25 Şubat 2012 Cumartesi

Suriye Kürdistan’ında Özerkliğe Doğru

Cahit Mervan
 
 
Tunus’ta ‘Suriye’nin Dostları’ buluşmasında ortak bir plan üzerinde anlaşıldığı görülüyor. Suriye’deki rejim değişikliğini sağlamak için ‘dış müdahalede’ dahil olmak üzere hazırlanan plan, Suriye konferansına katılanlar tarafından büyük oranda onay gördü. Ancak bu ‘müdahalenin’ Libya’da olduğu gibi bir askeri işgale dönüşmesi kolay görünmüyor.

Kaldı ki ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye rejimini ağır bir dille eleştirmesi ve ardında ‘eğer’ ile başlayan o tanınan cümleyi, ‘bedelini ağır ödeyecek’ diye devam etmesi halen Suriye’ye yönelik askeri bir işgalin koşullarının olgunlaşmadığını gösteriyor. Bunun birden fazla nedeni var.

KÜRTLER İŞGALE KARŞI

Her şeyden önce dış faktörler Suriye’ye yönelik ABD’nin başını çektiği askeri işgali zorlaştırıyor. Rusya, Çin’in yanı sıra İran hesaba katılmadan bu işi kotarmak mümkün değil. Rusya’nın ta Sovyetler Birliği döneminden bu yana Suriye ile devam eden ‘iyi ilişkileri’, son yıllarda İran’ın Suriye’deki nüfus alanını genişletmiş olması, Libya’ya daha BM kararı çıkmadan ve NATO kararın mürekkebi daha kurumadan yapıldığı gibi bir askeri hareketi ciddi şekilde engelliyor. Çin’in BM güvenlik konseyindeki tavrı ise politik anlamda ‘Suriye’nin Dostları’nın işini zora sokuyor.

Belki en önemli faktör, rejim karşıtı muhalefetin hem karakteri ve nüfus alanı ile alakalı. Suriye’de sanıldığı gibi halkın tümü rejime karşı değil, ve Baas rejimine karşı ayaklanmış değil. Şam rejimi, anti-demokratik, baskıcı ve ırkçı karakterine rağmen hala halkın bir kesiminden hatırı sayılır bir destek görüyor. Bu ülkede farklı inanç toplulukların iktidar ve muhalefet ilişkisi bu desteğin sürmesinde etkili oluyor.

Suni Müslüman topluluk inanç olarak tek başına çoğunluğu oluştursa da Suriye’nin ancak yüzde ellisine tekabül etmektedir. Kaldı Suni Müslümanlar sanıldığı gibi tek parça homojen bir yapı oluşturmuyorlar. Örneğin Kürtlerin çoğunluğu Suni Müslüman olmasına rağmen politik talepleri itibariyle şu an rejime karşı direnen Müslüman Kardeşlerden çok farklı bir yerde duruyorlar.

Kürtler, askeri bir işgale şiddetle karşılar. Mümkün olduğunca rejimin kansız bir şekilde sonlanmasını, demokratik bir dönüşümün sağlanmasını istiyorlar. Mevcut rejime güvenmemekle birlikte, onun yerine Şam’a aday olan güçlere de güvenmiyorlar.

KÜRTLER İÇİN GARANTİ GEREK

Daha doğrusu Kürtler açısından Kürdistan’ın siyasi statüsünün ne olacağı Şam’da kimin oturacağından yüz kat daha önemli. Bu stratejik öneme sahip halka Kürtlerin şuandaki hareket tarzını belirliyor.
Haklı olarak Kürtler son Tunus konferansında büyük oranda kabul gören Suriye Ulusal Konseyi’nden ve kendilerini ‘Suriye’nin Dostları’ olarak tanımlayan, ABD başta olmak üzere uluslararası ve bölgesel güçlerden bu konuda garanti istiyorlar.

Ancak burada bir noktanın altını çizmekte yarar var. Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun’un, gerekçesi, ne olursa olsun Kürtleri kast ederek ” Yeni Suriye’de yerel otoritelerin kendi işlerini yürütmesine izin verecek şekilde ademi merkeziyetçi bir yönetim olacak. Ulusal kimliğiniz tanınacak ve saygı gösterilecek. Vatandaş olarak haklarınız garanti edilecek. Hayalini kurduğumuz Suriye’nin yeniden inşasın da önemli bir rol oynayacaksınız” sözleri önemlidir.

Ancak ortak bir duruş için yeterli değildir. Bunun için sözden öteye güven verici adımlara ihtiyaç var. Bu nedenle Kürtler, Galyun’un ifadelerinin Tunus’taki konferansın sonuç bildirgesinde neden yer almadığını sorguluyorlar. Bu nedenle temkinli yaklaşıyorlar, hatta bu çıkışın taktik olduğunu düşünüyorlar. Müslüman kardeşlerin ağırlıkta olduğu bu konseyle işbirliğinden kaçınıyorlar.

Bu durum, yani güven sorunu ve Baas rejimi sonrası ‘ne olacağı’ sorusu sadece Kürtler açısından değil nüfusun diğer yarısını oluşturan inanç ve etnik gruplar içinde geçerlidir. Aleviler, Nasturiler, Dürziler, Ermeniler, Çerkezler, Asuri-Süryaniler, Ezidiler olası bir rejim değişikliğinden neyle karşı karşıya kalacakları konusunda ciddi soru işaretleri ve kuşkulara sahipler.

ULUSAL KONSEYİ’N TEMSİLİ EKSİK

Öte yandan Suriye nüfusunun üçte birini oluşturan Aleviler Baas rejiminden desteklerini çektikleri yönünde ciddi bir amere halen ortaya çıkmış değil. Suriye Ulusal konseyi Suni Müslüman olmayan diğer etnik grup ve inanç topluluklarını temsil etmiyor.
Bu konseyin Tunus’ta ki konferansta ‘tek temsilci’ olarak tanınmasına rağmen temsil gücünün artırılması için “tüm hassasiyetleri içeren bir temsiliyeti kavuşması için teşvik edilir’’ denmesi esasen böylesine bir boşluk ve ihtiyaçtan kaynaklanıyor.

Kaldı ki Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karıştığı, buradaki militanları silahlandırdığı, kendi istihbarat elemanları ve özel kuvvetlere bağlı ekipleriyle işin içinde olması Suriye’de rejime karşı olan güçlerin ortak hareket etmesini de engelliyor. Türkiye’nin bin kilometrelik sınırından, Kürdistan üzeri yapılacak bir işgalin, Kürtler açısından olduğu kadar ‘Osmanlı sendromunu’ yaşayan Arap halkı açısından da farklı sonuçlara yol açabilir. Açacaktır da. Savaşın karakterini değiştirecektir.

TEHLİKE ANKARA’DAN GELİYOR

Türkiye’nin esas derdi Güney-batı Kürdistan’ın Özerkliğini engellemektir. PYD lideri Salih Müslim ANF’ye verdiği mülakatta “Çok dikkatli olmamız gerekiyor. Çok büyük oyunlar oynanıyor” demesi bundan kaynaklanıyor. İşaret ettiği yer Türkiye’dir. Her dönem anti-Kürt ittifakın mimari ve öncüsü Ankara rejimidir.

Türkiye’nin felsefesi, üzerinde şekillendiği devlet paradigması ve geleneksel refleksi Kürtlerin her türlü hak ve hukuk edinmememsi üzerin şekillenmiştir. ‘Kürtler Arjantin’de devlet kursalar bile onunla mücadele ederiz’ denmesi bundan dolayıdır. Deniz aşırı bir ülke olan Arjantin’de ‘Kürt devletine’ karşı savaşacağını ilan eden bir devletin, burnunun dibinde, hem de kendisin en büyük parçasına el koyduğu, işgal ettiği Kürdistan’ın bir parçasında özerkliğin veya herhangi bir öz yönetim biçiminin ortaya çıkmasına seyirci kalacağını düşünmek saflık olur. İşte bu nedenle Türkiye ‘büyük’ oynuyor. Tehlikeli oynuyor.

Ankara rejimi bir taraftan Baas sonrası söz ve karar sahibi olmak, yeni Suriye’nin şekillenmesinde masada olmak ve paylaşıma katılmak için siyasi-diplomatik-askeri her türlü uğraş içinde oluyor. Diğer yandan Suriye Kürdistan’ında orta çıkacak özerkliği önlemek için şimdiden tedbir alıyor. Kürtlerin birliğini bozmak için çalışıyor. Yarın Kürtlere karşı kullanabileceği, katliamlar ve terör estirebileceği paramiliter güçler kuruyor. Kürtler için tehlike artık çözülme ve yıkıma giden Şam rejiminden değil, Ankara’dan geliyor.

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: