7 Nisan 2012 Cumartesi

Kapatma, Dayak Atma, Öldürme: Ve Müzakere İle Teşvik

Veysi SARISÖZEN
Başbakan geçtiğimiz gün İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmayla üç temel konuda ne yapacağını açık bir dille ortaya koydu. “Müzakere” konusunda BDP’ye karşı tutumunu; demokratik kitle hareketleri konusunda BDP’li parlamenterlere karşı tutumunu; “katliamlar” konusunda gerillaya karşı tutumunu bu toplantıda dünyaya ilan etti.

Uzun lafa gerek yok. Başbakan bu konuşmada “BDP’yle müzakere” etmeyeceğini; “parlamenterlere saldıracağını” ve “kanlı katliamlarla savaşa devam edeceğini” herkesin anlayacağı, en liberal AKP yanlısı iyimserlerin bile kafasının alacağı, “yeni strateji PKK ve Öcalan’ı dışlıyor ama BDP’yi muhatap alıyor” diye utanmaz lafları edenlerin  suratını kızartacağı bir kabalık, nobranlık, hotzotçuluk üslubuyla anlattı.


PKK’nin “uzantısıyla müzakere” lafındaki şu “uzantı” kepazeliğini “sineye” çeken ve BDP’yi “AKP’yle müzakereye”, sanki bu müzakere kapısı açıkmış gibi teşvik edenlerin şu satırları bir kere daha okuması şart:


“Kalkıyor genel başkanları veya eşbaşkanları diyor ki: Eğer bu işi çözmek istiyorsanız, oturalım konuşalım. Neyi konuşacağım sizinle? Sizin bir defa kendi iradeniz var mı? Siz kendi iradenizle hareket etme özgürlüğüne sahip misiniz? Siz kendinizi idare etmiyorsunuz, sizi Kandil, İmralı idare ediyor. Böyle bir durumda olan bu yapı, nasıl olacak da karşısında bir siyasi iradeyle oturacak, bunu konuşacak. Bu kafada değil, bu anlayışta değil, oturur müzakere ederiz ama iraden varsa. Ortaya karar koyabileceksen, eğer koyamayacaksan bizim artık kaybedecek vaktimiz yok.”


Başbakan bu “irade, Kandil ve İmralı’dan yönetilme” laflarını ne zaman etti? Tam da Selahattin Demirtaş’ın “biz kimsenin uzantısı da temsilcisi de değiliz” demesinden sonra etti. Demek ki, “kendinizi idare edin, öyle konuşalım” lafına verilen “biz kendimizi yönetiyoruz, o halde konuşalım” yanıtını “yetersiz” buldu. Ne istiyor Başbakan? BDP İmralı ve Kandil hakkında kendisi gibi konuşsun mu istiyor? Konuşmayacağını biliyor. Başbakan çoktan aldığı kararı “vaktimiz yok” lafıyla artık açıklama aşamasına geldi.


“Vaktimiz yok” lafı, KCK iddianamesinin BDP’yi kapattırmak için Başbakanın “emriyle” yazıldığının kanıtıdır. Başbakan BDP’ye “vaktimiz yok, ya teslim olun, ya da sizi kapatacağım” demiştir.


Başka? Ahmet Türk’e yapılan saldırının “peşine” düşmeyen medya yöneticileri ve köşebazlar, en çok da liberallik adına “PKK’nin peşinde” dolananlar, Başbakan’ın “dokunulmazlığı” olan BDP’li parlamenterlerin “polis tarafından dayak yemesi” hakkındaki laflarını da ibretle okusunlar:


“Küstahça polisle kavga ediyor, sonra diyor ki ‘milletvekili dayak yedi.’ Polisle kavga eden sensin, kitleyi polise tahrik ediyor, polisin üzerine saldırtıyorsun. Emniyet güçleri de bir yere kadar dayanıyor ve ardından kendini korumak için müdahale ediyor.”


Utanıyor musunuz? Hala bu Başbakan sıfatlı kişiyi desteklemeyi içinize sindiriyor musunuz? AKP devletleşti ve Erdoğan Demirelleşti... Anladınız mı?


Ve siz “silahın miadı doldu” diye bağıranlar, “silahları bırakın” diyenler, “içimiz yanıyor, canımız acıyor, üzüntüden ölüyoruz, kederlere gark oluyoruz, hem ölen polise ağlıyoruz, hem ölen gerilla yüzünden hıçkırıklara boğuluyoruz” diyen sizler... Okuyun bakalım sizin Başbakanınızın “rikkatli, hisli, vicdanlı, sulhperver, insan sever” laflarını:


“15 kadının öldürüldüğü mağaranın resimlerini güvenlik güçleri bana gösterdi, o resimleri gördüm... Ben, o mağaraya girdiğinde akıbetinin ne olacağını bilmeden, o mağaraya inancıyla giren ve orada bu neticeleri alan güvenlik güçlerini milletim adına kutluyorum, kendilerini tebrik ediyorum.”


Cemaatçilerin suratlarındaki beşuş ifadeyi görüyorum, matruş suratlarındaki manayı anlıyorum. Burun delikleri kıpırdıyor, kan kokluyorlar. “Müzakerecilere karşı güvenlikçi” polis yazarların yanaklarında açan güllerden de kan kokusu etrafa yayılıyor. Normaldir. Herkes görevini yapıyor. İyi de, ey siz sevgili demokrat, solcu, liberal AKP yanlısı insanlar, ve ey “polis için de gerilla için de” aynı gözyaşını dökenler... Hükümeti “barışçı”, PKK’yi “savaşçı” ilan edenler. Ve Kürdü “tedip” edip, “terbiyeye” davet edenler, onu “elini tetikten çek” diye azarlayanlar... Nasılsınız? İyi misiniz?


Bu konuşmada “müzakere” lafı kadar iki yüzlü bir laf var mı? “PKK ve Öcalan’la değil de, BDP’yle” şu ve bu “şartlar” yerine gelirse “müzakere” edecek olan kişi böyle konuşur mu?


Parlamenterlere “dayak atan” polisleri ve bir mağarada 15 gencecik kadını öldüren Özel Harekatçıları öven, Ahmet Türk’e atılan yumruktan en küçük bir üzüntü duymayan, 15 kadının ölümünden “artık bu kanı gelin birlikte durduralım” sonucunu çıkarmak yerine dökülen kanı övgü konusu yapan bir Başbakanla “neyin müzakeresini” yapacaksınız?


12 Eylül’ün yargılandığı bir ülkede, Başbakan “parlamenter döven” polisi ve 15 kadını öldüren askeri alkışlıyor. Ve BDP’yi “acelemiz var” diyerek kapatmaya hazırlanıyor.


Ve arkasından da, “yeni savaş stratejisini”, “yeni teşvik politikasıyla” birleştirerek, Bölge halkına “kanlı bir rüşvet” teklif ediyor; “İmralı ve Kandil’i satarsan müzakere, BDP’yi satarsan teşvik...”


Ne demişti Atatürk: “Türk milleti asildir.”


Kürt milleti de asildir...

Hiç yorum yok: