7 Nisan 2012 Cumartesi

Halkların Demokratik Kongresi

Siyasetçi kimliği yanı sıra özellikle alternatif medya alanında önemli çalışma ve düşünceleri olan Türkiye'nin 40 yıllık siyasi hayatında adından sıkça söz ettiren Hakların Demokratik Kongresi sözcüsü BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile HDK, yeni bir anayasa çalışmaları ve Türkiye'de Kürt sorunu hakkında görüşlerine başvurduk.

Türkiye'de, AKP elliyle ırkçılığın tırmandırıldığı bir ortamda Halkın Demokrasi Kongresi'nin çalışmaları belli bir sonuç veriyor mu? Bunun somut yansımaları oluyor mu?

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ilk toplantısını 15-16 Ekim'de Ankara'da yapmıştı. Şimdi ikinci toplantısını bütün Kongre delegeleri ile Mayıs'ın ikinci haftasında gerçekleştirecek. Bu ilk altı ay Halkların Demokratik Kongre'si kendisini örgütlemesi ve kendi organlarını oluşturması ve olduğu yerlere tutunması için önemliydi. Bunlar gerçekleşti. Şuan bizim yüz yirmi kişiden oluşan bir genel meclisimiz var. Yirmibeş kişilik bir yürütme kurulumuz, altı kişiden oluşan bir daimi divanımız var. Dolayısıyla bu mekanizmalar işliyor. İşlemeye de devam edecek. İkinicisi HDK'nin yerel ayaklarının sağlamlaştırılması meselesiydi. Çünkü biz Kongre'ye giderken her ne kadar yerel meclisler esası üzerinde hareket etsek de bu meclisler çoğu kez elde bulunan hazır unsurlardan gerçekleşti. Fakat tabanda aşağıdan yukarıya tamamen mahalelerden, sokaklardan, ilçelerden, kurumlardan gelerek değil, daha çok Emek Demokrasi ve Özgürlük blokunun tabanını oluşturan siyasetlerin üzerinden mutabık kaldığı kişilerden oluşmuştur. Şimde bu dönem bunların birçok yerde aşağıya doğru derinleşmesi bir kalıcı faaliyetler olmayan yerlerde bu kalıcı faaliyetler için yeni imkanlar aranmasıyla geçti. Tabi burda bir eşitsiz gelişim var. Mesela Kürdistan'da HDK batıya göre daha yavaş gelişiyor. Çünkü Kürdistan'da aslında dişinden tırnağına kadar örgütlü bir toplum var. Dolayısıyla HDK'nin ne işine yarıyacağına dair somut bir kanaat oluşmadı. Daha çok karma nüfus olan illerde, ilçelerde görünürlülük kazanıyor. Ama daha yoğun Kürt nüfusunun yaşadığı yerlerde HDK esasen BDP'den ibaret. Bunun dışında zaten örgütler ya da siyasi hareketler yok. Bu nedenle şöyle diyebilirim. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun nispeten önemli seçim başarılar kazandığı İstanbul ve Çukurova'da daha çabuk işlemeye başladı. Diğer yerlerde de bu taban örgütleri kurulmaya devam ediyor. Tabloyu göreceğiz. Biz bu dönem içerisinde HDK'nın özellikle bu KCK tutuklamaları ve diğer sardırılara karşı 'Bir ses çıkar' kampanyası yürüttük. Bununla görünür kılmaya çalıştık. Fakat bu daha çok kent merkezlerinde basın açıklamaları ile sınırlı kaldı. Bütün bu tabloyu tam olarak görmemiz için Mayıs'taki Kongreyi beklememiz lazım. O yüzden şöyle bir örnek vereyim. Türkiye'de süperlige çıkan takımların ilk hedefi kümede kalmayı garantilemek. İlk altı ayda kümede kalmayı başardığımızı düşünüyorum.

Bu Kongre'ye şuanda Kürtler dışında Türkiye'deki diğer halkların bakışı nasıl? Şimdi bunu bu kadar genellikle konuşamayız. Bir kere diğer halklar halk olduklarını farkındalar mı? Siyasetten farkındalar mı?

O kadar emin değilim. Dolayısıyla işte Kürtlerin dışında Türkler Abazalar, Araplar, Süryaniler; Ezidiler; Lazlar, Gürcüler diye devam edebiliriz. Tabi bir halk olma iddiasını ve kimliğinin nispeten daha belirgin olduğu kesimler var. Kimler politik olarak daha gelişmiş birde sayıca nüfusları küçük olsa bile kültür mücadelesi yürüten kesimler var. Şimdi bunların önemli bölümü Halkların Demokratik Kongresi'nin kendileri için bir imkan olup olmayacağı hakkında henüz yeterli fikre sahip değiller. Ama bu kültür ve kimlik mücadalesi sürdüren halkların radikal demokrat ve solcu kesimleri zaten. Başından beri HDK ile ilişkililer. Lazlar, Araplar öyleler. Çerkezler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler öyleler. Bir Süryani milletvekilimiz de var. Süryani cemaatinin dikkatini Bloka, dolayısıyla Kongre'ye çekmiş durumda. Ancak burada Kürt halkının olduğu gibi gürül gürül akarak Kongre'ye doğru geldiğini söylersek doğru olmaz. Durumu abartmış oluruz. Ama bütün bu kesimlerde aslında HDK'den ziyade Blok'un seçim başarısı henüz onların dikkatinde olan şeydir. HDK vücut buldukça ortaya, çıktıkça kendileriyle bir faaliyet yürütmeye başladıkça bu faaliyetlerini aktaracak bir mekanizma aradıkları nispette Kongre'yle temasa geçeceklerdir. Ancak dediğim gibi ilk altı ay henüz yerinde tutunmak ve olgunlaşmakla geçtiği için bu kesimlerin faaliyetleri ile birebir uğraşıldığını söyleyemem.

Kongre kendisini yerleşim birimlerine göre nasıl örgütlüyor? HDK'nin geleceğe ilişkin yeni bir örgütlenme anlayışı ve modeli var mı?

Şimdi biz HDK'yi esasen bir meclis hareketi olarak götürüyoruz. Ve bundan da daha öteye gidemez diye düşünüyorum. Çünkü HDK kendisi bir örgüt değil. Yürüyen mücadele eden siyasi, kültürel, iktisadi, toplumsal cinsiyete dair ekolojiye dair, inanca dair hareketleri ve örgütlerin ortak faaliyet zemini. Dolayısıyla bu örgütlerin her biri nekadar iş görüyorsa yapıyorsa Kongre onların toplamı kadar toplamında bir fazla iş yapabilir. Ya da buna ortak bir karekter kazandırabilir. Dolayısıyla HDK'nin kendisinin birşey yapması diye birşey yok. HDK birşeyler yapanların toplam faaliyeti demek. O nedenle HDK, yukarıdan güdülerek bir netice almasından ziyade aşağıda sürüp giden bir mücadeleyi koordine etmesi olabilir. Biz bu açıdan yerleşim birimlerinde yani mahalle, ilçe ve il meclisleri temeli üzerinden hareket ediyoruz. Mesela bu İstanbul'da bölge meclislerin iş yaptıklarını ve çalıştıklarını biliyorum. İstanbul'da üç seçim bölgesi var. Bu bölgeler temelinde örgütlenme İstanbul'da faal gidiyor. Bunların ilçelere inmesi zaman alıyor. Ama merkez politik olarak gelişmiş ilçelerden işleyen birimleri var. Belli ki burada bir görünürlülük kazanmış durumda. Mesela Mersin'in dahil olduğu onbirinci bölge var. Mersin, Adana, Osmaniye, ve Antakya'dan oluşuyor. Mersin'de ve Antakya'da nispetten ete kemiğe bürünmeye başladı. Fakat Adana ve Osmaniye'de o kadar değil. Dolayısıyla eşitsiz bir gidiş var. Ama dediğim gibi burada en önemli mesele HDK'yi meydana getiren yapılar ve bireysel inisiyatiflerin faaliyetlerin kendi kendilerine nasıl götürdükleri ile ilgili. Örneğin x örgütü eğer Mersin'de bir faaliyet yürütmüyorsa Mersin'de HDK'nin onun yerine faaliyet yürütmesi diye birşey olamaz. Ama buralarda yürüyen sosyal mücadelenin içinde HDK'nin bütün bileşeleri yer alıyor. Örneğin Akkuyu'daki nükleer santrale karşı protesto faaliyetleri içinde bütün HDK'nin bileşenleri yer alıyor. Dolayısı ile orada HDK'nin adı görünmese bile HDK'nin maddesi orada. Mersin il meclisi bu tür çalışmaları yürütüyor. Meclis esasında, siyasi kuruluşların içlerine, bireylerin davranışlarına karışmıyoruz. Onlar programa nasıl yaklaşıyorlarsa ona göre meclisde yer alıyolarlar.

Demokrasi güçlerinin değişik azınlıklar, halklar ve değişik katmanlara ulaşıp onları HDK etrafında örgütlemelerinde yaşanan eksiklikler nedir?

Kısmen birinci soruda açıkladım. Eksiklik doğrusu şurada çok olabilir. HDK'nin varlığı ve maksatları hakkında bu kesimleri kulağı ve gözü yeterince bizim tarafımızda açılmamış olabilir. Bu HDK'nin görünürlüğüne dair bir genel eksiklikle ilgilidir. Öte yandan bizim halklar komisyonumuz var. Bunun düzenleyeceği çalışmalarla bunlara giderek daha etkin ve geniş bir biçim de ulaşabiliriz. 

Geçen yıl Çerkezlerin de anadilleri ile eğitim ve yaşamın diğer alanlarında kendilerini ifade etme yönünde istemleri kamuoyuna yansıdı. Kürtlerin mücadelesi onları nasıl etkiliyor?

Kürt mücadelesi Türkiye'deki bütün hak temelli mücadeleleri olumlu etkiliyor. Örneğin bu sadece kültür ve kimlik gruplarının değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyetçilik, ekoloji, inanç gruplarını da olumlu etkilediğini düşünüyorum. Türkiye'de Çerkezlerin yanı sıra Lazların da bu süreçten olumlu etkilendiğini biliyorum. Kendi kültürü ve kendi kimliği için mücadele etmenin bu kolektif halklar için mücadele etmenin hem mümkün hem de gerekli olduğuna dair somut göstergelerdir. İkincisi ise Kürt Özgürlük mücadelesinin genel olarak bir sol hat izlemesi dolayısıyla aynı şey bu kesimlere de yansıyor. Her kesimin milliyetçisi olduğu kadar enternasyonalisti de var. Bütün bu halk topluluklarının hak mücadelelerinde genellikle solun etkin olduğunu görüyoruz. İster Lazlar olsun, ister Çerkezler olsun, ister Gürcüler olsun. Çünkü genel olarak milliyetçi kesimler AKP ile yakınlaşarak bir tür din kardeşliği üzerinden kimlik iddalarını sürdürebileceklerini ümit ediyorlar. Ama kendilerini ayrı bir halk, ayrı bir topluluk olarak ifade edebilmek için çaba gösterenler daha çok solcular. HDK onlar için oldukça uygun bir ortam.

Türkiye'de yeni anayasa tartışmaları var. Daha demokratik ve halkların kabul edebileceği bir anayasa konusunda HDK’nin fonksiyonu ne olabilir?

Şimdi HDK'nin fonksiyonundan önce bir kere 'Türkiye'de yeni bir anayasa ihtiyacı yaygın olarak hissedilebiliniyor mu' sorusuna cevap vermek gerekirse, bence bu heycan hissedilmiyor. AKP 2011 seçimlerinden önce Oslo müzakereleri sürdüğü dönemde birçok problemin bir anayasal yenileşme ile aşılabileceğini düşünüyor. Fakat açılım dedikleri şey milliyetçi duvarlara çarpması, zaten aslında bir güvenlik siyaseti olarak sürdürülmüş olması dolayısıyla akamete uğramasından sonra aslında AKP bir anayasa arayışı içerisinde değil. Geçmişten kalan bir söylem olarak bu devam ediyor. Mecliste bir hazırlık komisyonu var. Çeşitli kesimleri dinliyor. Ama yeni bir anayasa yapma heyecanı yok. İki sebepten bence bu heyecan yok. Siz bir yandan bir savaş yürüteceksiniz, öbür taraftanda özgürlük diye konuşacaksınız. Bir yandan savaşı sürdüreceksiniz, öte yandan demokrasi ve insan haklarından bahsedeceksiniz. İkisi birden yapılamıyor. O nedenle ben yeni anayasa çalışmaları denilen şeyin olduğu yerde saymak anlamına geldiğini düşünüyorum. Bu şartlar altında yeni bir anayasa yapmanın ön koşulları olmadığı için bunun gerçekleşemeyeceğini düşünüyorum. Ön koşular hepsinden önce var olan anayasa çerçevesinde demokratik hakların örgütlenme, ifade ve siyasi faaliyet haklarının önündeki engellerin kaldırılmasının çok önemli olduğu kanaatindeyim. Örneğin ayrılma hakkı üzerine bir tartışma yürütmek yasal değil ise o zaman nasıl özgürlükçü bir anayasa üzerine tartışabilirsiniz. Ya da devletin var olan düzeninin değiştirilmesi ve onun yerine başka bir şeyin konulması için görüş beyan etnek suç olmaktan çıkarılmadıkça bir özgür anayasa tartışması nasıl yapılacak. O yüzden kitleler başımıza bir şey gelir diye anayasa meselesinde topa girmiyorlar. Açıkçası ben bu nedenle yeni bir anayasa heyecanını memlekete göremediğim gibi ben de böyle bir heyecan hissetmiyorum.

'Kürtler tüm engelleri aşacak'

Siyasetçi kimliğiniz yanında gazeteci kimliğiniz de var. Özellikle alternatif medya ya da barış gazeteciliği alanında önemli düşüncelerinizde var. Türkiye'de Özgür Gündem'in kapatılması, gazetecilerin tutuklanması ve Roj Tv'nin kapatılması konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Tabi şimdi Özgür Gündem yeniden açıldı. Yasak kararı kaldırıldı, ama Türkiye'de AKP kendisinden önceki bütün gerici hükümetlerin girdiği yola kaçınılmaz olarak girdi. Halkla savaşmaya karar verdiğiniz zaman halkın sesini ve itirazını dile getiren her şeyi susturmanız gerekiyor. Bunun bir yolunu hükümetler her zaman buluyor. Çünkü ellerindeki konuyla bağlantılı olarak ellerindeki anayasa ve bu anayasaya bağlı olarak ortaya çıkmış olan diğer bütün yasalar ifade özgürlüğünü kısıtlamak üzerine. Dolayısıyla basın ve ifadeye yönelik yasaklar AKP döneminde özellikle yargının hükümetin elinde bir silaha dönüşmüş olması dolayısıyla sürdürülüyor. Ancak Türkiye'de zaten şöyle bir şey var; Mahkeme yaygın medyada yapılıyor, savunmada sokakta yapılıyor. Eğer mehkeme çok haksız ve sokak çok göçlü ise o zaman bu kararlar ortadan kalkabiliyor. Burada alternatif medya çok büyük önem kazanıyor. Mesela Özgür Gündem'in kapatılmasına dair bütün bilgiler yaygın medyadan ziyade, sosyal medya, çeşitli iletişim araçlarında, twiterde süren tartışmalar, çağrılar ve bunlara ayak uyduran sokaktaki basın emekçileri ve onları destekleyen demokratik kuruluşların, uluslararası basın örgütlerinin dayanışması sayesinde oldu. Ben Özgür Gündem'in kapatılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni durumdan, özellikle alternatif medyanın, sosyal medyanın bizim için neden en hakiki mecramız olduğunuda bize gösterdiğini düşünüyorum.
'Press' filmini herkes izlemeli

Roj Tv'nin kapatılması tabi bunu aşan bir şey. Sadece medya tartışması değil. Roj Tv'nin ondan önce Medya ve Med Tv'nin bugünkü haliyle Nûçe Tv'nin Kürtlerin uluşlaşmasının en önemli mekanizmalarından biri olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin uluslaşması sadece Türkiye ya da Kürdistan'ın diğer parçalarında değilde Kürtlerin yaşadığı her yerde cereyan eden bir süreç. Dünyadaki bütün Kürtleri birleştiren en önemli iletişim ortamı Roj Tv'dir. Burada herkes birbirinin sesini duyuyor, birbirini görüyor, birbirinin faaliyetlerinden haberi oluyordu. Bu onları ortak bir kimliğe büründürmede çok belirleyici bir rol oynadı. Bence Kürtleri bir arada tutan çok önemli iki faktör var, bunlardan birisi Öcalan diğeri de Roj Tv'dir. Öcalan'ı sustursalarda o eski sesi Roj Tv'de devamlı çıkıyor. Roj Tv'nin hedef alınması çok önemli, çünkü Roj Tv'nin yayını Avrupa'da olduğu için Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin de bir göstergesi durumunda. Ne yazı ki şunu söyleyebiliriz; geçmişte daha çok kendi ülkelerindeki insan hakları, sosyal haklar, siyasi haklar yürüten örgütlerin baskısı altındakı hükümetler şimdi son krizle birlikte bu örgütlerin baskısından genel olarak kurtuldular. Muhafazakar ülkeler Türkiye ile ilişkilerini bütünü ile kar esası üzerinden ve bölgesel egemenlik esası üzerinde sürdüren hükümetlerin eli giderek güçlendi. O yüzden Roj Tv üzerindeki yasaklar ve kendi yerel mevzuatını aşan şeyler. Kararların verilebilmesi bu sayede oldu. Rasmussen'in NATO genel sekreteriliğine Türkiye'nin verdiği onayla, Danimarka'nın Roj Tv'ye yaptığı baskı arasında bir bağ olduğunu görmemek için akıldan yoksun olmak lazım. Öyle de olsa bile yerleşmiş kurumlar, yerleşmiş bir adalet anlayışı olduğu içinde aslında mahkeme tam manasıyla Roj Tv'yi kapatamadı. Bunu daha çok ticari kurumlar aracılığıyla yaptı. Yayın vermiyoruz, lisans vermiyoruz vb. mahkeme burada problem olduğunu söylüyor. Ben tüm bu engellemelere rağmen Kürtlerin görsel, işitsel, yazınsal ve internet basınının tüm bu güçlükleri aşabileceği kanaatindeyim. Kürt basının tüm zorluklara büyük bir sabırla göğüs gerdiğini görüyorum. Bu kurumlarda çalışan birçok genç arkadaşımızın gözlerindeki heyecandan bunu görebiliyoruz.

Tabi ki bu süreçte yaşanan hengameler Nûçe Tv'nin yayın kalitesine biraz yansıdığını düşünüyorum. Eskiden kültür eğlence, eğitsel programların yapılmasında imkanlar varken, şimdi sadece bir haber kanalı olarak çalışmak zorunda kaldı. 24 saatin bu şekilde doldurulabilmesi için haber üretme kapasitesini aşıyor. O yüzdende zorlandığını görüyorum. Ama bunu aşacaklarına inanıyorum. Orada yapılacak çok iş olduğunu biliyorum. Demokrasi açısından Özgür Gündem'in açık olmasının ne kadar önemli olduğu görüldü. Demokratlar bu konuda yanında yer aldılar. Gazeteciler ifade özgürlüğünün yanında yer aldılar. Bu medya açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet gazetesi bu kapatma kararını manşetine taşıdı. Cumhuriyet gazetesi tarihinde ilk kez olarak Özgür Gündem'in yanında yer aldığına tanıklık ediyoruz. Türkiye'de hem demokrasi mücadelesi, demokratik vicdan gazetecilik camiasında özgürlükçü medyanın yanında durmaya insanları zorladı. Buda siyasetin başarısıdır diye düşünüyorum. Şöyle ya da böyle doğru haber yayılmasının yolunu buluyor. Bunun için geçtiğimiz sene birçok sinema ödülünü alan 'Press' filmini herkes izlemeli. Bu gazetecilik geleneğinin nasıl doğduğuna dair özgür bir anlatım.

Özgür Gündem'e, Nuçe Tv'ye ve Yeni Özgür Politika gazetesine başarı dileklerimizi yoluyoruz.

MEHMET ZAHİT EKİNCİ

Hiç yorum yok: