13 Ekim 2011 Perşembe

TC, Şimdi Kürdistan’da Hapis!..

Gözünü sevdiğim Türk’ü ve onun eliti olan yazarı, aydını ile entelektüelini, Orhan Veli’nin „İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı“ mısrasına nazire, hayretle seyrediyor, Kürdistan’ın arş u alaya yükselen feryadını dinleyerek, „insaniyetse eğer, senin insanlığın batsın“ diye mırıldanıyorum.
Her türlü numara var, bunlarda. Şefkatli, vicdanlı numarası yatmaksa eğer, aç gezinen sokak köpeklerinin yasını tutuyor, kanadı kırık kuşun yarasını sarıyor, „hayda bıreh“ naralarıyla hep birlikte ağaçları, çiçek, otları sevmeye koşuyorlar.

Fakat, köyü barbarın hücumuna uğramış, aç, açıkta bırakılmış Kürde gözlerini kapatıyor, katillere evladını kaptırmış anaların feryadına kulaklarını tıkıyorlar. Camide soyguncusunun karısı Fintoş, „bir insanlık da bende“ gösterisinde, ağzını büze büze „kadına şiddete hayır“ diye bağırıyor, Kürt kadınları, kızlarının „ne mutlu Türküm diyene“ naralı haydutların darbeleri altında inlemelerini, çekirdek çıtlatıp, keyiflenerek televizyonda seyrediyordu.

Başlarına baş ettikleri kişi, „el yordamıyla gerdeğe girercesine“ başkasının sırtından insanlık müsameresinde vicdanlı rolü çalarak, „Filistin, açık hava hapishanesi“ diye haykırıyor, ikinci numarasında „Suriye muhaliflere sokağa çıkmayı yasaklıyor“ diyor, ajanslar ise „sokağa çıkma suçu“ işleyen Kürt seçilmişleri, kadınları, çocuk ve ihtiyarlarının tutuklanmasına dair rakamlara her saniye yenilerini ekliyor, Fırat Haber Ajansı „Şırnak’ta tutuklanmayan belediye başkanı kalmadı“ haberini yayımlıyordu.

Tutuklananlardan hiç biri, cami avlusu soyguncusu, „din adına hayrat toplayan“ dolandırıcı, hırsız değildi. Varsa suçları, kaçkın göçmenler gibi dönekleşip, asıllarını, neslini inkar etmeyip, „ben Kürdüm, vatanım Kürdistan“ diyenlerdi.

En „xwîn xwar“ generali, en vahşi polisi, vicdanı savrulmuş adliye memurunu Kürdistan’a gönderiyorlardı. Cinayetlerde Kürtçe seda (Emrah Gezer olayında görüldüğü üzere) katiller için tahrik ve ceza imdirimi sebebi oluyor, 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden subay ve devlet memurlarına ceza indirimi yapılıyor, Kürt gençlerinin ölü bedenleri sokakta sürükleniyor, insan başını ezip üstüne, „arkadaşları bunu da yaptı„ diye yazıyor, din adamları dolandırıcı hallerinden sonra, kıyametin deccalı olarak karşımıza dikiliyordu.

Parlamento üyelerine tanınan dokunulmazlıktan, Kürtler hariç tutuluyor, polis devletinin polis şefi darbeler altında gözlüğü kırılmış Bingöl parlamenteri İdris Baluken’e „sana yaptığım işkence devletin bana tanıdığı haktır“ anlamında, „ben devletim“ diyordu.

 İdris Baluken cevabıyla, artık neyin nerede olduğunu göstermek için, Kürdistan’ı işaret ederek, „ben de devletim“ diyordu.

Ve, „ben de devletim“ olgusu bir süreçti. Kürdistan, Anka kuşu misali, acıların küllerinden kendini yaratmıştı. Bugün, Kürdistan’da, yolda, sokakta yürüyen, çayhanede oturan herhangi bir Kürde yanaşıp, „Türk nedir, size neyi hatırlatıyor?“ diye sorduğunuzda alacağınız cevap aynıdır:
„Kürt için, Türk zulümle yürüyen, zalimce bakan polis dayağı, asker postalı, zindan, cinayet, kırım ve yangındır.“

Bu, „biz ve onlar“ demektir. Çünkü, güven kökünden sarsılıp, yere devrildi. Dirilmemek üzere öldü. Gördünüz işte, karşılıklı anlaşmayla gelen „barış heyetine“ cezalar yağdırıldı. Barışın adını da kirlettiler. Çünkü onlar, barışı bile entrika sanıyorlar. Entrika tutmayınca, nerelerinden çıktığından habersiz oldukları sözleri uçtu, havaya karıştı.

Dün de, güven ve ortak bağ yok, yollar, yönler dahil, her şey ayrıktı. Kürtler uzak gidiyordu. Bu gün, gelinen durakta, Kürdün onları görmeye tahammülü de yok. Düne göre, en çarpıcı fark budur.
„Türk“ dün de, Kürdistan’da polis, asker, sivil giydirilmiş ceza memurları (adliye) ve ırkçılığı yaymakla görevli din memurlarıydı.

Bu günün, dünden farkı, artık sokağa çıkamamalarıdır. Türk (TC) Kürdistan’da hapistir. Türk kalın duvarların, tel örgüler, kum torbalarının ardında saklanıyor, sokağa çıkamıyorlar. Kimliklerini gizlemeden seyahat edemiyorlar. Başların biri, Kürdistan’a geldiğinde, şehirler polis ve askerce işgal ediliyor, seyahatleri gizli tutuluyor.

Din müşreği kalmadı. Camiler çoktan ayrıldı. Bir Kürdün, herhangi birine selam vermesi, ucu vatan ihanetine varan  toplumsal suç, kusur, kabahattir.

Bir yerde beraberlik adına, bir tarafa ceza kesiliyor, toplama kampları inşa ediyorsa eğer, çanta taşıyıcısı Kemalist şoförler anlayıp, kabullenmese de, bunun adı ayrılmadır. Selahattin Demirtaş’ın deyimiyle „binaları tutup, içinde hapsolmak“, birlik demek değildir.

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: