22 Kasım 2011 Salı

AKP, İmralı’yı Neden Hedefliyor?

AKP, Haziran seçimlerinden sonra toplumdaki demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin olumlu beklentilerin tümünü bir yana bıraktı. Türkiye’yi hızla gerilime ve savaş ortamına sürükledi. PKK ve İmralı ile yapılan görüşmeleri tek yanlı sonlandırdı. Askeri ve polisiye operasyonlara hız verdi. Yasal alanda varlık gösteren bütün Kürt politikacılarını tutuklamayı sürdürdü. Öyle ki, bugün BDP’nin hiçbir il-ilçe yönetiminin tam sayı ile temsil edilme ve toplantı yapma şansı kalmadı.

Yandaş ve Fethullahçı basın Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşmeyi bir tarafa bıraktı. Başta başbakan olmak üzere hepsi ortak ve tek merkezli, PKK’nin yok edilmesi, PKK ve BDP’nin ezilmese de içinin boşaltılması için büyük bir propaganda ve psikolojik savaş kampanyası yürütüyorlar. Basına hakim olan, sorunları normal bir dille tartışmak değil; savaş ve ortak cephe oluşturmanın dilidir. PKK ve BDP’den söz ederken sürekli şiddet, terörizm, ayrı devlet kurma, bölücü kavramları yan yana gelmektedir. Ayrıca başta hükümet olmak üzere Fethullahçılar da dahil, Kürtlerin örgütlü ve direnişçi bütün güçlerinin ezilmesini, tasfiye veya teslim olmasını önlerine koymuş bulunmaktadır.

Dört aya yakındır hükümet, İmralı’yı dünyaya kapatmış, avukat görüşmelerini yasaklamıştır. Bu hukuk dışı uygulama Türk basınında ve siyasi çevrelerinde tartışılmamakta, eleştirilmemektedir. En başta tutuklu bir insanın insani ve demokratik, yasal hakları çiğnenmekte, açık bir insan hakları ve hukuk ihlali orta yerde durmaktadır. En azından Türkiye’nin yasal ve demokratik gelişimi ve işleyişi açısından bu uygulamalara karşı çıkmak gerekiyordu. Ancak görüldüğü gibi, bırakalım bir hak ihlalini eleştirmeyi, Fethullahçı ve yandaş basın, diğer milliyetçi ve sağ çevrelerin tümü bu uygulamayı savunmakta, itiraz edenleri hedeflemektedirler.

Bu kadar insan tutuklanırken, Kürtlere yasal alan daraltılırken, yeni anayasa nasıl yapılacak? Bu yeni anayasada gerçek bir demokrasi ve Kürt sorununun çözümü nasıl yer edinebilecek? Bunlar basit sorular değil. Eğer Türkiye askeri vesayet ve militarist bir sistemden ve onun anayasasindan kurtulmak istiyorsa, doğal olarak örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engellerin kaldırılması gerekir. Terörle mücadele yasası gibi ırkçı ve baskıcı yasaların değişmesi lazım. Gösteri, toplantı ve yürüyüş hakkının genişletilmesi gerekir. İdari ve polis teşkilatının partizanca hükümetin militanı gibi halka saldırması yerine, herkese eşit mesafede durması gerekir. Türkiye’de tanık olduğumuz ortam hiç de buna denk düşmemektedir. Ağzını açan, gösteri yapanın üzerine gaz bombaları, polis güçleri, savcılar ve mahkemeler salınmakta. Bu baskı ve şiddet dalgasının hakîm olduğu bir ortamda ne demokrasi gelişir ne de Kürtleri kapsayan demokratik bir anayasa yapılabilir.
Sayın Öcalan neden bu kadar hedeflenmekte ve koyu bir tecride tabi tutulmaktadır? Daha birkaç ay öncesine kadar hükümet ve devlet yetkilileri Kürt sorununu çözmede en etkili kişi olduğu için onunla görüşüyordu. Gerilla güçleri dahil Kürt halkı üzerinde en bağlayıcı ve etkili bir insanı devre dışı bırakıp dünyadan izole edersen Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yollarla çözmeye niyetinin olmadığı net ortaya çıkar. Nitekim AKP, İmralı’yı izole ederek kendince Kürt cephesinde boşluklar ve çatlaklar yaratarak Kürtlerin iradesini zayıflatma ve karar mekanizmalarını zaafa uğratmak istemektedir. Güney Kürdistan’ı günlük bombardıman, Kuzey Kürdistan’ı da operasyon ve tutuklama basıncı altında tutarak Kürtlerin iradesini ve direnişini çökertmeye, örgütsüz bırakmaya çalışmaktadır. Otuz yıldır süren şiddet eşliğinde Kürtleri yenemeyen Türkiye, AKP eliyle Kürtleri yenmeye ve etkisiz bırakmaya çalışmaktadır.

Hepimizin çok yakından bildiği gibi sayın Öcalan, özellikle ‘99’dan beri Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi için büyük çabalar sarf etti. Uzun zamana yayılan ateşkesler, gerillanın sınır dışına çıkarılmasından, stratejik ve programsal değişikliklere kadar çözümü kolaylaştırmak için o kıt kanat imkanlarıyla büyük bir değişim-dönüşüme öncülük etti. AKP, üçüncü dönem seçimi de kazanıp daha güçlendiği ortamda bu çabalara paralel girişimlerde bulunsaydı, bugün Türkiye’de çatışma, şiddet, tutuklama ve kara propaganda yerine iyimserlik ve daha sağlıklı bir tartışma ortamı hakim olacaktı. Şu nokta bir kez daha görüldü ki, Öcalan’a düşmanlık, onu etkisizleştirme Kürt sorununda şiddeti ve savaşı tercih etmek anlamına gelmektedir. Öcalan’ı örgütlerinden ve kitlesinden koparmak barışa ve hayra alamet değil, şiddete ve savaşa alamettir.

Sayın Öcalan, hükümetin ve meclisin kendisine bir çağrı yapmasının yeterli olduğunu söyledi. Bu savaşı bir haftada bitirme gücünde olduğunu açıkladı. Buna rağmen hükümetin Öcalan’ı susturması ve etkisizleştirmesi, tercihinin barış ve çözüm olmadığını gösteriyor. Bazı çevreler hükümet BDP, PKK, Öcalan’ı etkisizleştirecek, ondan sonra demokratikleşme ve çözüm yönünde reformlar yapacak beklentisinde. Tabii bu kendini kandırmanın ve toplumu oyalamanın basit bir yaklaşımıdır. Eskiden de terör ve şiddet tasfiye edilmeden, Kürt sorununda demokratik adımlar atılamaz deniliyordu. 

Görüldüğü gibi dönüp-dolaştık yine aynı yere geldik. Örgütlü, diri ve kendi haklarını talep eden Kürtler yenilecek, kolu-kanadı kırılacak, hükümetin önünde herhangi bir engel kalmayacak. Bu durumda Kürtler adına kim konuşabilecek, hak talebinde bulunacak? Hükümete ve yandaş basına bakarsak, zaten Kürt sorunu kalmamış, kendi ihtiyaçlarına göre bir anayasa da yaparlar olur biter. 

Demokrasinin, özgürlüklerin ve halkların iradesine dayalı çözümlerin yegane yolu, demokrasi güçlerinin örgütlü ve güçlü olmasından geçer. 

MUZAFFER AYATA

Hiç yorum yok: