“Dokunanın yandığı” bir heyula gibi toplumun karşısına dikilen bu
teşkilat; kimilerine göre bir cemaat, kimine göre bir tarikat olarak
görülmektedir.
Bugün Türkiye’de en fazla tartışılan konuların başında Fetullah
Gülen ve onun kurduğu teşkilat gelmektedir. “Dokunanın yandığı” bir
heyula gibi toplumun karşısına dikilen bu teşkilat; kimilerine göre bir
cemaat, kimine göre bir tarikat olarak görülmektedir. Kimilerine göre de
siyasal İslam’ın ılımlı hale getirilmiş biçimi olarak değerlendirmelere
tabi tutulmaktadır.
Gerçekten böylemidir? Bu tartışılması ve
cevaplanması gereken bir soru niteliğindedir. Bu konu da Fethullah Gülen
ve teşkilatını İslam’la bağının kurulması ne kadar doğru olacaktır. Bu
da tartışılabilmelidir. Çünkü kimi yazar ve araştırmacılar, hatta konu
üzerine görüş belirtme ihtiyacını duyan bazı kişiler, yaptıkları
değerlendirmelerde Fethullah Gülen ve teşkilatını İslami inanç çıkışlı
olarak görmekte ve sonradan da bir sapma içerisine girdiği yönünde
yorumlarda bulunabilmektedirler. Kendisi de daha önce bu teşkilatın bir
ferdi olan polis şefi Hanefi Avcı’nın “Haliç’in Kıyısında Yaşayan
Simonlar” adlı kitabında, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın kitaplarında bunu
çağrıştıran yorum ve değerlendirmelere rastlamak mümkündür.
Dikkat edilirse Fethullah Gülen ve
teşkilatına yönelik bilgiler 1970’lerle birlikte kurulan “Işık Evleri”
ile verilmeye başlanır. Ardından da “Altın nesil” diye adlandırdıkları
kuşağın buralarda eğitilmeye başlanıldığına vurgu yapılır. “Dün Cemaat,
Bugün Devlet” belirlemesi yapılırken de, devlet bürokrasisine sızan
bürokratların buralardan yetişen kadrolar olduğuna dikkat çekilir. Ve bu
şekilde 1970’lerden itibaren adım, adım ilerleyen Fethullah Gülen’in
kurduğu teşkilatıyla devlet bürokrasisine sızarak, devleti ele geçirdiği
kanatine ulaşılmaktadır.
Gerçekten de bir devleti bu kadar kolay ele
geçirmek mümkün mü dür? Yoksa Fethullah Gülen ve teşkilatı bu
anlatılanlar daha farklı bir şey midir?
Eğer işler o kadar Fethullah Gülen’in yaptığı gibi kolay oluyorsa, bugüne kadar bizlere babalarımızın, dedelerimizin “okuyun, adam olun, sonra devlet içerisinde bir mevki tutar görüşlerinizi hâkim kılırsınız” yönünde yapmış oldukları tavsiyeler sonuç verirdi. Öyle olmadı; en ateşli hakçı, toplumcu kesilenler devlet iktidarı, bürokrasi içerisinde yer alanlar, bırakalım bu görüşlerini hâkim kılmayı; kendilerini iliklerine kadar devlet sundular.
O nedenledir ki, Fethullah Gülen ve Teşkilatının
anlatıldığı gibi devlet içerisinde etkili hale geldiği ve sonunda
kendine yabancılaştığı yönünde yapılan belirlemelerin ne mantıki nede
bilimsel yönden ikna edici yanı bulunmamaktadır.
Fethullah Gülen ve
teşkilatı anlatıldığı gibi değilse öyleyse nedir? Sorusuna verilecek
olan cevabın burada önem kazanması söz konusu olmaktadır. Ancak bu
soruya cevap vermeden önce Dinler, İslamiyet, Cemaat ve Tarikatlar
üzerine bir-kaç hatırlatmada bulunmak yararlı olacaktır.
Dinler ortaya çıktıklarında hiç bir zaman devlet fideliğinde yeşermemişlerdir. Genellikle muhalif konumda bulunan, devletin/iktidarın dıştaladığı, baskıladığı, ezdiği, sömürdüğü toplumsal kesimlerin tepkisini, isyanını dile getirmişler ve egemenlere/iktidarı ellerinde bulunduranlara karşı mücadele ederek var olmuşlardır. Tek Tanrılı İbrahim-i dinler içinde bu geçerlidir. Hz. İbrahim’in Nemrutlara, Hz. Musa’nın Firavunlara, Hz. İsa’nın Yahudi tacirlerine ve Roma’ya karşı duruşu, Hz. Muhammed’in Medine Tüccarlarına ve putperestlere karşı savaşı vb. hep bu gerçeği anlatmaktadır. Tek tanrılı Din’lerden hangisi olursa olsun bunlardan birinin toplum içerisin de etkili olmaya başlamasıyla birlikte, ancak o zaman egemenlerin/iktidarın da dine ilgisi artar; hatta onu resmi görüş haline getirirler. Tek tanrılı İbrahim’i dinlerin başına gelende bundan başka bir şey değildir. Cemaatlar sözlük karşılığı olarak; gurup, takım, parti vb. tanımlamalara denk düşse de, özünde dini/İslam-i inanç temelinde yaşanan bir aradalığı anlatmaktadır. Burada Cemaat mensuplarının aralarındaki ilişkide menfaat ve çıkardan çok; inanç, karşılıksız verme, adanma, dayanışma, paylaşım vb. öne çıkmaktadır. Tarikatın anlam karşılığı ise “Yol” dur. Burada dini temelde, mistikte olsa temel espri “hakikate ulaşmak” için “Yol”u paylaşmak olmaktadır.
Fethullah
Gülen ve teşkilatının bu ölçülere vurulduğunda; ne dinle, ne cemaatle
ne de tarikatla bir ilişkisinin olmadığı kendiliğinden anlaşılacaktır.
Fethullah Gülen Kimdir?
Fethullah
Gülen Erzurum’da 1957 yılında CIA o zamanki adıyla Seferberlik Tetik
Kurulu olan Özel Harp Dairesi üyesi olan Üsteğmen Esat Keşafoğlu
tarafından daha 16 yaşındayken ajan olarak “Nurcular” içerisine
sızdırılmıştır. Yine o süreçte daha çok da uluslararası alanda
kurulmalarına başlanan “Komünizme Karşı Mücadele Derneklerinin”
Türkiye’de kurulan şubelerinden olan Erzurum’da örgütlenmesi içerisinde
faaliyetlerine devam etmiştir.
“Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri” ise “İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD Başkanı Truman tarafından uygulamaya konan “Komünizmi Çevreleme Stratejisi’ bir gereği olarak ABD ile bağımlılık ilişkisi içerisinde olan ülkelerde kurulmaya başlanılmıştır. Fethullah Gülen’de Türkiye’de kurulan böylesi bir derneğin aktif üyesidir.
Fethullah Gülen’in Ankara’ya gelişi,
görevli olduğu camilerde gözyaşlarını dökerek yaptığı konuşmalar ve
Ankara An Sinemasında verdiği konferanslar; 1970’li yıllara
rastlamaktadır. 1970’li yıllarda yine “Komünizmi Çevreleme
Stratejisi”nin bir versiyonu olan “Yeşil Kuşak Projesi”nin ABD Başkanı
Carter tarafından uygulamaya konulduğu yıllar olma özelliğini
taşımaktadır. Fethullah Gülen’in Ankara’da “Işık Evleri’ni kurması ve
Camilerde verdiği “Cuma Hutbeleri” böylesi bir döneme rastlamaktadır.
1980’li
yıllarda CIA’nin “Yakın ve Güney Asya Milli İstihbarat Şefi” görevini
yürüten Graham FULLER ise yazmış olduğu Siyasal İslam’ın Geleceği adlı
kitabında yaşanan bu durumun bir tesadüf olmadığını ortaya koymaktadır.
Graham
FULLER bahsi geçen kitabında açıkça Amerika’nın dış politikasının en
önemli hedeflerinden birinin “özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal
bir İslami reformu (ki, daha sonra bunu da yeterli görmeyerek, ABD ve
Batı yanlısı olmak anlamına gelen Modernist İslamcılar demişlerdir)
teşvik etmek, bu amaçla da Nurcuların-özellikle Fethullah Gülen’in
desteklenmesi” gerektiğini öne sürmektedir. Ayrıca aynı süreçte
Türkiyeli farklı siyasal çevrelere de “ılımlı-İslam”ı esas almaları
gerektiği yönünde tavsiyelerde de bulunmaktan geri kalmamaktadır.
Kürt Halk
Önderi Abdullah ÖCALAN, 12 Eylül 1980 Askeri Faşist darbesi için İkinci
Cumhuriyet belirlemesini yapmaktadır. Kürt Halk Önderinin yapmış olduğu
bu belirleme doğru olduğu kadar bir gerçeği de ortaya koymaktadır.
1920’li
yıllarda Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda var olan koşullar aşılmaya
başlamıştır. O nedenle de eski Paradigma ile değişen şartların
sorunlarına çözüm olunamayacağı gibi, oluşan yeni koşulların
ihtiyaçlarına da yanıt olmak mümkün değildir. Graham FULLER’in
Türkiye’li bazı siyasetçilere “ılımlı-İslam-ı esas alın” tavsiyesinin
altında bu gerçeklik yatmaktadır. Bunun sağlanması için de siyasal
iktidarın, ortamın buna göre hazırlanması gerekmektedir. 12 Eylül 1980
darbesinin bir sebebi de, diğer nedenlerle birlikte bu gerçekliktir.
Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’da bu gerçeği görmüş ve Türkiye’de 12
Eylül’le birlikte yaşanmaya başlayan süreci “İkinci Cumhuriyet” olarak
nitelendirmiştir.
Fethullah Gülen ve teşkilatının iyice palazlanması da daha çok 12 Eylül’le birlikte başlayan sürece denk düşmektedir. 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren Cunta şeflerinin Laik, yurtsever olduklarını hiçbir kimse iddia edemez. NATO’cu ve pragmatiktirler. Çıkarları ve iktidarları için yapmayacakları hiç bir şey yoktur. Bu çerçeve de dini kullanmaktan ve ülkeyi satmaktan da geri kalmayacakları açıktır. Cunta Şefi Kenan Evren’in Kuran-ı Kerim’den Sureler okuyarak konuşmalarına başlaması, uçaklardan Kuran Sureleri ile başlayan bildirilerin dağıtılması, Alevi köylerine camilerin yapılması ve din bilgisi dersinin okullarda zorunlu hale getirilmesi, Camilerin ve İmam Hatip Okullarının sayısının hızla artması, tarikatların hızla yayılması, Amerikan-Suudi ortaklılığını ifade eden sermayenin Türkiye’de faal bir duruma geçmesi vb. hep bu dönemde yaşanmıştır.
Fethullah Gülen ise
bu süreçte 12 Eylül askeri faşist cuntasının yarattığı böylesi
koşullarda konumlanışını sürdürmüştür. Bugün AKP kadroları diye
adlandırılan kişiler de bu dönemin devlet fideliğinde yetişmişlerdir.
Bu
şekilde Türkiye’de 12 Eylül’le başlayan “İkinci Cumhuriyet”le birlikte
paradigma ve siyasal yapılanma değişime uğramaya başlamıştır. O zamana
kadar öne çıkarılan “Türk-Turancı Milliyetçiliğinin” yerini “Türk-İslam
Sentezi” olarak adlandırılan Türk Milliyetçiliği almış, bürokratik
devlet şekillenişi; küreselleşen sermayenin değişen koşullara göre
Türkiye’deki çıkarlarına daha uygun hale getirilmeye başlanılmıştır.
Böylece TC devleti 12 Eylül’ün cunta şefleri tarafından yeniden restore
edilme sürecine çekilmiştir. Fethullah Gülen ve teşkilatı tam da yaşanan
bu değişim sürecinin içerisinde kendilerine biçilen rol çerçevesinde
hareket etmişlerdir. Aslında 12 Eylül Fethullah Gülen ve teşkilatının
gelişip-serpilmesi tüm imkânları sunmuştur. Tabi ki burada sormak ve
cevabını da bulmak gerekmektedir.
Cemal Şerik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder