6 Mayıs 2012 Pazar

Bayık: ABD Muhatabı Kabullendi

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Kürt halkının davasının haklı, taleplerinin reddedilemez olduğunu belirterek, “ABD ile görüşmelerin Kürt sorununun demokratik çözümünün gerçekleşmesinde olumlu etkileri olacağını düşünüyoruz. Biz bu görüşmelere olumlu yaklaştık, bu görüşmelerden olumlu sonuçlar çıkacağını düşündük. Nitekim AKP’nin rahatsız olması bunu göstermektedir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Güney Kürdistan ile Irak ilişkileri ve bağımsızlık seçeneğinin tartışılması, Ortadoğu’da iyice belirginleşen Türkiye-İran ve Arap kapışmasının tarihsel kodlarıyla güncel seyri, ABD’nin Türkiye merkezli Kuzey Kürdistan politikasının değişme ihtimali ile diplomatik görüşmelerin etkisi, önemi ve doğruluğu konularındaki sorularımızı yanıtladı.

Güney Kürdistan ile Irak arasında Petrol, tartışmalı bölgeler konusunda bir gerilim ortaya çıktı. Bu durum karşısında Federal Kürdistan yönetimi olası bir bağımsızlık ilanını sık sık gündeme getirmeye başladı. Bağımsızlık ilanını nasıl karşılıyorsunuz, sonrasında ne tür gelişmeler yaşanabilir?

Kuşkusuz bu gerilimin uluslararası ve bölgesel boyutları da vardır. Ancak buna zemin sunan da Irak ile Federal Kürdistan arasında var olan sorunların çözülmemesidir. Hala bazı konularda egemen ulus zihniyeti bırakılmamıştır. Tarihten  gelen hakimiyetçi otoriter zihniyet çeşitli biçimlerde kendini dışa vurmaktadır. Örneğin tartışmalı bölgeler olarak ifade edilen bölgeler esas olarak Kürdistan’a aittir. Irak Anayasası gereği referandumla sonuç belirlenecekti ama bugüne kadar bir girişim olmamıştır. Kerkük, Hanekin gibi yerler hala anayasanın öngördüğü biçimde referandumla nereye ait olacağı tespit edilememiştir. Bu durum sorunlar ortaya çıkardığı gibi, merkezi hükümetin yaklaşımları konusunda kuşku uyandırmaktadır.

Öte yandan petrol gelirleri konusunda belirli bir anlaşmazlık olduğu görülüyor. Bu konuda özellikle merkezi hükümetin daha duyarlı olması gerekir. On yıllardır süren sömürgecilik vardı. Petrolün önemli düzeyde Kürdistan’dan çıktığı düşünülürse Güney Kürdistan’ın isteklerine, taleplerine karşı daha pozitif bir yaklaşım gösterilmesi gerekmektedir.

Güney Kürdistan’ın bu haklı talepleri karşısında Irak merkezi hükümetinin yetersiz yaklaşımlarını kabul edilemez görüyoruz. Bu sorunların Irak’ın demokratikleşmesi içinde çözülmesi tabii ki Kürtlerin tercihidir. Kürdistan Parlamentosu’nun yaklaşımı da, Kürt yönetimin yaklaşımı da böyledir. Sorunların Irak içinde çözülmesi tercih edilmektedir. Bizce de doğrusu budur. Ancak bu konuda sorunlar olduğu anlaşılıyor. Bu sorunlar çerçevesinde bağımsızlık gündeme getiriliyor.

Kuşkusuz her siyasi gücün, her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Kürtlerin de bu hakkı ve talebi meşrudur. Sorunlar tıkanır, çözülmez de Güney Kürdistanlı güçler bağımsız devlet olma tercihinde bulunursa böyle bir hakkı da vardır. Ancak biz Kürtlerin Ortadoğu’da bütün ülkeleri demokratikleştirerek kendi haklarını daha fazla güvenceye alacağını düşünüyoruz. Kendi özgürlüklerini daha fazla geliştireceklerini düşünüyoruz. Çünkü Ortadoğu demokratikleşmediği müddetçe Kürtlerin özgürlüğü ve demokrasisi güvencede değildir. Ancak tabii ki sorunlar çözülmez, tıkanmaya gider, Kürtlerin ulusal demokratik hakları ve özgürlüğü tehlikeye girerse o zaman tabii ki Kürtler farklı seçenekleri de gündeme getirebilirler. Biz bu şartlarda böyle bir konunun gündeme getirilebileceğini düşünüyoruz. Yöntem konusunda Kürtlerin daha dikkatli olması gerekiyor. Bu tür ciddi konularda, stratejik konularda ortak tutum ve yaklaşımların geliştirilmesi önemlidir. Bu yönüyle bu tür konuların bütün Kürt örgütleriyle, partileriyle konuşulması, tartışılması gerekmektedir. Eğer ilerde bir ulusal kongre olursa, ulusal kongre bu konuları da konuşur. Kürtlerin dayanışmasına ve gücüne dayalı bir biçimde olursa tabii ki bu daha etkili sonuçlar doğurabilir.

Biz kuzey Kürdistan’da da, Kürt sorununun Türkiye sınırları içinde demokratik temelde çözülmesini istiyoruz. Bundan yanayız. Ama bu olmadığı takdirde kendi çözümümüzü kendimiz gerçekleştirmeyi de bir seçenek olarak ortaya koyduk. Demokratik birlik içinde çözüm yaklaşımımız kabul edilmezse o zaman Kürtler farklı çözüm arayışına da girebilir.

Bizim devletçi zihniyetimiz yok, devletin çözüm olmadığını düşünüyoruz, ama Türkiye’nin yaklaşımları, çözümsüzlükleri toplumları bu tür şeylere de götürebilir. PKK, KCK olarak Türkiye’nin sınırları içinde Kürt sorununu çözmek istiyoruz. Kürt halkının özgürlüğünü ve demokrasisini bu seçenekte görüyoruz. Hala Güney Kürdistan’ın tartıştığı gibi olmazsa devlet oluruz yaklaşımı içinde değiliz, ama Türk devletinin de hareketimizin yaklaşımları doğru değerlendirmesi gerekir. 

Bütün çabalara rağmen sorunlar çözülmez, ayrı devlet olma gündeme gelirse, bunun da bütün parçaları ilgilendiren bir konu olduğu düşünülerek bütün siyasi güçler arasında bir görüş alışverişi ve ortak irade biçiminde ortaya çıkmasının tercih edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Kuşkusuz böyle bir devletleşme, yani bağımsızlık ilanı ve projeleri düşünülürken bunun sadece Güney Kürdistan değil, bütün Kürdistan parçaları açısından yaratacağı sonuçların da dikkate alınması lazım. Yoksa zaman zaman Kürt Halk Önderinin belirttiği gibi küçük bir Kürdistan karşılığında Türkiye’nin de, İran’ın da, Irak’ın da, Suriye’nin de razı olduğu bütün Kürdistan parçalarını feda eden bir durumla karşı karşıya gelinebilir.

Erdoğan, İran ziyaretinde Suriye’deki çatışmanın İslam ile Arap milliyetçileri arasında olduğunu savunarak İran’ı çatışmanın tarafı yapmaya çalıştı. Bazıları Erdoğan rejiminin Arap milliyetçiliğini hafife aldığı yorumunda bulundu. İran ve Türkiye arasındaki ilişkilerde nasıl bir döneme girildi, bu söylemlerin İran’ı etkileme şansı var mı?

İran’ın siyasetini küçümsemek, dolayısıyla İran’ın Türkiye tarafından kandırılacağı, kendi çizgisine getirileceği söylemlerinin fazla bir anlamı yoktur. İran’daki mevcut politika aslında İran milliyetçiliği üzerine de kuruludur. Ama bu milliyetçiliği Şia ideolojisi ve gücüyle pratikleştirmektedir. Türkiye ve belirli Arap güçleri de Sünniliği kendilerini güçlendirmek için kullanıyorlar. Türkiye, İslam’ı Türk milliyetçiliği için kullanıyor. Şu andaki yönetimin ideolojisi Türk-İslam sentezidir. Bu bakımdan Türkiye’nin ‘biz İslam mücadelesi veriyoruz, Suriye’deki mücadele Arap milliyetçilerine karşıdır; bu konuda ortak davranalım, oradaki rejimin değişmesi için birlikte hareket edelim’ demesinin İran’da bir karşılığı yoktur. Çünkü İran, Türkiye siyasetinin İslam’la alakalı olmadığını bilir. İran politikasının belli İslam hassasiyetleri vardır ama Türkiye’nin yoktur. Türkiye’nin bırakalım İslam hassasiyetleri olan bir politika izlemesini, aslında Ortadoğu’ya, İslam coğrafyasına girmiş bir batı Truva Atı’dır; kapitalist modernite ajanıdır. Türkiye Ortadoğu toplumlarının toplumsallığını dağıtıp, kapitalizmin bireyselliğinin Ortadoğu’ya yerleştirilmesinde bir sıçrama tahtasıdır.

İran, Esad rejiminin ne olduğunu bilmiyor mu? Esad rejiminin Arap milliyetçisi olması yeni bir durum mu? Erdoğan belki bazı çevreleri kandırabilir ama İranlıları kandırması mümkün değildir. İran, Türkiye’nin Suriye politikasının Türk milliyetçiliği ekseninde bölgeyi kontrol etme, bölgede etkili olma politikası olduğunu çok iyi bilmektedir. Türkiye ile İran bugün bölgede bir güç çatışması içindedir. Bu güç çatışması şimdi kendini Şiilik ve Sünnilik üzerinde de dışa vurmaktadır. Türkiye Sünni-İslam’ın liderliğini oynuyormuş gibi hem Arapları kandırmaya hem de kendine bu yüzle İran karşısında bir pozisyon almaya çalışmaktadır. Nitekim Irak’taki politikasından böyle bir eğilim içine girdiği görülmektedir. Bu yönüyle İran Türkiye’nin İslam’ı ve Sünniliği Türk milliyetçiliği için nasıl kullandığını görmektedir. Bu yönüyle Türkiye’nin İran’ı ucuz söylemlerle aldatması ve yönlendirmesi mümkün değildir.

Erdoğan’ın Arap milliyetçiliğini hafife aldığı doğrudur. Arap milliyetçiliği İslam’la karşı karşıya değildir. Siyasal İslamcılar aslında Arap milliyetçiliğini İslam kılıfı içinde yapmaktadırlar. Ortadoğu’daki siyasal İslamcılarının çoğu İslam söylemiyle Arap milliyetçiliği yapmaktadırlar. Bu bakımdan Arap milliyetçiliğinin gücü vardır. Bu gücünü de çoğu zaman İslami karakterinden almaktadır. İslam evrensel karakterdedir, ama ilk önce Arapların dini olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu bakımdan Araplıkla İslamlık iç içe geçmiştir. Türkiye Suriye’de İhvan-ı Müslim’le sıkı ilişki içine girerek Suriye üzerinde etkili olmak isteyince bundan en fazla Arap ülkeleri rahatsız olmuştur. Çünkü Türkiye’nin İhvan-ı Müslim’le ilişkisinin bir İslam ilişkisi olmadığını, 1517’de Ridaniye savaşını kazanarak, nasıl ki Arap coğrafyasına yönelip egemenlik kurduysa şimdi de Suriye’ye böyle hakim olarak Ortadoğu’da egemenlik peşinde olduğunu düşünerek rahatsız oldular. Araplar Türkiye’nin Suriye’de çok etkili olmasını istemiyorlar. Bu nedenle Annan Planı bir BM veya Arap Birliği planı olarak ortaya çıktı. Bu açıdan Arap dünyası hiçbir dönemde olmadığı kadar Türk devletinin Türk-İslam sentezi politikası konusunda kuşku duymaktadır.

Öyle Erdoğan’ı bağrına basan bir Arap dünyası yoktur. Türkiye’nin Arapların bazı hassasiyetlerini kaşıyarak, İsrail karşıtı durumlarını istismar ederek, İsrail’e kabadayılık yapıp bunun üzerinden Ortadoğu’da etkili olmak istediğini gördüler. Yeni Osmanlıcılık anlayışını böyle çok kurnaz bir politikayla Arap halklarına kabul ettirmeye çalıştığını gördüler. Ortadoğu’daki yeni dengelerin ortaya kurulması sürecinde mücadele sertleştikçe, güçlerin politikaları netleştikçe Araplar Türkiye’nin politikasını daha iyi anlamaya başlamışlardır. Türkiye’nin derdinin İsrail karşıtı olmaktan çok, bunu Ortadoğu dünyasında etkili olmak için bir enstrüman olarak kullandığını anladılar. Hatta bazıları bunun bir komplo olduğunu söylüyorlar. ABD’nin Türkiye’yi Arap dünyasına kabul ettirmek, ABD ajanlığını, taşeronluğunu kabul ettirmek için böyle bir çıkışı danışıklı dövüş olarak yaptırdığını söyleyenler de var. Bu da çok yabana atılacak bir görüş değildir. Nitekim sonuçta İsrail’i koruyan füze kalkanının Türkiye’de kurulması gerçekleşti. Gelinen aşamada İran da, Arap dünyası da dahil bütün Ortadoğu, Türkiye’nin ABD’nin ajanı, taşeronu olduğunu gördü. Şu anda Türkiye Ortadoğu kültürüne de, İslam kültürüne de ihanet içindedir.

İran ve Türkiye arasındaki ilişkiler artık bundan sonra bir gerilim sürecine girdi. Düne kadar Esad’la kardeş olan Türkiye nasıl ki hemen kısa sürede Suriye’ye en büyük düşman olduysa, Libya’da NATO’nun ne işi var, dedi, bir hafta sonra Libya saldırının üssü olduysa, ileride de İran’a saldırının üssü olacaktır. İran’la Azerbaycan gerilimi çıkarır, sınır gerilimi çıkarır, nükleer silah pürüzü ortaya çıkarır, başka sorunlar yaratır Suriye’de yaptığı “U” dönüşünü İran üzerinde de gerçekleştirir. İran bunu görmüştür. Düne kadar Maliki ile de iyi ilişkiler içindeydi. Dolayısıyla Türkiye’nin kendisine yöneleceğini gören İran’ın önümüzdeki dönemde Türkiye’yle daha fazla karşı karşıya geleceği açıktır. Ancak Kürt sorunu söz konusu olduğunda birbirlerini gözeteceklerini de akıldan çıkarmamak gerekir.

Türkiye’nin Suriye’yle ya da İran’la kavgalı olmasının nedeni demokrasi ve insan hakları değildir. Türkiye, İran ve Suriye ile ilişkileri üzerinden Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiyeyi hedefliyordu. Şimdi bunu ABD’nin bölge taşeronu olarak daha iyi yapacağını düşünerek çark etti. Bu nedenle İran’la Türkiye arasındaki çekişme de artacaktır. Özellikle Irak üzerinde çekişme şiddetlenecektir. Türkiye her ne kadar mezhep durumunu gözetmediğini söylese de Sünnilerle ilişki içinde olduğundan dolayı Maliki’yle anlaşmazlığa düştüklerini bizzat Davutoğlu Habertürk’te yaptığı söyleşide itiraf etmiştir.

Türkiye artık Irak’taki iktidar çekişmesinin parçasıdır, Suriye’deki iktidar çekişmesinin parçasıdır. Zaten Türkiye, ben bölge gücüyüm, artık bundan sonra bölgedeki iktidar mücadelelerinde yer alacağım, kendime yakın olanı destekleyeceğim, büyük bir ülke olmanın gereği budur, diyor. Artık müdahalelerini ve politikalarını böyle savunuyorlar. Kuşkusuz bu politika kendi iç sorunlarını çözmeyen ve demokratikleşmeyen Türkiye’yi Ortadoğu’da maceralara sürüklemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Türkiye Ortadoğu’da ne kadar uğraşsa da yeni bir Osmanlı olması mümkün değildir. Aksine Arapların belleğinde derin bir Osmanlı travması vardır. İran’da da bu vardır. Bu nedenle bu tür politikaların sonuç alması mümkün değildir.

Türkiye’de siyasal gerilimin arttığı, Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarının tıkandığı, Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi’yle daha şiddetli bir çatışma sürecine girdiği dönemde BDP Eşbaşkanları ile DTK Eşbaşkanı ABD’ye gitti, çeşitli görüşmeler yaptılar. Bu gidişin zamanlamasını ve bu görüşmelerin ortaya çıkaracağı sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu görüşmelerin olduğu süreç bir yönüyle de Türkiye’nin AKP hükümetiyle Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar ABD politikalarına kendini yatırdığı, ABD’nin bölge politikalarının taşeronluğunu yaptığı bir döneme rast gelmektedir. Bu yönüyle ABD, Türkiye siyasetinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Zaten Türkiye de ABD’den aldığı destekle Kürt halkının çok haklı olan özgürlük mücadelesini bastırmaya çalışıyor. Kürt halkının onlarca yıldır yürüttüğü büyük direnişi karşısında özgürlük ve demokrasi taleplerini karşılamamakta hala ısrar ediyorsa, bunda ABD’den aldığı desteğin önemli bir payı vardır. Türk devletinin ABD’ye bu düzeyde taşeronluk yapmasının esas nedeni kesinlikle Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek içindir. Düne kadar esas olarak İran, Irak, Suriye üzerindeki ittifakla Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edeceğini düşünmüştü, ama bu konuda başarısız kaldı. ABD, Türkiye’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmak için rahatsız olduğu bölge güçleriyle ilişkisini doğru görmeyince, Türkiye’ye bir tercih yap ve bölge politikaları konusunda kendini netleştir deyince, Türkiye bu defa da Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmak için tercihini esas olarak ABD’nin bölge politikalarına ajanlık yapmadan yana koymuştur. “Ben sizin bölge politikalarınıza ajanlık yaparım, bunun karşılığında da siz benim Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme, ezme politikama destek verin” demiştir. ABD’den belirli düzeyde de destek almaktadır. Belki tüm konularda her istediği desteği almasa da politik destek yanında gelişmiş askeri teknik aldığı açıktır. İnsansız hava uçaklarının ABD ve İsrail’e ait olduğu bilinmektedir. 

Türkiye’de dünyanın hiçbir faşist ülkesinde görülmediği kadar binlerce siyasetçi tutuklanıyorsa, hatta bir halkın iradesini kırmak için rastgele insanlar tutuklanıyorsa ve buna da dünyadan ses çıkmıyorsa bunun en önemli nedeni ABD desteğidir. Dünyadaki propagandayı da, basını da önemli düzeyde elinde tutan ABD’dir. Onlar isteseler bir haftada dünyadaki Türkiye algısını değiştirebilirler. Binlerce tutukluyu da gündeme getirebilirler, Kürt halkı üzerinde uygulanan zulmü de gündeme getirebilirler. Türkiye’yi rahatlıkla sıkıştırabilirler. Hatta Mısır, Tunus ya da Suriye’dekinden katbekat daha ciddi bir biçimde sıkıştırabilirler. Çünkü Türkiye’de Türk devletinin uyguladığı zulüm ne Mısır’da, ne Tunus’ta ne de Suriye’de görülmüştür. Bir halk yok edilmek isteniyor. Bir halk diliyle, kültürüyle tümüyle soykırıma uğratılmak isteniyor, ama buna rağmen sessiz kalınıyor! Türkiye bu sessizliği sağlamak için ABD’ye taşeronluk yapıyor. Dolayısıyla ABD Kürt sorununun bir parçası haline gelmiştir. Çözümsüzlüğün de bir parçası haline gelmiştir. Bu açıdan ABD’nin Kürt sorununun çözümsüzlüğünün parçası haline gelen bu politikalarının eleştirilmesi, bunun doğru olmadığının ortaya konulması ya da Türk devletinin Kürt sorunu konusunda ABD’deki çeşitli kurumları ve kamuoyunu tek taraflı bilgilendirmesinin önüne geçmek açısından BDP ve DTK Eşbaşkanlarının ABD’ye gitmesi anlaşılırdır. Çünkü ABD Türkiye siyasetinin parçası haline gelmiştir. Belki de Kürt sorununun çözümündeki muhataplardan biri de ABD Hükümeti’dir. AKP kadar ABD Hükümeti de Kürt sorununda taraf haline gelmiştir.

BDP ve DTK’lılar Kürt sorunundaki yaşanan bu çözümsüzlüğün ortadan kalkması, Kürt sorununun demokratik çözümü açısından ABD’de çözüme katkı sunacak çevrelerle ilişkilenme, kamuoyunu bu yönde etkileme, yine AKP’nin çözümsüzlük politikalarına destek vermelerinin yanlışlığını ortaya koyma ve ABD’nin etkisini ve gücünü Kürt sorununun demokratik çözümü için kullanmasını isteme amaçlı bu görüşmelerin yapılması yanlış değildir. Kürtleri zulüm ve baskı altına alanlar dünyada herkesle diplomasi yapıyorlar, ilişki kuruyorlar. Tabii ki Kürtlerin de bu tür ilişki kurma hakları var. 

Kürtlerin davaları çok haklıdır. Dünyada Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi kadar haklı bir dava yoktur. Bu nedenle bu davalarını herkese anlatabilirler. Bu haklı dava karşısında en büyük zalimin bile çok söyleyecek bir sözü yoktur. En azından görünüşte bir şey söyleyemez. Arkadan ekonomik ve siyasi çıkarları gereği Kürtleri kurban eden politika izleyebilirler, Kürtler üzerinde her türlü zalimliği yürütebilirler, ama Kürtlerle yüz yüze geldiklerinde Kürtlerin haklı talepleri karşısında söyleyecek hiçbir sözleri yoktur. Dolayısıyla Kürtler kendi taleplerini ABD’ye de, Avrupa’ya da, Rusya’ya da, Çin’e de, herkese de anlatırlar. Hiç kimse Kürtlerin taleplerine siz haksızsınız diyemez, diyememiştir zaten. Bugüne kadar Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilişki kurduğu tüm çevreler Kürtlerin talepleri, istekleri konusunda siz fazla şey istiyorsunuz, sizin bu mücadeleniz yanlıştır dememişlerdir. Kem-küm etmişlerdir, siyasi koşullardan söz etmişlerdir, zamanla olur demişlerdir. Haksız duruşlarını meşrulaştıran, gerekçelendiren bu tür tutumlar içine girmişlerdir. Bu açıdan BDP’nin ABD’ye gidip ister hükümet çevrelerine ister hükümet dışı sivil toplum örgütlerine, kurumlara olsun, bu haklı davayı ve kendi tutumlarını anlattıkları açıktır. Bu haklı davalarını anlatarak ABD’nin Türk devletine verdiği desteğin nasıl haksızlıklara yol açtığını ortaya koymuşlardır. Belirli vicdanlara seslenmeye çalışmışlardır. ABD politikasında etkili olan kamuoyunun kimi kesimlerine Kürt sorunu anlatmaya fırsat bulmuşladır. Biz bunların olumlu etkisi olacağını düşünüyoruz. Çünkü ne kadar ekonomik ve siyasi çıkarları gereği politika izleseler de, yine de Kürtlerin çok haklı davası biraz vicdanlı olan çevreleri etkiler. Bu yönlü daha ölçülü, daha dikkatli politika izlemelerini sağlayabilir. 

Öte yandan bu heyet Kürt sorununun çözümsüzlüğünün nedeninin Türk devletinin politikası olduğunu, eğer sorunlar demokratik siyasal yollarla çözülmüyorsa buna yol açanın AKP hükümeti olduğunu açıkça ortaya koymuşlardır. Türk devletinin demokratik siyaseti ezdiğini, binlerce siyasetçiyi zindanlarda tuttuğunu, demokratik çözüm, demokratik mücadele imkanlarına fırsat vermediğini ortaya koymuşlardır. Bu durum karşısında Türk devletinin silah bıraktırma ve ateşkes çağrılarının bir anlamı olmadığını söylemişlerdir. Çünkü şimdiye kadar defalarca tek taraflı ateşkesler yapılmış, ama hiçbirisinden sonuç alınmamıştır. Dolayısıyla sorun ateşkes değildir; ateşkesler zaten olmuştur. Çift taraflı olmamış, tek taraflı olmuştur. Gelinen aşamada artık ateşkesin tek taraflı ya da çift taraflı olması da çok anlamlı değildir. Bir oyalama ve zaman kazanma için yapılacak hiçbir ateşkesin de anlamı yoktur. Gelinen aşamada artık Türk devletinin bir çözüm politikasının olup olmadığı önemlidir. Türk devletinin bir çözüm politikası yoksa, sorunu çözecek bir projesi yoksa tek taraflı da olsa çift taraflı da olsa ateşkesin hiçbir anlamı olmayacaktır. Bunu ortaya koymuşlardır. Binlerce siyasetçinin tutuklu olduğu yerde, Kürt önderlerine her türlü zulmün yapıldığı yerde herhangi bir çözüm iradesinin olmadığı yerde hangi yumuşamadan bahsedilebilir, çözüm için hangi zemin ortaya konulabilir? Çözüm için en azından zemin olması lazım. Binlerce tutuklunun olduğu yerde görüşme bile olamaz. BDP’nin binlerce tutuklusu olacak gidip AKP’yle görüşecek! Bu görüşme değil, bu bir şantaj ve dayatma olur. BDP 30 milletvekilinden ve birkaç il ve ilçe başkanından oluşmuyor ki! Binlerce üyesi, yüzlerce il ve ilçe başkanı, yöneticisi tutukludur. Bu, BDP’nin tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. BDP bu kadar insanın tutuklanmasını ve kendisine dayatılan tasfiyeyi görmezlikten gelebilir mi? BDP tasfiye edilecek, ama hiçbir şey olmamış gibi görüşme olacak! Ne böyle görüşme olur, ne de bu ortamda müzakere olur. BDP’liler herhalde bunu da ortaya koymuşlardır.

Eşbaşkanların Kürt sorununun çözümünde Kürtlerin makul çözüm önerileri olduğunu, Kürt halkının makul önerileri karşılanırsa bu sorunun kısa sürede çözüleceğini ortaya koyduklarını ve ABD’nin çözüme siyasi destek olmasını istediklerini sanıyoruz. Çünkü Kürt sorununun 20. yüzyılda dört parçaya bölünmesinden de, çözümsüzlüğünden de uluslararası güçler sorumludur. Bugün de Kürt sorununun çözümsüzlüğünden bu güçler sorumludur. İran’da, Suriye’de Kürt sorununun çözülmemesinin nedeni bile yine Türkiye’nin politikalarıdır. Türkiye Kürt sorununda çözüm adımları atsa, İran ve Suriye Kürt sorununda çözümsüz politikalar izleyemez. Türkiye Kürt sorunundaki çözümsüz politikaları sadece kendisi adına yürütmüyor, bölgede Kürtler üzerine egemenlik yürüten bütün şovenist politik güçler adına yürütüyor. Diğer ülkeler de Kürt sorununun çözümsüzlüğünde Türkiye’den destek alıyorlar. Türkiye ABD’den, Avrupa’dan cesaret alıyor; Suriye, İran, Irak ise Türkiye’nin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünden cesaret alıyor. İran, Suriye ve Irak Türkiye’nin Kürt politikalarının kendilerinin egemenlikçi Kürt politikalarına güç verdiğini düşünüyorlar. BDP heyeti ABD’ye bu politikaları anlatmış olmalıdır.

Yoksa BDP Avrupa’ya, ABD’ye gidecek, onlar da Erdoğan’ın söylediği gibi PKK ile aranıza mesafe koyun o zaman sizinle görüşürüz, sizi muhatap alırız diyecek, BDP de bunu dinleyecek! Türkiye bunun olmayacağını gördüğü gibi, ABD’nin de görmüş olması gerekir. Eğer ABD bu BDP heyetine, Eşbaşkanlara PKK ile aranıza mesafe koyun, vazgeçin, AKP politikalarına güç verin, destek verin demişse bu, Erdoğan’ın söylemlerinin Washington’da tekrarı olmuş anlamına gelir. Bu söylemler Türkiye’de söylendiği zaman BDP ve DTK tarafından ciddiye alınmıyorsa, orada da ciddiye alınmamıştır. Ama biz ABD’nin bu gezide BDP’lilere karşı böyle bir yaklaşım gösterdiğini ve bu tür diyalogların yaşandığını sanmıyoruz. Bazı gazeteciler ABD’nin BDP’ye bu tür telkinlerde bulunmuş olabileceğini söylüyorlar. Bir taraftan Barzani, bir taraftan ABD telkinde bulunacak, BDP AKP’nin kuyruğuna takılacak, AKP’nin çözümsüz politikalarının yedeği haline gelecek! Bunların olması mümkün değildir. AKP’nin çözüm getirecek hiç bir politikası yoktur. Eski iktidarların yeni versiyonudur. Eski iktidarların yöntemine oyalama, aldatma ve psikolojik savaşı eklemiştir. AKP’nin bir çözüm politikası olsa zaten BDP de buna destek verir, Kürt Özgürlük Hareketi de destek verir. Zaten ateşkesler, görüşmeler AKP’ye fırsat tanımak içindi. Ama AKP bu görüşmeleri bir çözüm fırsatı için değil, tasfiye etmek için kullanmıştır. Bu yönüyle AKP politika değiştirmediği takdirde hiç kimse Kürt Özgürlük Hareketi’ne, Kürt demokratik hareketine AKP’nin politikalarına göz yumun ve oyalamalarını yutun diyemez. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kürt demokratik hareketinin bırakalım AKP’nin politikalarını yutması, tam tersine bu politikalara karşı mücadele ederek Kürt sorununun çözümünün ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin gerçekleşeceğini bilir ve buna göre hareket eder. BDP de zaten bu bilinçle hareket etmektedir.

Bu görüşmenin şöyle bir anlamı vardır: ABD şimdiye kadar Kuzey Kürdistan’daki Kürt hareketini tanımıyordu, Kürtleri muhatap olarak görmüyordu. 29 Mart seçimlerinden sonra ABD Başkanı Obama, Ahmet Türk’le görüştü. Şimdi gittiler belki üst düzeyde olmasa da çeşitli hükümet yetkilileriyle ve sivil toplum örgütleriyle görüştüler. Bu aslında ABD’nin Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da etkili Kürt siyasi hareketinin PKK olduğunu, BDP olduğunu kabul etmesi anlamına gelmektedir. BDP’siz, PKK’siz bir Kürt politikasının yürümeyeceğinin ABD tarafından görülmesi olarak anlaşılmalıdır. Bunun da Kürt sorununun demokratik çözüme kavuşturması açısından ileride sonuçları olacak olumlu bir gelişme olarak görülmesi gerekiyor. Bu, Kürtlerin taleplerinin Türk devletine kabul ettirilebileceğini, Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi’ni muhatap almaktan başka bir yolu olmadığını da göstermektedir. Nasıl ki Erdoğan silah bıraksınlar operasyon olmaz diyerek muhatabın kim olduğunu ortaya koymuşsa, ABD de bu tür görüşmeler içine girerek, BDP ile görüşerek Kürt sorununda kimin muhatap olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.

Bu durum, Kürt demokrasi ve özgürlük güçleri eğer mücadele ettiği takdirde Kürt sorununun demokratik çözümünü Türkiye’ye de, Avrupa’ya da, ABD’ye de kabul ettirileceğinin; onların Kürt sorununun demokratik çözümünü kabul etmek zorunda kalacağını göstermektedir. Çünkü Kürt halkının talepleri o kadar haklıdır ki, günümüz dünyasında hiç kimsenin reddedemeyeceği taleplerdir. Bu talepleri ABD de, Avrupa da reddedemez. Bu açıdan bu görüşmelerin Kürt sorununun demokratik çözümünün gerçekleşmesinde olumlu etkileri olacağını düşünüyoruz. Biz bu görüşmelere olumlu yaklaştık, bu görüşmelerden olumlu sonuçlar çıkacağını düşündük. Nitekim AKP’nin rahatsız olması bunu göstermektedir.

Hiç yorum yok: