25 Mart 2012 Pazar

Enes Ata’dan ‘Yeni Stratejiye...’ Kürt Sorunu

Amed Dicle
 
 
6 yıl önce, 24 Mart 2006 tarihinde 14 cenaze getirildi Diyarbakır’a.

Cenazeler Diyarbakır, Muş, Bingöl üçgeninde yaşamını yitiren gerillalara aitti.


30 yıllık savaş sürecinde bu kente binlerce cenaze getirilmişti... Ancak 1999 yılında, gerillanın ‘sınır dışına’ çekildiği süreçten sonra ilk defa bu kadar cenaze, toplu halde getiriliyordu Kürtlerin siyasal merkezine...


Kürt sorununun barışçıl şekilde çözülmesi için girişimlerin yoğunlaştığı, halkın barış için sokaklarda gösteriler yaptığı, Newroz’da barış mesajlarının verildiği, AKP’nin Öcalan’ın ‘ateşkes çağrısı yapması’ için İmralı'ya peş peşe mesaj gönderdiği günlerdi…


Tam da bu süreçte, Diyarbakır, Muş, Bingöl üçgeninde üstlenen gerilla grubuna karşı operasyon düzenlenmiş, kimyasal silahlar ile katledilmişlerdi.
Tanınmayacak durumdaydılar, görenlerin insanlığından utandığı bir manzaraydı...


Cenazeler Yeniköy mezarlığında on binlerce insanın katılımıyla defnedildi. Mezarlık dönüşünde operasyonları ve gerillaların kimyasal silahlarla katledilmesini protesto eden binlerce insana polisler gaz bombalarıyla saldırdı.


Ve kısa bir süre zarfında olaylar kentin geneline yayıldı, günlerce devam etti.


Bir hafta içerisinde 14 sivil insan daha öldürüldü, yüzlercesi yaralandı...


Mesaj açıktı; 14 gerillanın öldürülmesi protesto edilirse, ‘gerektiğinde’ 14 sivil de öldürülür...


Öldürülen sivil insanların arasında en yaşlısı 78 yaşındaki Halil Söğüt’tü. Gösterilerin yoğun olduğu Diyarbakır’ın dar bir sokağında bir grup polis tarafından kıstırıldı. Yaşlıydı, ne taş atabiliyor, ne de koşabiliyordu.

Başından aldığı sert bir cisimle orada yaşamını yitirdi.


Aynı gün 19 yaşındaki mobilyacı Mehmet Işıkçı, 18 yaşındaki Mehmet Akbulut, Tarık Atakaya da polis kurşunlarıyla yaşamını yitirdi.

Sokaklardan silah sesleri geliyordu...

Polisler halkın üzerine gelişi güzel ateş açıyorlardı...

9 yaşındaki Abdullah Duran, dışarıda olup bitenleri seyretmek için, çocuk merakıyla kardeşiyle balkona fırladı…

Kurşunlardan biri Abdullah Duran’ı hedef aldı…

Abdullah kurtarılamadı…

Bir gün içerisinde 5 Diyarbakırlı katledildi.

Ertesi gün, başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuşuyor Diyarbakır'da yaşananlara değiniyordu.

Dünya kamuoyu, Başbakanın olayların yatıştırması için açıklama yapmasını beklerken, kendisi aynen şu sözleri söyledi;

‘Kadın da olsa, çocukta olsa, gereken neyse yapılacak!’…

Sonraki günlerde ‘gerekenler yapıldı’, öldürülenlerin sayısı 14’e yükseldi...
Aralarında en küçüğü olanı Enes Ata’ydı katledilenlerin...

Enes 7 yaşındaydı. Göğsünden aldığı tek kurşunla öldü. Basın mensuplarının gözü önünde vuruldu, vurulma an’ı kayıtlara alındı.

Vurulanlar hakkında mahkeme açılmadı. Çünkü ‘gereken neyse’ yapılmıştı.

Ve o günden bugüne ‘gereken neyse yapılacak’ zihniyeti Kürt sorunu konusunda aynen devam etti, hiç zikzak çizmedi.

Sonra küçücük bedenlerinden daha çok mermi ile, Ceylan Önkol gibi çocuklar öldürüldü, öncesinde Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi gibi.

Çocuklar tutuklandı, cezaevlerinde devlet gözetiminde taciz ve tecavüze uğradı, Pozantı’da ortaya çıktığı gibi…


‘Gerektiğinde’ görüşmeler yapıldı, gerektiğinde operasyon.

Kimyasal silah kullanıldı, Çukurca örneğinde göründüğü gibi..

‘Gerektiğinde’ toplu katliamlar yapıldı Roboski’de olduğu gibi..

Yani zihniyet hiç değişmedi.

‘Kürtleri teslim almak’ için her yol 'gerektiğinde' denendi.

Ama Kürtler teslim olmadı, aksine direndi...

Ve 'gerektiği' anlarda saldırıya maruz kalıp, direne direne geldik dayandık 2012 Newroz'una...

1992’de Cizre’de Newroz meydanında insanlar nasıl öldürülmüş, yerlerde sürüklenerek panzerlere atılıp ‘bilinmeyen’ karanlık hücrelere götürülmüşse, aynı manzara aynı yerde, aynı tarihte ve aynı şekilde tekrarlandı.


Kendisini tekrar eden Devlet, direnişe devam eden ise Kürtler…

Diyarbakır meydanında yüz binlerin direnişine boyun eğdi, fırsatı bulunca Batman’da Kürt bilgesine fiziki saldırıda bulundu.

1993’te aynı kentte yine bir Mardin Milletvekili olan Mehmet Sincar öldürülmüştü. Kürtlerin bu mesajı anlayabilecek tecrübeye sahip oldukları gayet iyi biliniyordu...

Zayıf bulduğu halkada ise yine kan döktü..

İstanbul’da BDP’li yöneticiyi, Hacı Zengin’i öldürdü.

Başbakan öldürenleri de, saldıranları da savundu, tebrik etti.

Roboski’de, Kortek’de, Batman’da, Uğur Kaymaz’ın öldürülmesinde, 28 Mart Diyarbakır katliamında hep böyle olmadı mı?

Katiller hep tebrik alıp terfi edilmedi mi?

Bunu yapan hep aynı hükümet aynı başbakan değil miydi?

O zaman ‘yeni olan’ ne?

Bunu en iyi biz biliriz…

Zihniyet de, Strateji de hep aynı noktaya odaklı…

"Teslim almak."

Çünkü, Kürtlerin iradeleriyle tanınması bu zihniyetin doğasına aykırıdır.

Peki ya Kürtler bu bayat teslim alma stratejisine "Final yılının" Newroz’un da nasıl bir cevap verdiler?

"An Azadi, An Azadi" diyerek..

Acaba Hüseyin Çelik'te ve Kemal Burkay'da ve benzerlerinde, "An Azadi, An Azadi" cümlesini Türkçeye çevirebilecek yürek var mıdır?

Ya da Başbakan'da bunu duyup hazmedecek ciger?

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: