14 Nisan 2012 Cumartesi

Kürdistan’da Kesintisiz Darbe Rejimi

Darbeciliğin oynak zemininde kurulan TC rejimi, güç, iktidar olma entrikalarının denendiği bir tımarhane, öbür yanıyla korku filmi sahnesi, kalabalıklar ise sessiz seyircisidir.

TC’de şimdi devir, Ortadoğu demokrasileri, Hitler, Musolini örneği, seçimle gelen AKP-Fethullah Gülen "Müslümanları" dönemidir.

Kumpanya dışarıda, Suudi Arabistan-Katar ikilisinin, "petro-dolar"ıyla, İran’la rövanşta baş roldedir. İlk ayak olarak Suriye’deki biraderleri iktidar yapma savaşında cephe…

İçeride ise "kurucu ve kurtarıcı" oyununda, rakip temizliğinde dün, darbeleri sigaya çekme gösterisinde, 28 Şubat 1997 darbesinin bazı generallerini, çavuşlarını içeriye doldurma hamlesindeydi. 

Özel Harpçı, 28 Şubat'ta sokak gösterisine çıkan tankların komutanı General Erdal Ceylanoğlu, "iyi çocuk" siciliyle rejimin Kara Kuvvetleri Komutanı, "generaller demokrasi getiriyor" naralarıyla 28 Şubat'a, destek veren Gülen’in medyası, dün rüzgarı tersinden alarak, "generaller tutuklanıyor, demokrasi geliyor" diye yayın yapıyordu. Biraderlerin "ben dümenime bakarım" dansında haller dün öyle, bugün böyledir.

Buna rağmen görenler entrikacılar dansını unutuyor, demokrasinin geliş yolunda, darbecilere hesap soruluyor sanıyordu.

Oysa, kimseciğin demokrasi derdi, hesabı yoktu. Geleneksel TC döngüsünde, son darbeci sivil giyimliydi. "Son kurtarıcı" olarak eskileri tasfiye ederek, "kurucu" rolünü oynuyordu.

Rakibi tasfiye ile seyircileri "her şey düzeliyor" diye sevindirme oyun geleneği Osmanlı’dan kalmaydı. Her yeni Sultan, "kurucu ve kurtarıcı" olarak bebek, ergin demeden kardeşlerini boğuyor, kalanları kafes ardına kapatıyor, onlar da, bana ne zaman sıra gelecek korkusundan deliriyorlardı. Onun için, Osmanlı Saray delilerle dolu tımarhaneyi andırıyordu.

Kemalistler, "kurucu" olunca, Sultan ve adamlarının boynuna "hain" yaftasını asıp, sınırdışı etmiş, tehlike gördükleri "ağabeyleri" İttihatçıları sürgüne mahkum etmiş, kalanları asarak "kurtarıcı" olmuşlardı.

İsmet İnönü, 1938’de, sessiz darbeyle diktatörlük koltuğuna oturunca, kan akıtmamış, ama sessizlik içinde ekibini kurmuştu. DP, 1950’de aynı yolu izlemişti.

Fakat 27 Mayıs 1960 darbecileri, "devletin yeni kurucu ve kurtarıcıları" olarak, hışımla işe başlamış, Başbakan ve iki bakanı asmış, adamlarını yıllar yılı hapiste tutmuştu. 12 Mart ve on yıl sonra tekrarlanan 12 Eylül darbesi de, 27 Mayıs darbesini bayram olmaktan çıkarmış, karşıt bildikleri sivil ve emekli generalleri tutuklamış, herkese göz dağı için de gençleri asmışlardı.

Şimdi sıra, sivil biraderlerdeydi. Arkalarında Washington’un gücü, kıbleleri petro-dolar dümdüz gidiyor, gören de darbecileri sindirip demokrasi getiriyor sanıyordu. Halbuki onlar, basılmamış kitabı da yasaklayan, gazeteci tutuklama rekortmeni, sokakta insan zehirleyen, Kürdistan'ı hapishaneye çeviren darbeciydi.

İsmet İnönü, bu akımın Süleyman Demirel şemsiyesi altında olduğu 1960’larda, "bunların bir ayağı Konya müftüsünde, öteki ayağı Suudi Arabistan’da" demişti.

 Tahir Büyükkörükçü Konya’da müftüyken, öğretmenlerin boynuna yular takılıp, sokakta dolaştırılıyor, kitaplar yakılıyordu. Erbakan tarafından milletvekili yapılan Büyükkörükçü göremedi, "Biraderler" bugün Tunus’ta, Libya ve Mısır’da düşman kellesi uçuran güç. Yerli Biraderler Suriye’dekileri iktidar yapma savaşı veriyor.

Her neyse, TC’de "Müslüman Biraderler" ya da Kemalistler fark etmez Kürtler için. Onlar kendi aralarında boğazlaşır, birbirini hapsederler, ama Kürdistan sözkonusu ise hepsi için ve her daim "dövülmesi gereken orta malı" kesintisiz darbe mekanı olarak kalır.

Darbe, TC’de hiç bir zaman olmamış hukukun tümüyle tatile çıkması, darbeci kelamının kanun olmasıdır. Kürdistan’da hiç bir zaman hukuk olmadı. Emir, her daim kanun olarak yürüdü…

1969-1970’de Türk kesiminde darbe yok, ama Kürdistan’da insanlara köy meydanlarında yat-kalk talimi yaptırılıyor, hayvan dışkısı (gübre) yediriliyordu.

1990’larda Kürdistan, emirle yangına verildi. Mafya, cani çeteler kanun adamı oldu. Seçilmişler sürüklenerek zindana götürüldü. Darbe içinde darbeydi, hesabı görülmeyen bu vahşet…

Biraderlerin iktidarında Kürdistan baştan başa hapishane oldu. Gökten ve yerden zehirli gazlar yağdırıldı. İşkenceciler sokağa indi. Kendi seçilmişleri dokunulmaz, ama 48 tanesi Türk parlamentosu üyesi Belediye Başkanı, 8 bin Kürt toplama kamplarında.

Kısacası Kürdistan’da, darbecilik kesintisiz berdevam. Soygun ve talan serbest…

TC’nin "Müslüman" Başbakanı Recep Tayyip, dün Suriyeli biraderlerinin tanklı, toplu saldırıya uğradığını, evlerinin baskına uğradığını hüzünle anlatırken, aynı dakikalarda, emrindeki tanklar, top ve helikopterler Karakoçan’ın Kanisıpi köyünü ablukaya alıyor, köylüleri dışarıya çıkarıp, evleri didikleyerek arıyor, bu arada yükte hafif, pahada ağır ne varsa kayıplara karışıyordu.

Tıpkı darbe zamanları ve 1990’larda Kürdistan'ı kuşatan zalimlik günlerindeki gibi…

Onun için, TC’nin iktidarsal tepişmeleri Kürdistan'ı ilgilendirmez, ilgilendirmemelidir.

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: