15 Kasım 2011 Salı

Beyaz Türk Faşizmi

PKK’nin Çukurca saldırısından sonra internet ortamında dolanan ırkçı söylemler Van depreminde insanı insanlığından utandıran bütün kepazeliğiyle ortalığa döküldü. Doğrudan PKK’yi atlayıp Kürtleri hedef alan bir söylemin bu kadar yaygınlaştığına ilk kez tanık oluyoruz. Kuşkusuz Türkiye halklarının şimdiye kadarki sağduyusu, uzun binyıllardır birlikte, iç içe yaşamış olmanın verdiği duygusal (dini-kültürel) paylaşım bu tür ırkçı saldırgan söylemlere (şimdilik) çok yüz vermiyor.

Ancak yine de Türkiye gibi kaygan bir zeminde bulunan bir ülkede uç veren bu yeni ırkçı-faşizmi görmezden gelmemek gerek diye düşünüyorum. Zira bu yeni dinamik, bizim şimdiye kadar bildiğimiz MHP’nin Anadolu milliyetçiliği temelindeki faşizmine benzemiyor. MHP milliyetçi faşizmi esas olarak Kürtlerin varlığını inkar eder ve bu nedenle aslında Türk-Kürt ayrımı yapmazdı! Onlara göre Kürtler zaten Türk’tü… Onlar açısından sorun bölücülüktü… Oysa bu yeni tür faşizm Kürtlerin varlığını kabul ediyor ve fakat onu dışlıyor. Kürtleri bu ülkenin fazlalığı, kaşık düşmanı olarak görüyor. “Biz vergilerimizle Kürtleri besliyoruz, onlar askerlerimizi öldürüyor” diye düşünüyor. Bu toprakların bugüne kadar görmediği bir “ırkçı” söylemi açıktan kullanıyor. MHP’de “gizli” olan ırkçılık bu yeni akımla “meşru bir açıklıkla” ilan ediliyor.


İşin beni daha çok ürküten tarafı bu yeni ırkçı faşizmin Türkiye’nin sol-sosyal demokrat damarından besleniyor olması. 1990’ların başlarında Ecevit’in icat ettiği “ulusal sol” söylemini ilk duyduğumuzda Türkiye’de milliyetçi “ucube” bir sol filizlendirilmeye çalışılıyor, diye tartıştığımızı hatırlıyorum. Her ne kadar Marksist literatürde “sosyal şövenizm” kavramına tanıdık olsak da bunun burnumuzun dibinde bitmeye başlamasını kabullenmek zordu bizim için…


Bu “ucube sol”, AKP iktidarına kadar gelişme zemini bulamamışken tam da kendisine yakışır bir şekilde AKP eliyle devletin geleneksel mekanizmalarından dışlanan “laik-üniter” kadroların çaresiz çırpınışları karşısında kendisini korumak için solun temel değerleri olan özgürlük-demokrasi-eşitlik esasına dayalı bir siyasete yöneleceğine ‘derin’ devlet mekanizmalarından dışlanan geleneksel resmi faşist yapılanmaların artığı bir siyasal düşünceye yöneldi. “Ulusalcılık” adı altında formüle edilmeye çalışılan bu faşizan düşünce yapısının halen ilk elden ulaşmaya çalıştığı sosyal demokrat kitleleri etkisi altına alabildiğini söylemek mümkün değil.


Ancak eğitimli-orta sınıflardan geldiği belli olan bu yeni faşist dalganın kendisini günlük gazetesinden yaygın internet ağına kadar ifade etmesi onun ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Henüz ciddiye alınabilir bir siyasal organizasyonu olmayan bu hareketin CHP’den tasfiye edilen Baykal-Sav kliğiyle birlikte önemli bir zemin kaybına uğradığı çok açık. Bu nedenle şimdilik somut siyasal bir güç olarak tehdit olarak görülmese bile “damarlarındaki asil kan” uygun bir siyasal zemin oluştuğunda kendisine akacak bir yol bulacaktır.


Bütünüyle Kürt sorunun gidişatına bağlı olarak akıbeti belli olacak olan bu yeni akımın önünün kesilmesi Türkiye solu açısından da son derece önemlidir. Zira Türkiye sosyalist solu bir taraftan yoksul emekçi halk kitlelerinin taleplerini devrimci bir siyasetle dile getirmeye ve toplumsal mücadeleye dönüştürmeye çalışırken büyük çoğunluğu orta sınıf özelliği gösteren sosyal demokrat kitlelerle ilişkilenmeyi ihmal etmemelidir. Bu hem yoksulların “sol” mücadelesinin hegemonyasının güçlendirilmesi için pratik bir ihtiyaç hem de sosyal demokrat kitlelerin (gericilik) endişelerinin giderilmesi için gereklidir.


Sosyalistler olarak bu çarpılmanın sorumluları arasında olduğumuzu unutmayalım. Sosyalist sol, solun tüm kalıcı ve geçerli değerlerini temsil eden bir ideolojik-ahlaki yeniden yapılanmanın tohumlarını Türkiye toprağına ekmeyi başarabildiği oranda kendisini “sol” olarak tarif eden kitlelerin, bireylerin bu “ucube” hallerine çözüm olabilecektir. 

Tufan Sertlek 

Hiç yorum yok: