19 Ekim 2011 Çarşamba

Türkün ‘Devlet’i Varsa, Kürdün de ‘KCK’si mi Var?

Veysi SARISÖZEN
“PKK ile Kürt sorunu birbirinden ayrılamaz.” Bu, Hasan Cemal’in “Barışa emanet olun” başlıklı kitabının ana tezidir. Bu tez Cengiz Çandar’ın da savunduğu bir tezdir. Mehmet Ali Birand’ın dünkü yazısından şu paragrafı okuyalım: “Ben de Hasan Cemal gibi, ilk başlarda Kürt sorunu ile PKK terörünü  birbirinden ayırırdım. Resmi söylemin de bunda çok etkisi vardı tabii. Ancak artık böyle bir ayırım yapılamaz noktada. Bugün topyekün (sivil- asker) bir Kürt muhalefetiyle karşı karşıyayız.”

Türk medyasında savunulan bu tez, Türk devletinin ve AKP hükümetinin stratejisini havaya uçurur.


Çünkü TBMM’de hazırlanan anayasa tezgahı, örneğin “nötr yurttaşlık” reformuyla “PKK’yi imha” programını birleştiren “Anayasal değişim paketi”, “Kürt sorunu ayrı, PKK ayrı” tezine dayanmaktadır.


Daha iyi anlaşılması için şöyle ifade edebiliriz: Eğer devlet, hükümet ve Meclis, “PKK ile Kürt sorunu ayrılmaz” dedikten sonra, “nötr” bir anayasa hazırlasaydı, bu anayasa radikal demokrat bir anayasa olurdu.


Ama eğer, “PKK ayrı, Kürt sorunu ayrı” dedikten ve bir yolunu bulup “PKK’yi tasfiye ettikten” sonra, anayasaya “Kürtler canımız ciğerimizdir, kız alıp kız vermişizdir, bu devletin yarısı Türkse, öteki yarısı Kürttür” diye yazsalar bile, bu anayasa bugünkü anayasadan farklı olmaz.


Çünkü devlet ve hükümet “Kürdün varlığına” değil, “örgütlü Kürdün varlığına” karşıdır.


“Örgütsüz Kürdü” tarikatına alır, polis yapar, rütbe verir, partisine kabul eder, “Türk milletinin vekili” haline getirir, getirdikten sonra bakan yapar, örgütsüz Kürt, Türklerin başına bile geçirilir.


Türk milliyetçisi, başka milletlerin milliyetçilerinden farklı olarak, kendi “milletine aşık” değildir. Çünkü Türk milliyetçisi, kendi tarihinden Türk olmayanların yapıp ettiklerini çıkarttığı zaman geriye pek ahım şahım bir şey kalmayacağını bilir. Camiye, Kışlaya, Karakola, Tulumbacılara dayanan bu milletin en ünlü camisi Selimiye’yi Ermeni Mimar Sinan, Selimiye Kışlası’nı  Kirkor Amira Balyan, en ünlü “karakolu” Sansaryan’ı (eski emniyet binası) Hovsep Aznavur inşa etmiştir. Tulumbacıların ünlü “yangın kulesi” Beyazıt Kulesi de Senekerim Balyan tarafından yapılmıştır. İmamın, paşanın, komiserin ve tulumbacının tarihinden bu Ermeni eserleri çıktığında geriye ne kalır?


Alın Agop Martayan’ı... Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi bile meş’um varlığını ona borçludur. Başka?.. Başkası daha ne olsun, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadının verilmesini de TBMM’ye öneren işte bu Agop Martayan’dır, Atatürk de ona “Dilaçar” soyadını vermiştir.


1915’te soykırıma uğrayan bu halktan söz etmeden Türk tarihinden söz edilebilir mi? Edilemez.


O nedenle “Türk” tarihine dayanan bir “milliyetçilik” Türkiye’de sökmedi. Sökmeyince ne oldu? Türk milliyetçiliği “örgütlü Türk olmayanlara düşmanlık milliyetçiliği” halini aldı. Bu milliyetçilik öyledir ki, örgütsüz Türk olmayanı bağrına basar, örgütlüyü kendi kanında boğar. “Örgütsüz” Martayan’dan kendi dilini öğrenen milliyetçi, “örgütlü” Ermeni’den nefret eder. Örgütsüz Kürdü İçişleri Bakanı yapar, “örgütlü Kürdü” Diyarbakır, Dersim meydanlarında asar. Türk milliyetçiliğinden “örgütlü Türk olmayanlara nefreti” çıkarın, geriye “milliyetçiliğin” bile zerresi kalmaz.


Örneğin Alman milliyetçisi “Deutschland über Alles in der Welt”, yani “Almanya dünyada var olan her şeyin üstünde” (bu dize şimdi Alman Milli Marşı’ndan çıkmıştır) derken, Luther’den Bethoowen’e, Hegel’den Goethe’ye uzanan bir tarihi çarpıtıyordu. Türk milliyetçisi ise dağa taşa “Ne mutlu Türküm diyene” diye yazdığı halde, her gün ve her maçta söylediği İstiklal Marşı’nın tek bir satırında bile “Türk sözcüğünü” kullanamamıştır.


İşte bu durum Türk milliyetçiliğinin krizini bize açıklar. Örgütlü Ermeni’yi Ağrı eteklerinde ve örgütlü Rum’u Pontus kıyılarında, Süryani’yi Mezopotamya’da yok ederek “milliyetçi” olabildiler. Dün “en iyi Kürt ölü Kürttür” diyorlardı, şimdi “en iyi Kürt örgütsüz Kürttür” diyerek milliyetçi olmaktalar. Ama “örgütlü Türk olmayanlardan” bu toprakları arındırdıkça, işlenen suçlar yüzünden kendi tarihlerine sahip çıkmaları daha da imkansızlaşmakta. Bu, kısırdöngüdür.


“Kürt sorunu Türk sorunudur” denecekse, işte bu gerçek görülmeli. Türk sorununun çözümü, Kürt sorununun da çözümü gibi, ulus olmayan ulus anlamında “demokratik ulus”a, yani “örgütlü bireylerin özerk toplumlarının birliğine” dönüşmeye bağlıdır. Hepimizin içinde yer alacağı bu Demokratik Ulus, ortak tarihimizdeki bütün zenginliklerle “övünmemize” de imkan verecektir.


Yani...


Yani Kürtler “örgütlü Türke” düşman değildir. “Örgütlü Türk” ne demektir? “Devlet biçiminde örgütlenmiş Türk” demektir. Hiç kimse Türklerin “devlet biçiminde örgütlenmiş” olmasına itiraz etmemektedir. İstenen, tüm “demokratik ulusun” devlet olmayan devlet anlamında Demokratik Cumhuriyet’te birleşmesidir.


Madem ki Kürtler “örgütlü Türkü” kabul etmekteler, o halde Türkler de “örgütlü Kürdü” kabul etmelidirler. “PKK ile Kürt sorunu ayrılmaz” demenin anlamı bu. Yani “PKK” ya da “KCK etrafında örgütlenmiş Kürdü” tanıyacak mıyız, yoksa imha mı edeceğiz?


Hasan Cemal’in kitabının ortaya attığı soru gerçekte budur işte...

Hiç yorum yok: