4 Kasım 2011 Cuma

Dindar Türkler Mazlum Kürtler Meselesi

 Gülen cemaati Kürt meselesinde başından bu yana devletten yana bir siyaset izledi. Onun geçmişte Türk devletiyle yaşadığı tek sorun sözde ‘laiklik’ meselesiydi. Bunun dışında katı milliyetçi yaklaşım başta olmak üzere her konuda ırkçı sistemle hem fikirdi.
 
Bir süredir Türkiye medyasında ‘Dindar Türkler ve Kürt Meselesi’ tartışılıyor. Tartışmayı Gülen Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Cemal Uşşak’ın açıklamaları başlattı.

Uşşak, Radikal Gazetesi’nden Ezgi Başaran’a, “Biz dindarlar Kürtlerin ıstırabını hissetmedik; Kürt sorununa gereken ilgiyi ve yakınlığı gösteremedik” dedi. Uşşak’ın ‘özeleştirisel’ bu açıklamasına değişik çevrelerden olumlu olumsuz birçok tepki geldi.

Açıklamayı ‘Gülen Cemaati’nin Kürt Açılımı’ olarak yorumlayanlar olduğu gibi, samimi bulmayanlar, bunun arkasında farklı hesaplar arayanlar ve ‘neden şimdi?’ diye soranlar oldu.

Tabii, Türkiye’nin ‘dindar’ kesimi yekpare bir bütün değil. Ümmetçisi, Türk İslam sentezcisi, milliyetçisi, Milli Görüşçü’sü, cemaatçisi derken örgütlü- örgütsüz geniş bir kesimi oluşturuyor.
Bundan olsa gerek Uşşak’ın açıklamalarına tepki gösteren bazıları, onun dindarlar adına değil, kendi cemaati; Gülen Cemaati adına konuşması gerektiğini belirtme ihtiyacı hissetti. Aynı şekilde birçokları da “Kürtlerin ıstırabını hissetmeyenin dindarlar değil, Gülen Cemaati olduğunu” söyledi ve buna ilişkin örnekler verdi.

Devletin kanatlarının altında serpildi

Gülen Cemaati’nin devletçi bir çizgisi olduğu biliniyor. Cemaatin devletin kanatları altında serpilip geliştiği de sır değil. Cemaatin 40 yıllık geçmişine bakıldığında devletin her türlü desteği sağladığı görülecektir.

Gerçi, 28 Şubat post-modern darbe sürecinde üzerine gidildi ve sınırlandırılmak istendi ancak, atı alan da Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Cemaat uluslararasılaşmış, Amerika’nın yörüngesine  girmişti. Bu yüzden ‘bin yıl’ süreceği söylenen 28 Şubat darbesinin ömrü birkaç yıl bile sürmedi. Darbeden kısa bir süre sonra da zaten süreç tersine çevrildi. Cemaat başta polis ve medya olmak üzere her alanda güçlendirildi. Daha önce hayal bile edemediği mevzileri bir bir ele geçirdi.

Şimdi bu mevziler üzerinden; Gülen Cemaati, özellikle de polis ve medya üzerinden 28 Şubat’ta kendisine yapılanların aynısını Kürtlere yapıyor! O da hıncını Kürtlerden çıkarıyor! Cemaatin kalemşörlerinden Ekrem Dumanlı, 28 Şubat paşasından beter tehditler savuruyor; ‘Sonunuz Kadaffi gibi olacak’ deme cüretini gösterebiliyor.

Dumanlı ve Uslu’nun derin korkuları


Cemaatin polis kökenli yazarlarından Emru Uslu da Amerika’dan Kürtlere ‘ölmeden önce’ son kez, ‘teslim ol çağrısı’ yapıyor. Amerika’nın sağladığı ‘teknolojik’ desteğe aşırı güvenen ve erken zafer sarhoşluğuna giren Uslu, Amerika’nın Afganistan’da, İsrail’in Lübnan’da yaşadığı yenilgilerden ders çıkarmışa benzemiyor. Bodoslama dalıyor ve Türklerle Kürtler için ‘felaket’ anlamına gelecek devletin yeni savaş konseptine methiyeler düzüyor. Dumanlı ve Uslu’nun yazdıkları aslında yaşadıkları derin korkuyu gösteriyor. Kürt sorunu cemaatin çıkarlarını ve geleceğini ciddi manada tehdit ediyor! Bütün kinleri gibi korkuları da buradan kaynaklanıyor.   

Gülen cemaati Kürt meselesinde başından bu yana devletten yana bir siyaset izledi. Onun geçmişte Türk devletiyle yaşadığı tek sorun sözde ‘laiklik’ meselesiydi. Bunun dışında katı milliyetçi yaklaşım başta olmak üzere her konuda ırkçı sistemle hem fikirdi.

Saidi Nursi’yi de sansürlediler

Hatta öylesine devletçi ve öylesine inkarcı bir zihniyete sahipti ki, ruhani lideri Saidi Nursi’nin (Said-i Kurdî) fikirlerini bile sansür etmekte beis görmedi. Nursi’nin Kürtlerle ilgili söylediklerinin tamamını değiştirdi. Bu inkar politikasında öylesine ileri gitti ki Saidi Nursi’nin ‘Ben bir Kürdüm’ dediği her sözünü Gülen, ‘Ben bir köylüyüm’ diye değiştirdi! Böylece hem onun Kürt kimliğini inkar etti hem de alenen rencide etti.

Katı Türk milliyetçisi Gülen ve cemaati bugün de devletten yana bir siyaset izliyor. Devletin Kemalist refleksi körelince ve katı Kemalist ekip aradan çekilince ilişkiler daha da iyileşti. Bundan olsa gerek cemaat zaman zaman devletin bile önüne geçiyor. Kürtlere karşı yürütülen bütün operasyonlarda bir de bakıyorsunuz bütün yollar cemaate çıkıyor. İş gidip gelip sonunda ona dayanıyor. Sahte belgeleri o yayınlıyor, gözaltı ve tutuklamaları o başlatıyor, yoğun psikolojik savaşı o yürütüyor.

Gülen’in Kürtlerle ‘klasik’ mücadelesi

Hal böyleyken cemaatin etkin isimlerinden Cemal Uşşak’ın söz konusu açıklamaları ne anlama geliyor? Şayet cemaat bazı yazarların iddia ettiği gibi samimi olarak özeleştiri veriyorsa, tutumunu değiştirmesi, mazlum Kürtlerle mücadele etmekten vazgeçmesi gerekiyor.

Fakat biz, cemaatin tutumunda herhangi bir değişiklik göremiyoruz. Tartışmaya Amerika’dan katılan Fethullah Gülen’in son söyledikleri de bunu doğruluyor. Cemaatin yazarları Gülen’in açıklamalarını Kürt sorununun siyasal çözümü yolunda atılmış ‘tarihi bir adım’ olduğunu söylüyor ancak, gerçek hiç de öyle görünmüyor.

 Gülen, Türk devletinin klasik ‘bir avuç eşkiya’ siyasetini sürdürüyor. Son sohbetinde PKK’yi kast ederek ‘bir avuç şakinin’ tasfiye edilmesi gerektiğinden söz ediyor. Devletten önce bunu yapmasını, ardından da ‘Kürtçe okutulmasına’ izin vermesini istiyor!

Şöyle diyor: “Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet yıllarında Medresetü’z-Zehra adıyla Van’da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapça’nın farz, Türkçe’nin vacip ve Kürtçe’nin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçe’nin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hatta Amerika’da bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mani olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur.”

İnkar ve çifte standart uyguluyorlar

Gülen’e madem öyle ve madem ‘Kürtçe caizse’, o zaman senin polisin, savcın ve yazarın KCK Davası’ndan tutsak alınmış Kürtlerin ‘anadilde savunma hakkını’ neden gasp ediyor?; Ve cemaat bu hakka karşı neden pervasızca bir kampanya yürütüyor? diye sormak gerekiyor.

Fethullah Gülen, “büyük devlet olmanın hususiyeti” gereği Kürtçe’nin okutulmasından söz ediyor ama, pratikte tam tersini yapıyor.

Katı milliyetçi eğilimi güçlü olan Gülen ve cemaatinin ciddi bir değişim yaşamadığını pratik yeterince gösteriyor. Dolayısıyla Gülen’in söylediklerinin bir anlamı bulunmuyor.

Elbette, sadece cemaat değil, Türk dindarların önemli bir kesiminde milliyetçi damar güçlü olduğu için Kürtlerin meşru hakları söz konusu olduğunda ya inkara yöneliyor ya da çifte standart uyguluyorlar.

Ali Bulaç, kılıf aramaya çıkmış

Türkiye’de ‘dindar’ denince akla gelen ilk isimlerden biri olarak bilinen, Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın yazdıkları da çifte standartın zirvesi anlamına geliyor. Bulaç, Kürtleri inkara yol açan Türkçü damara bir ayna tutacağına ve Müslümanları ırkçılığa kaçan bu milliyetçilikleriyle yüzleşmeye çağıracağına işine gelen dini argümanlara sığınıyor ve çifte standart uyguluyor.

İslam dünyasının Kürtleri kendinden ayrı ve bağımsız göremeyeceğini belirten Ali Bulaç, “İslam faktörünün payı yeterince anlaşılmadan ve hak ettiği önemde ele alınmadan soruna kalıcı bir çözüm bulunamaz” diyor. Bir yandan bunu diyor, diğer yandan ise dindar Türklerin Kürt meselesinden uzak durmalarına kılıf aramaya çıkıyor. Türk dindarların mazlum Kürtlerin haklarına sahip çıkmamalarının nedenlerini açıklamaya çalışırken deyim yerindeyse bin dereden su getiriyor.

Bulaç, “Kürt milliyetçi hareketi silahlı mücadele ile işe başladı. Müslümanların siyasi mücadele geleneklerinde ‘Huruç ala’s-Sultan’ yoktur, bu anarşi ve kargaşaya yol açan ‘fitne’ sayıldığından Cair/zalim de olsa yöneticiye (Ulu’l-emre) itaat vardır” diyor.

Filistin’de değil, Kürtlere gelince sorun

Elbette İslam’ı Bulaç kadar bilmem söz konusu olamaz; Ancak Bulaç, Müslümanların siyasi mücadele geleneklerinde yer alan “gücü yeten herkesin zalim ve kafir sultanın her çeşit kötülüğüne karşı mücadele etmesi vaciptir; Böyle bir kimse mücadele etmezse, mesuldür” prensibini unutuyor.

 Bulaç, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde, “PKK, Marxist-Stalinist ve Baasçı-laik bir örgüttür, Müslümanların, arkaplanında materyalizm ve laiklik olan bir siyasi hareketi sahiplenmeleri beklenemezdi” de diyor.

Oysa, gece gündüz dillerinden düşürmedikleri ve her fırsatta –haklı olarak- yardım elini uzattıkları mazlum Filistinlilerin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde ‘Marxist-Stalinist ve Baasçı-laik’ örgütlerin yer aldığı pekala biliyor. Bulaç ve onun gibi düşünen Türk Müslümanları Filistin meselesinde Marxizmi sorun etmiyorlar ama sıra Kürtlere gelince sorun ediyor, en hafif deyimle kendis sorumsuzluklarına gerekçe yapıyorlar.

Yalnız Filistinliler mi? Değil elbette; Türk dindarları, Filipinler’den Endonezya’ya, Kosova’dan Doğu Timur’a silahlı mücadelelere destek veriyor, ama sıra Kürtlere gelince mahkum ediyor!

Ali Bulaç kendisini Müslüman Türk görüyor

Ali Bulaç, başka uluslar söz konusu olduğunda İslam dininin haksızlığa karşı isyan dini olduğunu, isyanın ‘en kutsal hak’ olduğunu söylüyor ama, sıra Kürtlere gelince ‚itaat vardır’, susuyoruz diyor. Hem de ‘haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan’ olduğunu bile bile susmayı savunuyor.

Bulaç’la devam edelim; “PKK ve laik-sol aydınların domine ettiği Kürt hareketi, -ezilen nitelikte de olsa- son tahlilde bir ‘milliyetçilik’tir. Dindarların ‘Türk milliyetçiliği’ ile olan sorunlu ilişkileri doğrudur, ama tarihlerinde ilk defa, ezilen bir topluluk (Kürtler) adına ortaya çıkan örgüt ve aydınlar, bir ‘etnik grup/ırk’ üzerinden hak talebinde bulunmakta, hak talep ettikçe ‘etnik-ırk ve kavim kimlikleri’ni ‘diğerleri’nden ayrıştırmaktadırlar. Bu, Müslüman alimlerin, fikir adamları ve kanaat önderlerinin henüz iç-zihni muhasebesini, İslam kelamı açısından kritiğini yaptıkları bir ‘konu’ değildir…”

Aynen böyle diyor. Arap kökenli Bulaç, kendini Müslüman bir Türk olarak görüyor. Buna elbette saygı duymak gerekiyor ancak, Türk olmayı bir değer, bir hak, bir yücelik olarak gözümüze sokarken, Kürt’ü görmezden geliyor. Kürt kimliğinin Müslümanları ‘ayrıştıracağını’ söylüyor. Ayrıca “İslam kelamı açısından kritiği yapılan bir konu değildir” diyerek de küçümseme yolunu seçiyor.

Müslüman Müslüman’a zulm eder mi?

Birçok peygamber hadisinde ‘Müslümanların kardeş oldukları’ söyleniyor ve ‘Müslümanın Müslümana zulmetmesi yasaklanıyor’ ama, anlaşılan Türk Müslümanları Kürtleri ya Müslüman ya da kardeş olarak görmüyor. Görseler en azından onlara yapılan zulme karşı seslerini çıkarmaları gerekirdi.

Bir zamanlar Kürt meselesinde olumlu tavır alan ve saygın çalışmalara imza atan Ali Bulaç’ın da bu kervana katıldığı, ruhunu bazı çıkarlar uğruna yaraladığı anlaşılıyor. Hem öyle bir yaralamış ki bir dönemin Hürriyet Gazetesi gibi olan kendi gazetesi; Zaman’a en ufak bir şey daha söyleyemiyor. Kıyısından köşesinden dahi olsa eleştiremiyor.

Bulaç’ın Hilfu’l- Fudül’ü bilmesi gerekiyor. İslam öncesi Mekke’de mazlumların hakkını korumak için kurulan ‘erdemliler derneğini’. Bir zamanlar Bulaç’ın da görev aldığı Mazlum-Der’e ilham veren dernek. Kurucuları arasında Hazreti Muhammed’in de olduğu Hilfu’l- Fudül savaşın ve zorbalığın egemen olduğu Mekke’de hakkı gasp edilen her kimse onun yanında olmuş ve topluma faydalı işler yapmış, erdem abidesi haline gelmiş bir dernek.

Dernek, haksızlığa uğrayan her kimse kimliğine, dinine ve rengine bakmadan yardım etmiştir. Hz. Muhammed peygamber olduktan sonra bu dernek aracılığıyla Yahudilere yardım ettiği iddia edilmiştir. İslam peygamberi bunun üzerine ‘doğrudur’ demiş ve ‘mazlumun rengi, milleti ve dini sorulmaz’ diye de eklemiştir.

‘Mazlumun milletine’ bakarak tavır alıyorlar

Bulaç’ı, Gülen cemaati, AKP Hükümeti vd. Türk dindarların çoğu şimdi ‘mazlumun milletine’ bakarak tavır alıyorlar. Mazlum Kürt’se şayet İslamı da onun peygamberini de bir kenara itmekten çekinmiyorlar.

Kürt halkının yaşadığı büyük acılar bunu gösteriyor. Kürt halkının yaşadığı acıların başlıca sorumlularından biri olarak katı milliyetçi Türk Müslümanları öne çıkıyor. Hayat açık açık onlara işaret ediyor.

“Haksızlık önünde eğilmediği için hem hakkını hem de şerefini kazanan” Kürt halkının günahları da bu yüzden onların boynuna yazılıyor!


GÜNAY ASLAN

gunayaslan@hotmail.de

Hiç yorum yok: