12 Nisan 2012 Perşembe

AKP’nin Savaşı Kürdistanlaştırma Hayali


Şöyle bir geçmişe dönüp hatırlamaya çalışalım. ABD Devlet Başkanı Barak Obama göreve geldikten hemen sonra, 2009 yılı başında Kürt sorununa Obama’lı dönemin bakış açısını çizdiği iddia edilen ve hazırlayanın adını taşıyan bir rapor hazırlanmıştı. Barkey Raporu adlı bu belgenin ‘PKK’nin tasfiyesi için’ başlığı altındaki maddelerinin sonunda ‘silahlı mücadelede ısrar eden marjinalleşmiş PKK’nin ABD’nin hava desteği ile yok edileceği’ belirtiliyordu. Bu sonuca doğru giderken de “ABD silahı tercih etmeyen Kürt şahsiyet ve örgütlerine sıcak bakmalı, onları resmi olarak çağırarak taltif etmelidir” deniliyordu. 

Raporun yayınlandığı dönem ‘Gâvur İmam’ Fetullah Gülen çizgisindeki seri Abant Toplantılarının Hewlêr’e de taşırıldığı bir sürece denk gelmekteydi. Yine aynı dönemde TRT-6 yayına başlarken, bazı işbirlikçi ve hain Kürtler de harekete geçiriliyordu.

Türkiye’de 29 Mart yerel seçimlerinin hazırlığı yapılırken, Nisan ayında da sözde seçimlerden galip çıkmış ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni yenilgiye uğratmış Tayyip Erdoğan yeni Başkan Obama’yı evinde konuk etmeye hazırlanıyordu. Bütün bu gelişmelere bağlı olarak, Barkey Raporu’na denk düşecek bir politikayla KDP öncülüğünde bir Kürt Konferansı hazırlığından söz ediliyordu. Buna göre askeri operasyonlarla beli kırılmış PKK, seçimleri kaybetmiş DTP, hiçbir siyasal etkinliği kalmamış Öcalan ve TRT-6 etrafında örgütlenmiş bir hain Kürt takımıyla Türkiye sözüm ona Kürt sorunu olmayan bir sürece girecekti. Geriye kalan onurlu Kürtler ve bu arada Kürt gerillası da ABD’nin hava desteğiyle imha edilecekti.

Obama işte tam da bu dönemde TBMM’de böylesi bir Kürt temsili ile tanışacaktı. Tabii durum öngörüldüğü gibi olmadı. Seçimlerde zaferle çıkan özgürlük eğilimi karşısında yapılan tüm hesaplar alt üst oldu. Hainler bir köşeye çekildi. Özgür Kürt’ün tasfiyesi üzerine kurgulanan Konferans gerçekleşmedi. Obama TBMM’de hain takımı ile değil de, Kürt demokratik siyasetinin temsilcisi ile görüşmek zorunda kaldı. Tasfiyenin psikolojik zeminini hazırlayacak olan Abant Toplantıları dizisi rafa kaldırıldı. Ama “Osmanlı’da oyun çoktur” hesabı, bu sefer de ‘demokratik açılım’ adı verilen ve merkezine İmralı-Kandil hattını etkisiz kılmanın oturtulduğu bir oyalama süreci başlatıldı. Öte yandan ‘KCK operasyonları’ adı altında demokratik Kürt siyasetini tasfiyeyi amaçlayan siyasi soykırım saldırıları geliştirildi. Obama’nın görüştüğü Kürt siyasetçisi Ahmet Türk’ün milletvekilliği düşürüldü. DTP kapatıldı. Aynı anda Habur girişleri ve Oslo görüşmelerine paralel olarak Kürt Halk Önderi Öcalan ile görüşmeler sürdürülürken, Kürt Hareketi’ni beklenti içine sokarak tasfiye etme hesaplandı. Bu politika ekseninde 2011 genel seçimlerine kadar gelindi. Sonuçta Türkiye’nin diğer demokratik dinamiklerini de yanlarına alan Kürt siyasi hareketi, onca sınırlamaya, yasaklamaya ve binlerce öncüsü tutuklanmasına rağmen, TBMM’de eskisinin iki katı bir güçle temsil gücüne ulaştı.

Zaten 2011 seçimlerinin arkasından da yeni bir sürece girildi. Kürt siyasi hareketi yoğun askeri ve siyasi operasyonlarla bitirilmeye çalışılırken, Barkey Raporu’nda bahsedilen ABD hava gücü büyük bir ihtimalle çok etkin biçimde kullanıldı. Halen yapılmasına kimlerin karar verdiği açıklanmayan ve sorumlularının üzerine gidilmeyen Roboski katliamı da  bu imha konseptinin başka bir boyutu olarak gerçekleştirildi. Böylelikle gerillanın etrafındaki kitle sindirilmek ve ezilmek istendi.

Bugün bir yandan KCK operasyonları, diğer yandan askeri operasyonlar sürdürülürken, Kürt Halk Önderi Öcalan da oylama politikalarını reddetme anlamında sekiz ayı aşkın bir süredir direnişe geçerken, BDP-DTK’yi Kandil-İmralı hattına karşı çıkarmak için Kürt siyasi hareketi üzerine baskı kurulmaya başlandı. Bu arada siyaseten canlı mevtalar olan Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi ciğeri beş para etmez tipler de devreye sokuldu. BDP’nin Türkiyelileşme çabasını boşa çıkarmak için ise Taner Akçam gibi yeminli APO ve Kürt düşmanı bir tasfiyeci-tövbekâr sahneye çıkarıldı. Bu durum onurlu Kürt-Türk birlikteliğinin AKP Hükümeti tarafından sözcüğün gerçek anlamında bir onursuzlar ittifakı ile boşa çıkarılmak istendiğini ortaya koymaktaydı.

Tam da bu noktada çeşitli çevreler, AKP’nin Güney Kürdistan kartından söz etmeye başlıyorlardı. Söylenenlere bakılırsa, Haziran ayı sonunda gerçekleşeceği belirtilen Kürt Ulusal Konferansında KDP ve Mesut Barzani ''PKK’ye sözde silah bırakmayı dayatacakmış.'' PKK’nin bunu reddetmesi durumda ise, ''Türkiye ile birlikte ona karşı çok etkin mücadele yürütecekmiş.'' KDP’yi bu mücadeleye ortak etmek isteyen Türkiye, ''Barzani’yle ilişkileri daha da sıklaştıracakmış.'' Bugünlerde gerçekleşen ''Mesut Barzani’nin Washington ziyaretinin temel nedenlerinden biri de bu mücadeleye son biçimini vermekmiş''. Son dönemlerde parça parça gündemleşen Kürt konferanslarının temel amaçlarından biri ''PKK’nin etkinliğini sınırlama ve PKK’yi devre dışı bırakma imiş.'' Hatta ''KDP’nin Suriye politikası biraz da Türk Hükümetinin elini güçlendirmeye yönelikmiş.'' Bunlar elbette bizim görüşlerimiz değil, farklı çevrelerin yorumları oluyor. Kuşkusuz bu yorumları haklı kılacak belli bir arka plan ve güncel gerçekliğin var olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Her şeyden önce ''Kürt sorununun silah yoluyla çözülemeyeceği '' tarzındaki değerlendirmenin pratik açıdan bir değer ifade etmediğini belirtmek gerekir. En fazla demokratik siyasal çözümden söz eden PKK olmuştur. Hatta PKK bundan söz ettiğinde KDK ile ilişkili birçok çevre, PKK’nin mücadeleyi bıraktığı biçiminde kara propaganda bile yapmıştır. Dolayısıyla PKK’ye hiç kimse demokratik siyasal çözüm için akıl vermesine gerek yoktur. AKP Hükümetinin Kürt sorununun çözümünde şiddeti esas aldığı ve bir topyekûn imha savaşı yürüttüğü ortadadır. Yeşil Türkçü AKP faşizminin öngördüğü barış tümüyle ezme, sindirme ve teslim almaya dayalıdır ve bundan geri adım atacağına dair en küçük bir belirti yoktur. Kürt Halk Önderinin de ifade ettiği gibi, “AKP ve dayandığı iç ve dış güçler barış konusunda stratejik bir yaklaşımı kamuoyuna açıkça deklere etmedikçe ve demokratik bir anayasa için bağlayıcı kararlar almadıkça, Kürt gerçekliğine ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik sergilenecek her tutum, eylem ve söylem tasfiyecilikten öteye bir anlam ifade etmeyecektir.” Bu durumda PKK’den silah bırakması talebinde bulunmanın halkı ve kendini savunmaktan vazgeçip teslim olmasını istemek anlamına geleceği açıktır. Kimden gelirse gelsin, PKK’nin böyle bir talebi reddedeceği bellidir. Kürt Ulusal Konferansı’nın en temel görevi Kürt halkının en temel taleplerine sahip çıkmak  ve AKP Hükümetini bu talepler doğrultusunda somut adımlar atmaya çağırmaktır. Kürt halkının en doğal taleplerinin karşılanması konusunda bir kararlılık ve çağrı ortaya koymak yerine PKK’ye ''silah bırakma çağrısı''nda bulunacak bir Ulusal Konferans daha işin başında kendisini başarısızlığa mahkûm etmiş demektir. Böyle bir konferansın Türkiye’nin ''hassasiyetlerini'' dikkate alma ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne tasfiyeyi dayatma gibi bir görevi olmayacağı açıktır. 

Kürtler açısından belli bir tarih bilincinin oluştuğu bir gerçektir. Enkidu’lar ve Harpagos’ların oynadığı olumsuz tarihsel rol bilinmektedir. Bunlara karşı Astiyag’ların feryadı halen kulaklarda çınlamaktadır. Bu nedenle Newroz meşalelerinden yayılan ışık dünyayı aydınlatacak kadar güçlenmiştir. Bu halk bir efsane de olsa Kawa’ları yaşamsallaştırma mücadelesi içinde her şeyden önce kendi birliğini yaratmanın savaşını vermektedir. En son Newroz başkaldırıları da bunun canlı tanığıdır. Kürtler arası birliğin simgesel ifadesi de alanlarda dile gelen Önder Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü, tüm tutsakların serbest bırakılması, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi temel talepler olmuştur.

Doğal olarak Kürt Ulusal Konferansı gerçekten bir ulusal nitelik taşıyacaksa, Kürt sorununu çözmeyi ya da bu talepleri yerine getirmeyi gündemine almak durumundadır. Çünkü Kürtlerin ezici çoğunluğunun temel isteği budur. Eğer bu talepler değil de Washington ya da Ankara veya Brüksel’in politikaları esas alınırsa, o zaman Kürtlerin onurlu birlikteliği değil, sayın Barzani’nin sıkça dile getirip karşı çıktığı ‘kardeş kavgası’, hem de Kürt halkının düşmanlarının çıkarları için gündeme gelir. O nedenle tarihi doğru okumak son derece önemlidir. Harpagos’lar ve Enkidu’ların Kürt tarihinde kara bir leke gibi durduğu asla akıllardan çıkarılmamalı, küçük bir çıkar alanı için bütün Kürdistan ateşe atılmamalıdır. Egemenler Kürtler arasında parçalanma, çatışma ve bölünme yaratarak Kürtlerin mücadeleyle ortaya çıkardığı her türlü siyasi gücü, imkanı ve kazanımı ortadan kaldırmak istemektedirler. 

ALİ H. YERKAN

Hiç yorum yok: