14 Kasım 2011 Pazartesi

Devletin Bütçesi Şirket Bütçesi Gibi

RUKEN ADALI -ANF

Ankara - Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman, devletin artık bütçeyi "özel bir şirket gibi" belirlediğine dikkat çekerek, "Neoliberal politikaların yaygınlaşmasıyla devletin küçültülmesi gündeme geldi. Bütçenin küçülmesi, devletin kamu hizmeti sunmaması anlamına geliyor" dedi. Faizler düştüğü ve vergi gelirleri arttığı için bütçenin sağlık ve eğitim gibi kalemlerinin artması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Konukman, "Ancak, hükümet politik bir tercihte bulunuyor. Vatandaşın boyuna göre yorgan hazırlamıyor. Yorgana göre ayağını uzatmasını istiyor" değerlendirmesini yaptı.

Savunma Sanayi Fonu sadece 2007 yılında 2.8 milyar YTL’yi aşan toplam kaynağıyla, Başbakanlık dahil 10 bakanlığın bütçesini geride bırakmıştı. Konukman’a göre Bütçe’de Savunma Sanayi Fonu’nun görülmediğine dikkat çekerek , ‘‘Asıl önemlisi Savunma Sanayi Fonu. Fakat onda da Sayıştay denetimi söz konusu değil. Belki de Güneydoğu'daki savaşın finansmanına o gidiyor, bilmiyoruz ki. ‘Ne kadar kaynak gidiyor" diye, Meclis bile sorsa yanıt alamaz. Bu bütçede çok fazla gözükmüyor. Bilmediğimiz başka bir şey de Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi. Cami ve kışla bilmediğimiz bir dünya’’ diyor.

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu, hükümet tarafından sunulan 2012 Merkezi Bütçesi'ni görüşmeye devam ederken, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman ile bütçesi konuştuk.

* Devlet bütçeyi nasıl yapıyor?

- Devletin bütçe yapma geleneğinde kural şudur: Önce giderler belirlenir. Buna "giderlerin önceliği ilkesi" deniliyor. Gelirler, giderler belirlendikten sonra ayarlanır. Özel sektörde ise bütçede, önce gelirlere bakılır, giderleri ona göre ayarlanır. Devlet neden önce giderlerine bakıyor? Çünkü, devlet önce giderlerine bakacak ki, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen kamu hizmeti taleplerini görecek. Bu talepleri teknik bir ekip tarafından projelendirecek, sonra "bu giderleri nasıl karşılayabilirim" diye araştıracak. Bunu yapabilecek tek güç devlettir. Çünkü o geliri vergi toplayarak yaratabilecek güçtür. Özel sektörün böyle bir imkanı yok. Bir söz vardır, "ayağınızı yorganınıza göre uzatın." Ayak, insanın fiziki bir uzvu. Yorganı niye ayağa göre ayarlamayalım. Devletteki bütçe yapma mantığı budur. Siparişler alınır, o siparişlere uygun ödenekler belirlenir. Yani yorgan ayağa göre büyültülür ya da küçültülür.

DEVLET BÜTÇELERİ DE ÖZEL SEKTÖR GİBİ HAZIRLANIYOR
* "Devlette bütçe yapma mantığı budur" derken, olması gerekeni anlatıyorsunuz değil mi?

- Evet, olması gereken bu. Bütçeler böyle yapılır. Ancak neoliberal politikaların 1980'li yıllarda yaygınlaşmasıyla artık devlet bütçeleri de özel sektör anlayışıyla hazırlanmaya başlandı. Normalde ayağınıza göre yorgan yapılması gerekirken, şimdi yorgan belirleniyor, ayağınızı ona göre uzatıyorsunuz. Neoliberal politikaların yaygınlaşmasıyla devletin küçültülmesi gündeme geldi ve devlet kamu hizmetlerinin bir kısmını üretiyor, bir kısmını ise ticarileştiriyor ve fiyatlandırıyor. Dolayısıyla bütçeler artık eskisine göre daha da küçülmüş durumda. Eğitimin payını düşürüyor, okullara ödenek az veriliyor, okullar da bu parayı velilerden ve öğrencilerden karşılamaya çalışıyor. Yazın okulların bahçeleri otopark ya da düğün salonu olarak işletiliyor. Kendi faaliyetleri dışında elde ettiği gelirler ile kamu hizmetlerini karşılamaya çalışıyor.

* Hükümetin etkisi nedir bu bütçelerde?

- Sadece AKP ile ilgili değil. Neoliberal anlayışa göre, IMF ve Dünya Bankası'nın birlikte oluşturdukları bir Washington Uzlaşması var. Bu uzlaşma, bizim gibi ülkelere genellikle IMF kredileri verilirken, stand-by anlaşmaları imzalanırken, Dünya Bankası'nın yapısal uyum programları uygulanırken, dayatma ile yapılıyor. Uzlaşma iki kuruluş arasında, halklar ile oradaki ülkelerin arasında değil. Dolayısıyla dayatmayla gelince devlet küçülmeye başlıyor. Bir yöntem bütçeler ile oluyor. İkincisi, KİT'ler özelleştiriliyor. Üçüncüsü, daha önce ne kadar kamusal regülasyonlar varsa onlar tasfiye ediliyor, kuralsızlaştırma süreci başlıyor.

* AKP hükümetinin yaptığı bütçelerin bir özgünlüğü var mı? Örneğin neoliberal politikaların daha yoğun uygulanan hali diyebilir miyiz?

- 1998'de IMF ile Gözetim Anlaşması yapıldı, 1999'da yapılan Stand-by Anlaşması, 2008 Mayıs'ın sona erdi. AKP, 2002 Kasım'ından 2008 Mayıs'ına kadar zaten IMF bütçesini yapmış. 2008 Mayıs'ından sonra ise IMF'siz yola devam etti ama IMF programıyla. Dolayısıyla değişen bir şey yok. AKP 1980'li ve 1990'lı yılların iktidarlarından ya da Özal'ın "liberal devlet" anlayışından çok farklı bir çizgide değil. Zaten, Başbakan zaman zaman da söyler, "Ben Özal ve Menderes çizgisinde bir partiyim" der.

YOKSULLUĞU YÖNETMEK İSTİYORLAR
* AKP ile ilgili soruyu şu nedenle önemsedim. Hükümetten zaman zaman "sosyal devlet" açıklamaları geliyor.

- Bu açıklamalar hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü bu yapı şöyle: 1990'lı yıllarda kriz çıkınca, bu Washington uzlaşması bozuldu, arkasından Post Washington uzlaşması geldi. IMF ve Dünya Bankası devreye girdi, devleti yeniden geri çağırdı. Ama bu devlet kalkınmacı bir devlet değil, düzenleyici bir devlet olarak geldi. Hakem devlet yani. Enerji Kurulu, Şeker Kurulu gibi bağımsız idareler kuruldu. Ardından "yönetişim" kavramı kullanıldı. Sonra da yoksulluğu yönetmeye başladılar. Son olarak da yolsuzluğun önlenmesi kararı aldılar. Washington Uzlaşması'nın 4 ana özelliği bu. Yoksulluğun önlemesinde şu nokta önemli: Yoksulluğu kaldırmak değil, çünkü, kapitalizm var olduğu sürece yoksulluğu ortadan kaldıramazsınız. Ama onu bir risk halinden çıkarmak amaçlanıyor. Dünya Bankası, yoksulluğu yönetme programları hazırladı. Dinsel inançlarda bu böyledir, yoksulluk ortadan kaldırılmaz, yönetilir. Türkiye'de Fak-Fuk-Fon'la bunu Özal yapmıştı. Şimdi daha kurumsal hale getirdi. Artık sadaka devleti oluşturuldu. Hem merkezi otoritesiyle hem de yerel yönetimleriyle AKP bunu yaptı.

* Bu ne anlama geliyor?

- Yoksulluğu kontrol altına alıyor ama sosyal devlet yöntemiyle değil. Sosyal devletin çekildiği alana "sadaka devleti" sokarak, üstelik bunları bir hak olarak tarif etmeyerek, yurttaşlık temelinde bir kazanılmış haklarmış gibi ifade etmeyerek, her an geri alınabilir hale getiriyor. Dolayısıyla AKP döneminde sosyal harcamalar yükseliyor, iddiasının hiçbir karşılığı yok.

DEVLETİN BÜTÇESİ SÜREKLİKÜÇÜLÜYOR
* TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, bütçeyi görüşüyor. Bütçeye bakarak, hükümetin ekonomik ve siyasi politikaları açısından neler söyleyebiliriz?

- Bütçeden önce Orta Vadeli Program açıklandı. Geçen yılki Merkezi Yönetim Bütçesi'nde bütçe açığının milli gelir içindeki payı, 2011 yılı için 2.8, 2012 yılı için 2.4, 2013 yılı için için 1,6 olarak belirlendi. Bütçe açığı müthiş bir hızla küçültülüyor. Bu devletin küçük bütçelerle yönetmesi, sıkı bir mali disiplini uygulaması demek. Devletin sıkı bir mali disipline girmesi ise, "artık kamu hizmetini ben eskisi gibi sunmayacağım" anlamına geliyor. Bu yılın rakamlarını da vermek istiyorum. 2011'de 1.7 oldu. Öngörülenden daha küçülmüş. Bu dehşet bir durum ve devlet bu küçülme hedefinin hiçbir açıklamasını yapmıyor. Oysa, devletin kamuoyuna, hedeflenen ve gerçekleşen durum ile ilgili ayrıntılı bir bilgi vermesi gerekiyor. 2012 için 1.5, 2013 için 1.4, 2014 için 1'lik bir açık öngörülüyor.

* Bütçe açığı, bütçenin gelir ve gideri arasındaki dengesizlik değil mi? Dolayısıyla bütçe açığının küçülmesi ekonomide iyiye gidiş anlamına neden gelmesin?

- Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde bütçe açığının olması normal, anormal bir durum değil. Çünkü burada kamu hizmeti üretimi acil. Çünkü alt yapı hizmetleri vs. eksik. Çağdaş kapitalist ülkelerdeki düzeylerin çok gerisinde. Dolayısıyla kamunun burada görevleri çok yüksek.

DEVLET SERMAYE ÇEVRELERİNİ VERGİLENDİRMİYOR
* Mesele bu durumda, bütçe açığının kamu hizmetlerinin kısılarak kapatılması.

- Evet. Burada giderleri daraltarak ve vergi gelirlerini artırarak yaparsanız, bu dehşet bir şey ve sorun da burada. Bütçe açığını şöyle küçültebilirsiniz; servetleri vergilendirerek vergi gelirlerini artırırsınız ve hiç giderleri kısmazsanız. Bu da bütçe açığını düşürür. Ama Türkiye'deki bunun tam tersi. Hem giderleri kısıyorlar - Devlet, kamu hizmeti üretemez hale geliyor- hem de dolaylı vergileri artırıyorlar. Geniş halk yığınlarının arzu ettiği şekilde bir bütçe açığı finansmanı olsa kimsenin buna itiraz ettiği yok. Esas kritik nokta bu. İkinci olarak devlet kesinlikle sermaye çevrelerini vergilendiremiyor. Bırakın vergilendirmeyi, devlet her seferinde vergilerin azaltılması talebiyle karşılaşıyor. Sermayenin vergi yükü sürekli düşüyor. Üstelik özelleştirmeleri de yaparak, sermayenin bu anlamda da vergi yükünü artırmasının önüne geçilmiş oluyor.

FAİZLER DÜŞÜYOR ANCAK DİĞER KALEMLER YÜKSELMİYOR
* Bütçe ile ilgili sıkça duyduğumuz bir başka kavram da "faiz". Faiz ile bütçe giderleri arasındaki ilişki nedir?

- Bütçenin eğitim, sağlık gibi kalemleri reel kalemleridir. Faiz ise bir yerden bir yere gelir transferidir. Fakat faizin payı, yüksek faizler nedeniyle bütçe içinde yükseldikçe, hep eğitime, sağlığa gidecek olan kaynaklar azalırdı. Bu gerekçeyle hükümetler kamuoyunu ikna ederdi. Ancak AKP'nin şöyle bir avantajı var: Faizler düştü. Ancak faizler düşmesine rağmen faiz dışı harcamalar artmıyor. Oysa faiz mazereti ortadan kalktı. 2011 yılında bütçe giderleri 312,6 milyar TL. Gerçekleşme 313,2 olmuş. Faiz harcamaları ise 47,5'dan 42.6'ya düşmüş. Faiz kalemi düşüyorsa, öbür kalemlerin yükselmesi gerekiyor.

* Neden dediğiniz gibi olmuyor?

- Bu bir politik tercih. Devletin vatandaşın eğitim, sağlık gibi taleplerini karşılamak gibi bir tercihi yok. Birkaç rakam daha vereceğim. 2011 yılında faiz hariç giderler 265. Gerçekleşme 270 olmuş. Çok az artmış. Gelirlere bakalım. Gelirler 279 iken 290 olmuş. Fırsata bakın. Bir yandan öngörülmeyen bir vergi geliri artışı var, bir yandan faiz beklenenin altında ancak reel kalemleri artırmıyorsunuz. Olacak şey değil. Ekmeğin üzerine tereyağı, tereyağının üstüne bal var, fakat siz insanlara, tereyağlı ballı bir servis yapmıyorsunuz. Oysa bunu yapmamanız için herhangi bir mazeret yok. Bütçede vergi geliri en önemli kalem. Devletin toplayacağını söylediği vergi; 232.2 milyar TL. Ancak devlet, 249 milyar TL toplamış. El insaf. Demek ki, son vergi artışlarını yapma zorunluluğunda değildi. ÖTV, KDV zamları mecburi değildi.

CAMİ VE KIŞLA BİLMEDİĞİMİZ BİR DÜNYA
* Bütçe içinde savunma kalemlerine ilişkin ne diyorsunuz?

- Bu bütçede o çok fazla gözükmüyor. Asıl önemlisi Savunma Sanayi Fonu. Fakat onda da Sayıştay denetimi söz konusu değil. Belki de Güneydoğu'daki savaşın finansmanına o gidiyor, bilmiyoruz ki. "Ne kadar kaynak gidiyor" diye, Meclis bile sorsa bile yanıt alamaz. Sayıştay'ın denetiminde değil, hükümetin 3. müsteşarının denetiminde. Dolayısıyla kamunun denetimine açık değil. Bilmediğimiz başka bir şey de Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi. Bütçenin dışında Diyanetten de din hizmetlerine ne kadar ayrıldığını bilmiyoruz. Cami ve kışla bilmediğimiz bir dünya.

* Bu kadar önemli olan bir konu, sendikaların gündeminde hak ettiği yeri alıyor mu?

- Maalesef sendikaların gündeminde yer almıyor. TÜRK-İş'in içinde bir grup farklı davranıyor. Güç Birliği adı altında bir araya gelen sendikalar, ciddi bir deklarasyonla çıktılar, neoliberal politikalara karşı direneceklerini duyurdular. İlk defa böyle bir toplumsal muhalefeti görmeye başladım.

* TÜRK-İş kongresi öncesinde gelen bir muhalefet hareketi olduğunu hatırlatmak isterim.

- Onu bilemiyorum ancak çok gündemde değil bütçe. Oysa burada sendikalara büyük görev düşüyor. Sadece mevcut bütçe için değil. Bitmiş bütçe anlamına gelen Kesin Hesap için de sendikaların tutumu önemli. 2010 Bütçesi'nin hesapları tamamlandı, parlamentoda görüşülecek, en fazla 3 dakika sürecek. Oysa sendikalar, ciddi bir toplumsal muhalefet oluşturabilseler, kesin hesabın orada tartışılmasını sağlasalar, geçmişin hesabını yapanlar, geleceğin de hesabını sorabilecek durumda olurlar. Oysa bizde geçmiş hesap hiç tartışılmadan, gelecek üzerine bütçe tartışması yapılıyor.

Hiç yorum yok: