19 Nisan 2012 Perşembe

AKP’nin Şartı: ‘Ya Takla At, Ya Dağa Çık!’

Veysi Sarısözen


Bu yazı yazıldığı sırada Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve onun başındaki şahıs, “suç işlemeye” devam ediyordu. “Manevi” bir suç bu. Ne “hafif cezalık”, ne “ağır cezalık”... Yurttaş vicdanında “müebbet mahkumiyeti” gerektiren bir suç.

İçişleri Bakanı işlediği suça rağmen dört gündür görevinin başında ve hükümet ile onun başındaki şahıs bu Bakanı dört gündür görev başında tutma suçunu işlemeye devam ediyor.

Suç yeri işçilerin boğularak can verdiği Erzurum havalisi. Suç ise medyada şu şekilde haberleşti:

“İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Erzurum’a gitmiş. 5 TEDAŞ işçisinin öldüğü gölette incelemelerde bulunmuş. Ardından da Pasinler ilçesine geçmiş.

60 yaşındaki bir vatandaş yanına gelip “Sayın Bakanım senin geldiğine çok sevindim” deyince Bakan şöyle cevaplamış:

“Yok ya... Nereden bileyim sevindiğini? Hadi bir takla at ya da oyna göreyim.”!!!!

Uzun lafa gerek yok. Bu şahsın eline silah ve emrine polis verilemez. Kendisine zavallıca “dalkavukluk” edeni “takla attıran” bu kişi, karakola düşen insanlara neler yapmaz!..

Bir gün bile görevde durması herkes için tehlikelidir.

Bu tamam. Peki, hükümetin elindeki yargı cihazı nasıl işliyor? Onu da Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Yargıtay’ın bozma kararından sonra verdiği beraat kararı çok iyi anlatıyor. Buna göre, Şemdinli’de “iyi çocukların” Umut Kitabevi’ni bombalamasından sonra halka silahla saldıran ve bir kişiyi öldüren, dört kişiyi ağır yaralayan uzman çavuş T.Ç. beraat ediyor. “Meşru savunma” nedeniyle beraat eden bu “kardeşimiz”, Isparta’da da Salih Uçar adındaki Vanlı bir Kürdü öldürmüş. Az sonra oradan da “yırtacağı” kesin gibi görünüyor.

Demek ki, üç kuvvetten “icra”nın en kritik adamı olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in durumu meydanda. Yürütme “erki”, “Halka takla attırıyor.”

İkinci kuvvet olan yargının haline son örnek malum. Kürt öldüren “Seri katile beraat.”

Ya üçüncü kuvvet olan Yasama’nın durumu ne?

Onu da geçtiğimiz gün MHP’li Bal, CHP’li Türmen ile üçüncü kuvvetin başındaki TBMM Başkanı Cemil Çiçek arasındaki “sohbetin” medyaya yansımasıyla öğreniyoruz. Konuşmanın bir yerinde Türmen ve Bal, seçilmiş vekillerle ilgili taleplerini dile getiriyorlar. Meclis Başkanını ikna etmenin yolu malum: Kürt düşmanlığı. Nitekim MHP’li Bal, tutuklu BDP’lilerle CHP’li ve MHP’li tutuklu vekilleri birbirinden ayırmak gerektiğini, yani MHP’li ve CHP’lileri serbest bırakırken, BDP’li altı vekili hapiste tutmanın doğru olacağını söylüyor. Ve ekliyor “Bunu yapmazsanız, yarın öbür gün dağdakini milletvekili seçer gönderirler...”

Bu iğrenç pazarlığa üçüncü kuvvet olan Yasama’nın başı ne diyor. Okuyalım:

“Şimdi bu yol açılırsa ne olur? Bildiğim kadarıyla Murat Karayılan’ın bir mahkumiyeti yok. Karayılan dağdayken aday gösterilir, seçilirse ne yapacaksınız? Yol açılırken nereye varabileceğini düşünmek lazım.”

İşte böyle... BDP vekillerinin hapiste tutulmasının gerekçesi işte böylece anlaşılmış oluyor. Yasamanın başı “takla attıran bakanın” emrindeki polis fezlekesiyle ve “seri Kürt katilini beraat ettiren” mekanizmanın kararıyla tutuklanan vekillerin, seçildikleri halde hapiste kalmasının nedenini, “onlar bırakılırsa yol açılır, Karayılan vekil seçilip, Meclis’e girer” diyerek “onaylıyor.”

Kuvvetler ayrılığı böylece Kürt halkına ve onun iradesine karşı “birleşiyor”, tek bir yumruk oluyor; vatandaşa “takla”, katile “beraat” ve vekile “hapis” böylece bu “kuvvetler birliğinin” kararıyla gerçekleşiyor.

İnsan fesüphanallah diye iç geçiriyor.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan’a sorsak; “TBMM Başkanı Cemil Çiçek hapisteki vekilleri bırakırsak, Karayılan adaylığını koyar, seçilir, bu yolu açmamak için BDP’li vekilleri hukuka aykırı olarak hapiste tutuyoruz’ mealinde laflar etti. Siz bu işe ne diyorsunuz? Aday olma niyetiniz var mı?”

Acaba bize ne derdi?

Belki de şöyle derdi; “Biz dağa piknik yapmak, mebus olmak için çıkmadık!”

Gerçekten akıl almayan işler bütün bu yazdıklarımız. Bakan yurttaşa “beni gördüğüne sevindiğini göstermek için takla at” diyor; yargıç “seri Kürt katiline beraat” veriyor, Meclis Başkanı “BDP’li vekilleri bırakırsam Karayılan Meclis’e girer” diye korkuyor.

Neden? Karayılan “elini tetikten çekiyor”, çekmekle kalmıyor, üniformasını çıkarıp, silahını gömüp, “silahsızlanıyor”, dağdan kendi ayağıyla Amed’e değil de Ankara ovasına iniyor, inip de “serhildanın” başına bile geçmiyor, “Özerk Kürdistan Meclisi’ne” değil de, doğru Cemil Çiçek’in başında olduğu Türk Meclisi’ne varıp, mazbatasını alıyor, ve... “Atatürk devrimleri” filan diye “Türklük” adına “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü” hakkında yemin ediyor...

Hey Allah’ım. Cemil Çiçek’in çevirdiği bu filmi Nusaybinli “tren yolu çocukları” seyretse, emin olun, polisten korkmayan bu çocuklar ebediyen tırsar ve bir daha da ellerine “taş” almazlardı. Barış anneleri ise “tövbe, Allah yazdıysa bozsun” diye dua ederlerdi.

Karayılan’ın Meclis’e girmesinden korkacağına, dua et ki Meclistekiler dağa çıkmak zorunda kalmasın!... Öyle ya, vatandaşa “takla attıran” şu rejim insanı Meclis’ten de çıkarır, zıvanadan da çıkarır, dağa da çıkarır.

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: