1 Ekim 2011 Cumartesi

Kürt Sorununun Çözümü Çok mu Zor?

Cumhuriyetin kuruluşundan beri asimilasyon, katliam, sürgün ve inkarla oldukça ağırlaşmış bir sorunu devraldık. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi tek millet, tel dil, tek vatana dayandığından siyaset, bürokrasi bütün akademik çevreler buna göre eğitildi ve şekillendi. Sürekli sıkıyönetimler, darbeler, olağanüstü hallerle militarizmle bu sistemi idame ettirme sürekli pekiştirildi. Bu duruma bakarak Kürt sorunun çözümünün imkansız olmasa da, çok ama çok zor olduğu görülüyor.

Bu zorluğa rağmen otuz yıldan fazladır Kürtlerin fiili direnişi ve örgütlülüğü, yenilmezliği Türkiye’yi büyük bir yol ayrımına getirdi. Değişen dünya koşulları da dikkate alındığında Türkiye’ye değişimden başka yol kalmıyor.

Sorun, güncel olarak Türkiye’yi yönetenlerin değişen koşulları doğru algılama, kalıcı ve demokratik bir sistem kurmak için de Kürtleri bir halk olarak çekincesiz ve amansız kabul etmelerine bağlı. Devleti yönetenler Kürtler üzerinden hesap yapmaktan vazgeçip onlarla barış ve adalet içinde ortak yaşamayı kabul ederse bunun yollarını ve biçimini bulmak zor olmaz. Kürtler ve Türkler aralarında tartışarak kendi çözüm modelini yaratabilirler. Ancak Türkiye’yi yönetenler bu noktada değiller. Bu yüzden de ülke, zaman ve kan kaybediyor. Geniş bir psikolojik savaş örgütleniyor. Bu da çözümü değil, güvensizliği ve çözümsüzlüğü derinleştiriyor.

AKP, PKK’nin beş yıla varan gerillanın sınır dışına çekilmesi ve eylemsizlik sürecini doğru değerlendiremedi. Buna rağmen başbakanın 2005’de “Kürt sorunu vardır, bu bizim de sorunumuzdur” demesiyle ülke genelinde bir iyimserlik ve çözüm beklentisi oluştu. Kürt tarafı da başta sayın Öcalan olmak üzere aralıksız olarak barış ve çözüm projeleri üzerinde yoğunlaştı. Kendi kitlesini hazırladı. Türkiye’nin önünü açmaya çalıştı. Ancak aynı irade ve istek Türkiye’nin egemen güçleri tarafından gösterilmedi. Bu gün tekrar bir çatışma ortamına yuvarlandık.

Başbakan Erdoğan sürekli Kürt tarafını tehdit ederek ‘anladıkları dilden konuşacaklarını, güvenlik güçlerini daha da takviye ederek onları ezeceğini’ dile getirmektedir. Kamuoyu karşısında çıkıp sert konuşmasını “sivil vatandaşlarımız ölüyor, ciğerim yanıyor” diye izah etmektedir. Sanki ülkeyi yöneten, sorumluluğu elinde tutan kendisi değil de, durumdan yakınan ve propaganda yapan bir partili gibi konuşuyor. Kürt sorununu Kürtler tek başına çözemezler. Parlamentoyu, orduyu, istihbaratı, ekonomiyi ve devleti elinde tutan egemenlerdir. Yani AKP’dir. Bu durumda en büyük inisiyatif ve rolü alması gerekir.

Başbakan bu rolü üstleneceğine “ciğerim yanıyor” duygusallığıyla savaşı kışkırtıyor. 

“Ciğerim yanıyor” söylemi de samimiyetten uzak, tam egemenin dilidir. Eğer sivillerin ölümü çok kötüyse ve karşı çıkmak zorunluysa o zaman savaş aygıtının gaz pedalından ayağını kaldırması gerekir. Ayrıca kendi savaş uçakları güneyde sivil halka korku salarken, üretimini ve yaşamını olumsuz etkilerken, yedi kişilik bir aileyi yok ederken de rahatsız olmalıydı, ciğeri yanmalıydı. Kendi polislerinin attığı gaz bombalarıyla çocuklar öldüğünde, insanlar yaralandığında ciğeri yanmalıydı. Yine Şemdinli’deki çatışmada asker ve polisin ateşiyle dört sivil öldüğünde, sonra Batman’da genç bir kadın ve küçük kızı öldüğünde ciğeri yanmalıydı. Sadece PKK ve Kürtlere suçu yükleyerek onları kötüleyerek, durumu izah etmemeliydi. Bu çok kaba, tek taraflı kara bir propaganda dilidir. Halkın içine, Kürdistan’a yüz binlerce asker, polis, korucu ve istihbaratçıyı her çeşit silahla salmşken onların hiç hata yapmayacağını, savaş kuralları dışında hiç hareket etmeyeceğini düşünmek akıl karı mıdır?

Başbakan sanki Kürt sorununun çözümü konusunda bir programını, yol haritasını kamuoyuna açıklamış, çözümü hazır bekliyor da, Kürt tarafı diyalogdan kaçıyor, bunu dikkate almıyor. Kendisi barış ve çözümde samimi, sağlam bir duruşa sahip, Kürtler ise şımarmış ve mızıkçılık yapıyor. 

Aynı tutumun daha kötüsü de Fethullahçı ve yandaş basın tarafında yapılıyor. Şiddete bulaşmamış binlerce Kürt politikacı ve aktivist tutuklanıyor, evler basılıyor, hapishaneler dolduruluyor. Ama yandaş basın bunları sorgulayıp eleştirmek yerine bu baskıcı politikaları haklı göstermek için gayretkeş bir çaba içerisindedir. Türkiye’yi yöneten hükümeti eleştirmek, demokratik bir tutum içine çekmek, yanlışlara girdiğinde eleştirmek yerine, hükümetin tüm politika ve uygulamalarını doğru, haklı ve eleştiri üstü ele alıp savunmaktadırlar. Hepsi düğmesine basılmış bir makine gibi sürekli Kürtleri, PKK, BDP’yi eleştirmekte, yermekte ve karalamaktadırlar. Ve bu basın sözüm ona 12 Eylül’ün baskıcı sistemine karşı çıktığını, Tansu Çiller döneminin baskıcı ve yıkıcı politikalarını savunmadıklarını belirtiyorlar.

Basın samimiyetten uzak olmanın ötesinde bugün de, Kürtlere yapılan baskı ve terör ya gizleniyor, ya da PKK’ye yükleniliyor. Dün binlerce Kürt öldürülürken, işkence görürken, hapislere atılırken terörle açıklanıyordu. Bölücü terör örgütüne yardımcı ve üye oldukları için devlet bunu yapıyor, diyorlardı. 12 Eylül işkencehanelerinde polisler ve askerler insanlara işkence yaparken, suçlamaları kabul etmeyenlerle alay ederek “sizi camii avlusundan mı getirdiler?” diyorlardı. Bugünde söylenen ve yapılan aynıdır. Türk egemenleri istediği gibi konuşuyor, tartışıyor, örgütleniyor ama Kürtler örgütlenip konuşunca da suçlanıyor, yasal kovuşturmaya uğruyor. Gerekirse öldürülüyor. Görüldüğü gibi sürekli suçlanan, yargılanan, tutuklanan ve öldürülmesi olağan görülen hep Kürt tarafıdır. İktidarların Kemalist, Ergenekoncu, Fethullahçı ve AKP’li olması işin özünü hiç değiştirmiyor. 

 
Sayın Öcalan Kürtler için çok önemli bir isimdir. Ve devlet Kürt lideri olarak kendisiyle muhatap oluyor. Ve bu lider, iki aydan fazladır hükümet kendi yasa ve hukukunu da çiğneyerek, görüş hakkı yasaklanarak rehin tutuluyor. Hiçbir yandaş basın mensubu bu yapılanın Türkiye’deki yasalara aykırı olduğunu söylemedi. Sürecin yumuşaması ve barışa evrilmesi için hayırlı bir yayında ve girişimde bulunmadı. Ciğeri tek taraflı yananlar bu ülkede hayalleri, geleceği ve acıları ortaklaştıramaz, barışı ve huzuru tesis edemez.


MUZAFFER AYATA

Hiç yorum yok: