22 Kasım 2011 Salı

Dersim Soykırımı!

İdam edilişlerinin yetmiş dördüncü yıldönümünde Dersim Önderi Seyid Rıza ve arkadaşlarını saygıyla anıyorum. Dersim soykırım kurbanlarını anmanın ve Dersim soykırımını lanetlemenin ülkemizde insan ve demokrat olmanın temel ölçütlerinden biri olduğunu netçe görüyorum.

1937-38’de Dersim’de yaşanan olaylara şimdiye kadar en solcu olanımız “Dersim isyanı” veya “Dersim katliamı” diyebildi. Burada solculuğun ölçütü “Dersim” diyebilmekti. Gerçektende özel bir kanunla ismi değiştirilen, “Dersim” adı yasaklanırken “Tunceli” adı icat edilen bir alandı burası. Dolayısıyla özel devlet yasağını reddedebilmek elbette önemli bir bilinç ve yürek isterdi.
“İsyan” ve “katliam” kavramlarına gelince, kuşkusuz bunlar 1937-38’de yaşananların dar bir ifadesiydi. Dersim’de isyan da, katliam da yaşanmıştı. Fakat bu iki kavram da gerçeği tam olarak ifade etmekten uzaktı. Dahası bunlar, bunları yapan gücün, yani Dersim’i yok eden devletin literatürüydü. Devletin bir bölümü “isyan”ı öne çıkararak kendi yaptığına zemin yaratmak istiyor, bir bölümü de “katliam”ı öne çıkararak yaptığını hafifletmeye çalışıyordu.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1937-38’de Dersim’de yaptıkları ancak en doğru ve yeterli biçimiyle “Soykırım” kavramıyla ifade edilebilirdi. “Katliam” bu soykırım içinde yaşanan bazı olayların adıydı. “İsyan” ise soykırıma karşı Dersim halkının direnişini (çırpınışı da denebilir) ifade ediyordu. Soykırımı yapanlar, yaptıklarına meşruiyet kazandırabilmek için “Dersim’de isyan olduğunu” söylüyor, yine yaptıklarını hafifletebilmek için sözde sol cenaha “Dersim’de katliam yaşandı” dedirtiyorlardı.

Bu nedenle, öncelikle kullanılan kavramları düzeltmek gerekiyor. Örneğin, çoğu solcunun ve Dersimlilerin iddia ettikleri gibi bir “Dersim isyanı” yoktur. Kaldıki diğer tüm “Kürt isyanları” kavramı gibi, “Dersim isyanı” kavramı da Genelkurmay’ın “Harp Tarihi” isimli ve sadece “Harp Okulu” öğrencilerine okutulan kitabında kullanılmaktadır. “Dersim’de halk isyan etti de bu nedenle biz müdahalede bulunduk” demeye getirilmektedir.

Halbuki devletin ve ordunun müdahalesinden önce Dersim halkının herhangi bir isyanı bulunmamaktadır. Sadece ordunun müdahalesi olduktan, tutuklama ve katliamlar başladıktan sonra, bunlara karşı halkın kendini korumaya dönük bazı girişimleri olmuştur. Bu da ancak katliama karşı direniş olarak, imhaya karşı bir çırpınış olarak ifade edilebilir.

Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Dersim’de yaptıkları tamı tamına soykırım kavramının karşılığı olmaktadır. Çünkü, bir kere olay sonderece planlıdır. Bu süreç daha 1925’ten sonra “Şark Islahat Planı”yla başlamıştır. TBMM’nin 1934’te çıkarttığı “Tunceli Kanunu” ile devam etmiştir. Dönemin yönetim şefleri İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın alana ilişkin kapsamlı rapor ve önerileri vardır. 1937 ilkbaharından itibaren Abdullah Alpdoğan komutasındaki TSK birlikleri sonderece planlı bir ezme ve imha harekatı yürütmüşlerdir.

İkincisi, olayda soykırım kavramının içerdiği “yok etme”, hem karar ve hem de pratikte vardır. “Tunceli Kanunu” ile Dersim’in yok edilmesi açık ve somut olarak hedeflenmiştir. Katliam sırasında “İlerde Kürtlük şuuru taşıyabilecek herkesin yok edilmesi” talimatı verilmiştir. Bu çerçevede Dersim’de 70-80 bin civarı insan katledilmiş, geri kalanlar sürülmüş, Dersim coğrafyası uzun bir süre yaşama yasaklanmıştır. Katliamlar TSK birlikleri tarafından ve sivil-silahsız halka yönelik uygulanmıştır. Bu çerçevede ana karnındaki doğmamış bebeden yüz yaşındaki ihtiyara kadar herkes katliama hedef olmuştur.

1915 yılında Ermenilere karşı yapılanların hepsi, daha planlı ve örgütlü bir biçimde 1937-38 yıllarında Dersim halkına karşı uygulanmıştır.

Üçüncüsü, olayda hile, yalan, aldatma her şey vardır. Alpdoğan Paşa komutasındaki ordu birlikleri Dersim’i kuşatıp Dersimlileri tutuklama ve katletme operasyonları başlatınca, o zamanki bazı aşiret kuvvetlerinin direnişiyle karşılaşmıştır. Bu direnişi silah zoruyla kırmanın zor olacağı anlaşılınca hile ve yalan yoluna başvurulmuştur. Başta Seyid Rıza olmak üzere Dersim’in ileri gelenleri, “Sorunları çözmek için görüşmeye” davet edilmiştir. Buna inanan saf ve tedbirsiz Seyid Rıza sözde “görüşmeye” gitmiş, bilindiği gibi tutuklanıp idam edilmiştir. Hala mezarının yeri gizli tutulmakta ve söylenmesi yasak kapsamında bulunmaktadır.

Dersim’de 1937-38’de yaşananların bir soykırım olduğu tartışmasızdır. Kürt direnişi geliştikçe bu gerçek daha net açığa çıkmakta ve ifade edilmektedir. Olanlar tamamen bir katliam ve tehcir (göçertme, sürgün etme) kapsamındadır. Dersim soykırımını protesto gösterilerinin ancak Avrupa ve İstanbul’da yapılabiliyor olması da bunu açıkça göstermektedir. Çünkü ancak buralarda Dersimliler vardır.

İçinde bulunduğumuz süreçte Dersim soykırımının tüm boyutlarıyla araştırılıp buna karşı mücadelenin geliştirilmesi önemlidir. Çünkü bu durum Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle doğrudan bağlantılıdır. 12 Eylül 1980 darbe süreci ve 1990’lı yıllardaki gibi, 1937-38’de Dersim’de, 1929-31’de Ağrı-Zilan’da, 1925’te Amed-Bingöl’de yaşananlar da açığa çıkarılıp netleştirilmeden ne Kürt sorunu çözülür, ne de demokratikleşme olur.

Gerçek böyle olmakla birlikte, günümüzde AKP-CHP veya Tayyip Erdoğan-Kemal Kılıçdaroğlu tartışması böyle değildir. Bu tartışma, çok affınıza sığınarak yazıyorum, “Benim avrat senin avradı kerhanede görmüş” sözünü anımsatmaktadır. Dünün “Kürt soykırımcısı” ile bugünün “Kürt soykırımcısı” güya tartışıp birbirini suçlamakta ve böylece halkı kandırmaya çalışmaktadır. Halbuki tartışmaya ne gerek var, “Tencere dibin kara, seninki benden kara” deseler yeter. Çünkü dünün CHP’si ile bugünün AKP’sinin Kürtler açısından aynı şey olduğunu bugün herkes, bu arada Kürtler de çok iyi bilmektedir.

Burada bir belden aşağı darbesiyle CHP’ye genel başkan yapılan Tuncelili Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu ilginç olmaktadır. Zaten beyaz ergenekonun önde gelen isimlerinden Onur Öymen’in Meclis kürsüsünde Dersim katliamını savunması ardından genel başkan yapılmıştı. Bu biçimde CHP’den uzaklaşan Dersimli ve Alevi oylarının tekrar CHP’ye kazanılması amaçlanmıştı. Belliki Kılıçdaroğlu’nun omuzuna yüklenen uğursuz görevden bile haberi yok. Dersim tartışmaları yeniden partisinin içini karıştırmış görünüyor.

Karşısında Kılıçdaroğlu gibi birinin bulunması, belliki Tayyip Erdoğan’ın işine pek fazla geliyor. “Dedelerinin haline bak” diyerek Kılıçdaroğlu’nun utanç verici durumunu yüzüne vuruyor. Bir de geçmişte CHP’nin yaptığının bir benzerini şimdi kendisi yapmak istiyor. Nasılki Dersim soykırımını yapmasına rağmen CHP sözde Dersimli, gerçekte ise Tuncelililerden en çok oyu alıyorsa, benzer biçimde Kürt soykırımını gerçekleştirerek sözde Kürt, gerçekte ise asimile olup Türkleşenlerden en çok oy alan olmayı hesaplıyor.

Geçmişte CHP bir süreliğine başarılı olmuş olabilir. Fakat bunun nasıl geçici olduğu ortadadır. Kaldıki ortada çok önemli bir Kürt aydınlanması ve direnci de vardır. Bu nedenle, “eskiyi tekrarlayayım” derken AKP, hepsini birden kaybedebilir. Yeşil ergenekonun başarısızlığı, beyaz ergenekonun suçlarını da açığa çıkarabilir. Zaten Amerikan’cı Fethullah Gülen’in “Kürt soykırımı” fetvası önemli bir deşifrasyon rolü oynamıştır.

Dolayısıyla yeşil ergenekoncu AKP’nin Kürt soykırımına karşı direnmek beyaz ergenekoncu soykırım suçlarını açığa çıkaracağı gibi, beyaz ergenekonun Dersim soykırımı benzeri suçlarını açığa çıkarmak da yeşil ergenekonun (AKP ve Fethullah) soykırım uygulamalarını başarısız kılar. 

ADİL BAYRAM

Hiç yorum yok: