22 Kasım 2011 Salı

Fethullah Gülen Teşkilatının Kürt Düşmanlığı-1

“Dokunanın yandığı” bir heyula gibi toplumun karşısına dikilen bu teşkilat; kimilerine göre bir cemaat, kimine göre bir tarikat olarak görülmektedir.
Bugün Türkiye’de en fazla tartışılan konuların başında Fetullah Gülen ve onun kurduğu teşkilat gelmektedir.  “Dokunanın yandığı” bir heyula gibi toplumun karşısına dikilen bu teşkilat; kimilerine göre bir cemaat, kimine göre bir tarikat olarak görülmektedir. Kimilerine göre de siyasal İslam’ın ılımlı hale getirilmiş biçimi olarak değerlendirmelere tabi tutulmaktadır.

Gerçekten böylemidir? Bu tartışılması ve cevaplanması gereken bir soru niteliğindedir. Bu konu da Fethullah Gülen ve teşkilatını İslam’la bağının kurulması ne kadar doğru olacaktır. Bu da tartışılabilmelidir. Çünkü kimi yazar ve araştırmacılar, hatta konu üzerine görüş belirtme ihtiyacını duyan bazı kişiler,  yaptıkları değerlendirmelerde Fethullah Gülen ve teşkilatını İslami inanç çıkışlı olarak görmekte ve sonradan da bir sapma içerisine girdiği yönünde yorumlarda bulunabilmektedirler. Kendisi de daha önce bu teşkilatın bir ferdi olan polis şefi Hanefi Avcı’nın “Haliç’in Kıyısında Yaşayan Simonlar” adlı kitabında, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın kitaplarında bunu çağrıştıran yorum ve değerlendirmelere rastlamak mümkündür.

Elbette Hanefi Avcı, Nedim Şener, Ahmet Şık vb.leri yazmış oldukları kitaplarla Fethullah Gülen ve teşkilatı hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda önemli bilgiler sunmuşlardır. Zaten burada dikkat çekilen bu bilgilerden doğruluğu ve yanlışlığı değildir. Zaten bu şahıslarda kitaplarında sundukları bilgileri, ulaştıkları belgelere dayandırmaktadırlar. Burada asıl olarak bu bilgilerden daha çok, Fethullah Gülen örgütlenmesinin temellendirilmesi konusunda içerisine girilen yanılgılardır.
Dikkat edilirse Fethullah Gülen ve teşkilatına yönelik bilgiler 1970’lerle birlikte kurulan “Işık Evleri” ile verilmeye başlanır. Ardından da “Altın nesil” diye adlandırdıkları kuşağın buralarda eğitilmeye başlanıldığına vurgu yapılır. “Dün Cemaat, Bugün Devlet” belirlemesi yapılırken de, devlet bürokrasisine sızan bürokratların buralardan yetişen kadrolar olduğuna dikkat çekilir. Ve bu şekilde 1970’lerden itibaren adım, adım ilerleyen Fethullah Gülen’in kurduğu teşkilatıyla devlet bürokrasisine sızarak, devleti ele geçirdiği kanatine ulaşılmaktadır.

Gerçekten de bir devleti bu kadar kolay ele geçirmek mümkün mü dür? Yoksa Fethullah Gülen ve teşkilatı bu anlatılanlar daha farklı bir şey midir?

Eğer işler o kadar Fethullah Gülen’in yaptığı gibi kolay oluyorsa, bugüne kadar bizlere babalarımızın, dedelerimizin “okuyun, adam olun, sonra devlet içerisinde bir mevki tutar görüşlerinizi hâkim kılırsınız” yönünde yapmış oldukları tavsiyeler sonuç verirdi. Öyle olmadı; en ateşli hakçı, toplumcu kesilenler devlet iktidarı, bürokrasi içerisinde yer alanlar, bırakalım bu görüşlerini hâkim kılmayı; kendilerini iliklerine kadar devlet sundular.

O nedenledir ki, Fethullah Gülen ve Teşkilatının anlatıldığı gibi devlet içerisinde etkili hale geldiği ve sonunda kendine yabancılaştığı yönünde yapılan belirlemelerin ne mantıki nede bilimsel yönden ikna edici yanı bulunmamaktadır.

Fethullah Gülen ve teşkilatı anlatıldığı gibi değilse öyleyse nedir? Sorusuna verilecek olan cevabın burada önem kazanması söz konusu olmaktadır. Ancak bu soruya cevap vermeden önce Dinler, İslamiyet, Cemaat ve Tarikatlar üzerine bir-kaç hatırlatmada bulunmak yararlı olacaktır.

Dinler ortaya çıktıklarında hiç bir zaman devlet fideliğinde yeşermemişlerdir. Genellikle muhalif konumda bulunan, devletin/iktidarın dıştaladığı, baskıladığı, ezdiği, sömürdüğü toplumsal kesimlerin tepkisini, isyanını dile getirmişler ve egemenlere/iktidarı ellerinde bulunduranlara karşı mücadele ederek var olmuşlardır. Tek Tanrılı İbrahim-i dinler içinde bu geçerlidir. Hz. İbrahim’in Nemrutlara, Hz. Musa’nın Firavunlara, Hz. İsa’nın Yahudi tacirlerine ve Roma’ya karşı duruşu, Hz. Muhammed’in Medine Tüccarlarına ve putperestlere karşı savaşı vb. hep bu gerçeği anlatmaktadır. Tek tanrılı Din’lerden hangisi olursa olsun bunlardan birinin toplum içerisin de etkili olmaya başlamasıyla birlikte, ancak o zaman egemenlerin/iktidarın da dine ilgisi artar; hatta onu resmi görüş haline getirirler. Tek tanrılı İbrahim’i dinlerin başına gelende bundan başka bir şey değildir. Cemaatlar sözlük karşılığı olarak;  gurup, takım, parti vb. tanımlamalara denk düşse de, özünde dini/İslam-i inanç temelinde yaşanan bir aradalığı anlatmaktadır. Burada Cemaat mensuplarının aralarındaki ilişkide menfaat ve çıkardan çok; inanç, karşılıksız verme, adanma, dayanışma, paylaşım vb. öne çıkmaktadır. Tarikatın anlam karşılığı ise “Yol” dur. Burada dini temelde, mistikte olsa temel espri “hakikate ulaşmak” için “Yol”u paylaşmak olmaktadır.

Fethullah Gülen ve teşkilatının bu ölçülere vurulduğunda; ne dinle, ne cemaatle ne de tarikatla bir ilişkisinin olmadığı kendiliğinden anlaşılacaktır.

Fethullah Gülen Kimdir?

Fethullah Gülen Erzurum’da 1957 yılında CIA o zamanki adıyla Seferberlik Tetik Kurulu olan Özel Harp Dairesi üyesi olan Üsteğmen Esat Keşafoğlu tarafından daha 16 yaşındayken ajan olarak “Nurcular” içerisine sızdırılmıştır. Yine o süreçte daha çok da uluslararası alanda kurulmalarına başlanan “Komünizme Karşı Mücadele Derneklerinin”  Türkiye’de kurulan şubelerinden olan Erzurum’da örgütlenmesi içerisinde faaliyetlerine devam etmiştir.

“Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri” ise “İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD Başkanı Truman tarafından uygulamaya konan “Komünizmi Çevreleme Stratejisi’ bir gereği olarak ABD ile bağımlılık ilişkisi içerisinde olan ülkelerde kurulmaya başlanılmıştır. Fethullah Gülen’de Türkiye’de kurulan böylesi bir derneğin aktif üyesidir.

Fethullah Gülen’in Ankara’ya gelişi, görevli olduğu camilerde gözyaşlarını dökerek yaptığı konuşmalar ve Ankara An Sinemasında verdiği konferanslar; 1970’li yıllara rastlamaktadır. 1970’li yıllarda yine “Komünizmi Çevreleme Stratejisi”nin bir versiyonu olan “Yeşil Kuşak Projesi”nin ABD Başkanı Carter tarafından uygulamaya konulduğu yıllar olma özelliğini taşımaktadır. Fethullah Gülen’in Ankara’da “Işık Evleri’ni kurması ve Camilerde verdiği “Cuma Hutbeleri” böylesi bir döneme rastlamaktadır.  

1980’li yıllarda CIA’nin “Yakın ve Güney Asya Milli İstihbarat Şefi” görevini yürüten Graham FULLER ise yazmış olduğu Siyasal İslam’ın Geleceği adlı kitabında yaşanan bu durumun bir tesadüf olmadığını ortaya koymaktadır.

Graham FULLER bahsi geçen kitabında açıkça Amerika’nın dış politikasının en önemli hedeflerinden birinin “özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal bir İslami reformu (ki, daha sonra bunu da yeterli görmeyerek, ABD ve Batı yanlısı olmak anlamına gelen Modernist İslamcılar demişlerdir) teşvik etmek, bu amaçla da Nurcuların-özellikle Fethullah Gülen’in desteklenmesi” gerektiğini öne sürmektedir. Ayrıca aynı süreçte Türkiyeli farklı siyasal çevrelere de “ılımlı-İslam”ı esas almaları gerektiği yönünde tavsiyelerde de bulunmaktan geri kalmamaktadır.  

Graham FULLER’in Türkiye için böylesi belirlemelerde bulunduğu süreç aynı zamanda Fethullah Gülen’in “Işık evler”inde kadrolarını eğittiği ve adım adım 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesinin örgütlendirilmeye başlanıldığı bir süreç olma özelliğini de taşımaktadır.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN, 12 Eylül 1980 Askeri Faşist darbesi için İkinci Cumhuriyet belirlemesini yapmaktadır. Kürt Halk Önderinin yapmış olduğu bu belirleme doğru olduğu kadar bir gerçeği de ortaya koymaktadır.

1920’li yıllarda Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda var olan koşullar aşılmaya başlamıştır. O nedenle de eski Paradigma ile değişen şartların sorunlarına çözüm olunamayacağı gibi, oluşan yeni koşulların ihtiyaçlarına da yanıt olmak mümkün değildir. Graham FULLER’in Türkiye’li bazı siyasetçilere “ılımlı-İslam-ı esas alın” tavsiyesinin altında bu gerçeklik yatmaktadır. Bunun sağlanması için de siyasal iktidarın, ortamın buna göre hazırlanması gerekmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinin bir sebebi de, diğer nedenlerle birlikte bu gerçekliktir. Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’da bu gerçeği görmüş ve Türkiye’de 12 Eylül’le birlikte yaşanmaya başlayan süreci “İkinci Cumhuriyet” olarak nitelendirmiştir.

Fethullah Gülen ve teşkilatının iyice palazlanması da daha çok 12 Eylül’le birlikte başlayan sürece denk düşmektedir. 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren Cunta şeflerinin Laik, yurtsever olduklarını hiçbir kimse iddia edemez. NATO’cu ve pragmatiktirler. Çıkarları ve iktidarları için yapmayacakları hiç bir şey yoktur. Bu çerçeve de dini kullanmaktan ve ülkeyi satmaktan da geri kalmayacakları açıktır. Cunta Şefi Kenan Evren’in Kuran-ı Kerim’den Sureler okuyarak konuşmalarına başlaması, uçaklardan Kuran Sureleri ile başlayan bildirilerin dağıtılması, Alevi köylerine camilerin yapılması ve din bilgisi dersinin okullarda zorunlu hale getirilmesi, Camilerin ve İmam Hatip Okullarının sayısının hızla artması, tarikatların hızla yayılması, Amerikan-Suudi ortaklılığını ifade eden sermayenin Türkiye’de faal bir duruma geçmesi vb. hep bu dönemde yaşanmıştır.

Fethullah Gülen ise bu süreçte 12 Eylül askeri faşist cuntasının yarattığı böylesi koşullarda konumlanışını sürdürmüştür. Bugün AKP kadroları diye adlandırılan kişiler de bu dönemin devlet fideliğinde yetişmişlerdir.

Bu şekilde Türkiye’de 12 Eylül’le başlayan “İkinci Cumhuriyet”le birlikte paradigma ve siyasal yapılanma değişime uğramaya başlamıştır. O zamana kadar öne çıkarılan “Türk-Turancı Milliyetçiliğinin” yerini “Türk-İslam Sentezi” olarak adlandırılan Türk Milliyetçiliği almış, bürokratik devlet şekillenişi; küreselleşen sermayenin değişen koşullara göre Türkiye’deki çıkarlarına daha uygun hale getirilmeye başlanılmıştır. Böylece TC devleti 12 Eylül’ün cunta şefleri tarafından yeniden restore edilme sürecine çekilmiştir. Fethullah Gülen ve teşkilatı tam da yaşanan bu değişim sürecinin içerisinde kendilerine biçilen rol çerçevesinde hareket etmişlerdir. Aslında 12 Eylül Fethullah Gülen ve teşkilatının gelişip-serpilmesi tüm imkânları sunmuştur. Tabi ki burada sormak ve cevabını da bulmak gerekmektedir.

Cemal Şerik

Hiç yorum yok: