3 Şubat 2012 Cuma

Takriri Sükun Kanunu Geliyor!..

‘’Müflis (iflas etmiş) tüccar, eski defterleri karıştırır“ derler. TC devlet anlayışında eski korkuları (terör) hortlatmak, değişmeyen ezberdir. Onun için Ordu-AKP-Gülen Tarikatı üçlüsü, şimdi müflis tüccarın eski defterleri karıştırması gibi, Kürdistan’ı cenderede sıkıştırıp, susturmaya yarayacak, terör formüllerini tarihin çöplüklerinde arıyor.

Araya araya İttihatçıların Ermeni mallarına el koyma, ‘B takımları‘ Kemalistlerin Kürdistan’la birlikte, muhaliflerini de sindirme planı olan Takriri Sükun Kanununu bulmuşlar. Olmayan vicdanının kırıntılarını da bankasının kasasına kilitlemiş Deccal’in medyası, ziller takıp, yandan yırtmaçlı, püsküllü şallara sarınarak şadak, şıkıdım göbek atması eksik bir coşkuyla, Kürtlerin mal varlıklarına el koyma kanununun yolda olduğunu müjdeliyor.

Türk kamuoyu ve medyası ise efendinin geleneksel buyurganlığı karşısında, „Kürtlerin başına örülecek çoraptan bana ne“ suskunluğuyla, „uygundur“ hazır olunda.

Oysa kazın ayağı öyle değildir. Geçmişte de Kürdistan yanıyor, ama sonunda alevler, kendi kapılarını da sardı, hep. Atatürk’ün 1925’de ilan ettiği Takriri Sükun, zaten kaybedecek bir şeyi kalmamış Kürtleri baskı altına almış, ama övmeme suçu işleyen yazarlar, (bunların en ünlüleri Ahmet Emin Yalman ve Hüseyin Cahit Yalçın Kürtlerden nefret ettikleri halde Kürtlerle bağdaşlatırılarak) İstiklal Mahkemelerine çekilip terbiye edilmiş, muhalif olduklarından şüphelenilen pek çok kişi de kellesini kaybetmişti.

Turgut Özal, 1988’de „Sansür ve Sürgün“ kararnamesini yürürlüğe koyduğunda Kürtlerin canı yanmış, ama sonunda en büyük desteği veren Aydın Doğan imparatorluğu da nasibini almıştı. Mehmet Ali Birand’ın Abdullah Öcalan röportajı yüzünden Milliyet gazetesi ve matbaası polisçe sarılmış, yayını durdurulmuş, destek trampetcisi patronlar, bundan sonra „vay canına, neler oluyor?“ demişlerdi.
 
Süleyman Demirel-Doğan Güreş-Tansu Çiller üçlüsü 1990’larda Kürt işadamları için „vur“ emri çıkarmış, sonra bu emir, onların da boynuna dolanmıştı. Bu gün hala yasını tuttukları, Türk sosyetesinin kumarhaneler cephesinin seçkin ismi Ömer Lütfü Topal yok olmuş, Antep’teki kaçırma medyayı patlatan malzeme olmuş, pek çok işadamı, hayatını kurtarma telaşında servetler dökerek rüşvet vermiş, koruma orduları kiralamıştı.

Terörle Mücadele Yasası, muktedir generallerin terör projesiydi. Bu kanunla, canları istediği zaman, hedef seçilen Kürtler boğulacaktı. Faili meçhul cinayetler vahşeti, bu kanundan güç alıyordu.

Bu gün Kemalist hayaletin kurbanı Kürtler toplama kamplarında ama, bu kanunu isteyen ve gerçekleştiren Generaller de kendi eserlerinin mağduru. Dünün baş muktediri Genelkurmay Başkanı terörist suçlamasıyla içerde, anlı, şanlı, kılıcı, kaması kanlı kimi Generaller de yine bu kanun gereğince, teröristlikten tutuklu.

Recep Tayyip, 2014 yılında, Sultanları da aratan Sultani yetkilerle donanımlı olarak, Atatürk gibi tartışmasız baş efendi olmak istiyor. Bunun için ordu-Gülen tarikatının mutabakatı olan kara koalisyon tamam, polis, adliye ve medya ayağı zaten hizada.

Tabelası ışıltılı Türk siyasi partileri, „ben daha iyi Faşistim“ yarışında. Faşizmin denenmiş gaddarları dururken, kim ne yapsın, „en iyi Faşist benim“ borazanı çala çala sıraya giren adayları!..

Faşizm tek şefe tapınmaysa eğer, Türk halkının buna aşkla talimli, yeminle bağlı kesimleri zaten müstahaklarını, üçü bir arada olarak bulmuşlar.

Üçlüden biri, önüne çıkanı korkuturken, ağzından din, iman gırla akıyor. Oğulcuğu da denizlerde gemiler yüzdürüyor.

Peygamberlik taslayan ortağı, dindarlıktan ayağı yanmışcasına ah û zar edip, insan kanı görmeye hasret kalmış gibi ağlayarak, „vurun, ha vurun Kürtlerin kökünü kurutun“ diyor. Ağladıkça, tapanlarının cebindeki para nehir olup kasasına akıyor.

Üçüncü ortağın fiyakası, yandan çarklı. Göğsündeki teneke madalyalar, her daim şakırtılı. Efendisi emredince, Kürdistan dağlarınının çiçeğini, otunu, böceğini zafer meşalesi niyetine yakıyor. 34 Kürt gencinin parçalanmış bedenini de, madalya niteliğinde afferime tevlit ediyor. 

Recep Tayyip, boyunu aşan hırsıyla, 2014’deki Sultani hedefe koşarken, tek engel Kürdistan. 8 bin tane Kürdü betonların gerisine hapsetmesi, engeli aşmada yetmemiş olmalı ki, Atatürk’ün 1925'te başlattığı, daha sonra mahdumlarının değişik versiyonlarını denediği, ekonomik boyutlu Takriri Sükun, öbür yanıyla 1942’de Müslüman olmayanlara uygulanan „Varlık Vergisi“nin yeni şekli geliyor, şimdi. Kürtleri mülksüzleştirip, ekmeğe muhtaç ederek, teslim alacaklarını sanıyorlar. Deccal, bu beklentiyle sevinç çığlıkları atıyor.

Oysa, Kürdistan 1925 zulmüne rağmen „ben buradayım“ diyerek meydan okuyorsa eğer, bu çaresizliğe sarılmadır. Daha dün (1991’den itibaren) yayla yasağı, köylerin cayır cayır yakılması, ticaretten ekmeğini kazananların mafya-devlet tetikçileriyle sarılması, Türk şehirlerinde işportacılık yapanların hedef tahtasına oturtulması var. Özgürlüğüne susamış halka vız geldi, tırıs gitti…
Ama, bugün kör, sağır ve dilsizi oynayan Türk kamuoyu bilsin ki, yeni Takriri Sükun ve Varlık Vergisi, kendi koyunlarına dolanacaktır. Faşizme muhalif diye tek tek avlanarak…

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: