13 Nisan 2012 Cuma

‘Şimdi de Yeşil Kemalistler Aynı İşi Yapıyor’

“Türkiye’de AKP ve Tayyip Erdoğan belki de daha doğru bir deyişle AKP devleti, Kürt meselesi, Ermeni meselesi, demokrasi meselesi, öğrenciler ve özgürlükler konusunda çok eleştirdiğimiz baskıcı Kemalistlerden çok farklı olmadığını uygulamalarıyla yavaş yavaş gösteriyor. Sonuç olarak eskiden haki rengindeki Kemalistler vardı; şimdi de yeşil Kemalistler aynı işi yapmaya başladı.”

Medya-iktidar ilişkileri ve medya etiği konularında yaptığı eleştirileriyle tanınan, “Apoletli Medya” kitabının yazarı Ragıp Duran, “eskiden haki rengindeki Kemalistler vardı; şimdi de yeşil Kemalistler aynı işi yapmaya başladı” diyor.

“Barış ve Medya” konulu bir dizi panele katılmak üzere İngiltere’nin başkenti Londra’ya gelen gazeteci, yazar ve öğretim görevlisi Ragıp Duran gazetemizin sorularını yanıtladı.

Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü, basın ve haber yapma özgürlüğü ciddi saldırılar altında. Bilhassa alternatif basın bundan nasibini almakta. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP Hükümeti özellikle son seçimlerden sonra - ki yüzde 50 gibi büyük başarı kazandı – önemli bir destek aldı. Bütün iktidarlar gibi biraz gözü kapalı ve özel olarak da demokrat ve özgürlükçü bir yanı olmadığı için bu kadar büyük bir seçim zaferi kazanması ve halkın, seçmenlerin en az yarısının desteğini kazanması sonucunda hukuk, etik, güç dengeleri, azınlık hakları gibi demokrasi için son derece tayin edici olan şeyleri görmezden gelerek son derece otoriter bir politika izlemeye başladı. Bütün otoriter politikalar gibi kendisine yönelik eleştirileri bastırmak istedi. Türkiye’de siyasi iktidara karşı eleştirilerin yapılabileceği iki yer var. Biri parlamento, diğeri de medya. Parlamentonun kurallarında muhalefetin sesini kısmak - ki konuşma sürelerini azaltmak gibi girişimleri de oldu - orda denediler olmadı. Medyaya yönelik basın ve düşünce özgürlüğüne yönelik özellikle son dönemde gerek kanunları değiştirerek, gerekse de polis ve savcı marifetiyle - ki burda Gülen Cemaati’nin de çok önemli bir etkisi var - gazete kapatarak en son Özgür Gündem’in başına gelen, gazetecileri haksız yere somut bir suç delili olmadan, hatta kuşku bile olmadan Ahmet Şık ve Nedim Şener olaylarında olduğu gibi veyahut da özellikle Kürt meslektaşlarımızı KCK adı altında tutuklayarak, kendisine yönelik muhalefetin medya aracılığıyla yayılmasının engellemeye çalışıyorlar. Tabi bu belirli ölçüde başarılı olabiliyor. Ama bugünkü iletişim teknolojisi ve özel olarak interneti kastediyorum. Bugün özellikle Kürt cenahındaki siyasi bilinç düzeyi bunları belirli ölçüde etkisiz kılıyor. Ama yine de Türkiye’de AKP ve Tayyip Erdoğan belki de daha doğru bir deyişle AKP devleti, Kürt meselesi, Ermeni meselesi, demokrasi meselesi, öğrenciler ve özgürlükler konusunda çok eleştirdiğimiz baskıcı Kemalistlerden çok farklı olmadığını uygulamalarıyla yavaş yavaş gösteriyor. Sonuç olarak eskiden haki rengindeki Kemalistler vardı; şimdi de yeşil Kemalistler aynı işi yapmaya başladı.

Peki dışarıdaki basın emekçileri, yazar ve aydınların bu gelişmelere yönelik çalışmaları var mı? Sizce yeterli düzeyde mi? Örgütlü bir duruş sözkonusu mu?

Dünyada cezaevinde en yüksek rakamda gazeteci bulunan ülke Türkiye. Şuanda egemen medya dediğimiz medyada çalışan insanlar arasında isim saymak gerekirse Nuray Mert, Ece Temelkuran, Ruşen Çakır gibi arkadaşlarımız da zaten ya köşelerini ya da programlarını kaybettiler. Onları da belirli ölçüde susturmayı başardılar. Onun dışında tek tek baktığımız zaman somut bir örnek olarak Özgür Gündem gazetesi kapatıldı. Bir gazetenin kapatılmasını hiçbir gazeteci kabul edemez, ne gerekçeyle olursa olsun baktığımız zaman bu gazete kapatmaya karşı gerçi eskiye oranla işte Taraf, Cumhuriyet ve her zaman olduğu gibi Birgün ve Evrensel gibi gazetelerin dışında pek karşı çıkan olmadı. Hasan Cemal bunu sert bir dille eleştirdi. Radikal’den bir iki köşe yazarı arkadaşımız eleştirdi. Sonuç olarak dışarıdaki gazeteciler - herkes için söylemiyorum ama - biraz da niye dışarıda oldukları belli oluyor bu davranışlarıyla. O bakımdan Türk basını genel itibariyle bu sınavdan pek iyi not alarak geçmedi, kaldı.

Az önce bahsettiniz Özgür Gündem bir ay kapatılma cezası aldı, yine Roj TV davası vardı gündemde. Kürt basın emekçileri de KCK operasyonları adı altında cezaevlerine alınıyor. Kürt muhalif basınına yönelik bu kadar yoğun saldırının sebebi nedir?

Türkiye’deki siyasi manzaraya baktığımız zaman çok çeşitli alanlarda ve çok çeşitli yöntemlerle AKP devletine karşı en ciddi, en kitlesel, en etkileyici ve sonuç alıcı muhalefeti Kürtler yönetiyor; Kürtler gerçekleştiriyor. Bu, BDP yoluyla olsun, PKK yoluyla olsun, medya yoluyla olsun, yurtdışı diplomasisi yoluyla olsun. Büyük bir ihtimalle bugün AKP’nin önde gelen yöneticisi gece yattığı zaman “Bu Kürtler beni çok fena yapacak” diye düşünüyordur. Çünkü hakikaten Kürt muhalefeti yaygın. Bunu son Newroz kutlamalarında da çok ciddi bir şekilde gördük. Mecliste az sayıda temsilci olmasına rağmen ve büyük güçlükler olmasına rağmen bence giderek BDP daha iyi bir muhalefet partisi olma yolunda. 

Roj TV biraz farklı bir durum. Tabi ki Türk devleti çok uğraştı Roj TV’yi kapatmak için. Her ne kadar mahkeme kapatmadıysa da, yayıncı kuruluş kapatmak zorunda kaldı; ama bütün bunlar geçersiz ve yararsız şeylerdir. Çünkü bakıyorsunuz Roj TV kapatılıyor; en fazla bir hafta geçtikten sonra gerek Sterk, gerekse de Nûçe adı altında aynı görüşü yani Kürt Özgürlük Hareketini, Kürt haklarını savunan televizyon kanalları devreye giriyor ve Özgür Gündem’in kapatılmasının ertesi günü zaten Günlük gazetesi çıktı. Dolayısıyla bugünkü teknolojide kimsenin zorla ağzını kapatmak mümkün değil. Zaten siz bir gazeteye karşı olabilirsiniz; bir televizyona da karşı olabilirsiniz ama bunun yolu yöntemi kapatmak değildir. Çünkü bunlar siyasi meselelerdir. Gazete ve televizyon, polis, savcı, diplomasi yoluyla bastırılarak kapatılırsa yeniden açılır. Ama o gazete, televizyon ya da radyoya değil, asıl onun savunduğu fikirlere karşısınız. Onların yaygınlaşmasını engellemek istiyorsunuz. Böyle bir hakkınız da olabilir ama bunu gazete kaparatak değil, fikir ile o görüşlere karşıysanız, o görüşlerin yanlış olduğunu; Kürtlerin olmadığını, Kürtlerin haklarının olmadığını, anlatmaya çalışın, insanları ikna edebilirseniz başarılı olursunuz.

Türkiye’de basına yönelik olumsuz gelişmelere rağmen, Türkiye’deki basının diline bakıldığında ötekileştiren, savaş çığırtkanlığı yapan, milliyetçi ve yer yer ırkçı söylemler barındıran bir dile sahip. Barış dili nasıl tutturulur? Alternatif basına bu noktada nasıl bir rol düşüyor?

Bu çok önemli bir alan. Öncelikle tersinden bir örnek ile başlayalım. Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı İ.N. Şahin, “Yetmişbeş bin haini – herhangi bir şeye gerek yok – tükürükle boğarız” gibi bir açıklama yaptı. BDP de zaten bir gensoru önergesi vermiş bu konuda. Bu, dünyanın herhangi bir yerinde o bakanın heran görevden alınması ve istifa etmesi için yeterli bir gerekçedir. İçişleri Bakanı, bütün vatandaşların güvenliğini, can güvenliği sağlamakla yükümlü bir bakanlıktır. Böyle bir bakanlık, kalkıp Yetmişbeş bin vatandaşı öldürmekten, tükürükle boğmaktan bahsediyorsa, bu çok vahim bir durumdur. Burada, neresinden tutsanız sallanan bir açıklama var. Belli ki o yetmişbeş bin kişi değil, en az 750 bin kişi Diyarbakır’da Newroz’da toplanan. Onlar hain değil; onlar sadece aynı devletin Kürt vatandaşları...

Burada nefret suçu, şiddet suçu işleniyor

Onlara karşıysanız, böyle silah, bilmem tükürük gibi laflarla değil, görüşlerine karşı çıkın. Tabi görüşlerine karşı çıkacak siyasi düzey, bilinç, bilgi olmadığı için şiddete başvuruyor. Çok vahim bir şey; burada nefret suçu işleniyor; burada şiddet suçu işleniyor. Bu, İçişleri Bakanı’nın medyaya nasıl yansıdığına baktım ben. Çok vahim. Bakan’ın söyledikleri olduğu gibi, neredeyse hiçbir filtreden geçirilmeden, en fazla sert açıklama falan gibi verilmiş. Oysa ki ben uzun yıllar iletişim fakültelerinde gazetecilik, habercilik dersi verdim. Bunu herkes bilir; ders vermeye de lüzum yok. Bu konuda iki tutum vardır. Şimdi, böyle bir açıklamayı siz olduğu gibi verirseniz, bu açıklamanın suç ortağı olursunuz çünkü burada nefret suçu ve şiddete övgü suçu işliyor İçişleri Bakanı. Onun için gazetecilik açısından, bir yöntem bunu görmezden gelmektir çünkü bunun bir haber değeri yoktur; aksine bu bir suçtur. Dolayısıyla siz gazeteci iseniz, gazete sorumlusu ya da televizyon sorumlusu iseniz vermezsiniz bu haberi. Görmezsiniz, böyle bir şey olmadı muamelesi yaparsınız; böylelikle bu suçun yaygınlaşmasını, toplum içerisinde kutuplaşmayı, gerginliği engelmiş olursunuz. Bu bir yöntemdir.

İkinci bir yöntem vardır. Bunu diğer bütün haberlerde olduğu gibi kınayarak, eleştirerek verirsiniz. Başlığından itibaren, “İçişleri Bakanı gemi azıya aldı, İçişleri Bakanı azıttı. İçişleri Bakanı şiddeti savundu” filan gibi başlıklarla yapılabilir bu. Haberin içeriğinde de İçişleri Bakanı’nın bu yaptığının kanunun hangi maddelerine, hangi etiğe aykırı olduğu ayrıntılı bir şekilde yapılır. Bu yöntemlerin her ikisi de Türk basınında yapılmadı. O bakımdan bizim işimiz biraz zor. Bu sadece bugünün meselesi değil; bir ihtimal 1925’ten bu yana, Cumhuriyet’ten bu yana Türk muhayyilesinde bir Kürt imajı var. Bu imaj dönem dönem şaki, terörist, pis, cahil gibi şeylerle somutlaşıyor ve bunda medyanın da çok rolü var. Bugün işte ‘bizim askerlerimizi vuran katiller, hainler’ gibi bir imaji yaymaya çalışıyor egemen medya. Bunun düzelmesi için dil önemli bir şey.

Bugün sadece medyanın değil, günlük konuşmalarda, kahvede, aile içinde işte, okulda da Türklerin Kürtlerden bahsederken “Bu ülkenin eşit vatandaşları ama farklı bir milliyetten, farklı bir etnik gruptan, ayrılan yanlardan çok ortak yanları vurgulayan, şiddeti değil barışı içeren –evet bugün maalesef bir silahlı çatışma var Türk silahlı kuvvetleri ile Kürt silahlı militanları ve örgütü arasında - bunun nedenleri üzerinde durmak, Kürtlerin hangi hakları için mücadele ettiklerini açıklamak, bizim barış gazeteciliği dediğimiz çok farklı yollar ve yöntemler var. Bu konuda da maalesef Türk egemen medyası çok geri. Çok az sayıda bu iş yapılıyor çünkü şiddet olan bir yerde gerçekten barışı konuşmak, barışı kurmak zordur. Zor olmasına rağmen sabır ister, uzun vade ister. Biz yine de farklılıklar arzetse de sorunları, dünyadaki benzer diğer sorunlarla – İspanya’da ETA, İngiltere’de IRA, Latin Amerika’da benzeri, inişli çıkışlı bir şekilde, müzakere yoluyla, barış yoluyla, siyasi yolla çözüldüğünü gördük. Türkiye’de de eninde sonunda bu olacak. Sevindirici bir şekilde, tesadüfen ya da kötü niyetli bir şekilde aslında Türkiye Cumhuriyeti devletinin en üst düzeydeki yetkilileri ile PKK yöneticilerinin gizli görüşmeler yaptığını hatta beş – altı kere görüşmelerin yapıldığını öğrendik. Bu iyi bir gelişmeydi. Bunlar şimdi durdu ama mecburen yeniden başlayacak. Bu başlangıç sırasında da medyanın, her birimizin tek tek, sadece Türk medyasının değil Kürt medyasının da düşmanlık yaymayacak, kimsenin onurunu kırmayacak, kimliği ile alay etmeyecek bir şekilde, aksine, evet, anlaşmazlık var ama bu anlaşmazlığı bizler birbirimize hakaret ederek değil, daha pozitif yöntemlerle çözebileceğimizi gösterebiliriz. Daha uzun vadeli bir çalışma gerektiriyor.

Basına yönelik bu tutuklama ve saldırılar uluslararası kamuoyuna nasıl taşınabilir? Bu konuda çalışmalar var mı?

Aslında belirli ölçüde taşınıyor. Örneğin; geçtiğimiz günlerde Ahmet Şık gidip Avrupa Parlamentosu’nda önemli gruplardan biri olan 100 – 150 kişilik Liberal Grup Avrupa milletvekilleri önünde bu çok ayrıntılı bir şekilde dile getirdi. Dünyada Sınır Tanımayan Gazeteciler, Gazetecileri Koruma Örgütü gibi uluslararası basın meslek kuruluşlarının Türkiye’de de temsilcileri var; onlar düzenli olarak rapor ediyorlar gelişmeleri. Aslında demokrasiye düşkün, Türkiye ile ilgilenen insanlar ayrıntıları biliyorlar. Yavaş yavaş uluslararası medyada da bu gündeme geliyor. Örnegin İngiliz Financial Times gazetesinde bu gelişmeler “Erdogan’s Turkey: A rule more ruthless / Erdoğan’ın Türkiyesi: Daha Gaddar Bir Rejim” gibi bir başlıkla bir yazı çıktı. Önümüzdeki dönemde böyle yazılar artacak çünkü kimse 100den fazla gazetecinin içeride olmasını, KCK adı altında beş bin – yedi bin Kürt siyasetçisinin içeride tutulmasına, sırf YÖK’ü eleştirdiği için altı yüzden fazla öğrencinin içeride olmasını kabul etmez; istemiyor da. Uluslararasındaki protestolar şimdilik zayıf, yeteri kadar güçlü değil ama önümüzdeki dönemde belli ki Türkiye’ye bağlı olarak ses daha fazla çıkacak.

Son olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de AKP devletinin bu kadar gemiyi azıya almasının, azmasının en önemli sebeplerinden biri de güçlü ve iyi örgütlü Kürtleri de, solcuları da ve demokratları da içeren bir muhalefet cephesinin olmaması veyahut çok zayıf olmasından kaynaklanıyor. Böyle güçlü bir muhalefet cephesi olsa, AKP bu hukuk dışı, gayrı yasal, gayrı meşru baskıları büyük ihtimalle bu kadar rahat, bu kadar fütursuz bir şekilde yapamazdı.

Özgür Politika

Hiç yorum yok: