katliamı ‘suçluluk psikolojisiyle görmüyoruz’ diyerek savunan Şahin, katliamın sorumlusu olarak da adeta gençleri göstererek, ‘O gençlerimiz orada olmamalıydı. Kaçakçılık emrini bizzat BDP veriyor’ dedi.”

Nasıl? Kaçakçılık “emri” ve bu “emri” BDP’nin vermesi… Ancak kafayı yemiş bir insanın ağzından çıkacak laflardır bunlar…

“Vur” emrini kendisi, Erdoğan, Gül, Genelkurmay Başkanı vermemiş, ama “kaçakçılık emrini” BDP vermiş!!!

Pes…

İçişleri Bakanının çizdiği resim şöyle: BDP “kaçakçılık emri”veriyor; PKK kaçak malları temin ediyor; katledilenler bunları alıyor ve kazandıkları parayı götürüp Kandil’e teslim ediyor!!!

İçişleri Bakanı, Kürt halkından özür dileyeceğine, aklı sıra“suçluluk kompeksimiz yok” gösterisi yapıyor ve yavuz hırsız gibi ev sahibini bastırıyor… Roboski katliamında yaşamını kaybetenleri suçlayarak, “orada olmamaları gerekirdi, bunlar figürandır” diyen İçişleri Bakanı hemen laf arasında “BDP, KCK yapılanmasının bir devamı”dır diyor.

Yüzbinlik polis ordusunun başındaki kişi konuşuyor. Bu kafanın egemen olduğu bir polis devletinde hiç kimse güvenlikte olamaz.

Dün Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu bu Bakan’ın “marifeti”ni yazdı. Bizim gazeteci arkadaşlarımızın tutuklandığı sırada, İdris Naim’in emrindeki “özerk” polis, Cengiz Çandar’ı ve bir kısım akademisyeni de gözaltına almayı planlamış. Bayramoğlu ve arkadaşlarının müdahalesiyle bu gözaltılar “önlenmiş”…

Ve Çandar’ı bile içeri almaya kalkan aynı Bakan, şu satırlar yazılırken, “üçbuçuk”luk zam rezaletine itiraz eden sendikalara karşı harekete geçmiş bulunuyor.

Böylece ne olmuş oluyor?

Elini Roboski’de çocuk kanına bulaştıran, artık duramıyor… Özerklik, dil, kimlik falan değil, “üçbuçuk”luk değil, bilmem kaç buçukluk zam isteyen “kendi memuruna” saldırıyor.

Bir hükümetin düşüşü işte böyle olur.

Önce etkisi altına aldığı büyük çoğunluğu “küçük” bir “düşmana” karşı kışkırtır. Etkisi altındaki o “çoğunluk” o düşmana karşı kinlenir, öfkelenir, kudurganlaşır. Hep bir ağızdan kendisini o “azınlığa” düşman eden hükümete “vur vur inlesin düşman dinlesin” diye tempo tutar. Ve derken, gün gelir, bir de bakar ki, “düşmana” vuran hükümet, kendisine de vurmaya başlamış…

O zaman “aman vurma” demek para etmez.

İdris Naim Şahin onlara yanıt verir: “Vur diyen siz değil miydiniz, aha ben de vuruyorum”…

Sonra ne olur? Buyurun okuyun haberi:

“Hükümet ile memurun 21 gün süren zam pazarlığından sonuç çıkmadı. Hükümetin son turda teklifi yüzde 3.5+4’e çıkarmasını yetersiz bulan memurlar bugün eylem yapıyor. Tren seferlerinde aksama yaşanırken, öğretmenler ve doktorlar da iş bıraktı. KESK, Kamu-Sen, Birleşik-Kamu İş ile Memur-Sen'e Bağlı Eğitim-Bir-Sen'in organize ettiği eyleme 700 bine yakın üyenin katılması bekleniyor. Türk-İş ve Hak-İş genel başkanları eylemlere bizzat katılarak destek verdi.”

Hükümet artık düşüşe geçmiştir…İvme meselesi; düşerken hızı,şiddeti artıyor. Hepsi bu…

* Kaynak: Özgür Gündem

Hiç yorum yok: