6 Ekim 2011 Perşembe

Yeşil Gladio İş Başında

ALİ H.YERKAN

Şair Mehmet Akif’i arkasına alan Bülent Arınç, Akif’in şiirinden bir dizeyi kullanarak, Kürt gerillaların kan dökücülükte sırtlanları bile geride bıraktığını iddia etti. Şiirlerini okumasam da, Akif’in bir dizesini aktardığı şiirinin temasını tahmin etmekte zorlanmıyorum. ‘Tek dişi kalmış canavar’ olarak değerlendirdiği kapitalist Batı uygarlığına büyük bir öfke duyan ve gerçek bir Müslüman olan Akif’in şiirleri çoğunlukla ezilenlerin özgürlük çığlığı niteliğini taşır. Başka bir deyişle Akif’in kan dökücülükte sırtlanları geçmekle itham ettiği güçler, Osmanlı topraklarını ele geçirip sömürgeleştirmek isteyen emperyalist devletlerdi. Bunların başında da o dönemde sistemin hegemon gücü olan İngiltere geliyordu. Mehmet Akif hiçbir zaman Bülent Arınç gibi zulüm ve zorbalığa karşı direnen ezilen halkları ve onların temsilcilerini sırtlanlığa soyunmak ve kan dökücülük yapmakla damgalamadı. Onun dilinde sırtlanlık tümüyle kapitalist devletçi sisteme mahsustu. Ezilenler hiçbir dönemde kan dökücülükte devletle yarışmamışlardır, yarışmazlar. İsteseler de imkânları asla buna elvermez. Günümüzün sırtlanları Kürt düşmanı ulus-devletlerdir.
 
Arınç’ın temsilcisi olduğu ve Musul-Kerkük’ün İngiltere’ye bırakılması karşılığında ulus-devlet olabilen TC devletinin bu tarihten sonra Kürt halkına neler yaptığını, ne tür bir zulüm ve zorbalık uyguladığını Kürtler gayet iyi biliyorlar. Kendisi olarak yaşamak istedi diye kundaktaki bebekten ölüm döşeğindeki yaşlıya kadar ayrım gözetmeksizin Kürtleri kurşuna dizen bu devlettir. Katlettiklerini üst üste yığıp benzin dökerek ateşe veren bu devlettir. Kılıç artıklarını mecburi iskâna tabi tutup kendi ana toprağından koparan bu devlettir. Katliamlar sırasında esir aldığı kadınları erkeklerden ayırıp günlerce bir alay askerin içinde tutan ve iğrenç hakaretlerin ardından katleden yine bu devlettir. Son derece sınırlı imkânlarla çekilen Dersim katliamına ilişkin belgesellere bakın, bu gerçeği açıkça göreceksiniz. Başbakan Erdoğan’ın bile katliam olarak adlandırdığı Dersim’in tenkili sırasında yüzlerce genç kız ve gelin, sırtlanlaşan bu devletin askerlerinin eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan ölümün kucağına attı. Bedenlerinin paramparça olmasını bu devletin askerinin eline geçmeye yeğ tuttu. Suçları sadece onurlarını korumaya çalışan insanlarına öncülük etmek olan Kürt aşiret reislerini idam eden ve kendilerine bir mezar yerini bile çok gören yine bu devlet oldu. 

 
Sadece Arınç mı güneş kadar açık gerçekleri çarpıtan? Elbette hayır. Kadın Bakan Fatma Şahin’in ağzından da kanlı sözcükler damlıyor. Batman’da İmam’ın Ordusu olarak bilinen AKP polisinin katlettiği Mizgin Doru’nun ailesini ziyaretinde, aynı hanım Bakan, “Göreceksiniz, yakında hepsinin kökünü kurutacağız” diye haykırıyordu. Demek ki dişi Kurt Asena rolüne soyunan sadece Tansu Çiller değilmiş. Ordu-millet sistemine entegre edilen her kadın bir yırtıcı Asena haline gelebiliyormuş. Yeni Asena adayı adeta müjde verir gibi ürkütücü bir gerçeği ortaya koyuyor: İmha ve inkâr geleneği aynen ve hatta daha da güçlendirilmiş olarak devam ediyor. Bu hanımefendi ‘kök kurutma’yı herhalde güneşte çamaşır kurutmak gibi bir şey sanıyor. Kullandığı bu sözcüklerin ne anlama geldiğini, yönetiminde yer aldığı devletin bu ‘kök kurutma’ eylemini nasıl pratikleştirdiğini gitsin de Dersim’in yaşlılarından dinlesin. Dersimliler ona “Çê filan keşi ra dewlete az nê verda, pyero qır kerdy” diyeceklerdir. Falan ya da filan aileden tek bir dal bile bırakılmadığını, devletin acımadan hepsini katlettiğini söyleyeceklerdir. Dünya koşulları uygun olsa, belli ki AKP de aynı kıyım işini iştiyakla sürdürmekten geri durmayacaktır. AKP de aynı yolun, Kürt soykırımı yolunun rehberliğini yapmaktadır.

 
AKP’nin Kürtlerle mücadeleyi en iyi kendisinin yürüteceği ve Kürt soykırımını başarıya götüreceği iddiasıyla iktidara geldiği, iktidarın bu temelde kendisine verildiği açıktır. Fakat AKP iktidarı döneminde Kürdistan’da demokratik uluslaşma mücadelesi daha büyük bir ivme kazanmış, gerileyen Özgürlük Hareketi değil Yeşil AKP faşizmi olmuştur. Bu durum kurumlaştırmaya çalıştığı imhacı Yeşil Türkçü sistemin temellerini sarstığı için AKP’yi müthiş tedirgin etmiş ve kendisini sırtlan dişlerini göstermeye yöneltmiştir. Bu sistemin henüz kurumlaşmadan tarihe gömülmesi olasılığı oldukça güçlenmiştir. AKP’nin saldırganlığının esas kaynağı buradadır. AKP polisinin BDP kadrolarının listesini çıkarıp birer birer tutuklamaya çalışmasının nedeni budur. Sırtlan taktiği bir de bu biçimiyle hayata geçirilmektedir. Bu tutuklamalar 90’ların ilk yarısında işlenen faili meçhul cinayetlerin yerini almıştır. Dolayısıyla sözü edilen uygulamaları siyasi soykırım olarak tanımlamak son derece isabetlidir.

 
AKP Kürtlerin varoluş ve özgürlük mücadelesine karşı kendi Yeşil Gladio’sunu kurmuştur. Bu Gladio eskisinden daha örgütlü ve sistematik bir özel savaş yürütmektedir. İslam dini bu özel savaşın en etkili bir aracı olarak kullanılmaktadır. Eskisinin uygulamalarına rahmet okutturacak bu yeni Gladio’nun katliamları devrededir. Yeşil Türkçü Gladio’nun en örgütlü olduğu kurumlardan biri İmam’ın Ordusu olarak da bilinen AKP’nin polis teşkilatıdır. Özelde bu polis yapılanmasına, genelde kentlerdeki değişik kurumlara yönelik silahlı eylemlere karşı alınan karar, misliyle sivil Kürt insanını vurmak ve bunları PKK’nin vurduğu propagandasını geliştirmektir. Batman’da Mizgin Doru, kızı ve kendisine hamile olduğu bebeğinin katledilmesi bu kararın hayata geçirilmesidir. Bu kararın belki de ilk pratikleşmesi gerillanın Şemdinli baskınına karşılık dört Kürt gencinin katledilmesidir. Kandil’de yedi sivil Kürt’ün katledilmesi de aynı çerçevede ele alınmalıdır. Nitekim Başbakan’dan tutun en sıradan propagandacısına kadar yeşil sermayenin cümle elemanlarının PKK’nin ‘kadınları ve çocukları katlettiği’ ve ‘Kürt düşmanlığı’ yaptığı yalanına sarılmışlardır. Cellat kendisini kurbanına aşık olunacak güç biçiminde sunmakta, Kürt halkını kendi celladına sevdalanmaya davet etmektedir. Kürt insanına açık bırakılan yegâne kapı AKP iktidarının işbirlikçisi ve uşağı olmaktır. İşbirlikçi ve uşak olmayı benimseyen rahat yaşayacak, geri kalanlara zindandakinden beter koşullar dayatılacaktır.

 
Genelde medya ve özelde yandaş medya bu savaşın Goebels tarzı faşist propaganda karargâhı olma onursuzluğunun temsilcisidir. Özellikle yandaş medya kapsamındaki tv kanalları foseptik çukuru misali mide bulandıran ve kusmuğu andıran karalamalarıyla soykırıma çanak tutmaktadır. Yaptıkları iş sırtlanlığın şakşakçılığını yapmak, daha fazla kanın dökülmesine elverişli ortam hazırlamak, ‘kök kurutma’ ameliyesi için uygun psikolojik koşulları oluşturmaktır. Bir benzetmede bulunmak gerekirse, sırtlanlar savanada avladıkları ceylanı mideye indirirken, uzaktan acıyla bu tabloyu izleyen ceylan sürüsünü ceylan katilleri olmakla itham etmektir. Bu propaganda tarzına alçaklık demek de yetmez, çukur demek bile gerçekliğine denk düşmez; yapılan çukurluğun da ötesinde bir şeydir, iğrençtir ve soykırım uygulayıcılarına mahsustur. 

 
Türkiye’de AKP iktidarı ile birlikte bir korku imparatorluğu inşa edilmiştir. Küresel kapitalizmin bölgeyi yeniden dizayn etmek isterken İşbirlikçi Ilımlı İslam adıyla anılan işbirlikçi bir iktidar türüne duyduğu büyük ihtiyaç, AKP’nin korku salmada oldukça pervasız şekilde hareket etmesine yol açmaktadır. Barış, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu dışta tutulursa, Meclis’te aslında tek bir faşist parti vardır. Üç parti arasındaki tek fark renk farkıdır; kendilerini bir kılan faşist karakterleridir. Faşizm ise savaş demektir, zulüm ve zorbalık demektir, kan ve gözyaşı demektir, dizginlerinden boşalmış baskı ve sömürü demektir. AKP iktidarı dört dörtlük bir faşist iktidardır. Böyle bir iktidar altında Kürt coğrafyasının katliamlarla kan rengine boyanması yüksek bir olasılıktır.

 
Kürtler korkuyu 1970’lerin başında yıkmaya başladılar. Çünkü korkmaya devam etmek sadece bitişlerine hizmet edecekti. Korkuyu yıkmaya çalışmak, var olmak ve özgür yaşamakta karar kılmak demekti. Namuslu Kürt işte böyle doğuş yaptı. Kürtler korkuyu yaşamlarından silmeye çalışırken akıllara durgunluk veren bedeller ödediler. Öyle ki, bu soylu davada kurban verdikleri oğulları ve kızlarının başında ağıt yakabilecekleri bir mezarları bile olmadı. Zalimler kendi evlatlarının cesetlerine sahip çıkmalarına bile izin vermediler. Öyle anlaşılıyor ki, Yeraltı Tanrısı Hades hala kana doymamıştır ve Kürtler varlık ve özgürlük davasında daha fazla bedel ödemeye devam edeceklerdir. Namuslu Kürt olarak kalmanın ve bit pazarından devşirme uşak liderlerin başına dikilmesine razı olmamanın başkaca bir yolu yoktur. Kendisinden istenen mücadeleyi daha da yükseltmektir ve Namuslu Kürt buna çekinmeden evet diyecektir.

Hiç yorum yok: