15 Kasım 2011 Salı

Cumhuriyet Devrimi ve İleri Demokrasinin “Teröristleri”(!) Üzerine…

Cumhuriyet kavramını kuramsal olarak ele aldığımızda niteliksel olarak, mevcut dönemin nesnel şartlarının özgüllüğü doğrultusunda, toplumsal devinimin veya devrim aşamasına gelen bir sürecin "ilerici mi" yoksa "gerici mi" olduğunu daha rasyonel bir şekilde tahlil edebiliriz. Anadolu topraklarında gerçekleşen ‘Cumhuriyet Devrimi’ni de bu metod dahilinde ele almak zorundayız.

Muhafazakar modernleşme projesi dahilinde, küresel sermayenin bölgesel stratejileri ve planları doğrultusunda yeni bir iktidarı bloku olarak yeşeren “dinci-liberal ittifakın” somut hali konumunda olan AKP-Cemaat bileşiminin; mevcut rejimi, Ortadoğu’da, emperyalizm tarafından oluşturulan yeni konjonktüre göre radikal bir şekilde biçimlendirdiği bir zaman diliminde, 1923 paradigmasının konumu önemli bir yerde duruyor.


Cumhuriyet Devrimini daha iyi bir şekilde analiz edebilmek için, Osmanlı'nın son dönemlerine Tanzimat ile başlayan sürece, o süreçten itibaren, evrensel çapta dünyadaki üretim tarzının ve ilişkilerinin değişen yapısının ve 19.y.y. ile birlikte sermaye birikim rejiminin geçirdiği evrimi ve bunun Anadolu topraklarına olan yansıması ile birlikte değerlendirip ve kendi halkımızın tarihsel momentteki belirli aşamalarda kendine özgün yapısının yani örgütlenme-organizasyon-bölüşüm ilişkilerinin özgül ilişki ve çelişkilerini net bir şekilde ortaya koyduğumuzda, sadece “Cumhuriyet” değil, “1908 II.Meşruiyet Devrimi” ve yakın tarihteki birçok olayın, hangi toplumsal ve siyasi koşullar dahilinde geliştiğini, altyapısını oluşan “ekonomik-tarihsel determinizmin” hangi yasaları kapsadığını ve buna göre “ilerici” ve “aksak” yanlarını daha saydam bir şekilde görebiliriz.


Kemalizm kavramının yapay konumu, yani Kemalizm'in, o dönemdeki egemen sınıfların ideolojik hegemonyasının bir aracı haline getirdiği bir düşünce sistematiği olduğu apaçıktır. Fakat, o dönemin egemenlerini tek bir kutup dahilinde ele alamayız.Asker-Sivil Bürokrasi ile Finans-Kapital zümresi arasında gidip gelen yani Devletçilik (Kapitalizm Fideliği) ile Komprador Burjuvazi’den Finans-Kapital'e evrilen İş Bankası zümresinin arasında geçen iktidar mücadelesinin ve kadim saltanatını antika çağlardan beri sürdüren Tefeci-Bezirgan sermayenin, ana aktör olduğu bu denge oyununda, egemenlerin kendi siyasi meşruiyetini sağlamada Mustafa Kemal'i, “Atatürk” sıfatı içerisine hapsedip, onu birer koçbaşı olarak kullandığı bir dönemden bahsediyoruz. Aslında “Tarihcil Devrimcilerin” yaşadığı, trajik bir sondur, Mustafa Kemal'in de yaşadığı.


‘Cumhuriyet Devrimi’nin, 1925 yılına kadar gerçekten ilerici bir nosyonu vardı, fakat, sosyal sınıf ilişkilerinin (işçi sınıfının politik bilinci) niceliksel olarak var olsa da, niteliksel olarak güçlü olmadığı bir dönemde, Mustafa Kemal gibi sosyal sınıf pusulasına sahip olmayan, bu yüzden “Sosyal Devrimler” çağında, yenilmeye mahkum olan tarihcil devrimcilerin iyi niyetli girişimleri, maalesef o dönemin egemen sınıfları tarafından kolayca alt edilip, kendi yörüngelerine çekildiği için, bugün yaşadığımız tartışma da bu eksende devam ediyor.


Yanlış olan “Cumhuriyet Devrimi” değildi, ‘Fransız Devrimi'ne baktığımızda da, o devrime hayat veren ve gerçekten tarihin çarklarını ileriye doğru döndüren uygulamalara hayat veren insanların (Robespierre, Danton, Marat, Saint Just vb..) çok uzun süre iktidarda kalmadıklarını hatta 4 yıl gibi bir sürede birçok şeyi gerçekleştirdiğini, daha sonra trajik bir son ile giyotine gönderildiklerini ve Fransız Devrimi’nin kısa zamanda ‘restorasyon’ dönemine girdiğini ve karşıdevrim sürecinin başladığını görmekteyiz. Ama, sonuçları bakımından ele aldığımızda bugün Fransız Devrimi ve onun yaydığı, dönemine göre en ileri konumdaki fikirlerin, insanlık tarihinde yarattığı etki ortadadır. Fakat, özellikle Emperyalizm çağındaki ‘Burjuva Devrimleri’nin ilerici karakterleri, Kapitalizm’in dönemsel koşullarından ve üretim ilişkilerinin geldiği noktadan dolayı, çok kısa bir dönemde geçerli olduğu gibi, politik zümrelerin ve sınıf ilişkilerinin niteliğine göre, zamanla evrildiği aşama “gerici” bir karaktere bürünebiliyor. 1923'ü de bu noktada ele alarak değerlendirmeliyiz ve onu, tarihin çarklarında nasıl ileri bir noktaya yani “Sosyalist Cumhuriyet’e” taşıyabiliriz, bunun kavgasını ve tartışmasını vermeliyiz...


* * *


Son KCK operasyonları sonrası, akademisyen ve BDP PM üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile yayımcı ve yazar Ragıp Zarakolu başta olmak üzere, gözaltına alınan 44 kişiden 23’ünün, çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanması, AKP-Cemaat aracılığıyla dönüştürülen rejimin hukuk ve adalet anlayışının niteliğini gözler önüne seriyor.


Emperyalizmin bölgesel planları dahilinde, klasik bir burjuva partisinin ötesinde, bir misyon partisi konumunda olan AKP’nin, mevcut sistemin sacayaklarını, konjonktürel yeni ortama göre dizayn ederek, kendi ideolojik hegemonyasını faşizan yöntemlerle kurduğu mevcut düzlemde, kendisine muhalif olan her cephede açtığı gedikleri, sözde hukuk sistemini kullanarak genişletmeye çalışmasının bir sonucu olarak; -Ergenekon’dan Devrimci Karargah’a, Devrimci Karargah’tan KCK’ye-, bugün birçok kişinin, evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir şekilde, saçma sapan deliller eşliğinde tutuklandığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.


Özellikle, referandumla birlikte tamamen eline geçirdiği yargı gücünü, özel yetkili mahkemeler başta olmak üzere, yandaş savcı ve yargıçlar aracılığıyla, sınırsız bir şekilde kullanan iktidarın, çarpık adalet anlayışı, Deniz Fener e.V. sanıklarına uğrarken, yukarıda bahsettiğim diğer davalardan tutuklu bulunan ve akıbetleri hala belirsiz olan sanıklara bir türlü uğramamaktadır.


Adaleti, gerici-piyasacı dünya görüşleri dahilinde kendi yandaşlarını, -hacıağa, bezirgan takımını- koruyup kollamak; kalkınmayı da, Finans-Kapital’in ve yerli taşeronlarının, neoliberal ekonomi politikalarının bir düsturu olarak, ülke içinde rahat bir şekilde at koşturması olarak algılayan, kurgulayan ve pratiğe aktaran AKP’nin halk düşmanı politikalarının karşısında duran binlerce kişi, yürürlükteki mevcut TMK yasasının bir sonucu olarak, “terör örgütü üyesi” olmakla suçlanarak yargılanıyor.


Olmayan örgütlerin üyesi olmanın ironisi bir yana, Kültür Bakanlığı'nın onayladığı eserlerin suç unsuru teşkil edilerek delil olarak kullanılması, buna benzer şeylerle insanların haksız bir şekilde tutuklanması ama Deniz Feneri gibi yolsuzluğun dibine vurulduğu bir derneğin süren davasının sanıklarının, delillerin toplanması sebep gösterilerek salıverilmesi, özellikle “Yetmez ama Evetçi” sözde demokratların vicdanlarının neresine oturuyor bilinmez ama süregelen davaların, toplumun vicdanında açtığı yaralar, kolay kolay kapanacağa benzemiyor… 

İbrahim Utku Nar

Hiç yorum yok: