1 Ekim 2011 Cumartesi

Karayılan Türk Medyasına Sert Çıktı

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tehditlerine yanıt vererek, “Başbakan tehditleriyle işte polis gücüyle, ordu gücüyle, bilmem ABD’den daha etkili ölüm silahlarını alarak sonuç almak istiyor. Ben açık söyleyeyim: Bu konuda hiçbir sonuç alamaz; başarısız kalacaktır. Biz daha güçlüyüz” dedi. Karayılan, “Bu hükümet ve bu devlet Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında başarısız kalmaya mahkumdur” diye ekledi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Batman olayı, Türk medyasının iktidar yandaşlığı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tehditleri ve “terörle mücadele siyasetle müzakere” sloganını değerlendirdi.

Karayılan, “Biz daha güçlüyüz” diyerek tehditlere meydan okurken, Batman olayının da devlet tarafından yapıldığını söyledi. Karayılan, “Olayı devlet yapmıştır. Bu insanlarımızı polis vurmuştur” dedi.

Medya cephesinde ise özellikle Taraf Gazetesi’ne, “elini Kürt halkının yakasından çek” çağrısı yapan Karayılan, daha önce yalanlardan ötürü özeleştiri veren M. Ali Birand’ın ise Batman olayında en çok sınıfta kalanlardan birisi olduğunu söyledi.

Karayılan, “Türk basınını vicdana davet ediyoruz: Devlet öldürüyor, ancak siz bizim üzerimize yıkmaya çalışıyorsunuz. Soruyorum: Ceylanların, Uğurların katillerinin peşine düştünüz mü? O katilleri deşifre ettiniz mi? Onların katilleri herhangi bir ceza aldı mı?” diyerek medyaya seslendi.

BATMAN’DA DORU AİLESİ İÇİN BAŞSAĞLIĞI

* 26 Eylül günü Batman şehir merkezinde görgü tanıkları ve video kayıtlarına göre polisin açtığı ateş sonucunda 8 aylık hamile olan Mizgin Doru, karnındaki bebeği ve kızı Sultan Doru yaşamını yitirdi. HPG yaptığı açıklamayla bir inşaat işçisinin de infaz edildiğini belirtti. Toplam 4 sivilin hayatını kaybettiği bu olay ve sonrasında gelişmelere ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle Mizgin Doru ve 3 yaşındaki kızı Sultan Doru ile karnındaki 8 aylık bebeğinin yaşamlarını yitirmiş olmasından dolayı tüm Doru ailesine, köylülerine ve yine Batman halkına başsağlığı diliyorum. Yaralı olan Talat Doru ve kızına acil şifalar diliyorum. Bu olaydan iki saat sonra polisle girilen çatışma sonucu, teslimiyeti kabul etmeyip direnen, değerli militanlar Mahsum ve Bager arkadaşların ailelerine ve onların şahsında tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Ayrıca aynı gün polis tarafından kafasına sıkılarak infaz edilen, henüz kimliğini bilmediğimiz Kürdistanlının da ailesine başsağlığı diliyorum.

OLAY AÇIKTIR

Olay açıktır: Polisin bir ihbar alması sonucu kurduğu pusuya Talat Doru’nun arabası girmiş, polisler bu insanlarımızı katletmişlerdir. Olayın görgü tanıkları, oluş biçimi, yine HPG’nin konu hakkında yaptığı açıklama, olayın kesinlikle böyle geliştiğini ortaya koymaktadır. Ancak Türk devleti burada 1925’ten beri sürdürdüğü geleneğini devam ettirmiştir. Her defasında Kürt insanlarını öldürür; ardından da ya eşkıyadır-teröristtir der, ya kaçtı da vurduk der, ya kaçakçıdır der, ya da ben vurmadım PKK vurdu der. Veya kökten inkar eder; yalan söyler. Bu devletin Kürdistan’daki sömürgeci temeli yalana dayalıdır. Tarihin her döneminde Kürt halkını katliamdan geçirmiş ama sahip çıkmamıştır. En son faili meçhuller için talimat verenler devlet adına talimat vermemişler midir? Şimdi devletin bugünkü temsilcileri bunu bilmiyor mu? Biliyorlar ama inkar ediyorlar. Çünkü Kürdistan’da Yalan ve inkar bir tarzdır. Türk devleti Kürdistan’da bu iki şeyi hep uygulamıştır.

DEVLETİN EZBERİ BATMAN’DA DA BOZULMADI

Batman olayında da devletin bu ezberi bozulmuş değildir. Bu insanlarımızı katletmiş, ancak inkar edip bizim üzerimize yıkmaya çalışmışlardır. Nasıl ki 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı kurşuna dizdiler, sonra da “çatışmaya girdi öyle vurduk” dediler, bu olayda çatışmaya girdiler diyemeyecekleri için 2 saat sonra meydana gelmiş bir çatışmayla bağlantı kurarak, “aile iki ateş arasında kalmış ve teröristler tarafından vurulmuştur” demektedirler. Bu sözler, Batman valisinin ve emniyet müdürünün, Ankara’yla bağlantılı olarak bu olayı örtbas etmek için uydurdukları bir senaryonun sözleridir. Halbuki, olay yerinde herhangi bir yaşanmamıştır.

OLAYI DEVLET YAPMIŞTIR


Olayı devlet yapmıştır. Bu insanlarımızı polis vurmuştur. Ama bu, Başbakan tarafından bizzat bilinmesine rağmen, bu olayı gerekçe yapılarak bütün basın-yayın organlarıyla birlikte hareketimize ve Kürt halkına karşı yoğun bir psikolojik savaş başlatılmıştır. Haksız bir suçlama ile hareketimiz, Kürt halkı ve Kürt siyaseti karalanmak istenmişlerdir. Duygusal numaraları yaparak, hamaset konuşmaları geliştirerek, kışkırtıcı bir üslupla hareketimiz teşhir edilmek ve karalanmak istenmektedir. Bunu tüm basın-yayın organlarını harekete geçirerek büyük bir manipülasyonla, gerçeği ters yüz ederek yapmaktadırlar. Kısaca bu dört sivilin devlet tarafından kurşuna dizildiği açıktır. Yine direnen gerillaları nasıl katlettiği bilinmemektedir. Devlet orada o gün 6 Kürt insanını kurşuna dizerek hoyratlığını ve katil gerçekliğini bir kez daha göstermiştir. Bu bir polis terörüdür. Bu gerçeğin üstünü örtemezler. Hem Kürtleri vuruyorlar, hem de dönüp olayı tekrar Kürtler üzerine yıkarak Kürt hareketini ve halkını hedef gösteriyor ve teşhir etmeye çalışıyorlar. Bu kadar çarpıtma, bu kadar yalan ve bu kadar gerçekleri ters yüz etme, ancak Türk sömürgeciliğinin karakteriyle izah bulabilir. Başka bir izahı yoktur.

TÜRK MEDYASINDA ÇOK DEĞERLİ KÖŞE YAZARLARI VE MUHABİRLER DE VAR

* Batman’da yaşanan olay kameralar tarafından tespit edilmesine rağmen, Türk medyasının ortak bir dille hareketinizi hedef gösterdi. İktidarla ilişkileri bu kadar açık hale gelen Türk medyasını bu durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Şu bir gerçek, artık Kürdistan’da klasik sömürgeciliğin ömrü bitmiştir. Fakat bunu sürdürmekte ısrar eden bir egemen, tekçi devlet zihniyeti vardır. Sömürgeci egemen ulus anlayışının Kürt halk gerçekliğini ve haklarını kabul etmeme durumu vardır. Onu eşit-özgür bir halk olarak görmeme, ulusal-demokratik haklarını tanımamada ısrar etme vardır. Bunu kim yapmaktadır? Birinci planda bugün AKP hükümeti yaparken, ikinci planda ise egemen ulus basını yapmaktadır. Sadece yandaş basın değil, bir bütünen egemen ulus basını ısrarlı bir biçimde Kürt halkının haklı davasını karalamaya, gerçekleri çarpıtmaya, göz göre göre olay ve olguları ters yüz etmeye devam ediyor. Siz bu çağda bu tür şeyleri yapamazsınız. Enformasyon çağındayız, bakın işte kameralarla durum ortaya çıktı. Eğer bugün bir savaş durumu varsa, bunun birinci plandaki sorumlusu devlet ve hükümet ise, hemen ardından gelen sorumlu olayları çarpıtarak servis eden ve egemen ulus zihniyetine sahip basındır.

Hemen şunu belirtmeliyim: Basın içerisinde çok değerli köşe yazarları ve muhabirler de vardır. Bunlar kanın dökülmemesi ve gerçek-adil barışın gelişmesi için çırpınan insanlardır. Hatta bu konuda azledilmeyi, işten atılmayı, rencide edilmeyi de göze alarak yazıp çizen değerli basın mensuplarının olduğunu biliyoruz. Onları dışında tutuyorum. Ama egemen ulus basını Kürt sorunu karşısında çifte standartlı duruşunu devam ettiriyor: Kürdistan’daki olayları görmemeye ve tek yanlı bir yayıncılık yapmaya devam ediyor. Hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği çarpıtmalarla bugün Kürt Özgürlük Hareketi hedef gösteriliyor, teşhir edilmek isteniyor.

M. ALİ BİRAND BATMAN’DA SINIFTA KALDI

Günlerdir Türk basın Batman’daki 8 aylık bebeği işliyor ve bunu bizim yaptığımızı söylüyor. Halbuki polisin yaptığı açık ortadadır. Bilmemeleri mümkün değildir. Bilinçli çarpıtıyorlar. Bu konuda en gerçekçi yaklaşanlar bile sömürgeci basın çizgisinin genel hatlarını aşamamışlardır. Mesela bir Mehmet Ali Birand, geçmişte bu konuda doğruları yazmadıklarını, sorunu ortaya koyan bir yaklaşım sergilemedikleri noktasında özeleştirisel bir yaklaşım geliştirdi. Önemli bir çıkıştı. Bu tutum örnek alınır ve en az artık doğruları yazar diyorduk. Ama şimdi görmekteyiz ki, M. Ali Birand özeleştirisinin gereklerini yerine getirmemektedir. Hatta bu Batman olayında en çok sınıfta kalanlardan birisi M. Ali Birand’dır. Halbuki bölgede kendisine bağlı muhabiri vardır. Doğan Haber Ajansı’nın oralarda muhabirleri vardır. Durumu biraz araştırıp, gerçekleri öğrenip öyle verebilirdi ama bunu yapmadı. Yapmamasının nedenleri farklı olabilir. O ayrı bir konu. Ama şurası da bir gerçektir ki, Türk basını olayları çarpıtmaya, doğruları topluma vermemeye devam etmektedir.

TARAF GAZETESİ ELİNİ KÜRT HALKININ YAKASINDAN ÇEKSİN


Başta “yandaş basın” denilen bazı basın-yayın organları tamamen bir psikolojik savaş yürütmektedirler. Kürt halkına karşı düşmanlık yapmaktadırlar. Hiçbir doğruyu yazmamaktadırlar. “Kürtleri nasıl küçümserim, nasıl küçük düşürürüm ve nasıl bir birine bırakırım” havası ve çabası içerisindedirler. Taraf gazetesi, Hareketimizin hem de, Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın BDP’ye muhtıra verdiği biçiminde tamamen masa başında üretilen bir asparagas haber yapması ve bunun da belli başlı yazarları tarafından ısrarla sahiplenmesi gerçek niyetlerinin ne olduğunu ortaya koymuştur. Ben özellikle Taraf Gazetesi’ni, ellini Kürt halkının yakasından çekmeye çağırıyorum. Etrafına bir takım kaçkını, döneği, kontrayı toplayan bu yayın organının kullandığı provokatif üslubu ile çok ciddi tahribatlar yaratmaktadır. Bu organ içerisinde de kuşkusuz birkaç dürüst insan olabilir ama gazetenin ağırlıklı olarak oynadığı rol tahrik etme, Kürt halkını küçümseme, egemen ulus anlayışını hakim kıldırmadır. AKP’yi temize çıkarmadır. Kürdistan’daki özel savaş uygulamasını ve katliamları ört bas etmedir. Mademki siz çocuklar için o kadar duyarlısınız, Kandil’de aralarında hamile bir kadının da bulunduğu, 4’ü çocuk, toplam 7 insanımızın katliamı karşısında niye sus pus oldunuz? Hatta bu katliamı inkar ettiniz. Devlet terörünün katliamların görmezden geliyor ve üstünü örtmeye çalışıyorsunuz. Bu mudur sizin insanlığınız? Bu mudur sizin vicdanınız? Bu mudur sizin demokratlığınız? Bu mudur sizin adil yayın çizginiz?

TÜRK BASININI VİCDANA DAVET EDİYORUZ


Türk basınını vicdana davet ediyoruz: Devlet öldürüyor, ancak siz bizim üzerimize yıkmaya çalışıyorsunuz. Soruyorum: Ceylanların, Uğurların katillerinin peşine düştünüz mü? O katilleri deşifre ettiniz mi? Onların katilleri herhangi bir ceza aldı mı? Eğer Türk basını daha iki hafta önce Şemdinli’de yapılan bir eylem ardından 2 insanımızın Türk devlet güçleri tarafından kurşuna dizilişini, 2 köylününse havan saldırısına uğrayarak katledilmesini işleselerdi bugün Batmandaki katliamı polis işlemezdi. Bu nedenle Batman olayında bizzat basının sorumluluğu vardır. Yine Şemdinli’de o gün taranmadık ev kalmadı. Halkın bütün evleri rastgele tarandı. Hangi basın organı gidip onu işledi? Beytüşşebap’ta güvenlik güçleri belediye başkanının evini basıp taradılar. Basın gündeme aldı mı? Hayır. Şimdi sizin Mehmetçikler ve Polisçiklerin görevi, başta Kürtler olmak üzere insanları öldürmek. Bu görevi reva görüyorsunuz ama bunun karşısında gerillanın direnişine de terör ve insanlık dışı uygulama diyerek saldırı yapıyorsunuz. Kürdistan’da sizin bu çifte standartlı sömürgeci yayın çizginize hiç kimse inanmamaktadır. Çünkü yürüttüğünüz mücadele Kürt halkına ve onun özgürlük davasına karşı sömürgeciliğin savunulması mücadelesidir. Bu, Kürdistan’daki katliamları reva gösterme çabasıdır. Peki, bugün Batman’da kamera görüntülerinde yer alan ve bir yetkilinin “kafasına sıkın, kafasına sıkın” diye talimat vermesi karşısında ne diyeceksiniz?

TÜRK BASINI PSİKOLOJİK SAVAŞIN ÖNEMLİ BİR UYGULAYICISI DURUMUNDA


Kısacası, Türk basını bugün Kürdistan’da yürütülen psikolojik savaşın önemli oranda bir uygulayıcısı durumundadır. Aynen 1990’ların çizgisini takip etmektedirler. 1990’larda Mehmetçik basın deniliyordu; Tarafgir bir yayın yapılıyordu. Kürt halkına yapılan hiçbir haksızlığı işlemeyerek, bunları görmezden gelerek tek yanlı bir yayın yapılıyordu. İşte bugün o Mehmetçik basının yerini Polisçik basın almıştır. Bu Polisçik basın, polisin yaptığı uygulamaları ört bas etmeye çaba gösteren, gerçekleri yansıtmayarak tek yanlı bir biçimde Kürt halkının haklı davasını karalamaya çalışan bir yayın çizgisine sahiptir. Türk basını, bu çizgisini devam ettirerek Kürdistan’daki katliamlara kendi cephesinden eşlik etmektedir.

Bu tutumuyla evrensel basın yayın ilkelerini çiğnediği gibi Kürt sorununda barışçıl bir çözümü değil şiddet ve savaşın egemen olmasında rol sahibidir.

BAŞBAKAN HEDEF ÇEVRESİNİ GİDEREK GENİŞLETİYOR

* Başbakan’ın Perşembe günü yaptığı konuşmada hareketinizi ve tüm BDP’ye oy verenlere yönelik tehdit içerikli sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Evet, Başbakan’ın hedef çerçevesini giderek genişlettiği görülüyor. Çünkü amacı sadece hareketimizi tasfiye etmek değildir. Dikkat edin, kendisi marjinalize etmekten bahsediyor. Yani amacının kitlemizi ve tabanımızı sindirmek olduğunu açıkça ifade ediyor. Hedefleri Kürt Özgürlük Hareketi’nin dayandığı kitle tabanını eritmektir. Onun için Başbakan bu konuşmasıyla aslında gerçek niyetini ortaya koymuştur. Yani sadece PKK’yle BDP’yi tehdit etme değil, aynı zamanda BDP’ye oy veren herkesin de bundan sorumlu olduğunu söyleyerek tehdit ettiği kesimleri açıkça ifade etmiştir.

BAŞBAKAN KÜRT HALKIYLA İRADE SAVAŞI YÜRÜTÜYOR

Başbakan şimdi Kürt halkıyla bir irade savaşı yürütmektedir. Bunun için bu halkın Önderliği üzerinde her türlü hukuku çiğneyerek bir tecrit uyguluyor; bu halkın özgürlük hareketi üzerinde havadan ve karadan saldırılarla yoğun bir baskı uygulamaya çalışıyor; yine kitleye yönelik yoğun bir polis baskısı, işkence ve tutuklama tehdidiyle sonuç almak istiyor. Sorun burada AKP’nin uyguladığı baskılar karşısında geri adım atılacak mı, atılmayacak mı sorunudur. Ancak ne bu halkın Önderliği, ne bu halkın Özgürlük Hareketi, ne de bu halkın kendisi ve siyaseti AKP’nin bu baskı ve şiddetine karşı asla ve asla geri adım atmayacaktır. Başbakan bunun için resmen tehdit etmekte ve bu tehditleriyle resmen bir topluma karşı savaş başlattığını da itiraf etmiş olmaktadır. Bunu herkes görmeli. Demokrasiden ve barıştan yana olan çevreler Başbakan’ın bu üslubunu görmeden sorunları ele alırlarsa yeterli olur mu? Kuşkusuz yeterli olmaz.

ERDOĞAN’IN CİĞERİ YANMIYOR

Aynı konuşmasında söylediği “ciğerim yanıyor, ciğerim” sözleriyle hamaset yapıyor, bununla siyasi sonuç almak istiyor ve doğru söylemiyor. Peki, bu süreci başlatan sen değil misin? Hem bundan bir yıl önce diyeceksin anaların gözyaşı akmasın hem de operasyon üzerine operasyon yaparak Kürt analarının yüreğini yakmaya çalışacaksın. Senin ciğerin yanıyorsa, -ki ciğerinin yanmadığını herkes biliyor- Kürt analarının da yüreği yanıyor. Bu kadar saldırgan, öldürücü güçlerini ortalığa salmışsın, Kürdistan’ın taşına toprağına bombalar yağdırıyorsun; karşındaki insanın da yüreği yok mudur, ciğeri yok mudur?

YÜREĞİN VARSA YAPTIĞIN HATALAR İÇİN BUYUR ÖZÜR DİLE

Tamam; Gerilla güçleri Siirt’te bir hata yaptılar ama yiğit bir biçimde, açıkça söylediler ve özür dilediler. Şimdi bu özürle alay ederek, “laubali biçimde özür dilemişlerdir” diyorsun. Senin yüreğin varsa yaptığın hatalar, güçlerinin yaptığı hatalar için buyur özür dile. İşte Batman ve Şemdinli olayları: Şemdinli’deki 4 insanımızı PKK’nin mi şehit ettiğini söyleyeceksin? Senin polisin ve askerin vurmadı mı?

ÖZÜR DİLEMEK BİR ERDEMDİR, MERTLİKTİR


Özür dilemek bir erdemlilik ve bir yiğitliktir; bir mertliktir. Buyurun siz de yanlışınız karşısında Kürt halkından özür dileyin. Hayır. Çünkü siz egemen ulussunuz, egemen devletsiniz. Size göre Kürt halkı ölmeye müstahaktır, öldürülmesi revadır. Siz bu zihniyetle bu topluma yaklaşıyorsunuz. Ancak bu toplum artık sizin bu zihniyetinizi asla ve asla kabul etmeyecektir. Bir de kalkıp da “ Kürt kardeşlerim PKK’ye karşı çıkmalıdır” diyorsunuz. PKK, Kürt halkının sinesinden çıkmış bir harekettir. Artık kimse sizin bu türden yalanlarınıza kanmayacaktır. Boşuna çaba gösteriyorsunuz, boşuna kan döküyorsunuz. Kan dökmekten vazgeçin. Çıkın meydanlara topluma açık söz verin: “Ben Kürt sorununu artık barışçıl yolarla çözmek istiyorum, bunun sözünü veriyorum” deyin. Ve Kürt halk Önderi’nin çağrısına cevap verin. Operasyonları durdurun. O zaman tek bir mermi patlar mı? Patlamaz. Niye bunu yapmıyorsunuz? Çünkü siz ırkçı-egemen ulus anlayışıyla soruna yaklaşarak Kürt halkının özgürlük haklarını tanımak istemiyorsunuz. Ama sorunu esas kaynağını olduğunu siz çok iyi biliyorsunuz.

HİZBULLAH AYNI POLİTİKAYA DÜŞMEZ

* Başbakan bu sözleriyle Hizbullah gibi güçleri harekete geçmeye mi çağırıyor?


Mümkündür. Çeşitli çevreleri harekete geçirmeyi istemiş olabilir ama ben Hizbullah’ın Türk devletinin geleneksel, Kürtleri birbirine kırdırtma politikasına bu kez düşmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü geçmişte Hizbullah hareketini devlet kullandı ama sonra da hareketimizin bittiğini sanarak, onların da liderlerini imha ederek, yöneticilerini içeri atarak hedefledi. Her ne kadar sonradan bir takım kadrolarını bırakan bir yaklaşım göstermiş olsa da, Kürt halkına, Kürtlük adına hareket eden hiçbir çevreye sömürgeci, ırkçı, milliyetçi zihniyet sahibi AKP devletinin iyi yaklaşmayacağı açıktır. Kaldı ki, geçmişteki isyanlarda, isyana karşı kullandıkları aşiretleri bile, isyanın bastırılmasından sonra tasfiye ettikleri, katliamdan geçirdiklerini herkes biliyor. Bunlar belgelerle ispatlanmış tarihi olaylardır. Bu da Türk devletinin bir tarzıdır: “Kullan kullanabildiğin kadar, sonra bir kenara at.” Bu nedenle hiçbir Kürdistanlı kurum, kuruluş ve şahsiyet Türk devletinin Kürtleri birbirine karşı kullanma taktiklerine düşmemelidir. Ben Hizbullah’ın da bu kadar şeyden sonra bu tür tezgahların içine düşeceğini pek sanmıyorum.

STK’LAR SAYGIN BİR YERDE DURMALI

Bu arada özellikle bir şeyi belirtmek istiyorum: Gerçek Sivil Toplum Kuruluşları saygın bir yerde durmalı, hükümetin özel ve psikolojik savaşının etkisine girmemelidirler. Devletin, yaptığı tutuklamalar ve sivil insanları katletmesi gerçeği karşısında dürüst yaklaşmamasını deşifre etmelidirler. Psikolojik savaşın etkisiyle ve araştırma yapmadan açıklama yapmanın bir anlamı yoktur. Sivil Toplum Kuruluşları tarafsız olmalı, olayların gerçeğini aramalı ve doğruyu konuşmalıdırlar. Böyle olursa toplumumuz nezdinde bir değer teşkil ederler. Aksi durumda onlar da sistemin etkisi altına girmiş, devletin uzantıları konumundaki bir varlıktan öteye gidemezler.

BÜYÜK BİR VİCDANSIZLIK VAR

Ortada ciddi bir durum ve büyük bir çarpıtma vardır. Büyük bir vicdansızlık vardır. Bu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor. Biz öyle ortaya çıkıp sivilleri öldüren bir hareket değiliz. Ve biz yaptığımız her şeyi üstlenen açık bir hareketiz. Bu konuda doğru yaklaşmak büyük bir önem taşıyor. Özellikle Türk basınının birer psikolojik savaş organı haline gelme durumunu göz önünde bulundurarak her Sivil Toplum Kuruluşu kendi kaynaklarına dayanarak tespitler yapmalıdır. Zaten Başbakan’ın kendi konuşmasında Kürtleri parçalayarak bölmek, böylece güçsüzleştirerek esir almak istediğini açıkça ifade ediyor.

KÜRT CEPHESİNİ İKİYE BÖLMEK İSTİYOR, YEMEZLER

*Erdoğan’ın “terörle mücadele siyasetle müzakere” sözü de bunun için midir?


Elbette ki. Yani sözüm ona Kürtleri parçalamaya dönük siyasi temsille diyalog, gerillaya karşı da mücadele. Bunu yemezler, çok sinsi bir taktik güya bununla Kürt cephesini ikiye bölecek. Zaten BDP temsilcileri hemen cevap verdiler. Yani Kürt halkı artık birliğini kuracak, birlik içinde bir duruş sergileyecek ve bu devlet de bu halk gerçekliğini görerek onlara karşı doğru yaklaşacak. Öyle parçalama, bölme, zayıflatma yöntemleriyle kendi sömürgeci anlayışını egemen kıldırma tutumundan artık vazgeçmelidir. Şimdi bazı değerli köşe yazarları da bu konuda çok çaba gösteriyorlar ama esas mesele sömürgeci zihniyetten vazgeçmemedir. Bu zihniyetten vazgeçilirse zaten Kürt halkının istediği haklar en mütevazı haklardır ve Türkiye’yi zorlayacak-parçalayacak şeyler değildir. Ama egemenlikçi tutum ve zihniyet aşılamamaktadır. Çözümün zihniyeti devlet ve hükümet katında oluşmamaktadır. Mesele buradan kaynaklanıyor.

HÜKÜMET HARKETİMİZ KARŞISINDA BAŞARISIZ KALMAYA MAHKUMDUR

Ama şimdi Başbakan tehditleriyle işte polis gücüyle, ordu gücüyle, bilmem ABD’den daha etkili ölüm silahlarını alarak sonuç almak istiyor. Ben açık söyleyeyim: Bu konuda hiçbir sonuç alamaz; başarısız kalacaktır. Biz daha güçlüyüz. Kamuoyu karşısında açık söylüyorum: Bu hükümet ve bu devlet Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında başarısız kalmaya mahkumdur. Bizim dayandığımız dinamikler vardır. Biz halkımıza ve kendimize güveniyoruz. Öyle çıkıp bazıları bize akıl vermeye de kalkışmasın. Biz hareket olarak 40 yıldır bu siyasetin içindeyiz. Türkiye’yi iyi tanıyoruz, siyaseti de iyi biliyoruz. Kendini savunma ve savaş sanatında kendimize güveniyoruz. Yok, PKK kendi ayağını vuruyor, yok akrep olmuş kendini sokuyor, yok yanlış yapıyor, yalan yanlış bilgi ve değerlendirmelerle kimseye akıl veremezsiniz. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Artık Kürt halkını teslim alamaz ve eskisi gibi yönetemezsiniz. Kürt halkı statüsüzlüğü kabul etmiyor. Bu devlet Kürt halkına statüsüzlüğü dayatamayacak. Kürt halkı kimlik, kültür ve statü mücadelesini veriyor. Şimdi bir tarafta en üst düzeyde İmralı’da Oslo’da görüşeceksin ama öbür taraftan da bir sürü Kürt siyasetçisini içeri atacaksın! Bu Kürt halkına ve siyasetine yapılmış büyük bir saldırı ve hakarettir.

GÖRÜŞMELER NİYE Mİ SONUÇSUZ KALDI?

Şimdi “bu görüşmeler niye sonuçsuz kaldı” diye soruyorlar. Bunun birinci nedeni KCK Operasyonu adı altında geliştirilen siyasi soykırım operasyonlarıdır. Bu KCK operasyonunu geliştirenler sürece çomak sokmuşlardır. Çünkü KCK Operasyonu adı altında binlerce dürüst-sade-yurtsever ve hiçbir yasa dışı faaliyeti olmayan Kürt insanını rehin almışlardır. Onlar iki yıldır orada rehindir. Şimdi bir taraftan bu kadar yoğun siyasi ve askeri saldırı yapacaksın. Diğer taraftan niye sonuçsuz kaldı diyeceksin. Bu kadar vicdansızlıkla bir halkın diline, kültürüne, siyasetçisine, en masumane isteklerine rest çekip şiddetle üzerine gideceksin, ondan sonra da kalkıp gözyaşı dökemeye çalışacaksın. Kim sana inanır?

BARIŞ DİYE DİYE DİLİMİZDE TÜY KALMADI


Sivil araçların fazla kullanmadığı, Polis Okulu’nun önündeki bir araca yanlışlıkla ateş eden gerillanın bu hatasını kullanarak Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni karalamaya çalışan bazı kesimler vardır. Bunlar, fırsatçı kesimlerdir. Halkımız bu fırsatçıların hepsini tanımalıdır. Kalkıp barışçıl kesilenler, bilmem şiddete karşı olduğunu söyleyenler bilmeli ki on sekiz yıldır biz barış yapmaya çalışıyoruz. Yıllardır barış diye diye dilimizde tüy kalmadı. Barışı en çok isteyen biziz ama biz onurlu barış istiyoruz. Onursuzluğu asla ve asla kabul etmeyiz. Sorun buradadır. Sorun bir irade ve onur meselesidir. AKP hükümetinin Kürt halkına dayattığı onursuzluğu Kürt halkı kabul etmeyecektir. Kürt hareketi, Kürt liderliği kabul etmeyecek, bunun için direnecek ve kazanacaktır. Direnmenin argümanları ve dayandığımız dinamikler güçlüdür. Hiçbir devletin, hiçbir düzenli ordunun, hiçbir faşizan polis baskısının sonuç alamayacağı güçlü dinamiklere sahip bir konumdayız. Onun için halkımız devletin ve Başbakan’ın tehditlerinden, tutuklamalardan çekinmemelidir. İradesini ve düşüncesini her yerde açıkça ortaya koymalı, daha fazla kendini örgütlemeli ve daha fazla sesini yükselterek serhildan hareketini düşmana geri adım attıracak düzeye getirmelidir.

HALK AKP’NİN ALÇAKÇA SALDIRILARI KARŞISINDA GERİ ADIM ATMAYACAK

Şu anda halkımızı sindirmek üzere, AKP devleti saldırılarını yaygınlaştırarak yüzlerce insanımızı tutuklamaktadır. Botan, Urfa, Dersim, İstanbul, İzmir gibi alanlarda yapılan operasyonlar resmen halkımıza karşı devletin birer misillemesidir. Özellikle onlarca kişiyi tutukladığı Suruç’ta bu kez de belediyeye yönelerek, Belediye Başkan Vekili’ni ve yöneticilerini tutuklamış olması dikkat çekicidir. AKP, ısrarlı saldırılarla geri adım attırmak istemektedir. Ancak ne kahraman Suruç halkı, ne de Kürdistan’daki hiçbir bölgenin halkı, AKP’nin bu alçakça saldırılarına karşı geri adım atmayacaktır. Kürt halkı şerefine düşkün bir halk olarak, AKP’nin intikam saldırılarına karşı misliyle cevap verecek ve özgürlük davasını yükselterek başarmayı bilecektir. Bunun için öncelikle AKP’nin hiçbir tehdidinden, tutuklamasından ve değişik saldırılarından çekinmeden bu onurlu mücadelede yer almak, doğan boşlukları hemen doldurmak, her yurtsever-yiğit Kürdistanlının yapması gereken temel bir görevdir.

Yarın:

*BDP’nin Meclis’e dönme kararına ilişkin değerlendirme

*Savaşı kim başlattı?

*Devletle PKK arasında görüşmeler yeniden başlayacak mı?


ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: